Altı Medeniyetin Dünyası
Bölüm
“İkinci, İkinci bak
diğeri de açtı gözlerini!”
Atractivo, ortamı gerdikten sonra oluşan sessizliği yine
kendisi bozdu. İkinci Çemberinin içindeki uzun boylu genç lord, yavaş adımlarla
üçüncü çembere yürüyordu.
Bu anlarda Kemik Denizi denemesinin son aşamasında olan biri
vardı, beyaz kıyafetlerinin içindeki Alis karşısında duran ucubeye doğru
koşuyordu.
On metre boyundaki yaratık, diğer kolunun üç katı
büyüklüğündeki sağ kolunu yere sürterek geliyordu. Bedenindeki kaslar anormal
gelişmişti, gövdesinin nerede başlayıp nerede bittiğini kestirmek çok zordu.
Vuruş mesafesine gelince sağ kolunu sertçe savurdu, zeminde
onunla beraber havalanmış, hepsi Alis’e doğru geliyordu.
Hemen minik tavşan moduna geçti Alis, havada seyreden
kayaların üstünden sekerek on metrelik ucubenim boynuna doğru atıldı. Hedef ne
kadar büyük olursa olsun boyun her zaman iş yapardı ve minik çenesini açan
tavşanda bunu biliyordu.
Yaptığı büyük savuruşun ardından savunmasız kalan yaratık
karşılık veremedi, yetişkin üç insanın yan yana dizildiğinde kapladığı yer
kadar kalın olan boynu, minik tavşanın dişleriyle tanıştı.
Alis’in çenesi anormal bir biçimde açılacaktı, normal
boyutunun beş katı büyüyerek kocaman bir ısırık aldı düşmanından.
“Püüü, kokuşmuş mahlûkatlar.
Hayatımda tattığım en iğrenç bedenlere sahipsiniz!”
Koca et parçasını ağzından tükürüp konuştu, mor siyah parça tozlu
mezarın içinde yuvarlandı. Alis labirent biçimindeki koridorları aşıp buraya
geldiğinde, gördüğü ilk şey uzunlamasına kazılmış çukurlar oldu.
Çok derindiler, o kadar derin kazmışlardı ki ancak yarısına
kadar doldurabilmişti bu çukurları kazanlar. Siyah gazların çıktığı bu ölüm
deliklerinden dışarı yavaşça sürünen bazı canlılar vardı, şekilleri ne insana
ne de doğadaki vahşi yaratıklara benziyordu.
İşte o yaratıklar birbirlerinin üzerine yığılmaya
başladılar, akışkan biçimsiz bedenleri birleşmeye, birleştikçe korkutucu bir
hal almaya başladı. On metrelik dev mahlûkat, bu çukurlardan çıkanların
birleşimiydi.
Boynundan koca bir parça kopan devin yarası hızla iyileşmeye
başladı, on saniye sonra sanki hiç var olmamış gibi kayboldu Alis’in ısırığı.
“Bu kadar kolay
olmayacağını tahmin ediyordum ama ne olurdu biraz daha lezzetli olsaydın?”
Yeniden birbirine girdi iki düşman, bir taraf cüsse ve güç,
diğer taraf hız ve çeviklik kullanıyordu. Birkaç düzine çarpışmadan sonra dev mahlûkatın
her tarafı derin yaralarla kaplıydı ama her seferinde alınan zararlar bir iki
saniye sonra iyileşiyordu.
“Bakalım daha ne
kadar uğraşacağız seninle!”
Üçüncü aşamada yoğun mücadele içine giren Alis’in gerçek
bedeni yerde oturmuş duruyordu, alnındaki terler yanaklarından aşağı
süzülmekteydi.
“Genç Hanım, Şeyh bu
sefer sevinemeyecek sanırım!”
Ardındaki korumalarda aynı güzel kadın gibi Alis’in içinde
bulunduğu durumu görüyorlardı, tepkilerine bakılırsa Atractivo’dan da pek
hoşlanmıyorlardı.
“Zamana bakılırsa son
teste gelmiş olmalı, karşısındaki yaratıkla silahsız savaşmak pek kolay bir iş
değil!”
“O meşhur toplu mezardaki
dev mahlûkat değil mi, dış çember müridi seviyesinin son testi oydu sanki?”
Korumalardan biri tahminde bulununca, konunun uzmanı olan
güzel kadın kendini tutamadı.
“Haklısın, Kutsal
Kemik Tarikatı’nın son savaşta esir aldığı Kutsal Orman Bölgesi savaşçılarını
canlı canlı gömdüğü toplu mezar, bu seviyenin son testi.”
“Aslında son test,
beklemedikleri şekilde mutasyona uğrayıp dev bir mahlûkata dönen yaratığı
öldürmek. İlk ikisi çok çabuk halletti ama bu çocuk biraz zorlanıyor gibi,
sanırım hâlen ne yapacağını bulamadı.”
Genç hanım denilen Ekaterina’ da Alis’in durumundan pek
rahatsız değildi, ne de olsa işin ucunda kendi organizasyonunun yönettiği bir
bahis vardı. Atractivo’nun oynadığı bahsin en büyük tutarının da Alis’in
üzerine oynadığı kısım oluşturuyordu.
“Şeyh’im Kanlı Ay Derebeyliği’
nin iki üyesi bir üst çembere geçtiler ama bu çocuk zorlanıyor!”
İkinci Büyük, Tarikatın bir senelik kan kristali stoğunun
yatırıldığı çocuğun git gide daha da terlediğini gördükçe, olduğu yerde rahat
oturamıyordu.
“İkinci gereksiz
geriliyorsun, kumar bu, kazanmakta var kaybetmekte!”
Düzenin dışındaki gerçek dünyada işler karışmıştı ama toplu
mezarın içinde de pek farklı bir şey yoktu.
“Geber ulan geber,
her yanını ısırık içinde bıraktım geber artık!”
Herkes onun zorlandığını sanıyordu, gerçeklerse bambaşkaydı.
Alis sadece sinirlenmişti, yüzden fazla çarpışma yaşamaları ve her seferinde
rakibine zarar vermesine rağmen bir sonuca varamamıştı.
“Bu iş böyle
olmayacak, birkaç yüz çarpışmadan sonra dezavantajlı duruma düşeceğim. Sen de
başka bir dümen var ama dur bakalım!”
Böylece bir yarım saat geride kaldı ve Alis oturduğu yerden
bir milim kıpırdamadı. Düzenin içindeyse bir an durmaksızın saldırıyordu.
Yalnız hızı düşüyordu minik beyaz tavşanın, en sonunda dev
sağ koldaki pençeden bir vuruş aldı Alis. Onca darbesinde sarsılmayan mahlûkat
onu tek vuruşta toplu mezarın duvarına yapıştırdı.
Acıyla inledi Alis, gerçek dünyada da ağzının kenarlarından
kanlar akmaya başladı.
“Gördün mü şeyhin
adamı yaralandı!”
“Gördüm gördüm,
birazdan tüm havası bitecek!”
Klan stantları heyecanla çalkalandı ama tüm tepkiler ses
iletimi yoluylaydı. Atractivo tuhaf adamdı, bir an kafası atıp önüne geleni
kesip biçebilirdi.
“Şeyh Atractivo,
sanırım kaybetme zamanınız geldi!”
Anlı şanlı klanların temsilcilerinin korkularının tersine,
Ekaterina direkt Kutsal Kan Tarikatı Şeyhi’ne seslendi, cüreti parmak
ısırtıyordu.
“Topraklarımda doğan
tek güneş, biraz erken konuşuyorsun. Numarayı çözemedi belli ki ama eli
kulağındadır!”
Onca kan kristali ve konumunun getirdiği forsun tehlikeye
girmesi karşısında zerre tavrını değiştirmedi Atractivo, yine güzel kadına tam
gaz koşuyordu.
Onun gibi koşan biri daha vardı ama bu kişi düzenin içindeydi.
İkinci Çember’ in son etabındaki Alis, mezarlıktan çıkıp savaş alanına dönen
yerde son hızıyla kaçıyordu.
“Başlarım böyle işe,
adalet mi ulan bu!”
Darbe üzerinde büyük etki bırakmıştı, tavşan formunda olsa
bile hareketleri yarı yarıya yavaşlamış kar beyazı kürkünde kırmızı lekeler
belirmişti.
“Madem öyle, gel de
yakala bakalım beni, vakit sıkıntım yok. Biraz da sen delilen!”
Alis ensesinde nefesini hissettiği mahlûkatın baskısına
dayanamayarak, yarısına kadar toprakla doldurulmuş bir çukura zıpladı. Amacı
toprağın altında saklanıp gücünü toplamaktı fakat bu hareketi on metrelik
yaratığın korkunç bir çığlık atmasını sağladı.
“Bak sen, toprağın
altına girmemeden bu kadar mı korktun? Bakalım bunun nedeni ne?”
Gözü parladı Alis’in, onca yara almasına rağmen gıkını
çıkarmayan mahlûkatın toprağa yönelmesiyle beraber çıldırması normal değildi.
Bir yandan Alis, diğer yandan dev yaratık sağ kolunu
kullanarak kazmaya başladılar. Düşmanın bu hareketi tehlike yaratsa da, nereye
gideceği konusunda minik beyaz tavşana yol gösterecekti.
“Nereye gitmek
istediğini biliyorum, o koca gövdenle benden önce varacağını mı sanıyorsun?”
Ateşlenmiş roket gibi gidiyordu Alis, hedeflediği yeri
belirledikten sonra tek yapması gereken çenesiyle yolu açmaktı.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Denize düşüp kaybolan
su damlası toprağa karışan toz zerresi nedir bu dünyaya gelip gidişimizin
manası fena bir böcek işte, bugün var yarın yok.
Ömer Hayyam
..