Altı Medeniyetin Dünyası
Bölüm
Ufak olmak Alis’in en büyük avantajı olmuştu, dev mahlûkat
koca pençesiyle yolu rahat açsa da, kendi bedeninin geçeceği kadar büyütmesi
zaman alıyordu.
Kesinlikle rakibinden
önce hedefe ulaşacağına inanan minik beyaz tavşan, son hızıyla çenesini
çalıştırıyorken dev mahlûkat bölünmeye başladı.
Önce ikiye, sonra o parçada ikiye derken, yüzlerce şekilsiz
akışkan varlık bedeninden ayrıldı. Değişen koşullara adapte olmak konusunda
sıkıntı yaşamıyordu dev mahlûkat.
“Bok çuvalına bak
sen!”
Hızını koruyan Alis rakibinin değişen görünümden etkilenmiş
gibi durmuyordu ta ki yanından kocaman bir matkap ucu geçene kadar.
“Bu ne böyle?”
İlk anda farkına varmasa da, kendisini sola doğru savurarak
kurtulduğu ikinciden sonra anlayacaktı, dev mahlûkattan ayrılan parçalar şekil
değiştirip onu hedeflemeye başlamışlardı.
“Alayınız gelsin
ulan!”
Alis kızacaktı, hızını daha da arttırarak ilerlemeye devam
etti. Artık iki şeye dikkat etmesi gerekiyordu, birincisi aynı hedefe
ilerledikleri rakibi ve ikinci olarak ondan koparak kendisini hedefleyen matkap
başlığına dönen parçalara.
Hedef epey derindeydi, beş dakikadır kazmasına rağmen hâlen
ona ulaşamamışlardı. Bu kadar iyi saklandığına göre mutlaka, değerli bir şeyler
olmalı diye düşündü Alis.
Birbiri ardına gelen saldırılar da hiç bitmeyecek gibiydi,
tahmin edilmeyecek açılardan üzerine geliyorlardı. Yaralanmaması mümkün
değildi, sağ arka bacağında derin bir yarık ve küçücük bedenin üzerinde sayısız
kesik oluşmuştu.
Tabii ki bunların gerçek dünyada yansımaları olacaktı,
bembeyaz gömleğinde büyük kırmızı lekeler oluşuyordu ve ağzının kenarından
sızan ince kan çizgileri git gide kalınlaşıyordu.
“Ne kadar inat ettin
be piç kurusu, gebersene!”
Atractivo tarafından azarlanan klan temsilcilerinden bir
tanesi kendisini tutamayacaktı, uzun süredir Alis’in ikinci çemberde
tökezlemesini bekliyorlardı.
“Ne kadar da
heveslisin, belki de önden gidip ona yol göstermek istersin!”
Şeyh nasıl olurda bu sözleri duymazdı, hiddetle karşılığını
verdiğinde klan stantlarında soğuk rüzgârlar esti.
“Az sonra düşecek
aptallık etme!”
Arkadaşları ses iletimiyle yaşlı adamı uyardı, sonucu belli
bir olay için canından olmasına gerek yoktu. Mecbur sustu klan kıdemlisi, kendi
topraklarında tanrıyken burada üzerine basılmayı bekleyen küçük bir böcekti.
Hep öyle değil miydi, içinde bulunduğumuz ortamların gereği
olarak gözümüzde büyüttüğümüz insanlar, aslında hepimiz gibi kırılgan ve zarar
görmeye açık kişilerdi.
Dev Mahlûkat’ da böyleydi, dış dünyada korkusuz bir biçimde
savaşırken, toprağın altındaki bir şey için deli gibi paniğe kapılmış, kendi
varlığını hiçe sayarak düşmana saldırmaya başlamıştı.
Minik beyaz korkmadan ilerledi, sonucunda önünde hiç
beklemediği bir manzara buldu. Anne karnındaki çocuk gibi kıvrılmış embriyo,
etrafını sarmış şeffaf zarın içinden ona bakıyordu.
“Merhaba ufaklık,
tanıştığımıza memnun oldum. Umarım lezzetlisindir!”
Yayından çıkmış ok gibi fırladı Alis, tam o sırada dev mahlûktan
geriye kalan parçada önüne doğru hareketlendi. Matkap başı şeklindeki varlıklar
yağmur gibi yağıyordu, dümdüz bir çizgide ilerleyen Alis bedenine çarpmalarına
aldırmadan devam etti.
Dev Mahlûkatın boyutu normal bir insan kadar olmuştu, iki
elini açıp embriyonun önünde son kalkan görevi görmek istedi ama minik beyazın
dişleri göğüs etine girip sırtından çıktıktan sonra, şeffaf zarı da geçip küçük
insanımsı varlığın bedenine saplandı.
Acı bir haykırış kopardı dev mahlûkat, yüzlerce yara
almasına rağmen tek ses çıkarmayan varlık çığlığıyla toplu mezarı inletiyordu.
Onun aksine Alis mest olmuş bir halde ikinci ısırığını aldı,
gözyaşları içindeydi.
“Ben böyle lezzetli
bir şey yemedim!”
Ardı ardına ısırmaya devam etti, şeffaf zarın içindeki
sıvıyla beraber insanımsı varlığı komple yuttu. Yaralanmış bedeninde büyük bir
yaşam enerjisi dolaşmaya başladı, yaraları hızla kapanmaya, akan kanlar buhar
olup havaya karışmaya başladı.
Kutsal Kemik Tarikatı’nın toplu mezara gömdüğü binlerce
insanın son yaşam arzularından oluşmuş embriyo şimdi Alis’in midesindeydi, onca
insanın son yaşam tutkusunu silip süpürmüştü minik beyaz.
“İşte bu, intikam
soğuk yenen bir yemekmiş gerçekten!”
Ağzındaki embriyo parçalarını saçarak bağıran Alis gözlerini
açtığında bambaşka bir yerdeydi, ona çevrilmiş binlerce gözün altında düzenin
ikinci çemberinin içindeydi.
“Sonunda be,
gebermedi ama atıldı çemberden!”
Gülen yüzlerle izleyen klan stantlarının aksine, halk çok
üzülmüştü. Üçlü onlara her seferinde sürpriz yaşatıyordu ve bu garip insanlar
bunun bitmesini istemiyorlardı.
“Tebrik ederim sizi
Şeyh Atractivo, ben bile bu gencin ikinci çemberi geçebileceğini
beklemiyordum!”
Ekaterina sakince ayağa kalkan gence bakarak konuştu, onun
bu sözleri halkın yoğun tezahüratıyla karşılanacaktı.
“Gördün mü geçmiş!”
“Beyaz abi geçecek
demiştim ben size!”
Sevinçle birbirlerine sarıldı kalabalık, içlerinde alıcı
gözle Alis’e bakanlarda yok değildi.
“Aslında çok seksi
bir çocuk değil mi?”
“Kıyafetleri biraz
ilginç olsa da yüzü çok güzel!”
Genç kızlar kendi aralarında dedikodu yapa dursun, ikinci
çemberin içindeki Alis yavaş yavaş gömleğinin düğmelerini açmaya başladı.
“Geçse ne olur,
aldığı iç ve dış yaralarla daha fazla ilerleyemez!”
“Doğru söylüyorsun,
limiti ancak üçüncü çember olmalı!”
Üst bedeninden sızan kanlar ceketine kadar işlemişti, önce
beyaz ceketi çıkarıp attı Alis. Ardından tek tek düğmelerini açtığı gömleğe
geldi sıra, gömlek neredeyse tamamen kırmızı renge dönüşmüştü.
Alacalı gömleği de çıkarıp attı, kanlarla boyanmış bedeni
gözler önüne çıktı. Tek bir fazla kas kütlesi yoktu, tonlanmış kasları simetri
örneği verircesine gövdesinin iki yanında dizilmişti.
“Kutsal Kan Tarikatı
deneme yarışmacısına da ancak böyle bir görüntü yakışır!”
Şeyh neşeliydi, kan gövdeyi götürürken bu hali herkesi
şaşırtıyordu. Elli bin kan kristali gömdüğü adamın her yanı yara bereyle kaplı
olmalıydı ama öyle olmadı.
“Beyaz çocuk
üzerindeki kanları temizlemeyi düşünmüyor musun? Gördüğüm kadarıyla tüm
yaraların kapanmış!”
Atractivo çoktan favori yarışmacısının durumunu kontrol
etmişti, onun bu sözlerinden sonra klan stantlarındakiler de enerjilerini
yollayıp Alis’in iyi olduğunu gördüler.
“Nasıl olduğumu
anlamayan kalmadıysa ben üçüncü çembere doğru ilerliyorum, dördüncü çembere
geçerken görüşürüz!”
Alis sağ elinin orta parmağıyla üst bedenindeki kanı
sıyırdıktan sonra kaldırıp klan stantlarına çevirdi. İşaretin ne anlama
geldiğini çözemeyen temsilciler şaşkındı, halksa coşkuyla bağırıyordu.
Yarı çıplak Alis tezahüratlarla beraber üçüncü çembere
girdi, görüntü yeniden değişmişti. Donmuş göller, suları çağlarken kaskatı
kesilmiş nehirler ve buzdan oluşan dağlar onu karşılıyordu.
Bu manzarayı gören üçüncü kişiydi Alis, ondan önce buraya
gelmeyi başaran Jashua ve Nafız çoktan ilk düşmanlarıyla karşılaşmıştı.
Kalın kürklü, dev boynuzlu yaratıklar geniş hortumlarıyla
saldırıyor, her adımda üzerinde durdukları buz tabakasını kırıyorlardı.
“Burası da soğuk mu
oldu ne?”
Nafız yüzlerce yaratığın arasında süzülürken bir adam boyu
uzunluğa ulaşmış hançerlerini sallıyor, Üçüncü Çemberin adı olan Buz Karnavalı sıcakkanlarla
ıslanıyordu.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ne zaman hayata
tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri geldi elimize.
Oğuz Atay
...