Beyazın Karanlığı

21 Ekim 2021
Çeviri: .K
Düzenleme: .K
1145 Görüntülenme
Bu bölümü 0 Kişi beğendi.
Cilt 2

İlk Taşıyıcı'nın İsteği

 Uyandığında çoktan güneş ağırmış, pencereden odaya vurmaktaydı. Uykuya dalmak için yere ilk oturduğunda havanın yeni kararmaya başladığını da hesaba katarsa en azından 10 saattir uyuyor olmalıydı. Buna rağmen Rene hala yüzündeki sevimli gülümseme ile yatmaya devam ediyordu. Yerde, daha doğrusu üstünde…

Kama, kendisine yapışık duran kıza bakmaya devam ettikçe kalbinin hızlanmasına engel olamıyordu. Onu uyandırmak da istemediğinden ötürü olabildiğince nazikçe yatağına geri taşımaya karar verdi. Fakat daha omuzlarına dokunduğu anda Rene aniden gözlerini açarak doğruldu. Omuzlarından tutan kişinin herhangi birisi değil de Kama olduğunu görünce ise rahatlamış bir şekilde kendini tekrardan saldı. “Günaydın.”

“G-g-günaydın.” Kama kekeleyerek karşılık verdi. ‘Nasıl bu kadar rahat bir şekilde uyumaya dönebiliyor?! Yoksa bu durum onun için normal mi? Benim için de normal olmalı mı? Bir şeyler yapmalı mıyım?’ gibi sorular henüz yeni ayılmaya başlayan kafasının içinde dönmeye başlamıştı.

“Sanırım… Sana sorun çıkardım, değil mi?” Rene gözlerini açmadan konuştu.

“Ne sorunu?”

“Hafızam biraz bulanık olsa da yaptığım birçok şeyi hayal meyal hatırlıyorum.” Diye karşılık verdi Rene. “Yani bilmezlikten gelmene gerek yok.”

“Özür dilerim.”

“Hayır, ben özür dilerim. Ve… Teşekkür ederim.” Kama’nın anlamadığını fark etmiş olacak ki Rene utanarak açıkladı. “Hani… Şey… O durumdan yararlanmaya çalışmadığın için…”

‘Evet! Bunun doğru seçim olduğunu biliyordum!’ Kama bu şekilde çığlık atmak istemiş olsa da basitçe “Önemli değil.” Dedi. “Ayrıca, farklı bir şekilde davranmış olsaydım muhtemelen beni öldürürdün, değil mi?”

Rene, Kama’nın yaptığı pek de komik olmayan şakanın üzerine hafifçe kızardı.

‘Yoksa… Lan?!’

“K-kesinlikle ölürdün…” daha Kama’nın aklına farklı düşünceler girmeye henüz başlamıştı ki Rene kekeleyerek cevapladı. Yine de ses tonunda Kama’yı tereddüte düşüren bir şeyler vardı.

‘Eh, neyse. Artık iş işten geçti.’ Kama kafasını bununla meşgul etmemeye karar verdi. “Şey… Rahatını bozmak istemiyorum ama üzerimden kalkabilir misin?”

“Aaa, af edersin!” Rene resmen sıçrayarak doğrulmuştu. “Bilirsin, kendimde değilken bilinçsizce yapmış olmalıyım. Hani o saçma uyuşturucunun etkisi şey olmadan önce…” Rene açıklamaya devam ederken sesi kısıldı.

“Gerçekten, böyle kızardığında çok tatlı oluyorsun…” Kama ise onun böylesine utandığını görünce istemsizce gülümsedi. Bir an sonra ise yaptığı şeyi fark ederek yüzü ifadesiz bir hal aldı. “Bunu sesli söyledim sanırım…” Son zamanlarda düşünceleri ve söyledikleri o kadar birbirine girmişti ki aklından geçenleri söylediğinin farkına bile varmamıştı!

Kama, Rene’nin utancını bastırmak için öfkesini kullanacağını ve kendisine vurmaya başlayacağını düşünmüş olsa da yanılmıştı. Rene yalnızca kollarını önünde birleştirerek bakışlarını kaçırmış ve basit bir uyarı yapmıştı. “B-beni övmen hoşuma gitmiyor değil ama bunu daha az utandırıcı bir şekilde yapmanı tercih ederim.”

“Şey… Tamam…” ‘Bu da neydi böyle?’

“Ablaaaa!” Giderek yaklaşan bir sesin ardından kapı çarparak açıldı ve Tanya içeriye daldı. “Rene abla Rene abla! Bugün bana n…” Daha fazla konuşamadan Boğaç da kenardan kendini göstermiş ve kızın ağzını kapatarak kenara çekmişti.

“Sanırım yanlış bir zaman…”

“Hiç de bile.” Rene, Kama’ya kalkması için elini uzattıktan sonra devam etti. “Biz de yeni uyanmıştık.”

Tanya üstün bir çaba göstererek Boğaç’ın elini ağzından çekti ve konuştu. “Öyleyse bana kılıçla yaptığın o numarayı öğretecek misin?”

“Bilmiyorum ki, onu öğrenmek biraz zor.”

“Lütfeeeeeeeen!”

“Eh, madem o kadar ısrar ediyorsan bir yerden öğretmeye başlarım. Ama önce abine giyecek bir şeyler alalım.” Rene başıyla üstü çıplak haldeki Kama’yı işaret ederek konuştu.

“Tamam!”

X X X X X X

Kama’ya kıyafet almaya gitmeden önce Alperenler’i uyandırdılar ve handa birlikte yemek yediler. Pek de sessiz olmayan bu yemekte konu konuyu açtı ve Alaz, Rene’ye eğitimlerinin nasıl gerçekleştirileceğini sordu.

“Nasıl derken… Henüz ne kadar güçlü olduğunuzu bile bilmiyorum ki.” Diye cevapladı Rene.

“Bizimle dövüşmenize rağmen mi?”

“Yani, o sırada gücünüzü saklıyor olabilirsiniz veya elinizde oynamaya fırsat bulamadığınız bir iki kartınız daha olabilir diye düşündüm. Yoksa… Bütün gücünüz bu muydu?” Rene’nin tepkisi aşağılamadan ziyade saf bir şaşkınlıkla doluydu. “Gerçekten mi?! Bir ejder katilinin, ejderhalardan daha güçlü olmasa bile bundan çok daha güçlü olduğunu düşünmüştüm!”

“Bu kadar zayıf olduğumuz için üzgünüz…” Alaz iç çekerek cevapladı. “Fakat bütün gücümüz bu. Ayrıca sizi yenebilecek kadara güçlü olsaydık bizi eğitmenizi istemezdik.”

“Sanırım haklısın.” Rene boğazını temizledikten sonra Rima ve Alperen’e dönerek devam etti. “Öyleyse şöyle yapacağız. Şehirden ayrıldığımız andan itibaren İllea’ya ulaşana kadar sizinle birebir olarak sahte savaşlar yapacağım. Sonrasında da eksiklerinizin ne olduğunu ve neye çalışmanız gerektiğini söyleyeceğim. Gerekirse bizzat müdahale edeceğim.” Daha sonra da Alaz’a döndü. “Senin durumun ise biraz daha farklı. Hayatımda senin haricinde tanıdığım tek bir ejder katili vardı. Onu da en son görmemin üzerinden neredeyse 5 milyon yıl geçti. Ayrıca son gördüğümde bile henüz bir ejder katiline dönüşmemişti. Şu anda yaşayıp yaşamadığı ise tam bir muamma. Yani karşıma çıkan ilk ejder katili sensin. Bu yüzden bir seni nasıl eğiteceğimden emin değilim.”

Öyleyse ben ne yapacağım?” Alaz bir süre bekledikten sonra Rene’nin devam etmeyeceğini fark ederek sordu.

“Bunu şu anda tam olarak bilmiyorum ama zamanı geldiğinde hepimiz ne yapacağını göreceğiz. O zamana kadar seni temel savaş stratejisi konusunda çalıştıracağım.”

“Bu kadar mı?” Alperen birkaç saniye bekledikten sonra şaşırmış bir ses tonu ile sordu. “Yani… Bu… Nasıl açıklasam bilmiyorum… Alınmanızı istemiyorum ama…”

Rima sözünü keserek devam etti. “Alperen’in ‘Onca süre boyunca sizi ararken beklediğimiz bu değildi.’ Demeye çalışıyor.” Kesinlikle lafını esirgemiyordu.

“Emin ol kızım, benim tarafımdan eğitilmek herkesin erişebileceği bir lütuf değildir. Ve düşündüğünün aksine basit veya üstünkörü de değildir.”

“Sanki bunu daha önce de yapmış gibisin… İz… Gibisiniz…” Alaz sonradan eklediği saygı eki ile durumu toparlamaya çalıştı.

Rene yerine konuşan Boğaç olmuştu. Ses tonu yaşına uygun olmayan bir hayranlık ve heyecan ile doluydu. “Tabi ki yaptı! Rene, İllea’nın kahraman hükümdarı Karmen’i bizzat eğiten kişidir!”

“Dur bir dakika, İllea’nın kralı sen değil miydin?” Rima şaşırmış bir şekilde sordu.

“Evet.”

“O zaman Karmen denilen kişi nasıl kral oluyor?”

“Kral olduğunu hiçbir zaman söylemedim. O kraliçe… Benim karım…”

“Bekle, yani ülkeyi karın mı yönetiyor?” Alaz kıs kıs gülerek sordu.

“Bunda bir sorun mu var?” diye soran Rene’nin bakışları tehlike ile parlıyordu.

“Yani… Öhöm…” Alaz hemen gülmeyi keserek ciddi bir duruş aldı. “Kesinlikle bir sorun yok, bayan kara-Rene, yani ejder Rene, yani…” Alaz tekrarda düzeltmeye çalışırken iyice batırmıştı.

‘Kara Rene?’

‘Sanırım artık yeni bir takma adın var. Bayan kara-Rene.’ Kama’nın düşünceleri zihnine girdi. Her ne kadar bu bağ duyguları iletmiyor olsa da Rene, Kama’nın bunu düşündüğü sırada içten içe gülmekte olduğunu biliyordu.

‘Çok komik…’ Rene asık bir suratla Kama’ya düşüncelerini gönderdikten sonra devam etti. “Her neyse. Kara ejder veya Rene. İstediğin şekilde seslenebilirsin ama birini seç.”

“Ö-özür dilerim bayan Rene.”

“Sorun değil. Ayrıca ‘bayan’ kısmını kullanmasan da olur.” Rene başka bir şey söylemeden yemeğini hızla bitirdi ve ayağa kalktı. “Biz Kama’ya giyecek bir şeyler bakmaya gidiyoruz. Eğer işiniz yoksa…”

“Size eşlik etmeyi çok isteriz!” Alperen hemen cevaplayarak hafifçe başını eğdi.

“İyi öyleyse, hadi çıkalım.” Rene başka bir şey demeden handan dışarıya çıktı. Diğerleri de peşinden onu takip etmişti.

Yaklaşık yarım saat sonra önünde durduğu dükkân, Kama’nın geçen gün içine girdiği dükkânın aynısıydı. Tabi ki Rene, o sırada arkasına bile bakmadan ara sokaklara daldığı için bunu bilmiyordu. Kama için tamamen denk gelmiş olmasına karşın Rene burayı öylesine seçmemişti. Yaklaşık yüz yıl kadar önce buraya geldiğinde buradaki tek dükkan buydu. O zamanlarda aldığı işçiliğin kalitesinden de gayet hoşnut kalmıştı. Ayrıca gayet adil bir takas yaptığından onların çocuklarının da benzer şekilde davranacağını düşünüyordu.

Kapıyı açtığında çalan zilin ardından tezgahın ardından bir kız fırlamıştı.

“Hoş geldiniz efendim.” Kız, Kama’yı tanımıştı. “Geçen sefer öyle aceleyle gittiğinizde geri gelmeyeceğinizden emindim.”

“Geri geleceğimi söylemiştim.” Dedi Kama.

“Ben de her ihtimale karşı hazır takımları elimin altında tutuyordum.” Kız bunu söyledikten sonra tezgahın altından onar tane gömlek ve pantolon çıkardı. Sonra da “İçlerinden birisini seçemeseniz bile bir gün içerisinde istediğiniz gibi bir takım dikebilirim.” Diye ekledi.

Rene’nin aklını, buraya girdikleri andan itibaren bir şey kurcalıyor olsa da şimdiye kadar göz ardı etmişti. ‘Bir gün içerisinde dikecek ise biz gittikten hemen sonra başlaması gerekli ve muhtemelen öbür sabaha kadar çalışmalı.’ Önünde gösterdiği takımlar oldukça iyi bir zanaatkarlığın ürünü olduğundan, onlar gibi birer tane dikmenin minimum süresi buydu. Göz ucu ile tezgahın kenarında açık duran kitaba baktığında, kızın çoktan 10 tane daha siparişinin olduğunu fark etti. Yani, Kama’ya dikeceği şeyi diğerlerinden öne çekecekti.

‘Hani olmaz diyorum ama…’ içinde bir şüphe büyürken kızın davranışlarını daha dikkatli incelemeye başladı. Konuştuğu sıradaki yüz ifadesinden tut, nefes alış verişine kadar… ‘Bu kız ona abayı yakmış.’ Bunu fark etmesiyle birlikte Rene’nin içerisinde bir kıskançlık tohumu filizlendi. Birçok toplulukta çok eşlilik sıradan bir şeydi ama Rene bunu kabul edemezdi! Kama’yı kimseye vermeye niyetli değildi!

Bakışlarını Kama’ya çevirerek onun nasıl tepki verdiğini ölçmeye çalıştı. ‘Öte yandan o bunu fark etmemiş gibi duruyor. Hıh. Onun yanında benim gibi birisi varken bu kıza bakması saçmalık olurdu zaten. Ama yine de…’ Rene anlık bir tereddütten sonra zihnini, Kama’nınkine bağladı. ‘Hey…’

‘Hm?’

Düşüncelerini Kama’ya göndermeden önce derin bir nefes aldı. Her ne kadar Kama’ya güveniyor olsa da emin olması gerekiyordu. Hayır, Rene zaten emindi ama bunu duymaya ihtiyacı vardı. Bu yüzden düşüncelerini keskinleştirdi ve o soruyu sordu. ‘O kızla beni aynı anda işletmeye çalışmıyorsun, değil mi?’

‘Bu da nereden çıktı?’ Kama’nın düşüncesi duygusuz olsa da kız ile konuşurkenki ani duraksaması ve yüz ifadesi şaşkınlığını belirtiyordu.

‘Yalnızca cevap ver!’ Rene bağa giden gücü arttırırken daha da odaklandı. Böylece en ufak bir tereddütü veya yalanı bile yakalayabilirdi. Belki duyguları aktaramıyor olabilirdi ama bu tarz bir şeyi her türlü bağda gerçekleştirebilirdi. Ayrıca Kama’nın ruhunun bir kısmına da sahipti. Vereceği cevabın doğruluğunu kesinlikle hissedecekti.

‘Hayır.’ Kama’nın cevabı birkaç saniye sonra gelmişti. Fakat geç gelen bu cevabında biraz bile tereddüt yoktu. Bu sırada Rene’ye bakmadan kızla konuşmaya devam ediyor ve altına giyeceği şeyi seçmeye çalışıyordu.

Rene sonunda rahatlayarak düşüncelerini Kama’ya kapadı. ‘Muhtemelen aynı anda birkaç şeye odaklanmaya çalıştığı için geç cevap verdi.’ Rene’nin aksine Kama, zihnini bölmeyi bilmediği için aynı birden fazla şeye odaklanmada sorun yaşaması normaldi.

‘Öldürecek miyiz?’ Ay’ın sesi zihninde belirdiğinde, Rene’nin gücünden yapılma elbisesi arkasından uzayarak dikensi bir hal almaya başladı. Rene’nin bir anlığına kontrolü salması ile bile kızın ölmesi işten değildi.

‘Hayır! Sakın birine saldırma!’ Rene hemen karşılık verdiğinde Ay’ın yatıştığını hissetmişti. ‘Hem neden birden böyle davranmaya başladın ki?’

‘Senin mutluluğun, benim mutluluğumdur.’ Diye cevapladı Ay sakince.

‘Yalancı.’

‘Biz yalan söyleyemeyiz Rene.’

‘Öyle olsa da…’

“Rene.”

“Hı?” Rene aniden irkilerek zihnini gerçekliğe çevirdiğinde Kama elinde birkaç pantolon tutuyordu.

“Burada yalnızca takım elbise tarzı şeyler var.” Dedi Kama sıkıntıyla.

“Yani?”

“Ne biliyim, bu tarz kıyafetleri giymek biraz garip hissettirdiğinden belki…”

Kama’nın ne demek istediğini anında anlayan Rene daha fazla devam etmesine izin vermeden araya girdi. “Bence sana takım elbise çok yakışacak. Hatta…” Rene hızla tezgâha gelip en başta gözüne kestirmiş olduğu pantolon ve gömleği Kama’ya uzattı. “Bana sorarsan bunları denemelisin.”

“Eğer isterseniz şu tarafta giyinmeniz için bir yer var.” Kız hemen tezgâhın yanında, perdenin bulunduğu yeri işaret etti. Kama da Rene’nin seçtiği iki kıyafeti koluna alarak içeriye girdi. Kısa süre sonra dışarıya çıktığında, altında siyah, dar bir pantolon ve üstünde beyaz bir gömlek vardı.

Rene, Kama dışarı çıktığı anda kalbinin resmen teklediğini hissetti. Kesinlikle güzel bir takım seçtiğini biliyordu fakat kendisi bile bu şekilde tepki vereceğini düşünememişti. ‘Hayır. Böyle olursa diğer bütün kızlar da ona çekilecek!’ bu düşüncesine kanıt olarak dükkan sahibinin ona kilitlenmiş bakışlarını gösterebilirdi! ‘Bir şeyler düşünmeliyim… Aaaaaaah…’ Ne yapacağını bilmediğinden yardım aramak için Boğaç’a doğru dönecekti ki Rima’nın ilgisiz bakışları ile karşılaştı. ‘Belki de yalnızca terzi kız önceden de Kama’dan hoşlandığı için böyle davranıyordur. Eğer öyleyse onu öldürürsem sorun çözülür…’

İlk düşüncelerini hemen bir kenara fırlattı. Artık ‘birilerini kolayca öldürmeme prensibi’ni benimsemesi bir yana Kama ile yaptığı antlaşma yüzünden herhangi birini öldüremezdi bile! ‘Neyse… Zaten bu şehirden ayrıldığımızda bir daha yollarımız bu kız ile kesişmeyecek.’ İçindeki kıskançlık krizini zorla bastırdıktan sonra onların da tepkilerini merak ettiği için diğerlerine baktı. Rima hala ilgisiz bir ifade takınırken, geri kalan 3 erkek gülmemek için kendini oldukça kasıyor gibi görünüyordu.

“N-nasıl olmuş.” Kama bile bunu fark etmişti ve bu soruyu sorarken utançtan resmen kekelemişti.

“Bence yakışmış.” Rene gülümseyerek. Hemen arından da soğuk bir tonda onay istedi. “Siz ne düşünüyorsunuz? Hm?!”

“K-k-kesinlikle çok yakışmış.”

“Bwahahahaha!” Alaz, gülmeden kendini tutabilmiş olsa da Boğaç, Rene’nin sert bakışlarına karşı kahkaha atmaya başlamıştı.

“Gerçekten de yakıştı mı?”

Kama şüpheyle sorduğunda Rene tereddüt bile etmeden “Evet.” Diye cevapladı. Öte yandan Boğaç’ın sürekli gülüyor olması sinirine dokunuyordu.

‘Niye gülüp duruyor bu?!’

“O zaman bunu almak istiyorum.” Rene, Boğaç’a kendi işine bakmasını söyleyemeden Kama karar vermişti. “Ama… Biraz küçük gibi sanki.”

Kama böyle söyleyince diğerlerinin neden güldüğünü Rene anlayabilmişti. Giysi, Kama’nın giymesi için kesinlikle dardı.

“Pufufu. Patlayacak gibi duruyor!” Tanya kıkırdadı.

“Hmm… Kesinlikle biraz dar.” Rene de bunu itiraf etmek zorundaydı. Güçlerinin uyandığı zamandan beri Kama’nın bedeni kendini sürekli geliştiriyordu. O istese de, istemese de… Bunun üstüne Kama zaten ortalamanın üstünde bir boya sahipti. Hazır kalıptaki bir kıyafetin ona uymaması oldukça normaldi yani. “Daha büyük bir şey yok mu?”

“Benzer modelde bir takım daha var. Ama…” Dükkan sahibi endişeli bir şekilde karşılık vermişti.

X X X X X X

Uzun bir karar verme sürecinin ardından kıyafeti almışlardı. Sonuçta pek fazla alternatifleri yoktu. “Yine de birisinin böyle bir kostümü diktirmesi… Biraz alışılmadık.”

“Bu kostüm değil, takım!” Boğaç’ın yorumuna karşılık Rene sinirle karşılık verdi.” Ve bence oldukça yakışıyor.”

“Kitabımdaki kahramanınki gibi.” Diye yorum yaptı Tanya. İlk takımı görünce gülmesine karşın şu anda gözleri hayranlıkla pırıldıyordu. “Çok havalı!”

“Yaaaani…” Boğaç hala emin değil gibi dursa da Kama bunu almasının doğru seçim olduğunu biliyordu. Sonuçta Rene’nin hoşuna gitmişti. Ve bu onun için yeterliydi. “En azından yanında bir çift ayakkabısı var.” Dedi Boğaç sonunda pes ederek.

“Ve enteresan bir şekilde tam oturdular.” Kama tekrardan üstüne bir göz attığında gerçekten de garip bir set olduğunu fark etti. Bembeyaz gömleğin üstüne siyah ve koyu kırmızı renklere sahip uzun bir ceket ile benzer tonlarda renklere sahip bir pantolon giyinmişti. Ceketin ön kısmı sanki özellikle açık bırakılması için tasarlanmıştı ve arka kısmına göre daha da uzundu. Pantolonun ön kısımlarına işlenmiş kızıl semboller ve kumaşın mat siyahi tonu daha da vahşi bir hava katıyordu. Beden ölçüleri tam olan bu takımın üstüne koyu kahverengi çizmeleri de hem kızıl ve siyah temasına hem de ayaklarına cuk oturmuştu. Garipti, ama kesinlikle çirkin değildi.

“Eeee… Şimdi ne yapacağız?”

“Sanırım bizimle geleceksiniz.” Alaz’ın sorusunu, hemen arkalarında bulunan bir adam yanıtlamıştı. Giydiği zincir yeleğin üstündeki arma ve duruşu, en azından bir konuda yetkili biri olduğu izlenimini veriyordu. Daha otuzlu yaşların başında gibi görünse bile bakışlarından bu işte tecrübeli olduğu anlaşılıyordu. “Bunlar mı?” adam arkasında saklanmakta olan kişiye dönerek sordu.

“Evet! O deli kız bütün adamlarımı ölesiye dövdü!” diye bağırdı şişko bir adam parmağı ile Rene’yi göstererek. Önündeki silahlı ve zırhlı kişinin arkasına saklanmasına rağmen korkudan titriyordu.

‘Bu sıkıntı olacak.’ Dedi Boğaç zihinden. ‘Karşımızdaki adam şehir yargıcının muhafızlarından birisi. Nam-ı değer bir adalet koruyucu.’

‘Kama.’ Boğaç’ın hemen ardından Rene’nin sesi zihninde belirmişti. ‘Ne yapacağız?’

‘Hmm.’ Kama bu konuda ne yapması gerektiğini tam olarak bilmiyordu. Adamın Rene’ye o şekilde davranması bile başlı başına bir hakaretti. Ve eğer karışmazsa Rene’nin önündeki adamları paramparça edeceği konusunda en ufak bir şüphesi yoktu ama…

“Lütfen sıkıntı çıkarmadan bizimle geliniz.” Dedi asker elini Rene’ye doğru uzatarak. Kama ise refleks olarak adamın elini yakalamıştı.

Hemen ardından da kendini açıklamaya çalıştı. “Rene suçlu değil. Bu adamlar onu kaçırmaya çalıştı.”

“Öyleyse bizimle gelmeniz daha da önemli. Eğer suçlu değilseniz ve dediğiniz gibi asıl suçlular bu adamlar ise onların ceza alması gerekli.” Bir anlığına adalet koruyucusunun bakışları tehlikeli bir şekilde kısılarak arkasında saklanan adama döndü. Hemen ardından da yatıştıran bir tonda devam etti. “Yargıcın adil bir şekilde karar vereceğinden şüpheniz olmasın.”

‘Bundan şüpheliyim ama… Ne diyorsun? Bu adamı yenmek benim için çok zor değil lakin istediğin bu değilse…’ Rene, tedirgin bir şekilde Kama’ya döndüğünde Kama kararını vermişti.

Kama ve Rene’nin zihinden konuşmasını duyamayan adalet koruyucusu devam etti. “Ama eğer bu kız adamları sebepsiz yere dövdüyse…”

“Hayır.” Kama adamın sözünü kestikten sonra Rene’nin önüne geçti. “Sebepsiz yere olmasa da o adamları döven kişi benim.”

‘Ne? N’apıyorsun?!’ Rene şok olmuş bir şekilde sordu.

‘Sorun yok. Bu iş bende.’

‘Ama suçu üstlenmeye çalışman bir yana, insanların adaletine güven olmayacağını biliyor olmalıydın! Kesinlikle seni hapse atmaya çalışacaklar!’

‘Rene… Birilerini öldürmeni veya yaralamanı istemiyorum. Acı çekmeni istemiyorum.

Merak etme. İşler iyi giderse hiçbir sorun yaşamayacağız. Sana bunu yapanlar da cezasını alacak. İşler kötü giderse de… Eh, en kötü ihtimalle beni hapisten kaçırırsın.’ Kama bir anlığına gülümseyerek Rene’ye döndü. ‘Ama ben seni hapisten kaçıramam.’

‘Ben kendim de kaçabilirim! Bu yüzden…’

‘Tamam öyleyse, sorun yok.’ Kama, Rene ile zihinsel bağlantısını kestikten sonra adalet koruyucuya döndü. “Bu yüzden sizinle gelmesi gereken kişi de benim.”

“Bundan emin misin evlat? Şu adamlar onları dövenlerin bir kız olduğu konusunda oldukça ısrarcılardı.”

“Evet. Sevdiğim birini kaçırmaya çalıştılar ve ben de onları dövdüm. Bu kadar…”

Adalet koruyucu bir süre boyunca şüpheli bir şekilde Kama’ya baktıktan sonra iç çekti. “Ellerini öne uzat.”

Kama denileni yaptığında adam kollarına çok da kısa olmayan bir kelepçe taktı. Daha sonra da zincirin ucundan tutarak yürümeye başladı. Her ne kadar hiçbir şey yapmayacak olsa da adamın bu derece kayıtsız bir tavırla önden gitmesi biraz tuhaftı. ‘Aniden arkasından saldırırsam onu gafil avlamam zor olmamalı.’ Diye düşündü. Kolundaki zincirler takılıyken bile onu boğması çok zor olmazdı. Hayır, zincirler işini kolaylaştırabilirdi bile! Adam bunu düşünemiyor muydu ki? ‘Gerçi biraz huzursuz hissediyorum ama…’

‘Bunun sebebi adamın yaydığı öldürme güdüsü.’ Kama, uzun zamandan sonra ilk defa İlk taşıyıcı’nın sesini zihninde duymuştu. ‘Şu anda sana kolay lokma gibi görünüyor olsa bile yapacağın en ufak saldırgan harekette üzerine çullanmaya hazır durumda bekliyor. Bunu sen göremiyor olsan bile içgüdülerin tehlikenin farkında. Aynı şekilde bedenin, gücünü tamamen kullanamadığın için önündeki rakibi kolayca yenemeyeceğini biliyor. Bu yüzden huzursuz hissediyorsun.’

‘Bekle, bekle. Öldürme güdüsü mü? O da ne?’ Kama’nın aklında onlarca soru olmasına rağmen konudan uzaklaşmamaya çalıştı. Diğerlerini sormak için zamanı olacaktı.

‘Öldürme güdüsü, öldürme isteği olarak da bilinen bir tür histir. Bir canlının karşısında bulunan canlıya zarar verme isteğidir. Özellikle vahşi doğada hayvanlar bununla düşmanlarını sezer ve tehlikeden kaçınmaya çalışırlar. İsteğin ve başarma ihtimalin ne kadar yüksekse, karşındaki korkuyu o kadar fazla hisseder. Öyle ki bir noktadan sonra yalnızca öldürme güdüsü yayarak karşındaki kişiye şok geçirtebilir ve elini bile sürmeden öldürebilirsin. Tabi ki şu anda bunu yapabilecek kadar irade gücüne sahip değilsin ama çokça öldürür ve kalbini acımasızlaştırırsan… Eh, öyle yaparsan yalnızca öldürme güdünü kullanarak birilerini gerçekten öldürmen imkânsız olmaz.’

‘Hmmm…’ Kama parmağını bile kımıldatmadan birilerini haklayabileceği bir gücü elde etmeyi istiyor muydu? Tabi ki. Ama bunun için bir katliam yapması gerekiyorsa… ‘Hayır, o acıyı tekrar yaşamak istemiyorum.’ Bundan kesin bir şekilde emindi. Bununla birlikte adalet koruyucusunun öldürme güdüsü yayması… ‘Önümdeki adam beni öldürmek mi istiyor?’ diye sordu İlk taşıyıcı’ya.

‘Muhtemelen hayır. Ama senden gelecek bir saldırıya karşı hazırlıklı. Aynı zamanda bunu yapmaman için seni uyarıyor. Daha zayıf olsaydın korkudan tir tir titriyor olurdun.’

‘Heh... Ne kadar güçlü olduğumun pek önemi yok sanırım. Sonuçta Güneş beni ele geçirmeden onu kullanamıyorum.’ İlk taşıyıcı bir süre sessiz kaldı. Belli ki bu konuda herhangi bir cevap vermeyecekti. Kama da konuyu değiştirerek başka bir soru sordu. Dünya’yı yok edecek olan meteor ile ilgili… ‘Bu arada, neden adımlarından birinde ‘Kendini yok etme’yi içeren bir plan kurdun?’

‘Uzun hikâye…’ İlk taşıyıcı üzgün bir ses tonu ile cevapladı.

‘Zamanım var.’ Sonuçta şu anda kelepçeliydi ve muhtemelen mahkemeye çıkana kadar kalacağı bir yere götürülüyordu. Ayrıca… Anlatmak iyi gelirdi, değil mi?

İlk taşıyıcı da biraz düşündükten sonra aynı kararı vermiş olacak ki iç çekerek karşılık verdi. ‘O zaman rüyanda gerçekten uzun bir hikâye dinlemeye hazır ol…’

X X X X X X

Kama ve yanındakiler hızlı adımlarla ayrıldığında Boğaç şaşırmış bir şekilde Rene’ye bakıyordu. Rene de onun bu bakışlarına dayanamayarak sordu. “Ne var?”

“Hiç… Yalnızca… Yok bir şey…” Boğaç bir şey söylemek üzereyken vazgeçti ve sustu.

“Söyle.”

“Önemli bir şey değil.”

“Söyle!”

“Yalnızca neden o şekilde davrandığını anlayamadım.” Dedi Boğaç. “Yani, o adamı paramparça edeceğinden neredeyse emindim.”

“Ederdim…”

“Ama?” Boğaç devamını getirmesi için ucunu açık bıraktı.

“Ama Kama ile yaptığım antlaşma sonucu öldürme gücümü kaybettim.”

“Nasıl yani? Öldürme gücünü derken…”

Alaz anlamamış bir şekilde araya girince Rene açıkladı. “Basitçe açıklamak gerekirse Kama’nın izni olmadığı sürece birilerini öldüremem. Benim için birini öldürmek imkansız...”

“Gerçekten böyle bir şey olabilir mi ki?!”

“Evet.”

“Yani bunun anlamı…” Alaz bir yandan parmağı ile Rene’nin suratını dürterken devam etti. “Birisi seni ne kadar sinir ederse etsin ona aslaaAAAAHHHHH!!!!”

Rene, Alaz’ın testine karşılık vererek işaret parmağını kavramış ve yukarıya doğru kıvırarak ekleminden çıkarmıştı. Alaz da bu hareketi ile birlikte bağırmaya başlamış ve acının koluna akmasını engellemek istercesine kendi bileğini kavramıştı.

“Öldüremem dedim, canını yakamam değil.” Rene bu basit açıklamayı yaptıktan sonra tek bir hareketle Alaz’ın parmağını yerine oturttu.

“Aha…Aha…. AAaaaahhh…” Alaz son acı dolu feryadını attıktan sonra nefes nefese elini kavradı ve onu saklamak ister gibi eğildi.

“Gerçekten de kara ejder adına yaraşır birisi…” Alperen, Rima’nın kulağına fısıldamış olsa bile Rene’nin duyusundan kaçamamıştı.

Rima da ona katıldı. “Kesinlikle…”

“Abartmayın. Yalnızca ufak bir ders verdim.” Rene bıkkın bir şekilde karşılık verdi.

“Parmağımı koparacaktın!” diye bağırdı Alaz.

“Böylesi bir şeye bile dayanamıyorsan eğitime nasıl dayanacaksın?”

“Bu….” Alaz çatık kaşları ile kısa bir süre düşündükten sonra çıkan parmağını kastı ve elini yumruk yaptı. “Haklısınız…”

“Çoğu zaman haklı olurum. Ayrıca, ustanın önünde saygısızlık etmek cezayı gerektirir.” Rene bunu dedikten Boğaç’a döndü. “Kama’nın yargısının ne zaman olacağını biliyor musun?”

“Biliyorum ama…”

“Ama?”

“Onun gerçekten mahkemeye çıkmasına izin mi vereceksin?”

“Evet”

“Belki bilmiyor olabilirsin ama Zephris genellikle adalet sistemi ile öne çıkan bir ülke değildir. Birazcık rüşvet verildiğinde ki kesinlikle verilecektir, Kama suçlu konumuna düşecek.”

“Ben de bunu umuyorum zaten.” Rene, herkesin kendisine garip bakışlar gönderdiğini fark edince konuşmayı sürdürdü. “Kama insanlara fazla güveniyor. İnsanlardan kastım insan ırkına değil, tanıdığı ve tanımadığı herkese. Ben de bu güveni biraz kırmak istiyorum.”

Uzun bir sessizliğin ardından konuşmaya cesaret eden ilk kişi Rima olmuştu. “Bayan Rene… Kama’nın insanlara güvenme konusunda nasıl davrandığını bilmiyor olsam da siz de kendiniz için tam tersini söyleyemez misiniz?”

“Hı?” Rene’nin bakışları aniden tehlikeli bir hal aldığında herkes nefesini tutmuştu.

“Y-y-yani, şey… demek istediğim şey… Ben… Iıııı…”

Önündeki kız paniklerken Rene sıkıntılı bir şekilde iç geçirdi. Farkına bile varmadan gereksiz miktarda öldürme isteğini belli etmişti. “Belki de haklı olabilirsin.” Genellikle birilerinden rica etmek yerine onları korkutarak istediğini yaptıran bir kişiydi Rene. Rima’nın paniklemesi bile bunun canlı bir kanıtı gibiydi. Güvenmek ise… Bu duyguyu oldukça sayılı kişilere gösterirdi; ve sırf gerçekleri söylediği için de Rima’ya kızamazdı, değil mi? “Ama…! Bu, Kama konusunda haksız olduğum anlamına gelmiyor. Gördüğü herkesin adalet veya iyilik duygusu ile hareket ettiğini düşünmesi bir gün onu çok acı verici bir sona sürükleyecek. Bunun olmasını engellemek için şimdilik istediği gibi hareket etmesine izin vereceğim. Böylece hâkim onu adaletsizce yargılayabilir ve ben de ona haklı olduğumu söyleyebilirim.”

Kesinlikle bu, en mantıklı plan olmalıydı. En azından Boğaç ona sıkıntı dolu bakışlar atana kadar öyle düşünüyordu. Yine... Bu sefer Rene de onun bakışlarına karşılık verdi.

“Tekrar ediyorum, bir şey söylemek istiyorsan dik dik bakmak yerine söyle.” Belli ki Boğaç, Rene’nin planında bir açık olduğunu düşünüyordu. Rene de hiç lafı uzatmadan bunu söylemesini istiyordu.

“Yok bir şey.”

“Var bir şey belli ki.”

“Bazı insanlar hata yaparak öğrenir.” Dedi Boğaç pes etmiş bir şekilde.

Daha tartışmaya bile girmemiş olan Rene, onu neyin bu kadar bezdirdiğini anlayamamıştı. “Bu da ne demek?”

“Şu demek ki; sırf kendini tatmin edebilmek için Kama gibi içinde, dünyadaki bütün canlıları öldürmek isteyen bir canavar taşıyan birisinin güven duygusunu sarsmaya ve hatta içine birazcık da paranoyaklık serpiştirmeye çalışman takdire şayan.”

“Senin de bu cümleyi bir kez bile kekelemeden söylemiş olman öyle…”

“İltifatın için teşekkür ederim ama konuyu değiştirmeye çalışma. Haklı olduğumu biliyorsun. Ejderhalar konusunda da benzer şekilde hareket ettiğin için böyle sonuçlandı.”

"Bence ejderhalar konusunda haklıydım ve onlar da hak ettiğini sonunda buldu."

"Evet. Sayende şu anda nesilleri tükenme noktasına gelmiş olabilir."

Rene, Boğaç’ın böyle ısrarlı bir şekilde karşı çıkması konusunda afallamış olsa da kendini toparladı. “Acaba arkadaş, can ciğer, kardeş gibi davranmak yerine tekrardan saygı sınırları içerisinde mi konuşmaya başlasak?”

“Eğer isterseniz öyle de yapabilirim.” Diyerek Boğaç hemen tavrını değiştirdi. “Ama bu, hatalı olduğunuz gerçeğini değiştirmeyecek.”

“Olabilir...” Kendisine ne yapılacağının söylenmesi, Rene’nin bu dünyada en çok nefret ettiği şeylerden birisiydi. Sırf bu yüzden Boğaç’ın haklı olduğunu bilse bile geri adım atmayacaktı. “Ama dediğin gibi, bazı insanlar hata yaparak öğrenir.”

Rene bir süre Boğaç’ın karşılık vermesini bekledi. Boğaç da sanki tam olarak bunu yapacakmış gibi birkaç kez ağzını açtı ama konuşmadı. Cevabını, hana geri döndükten sonra günün geri kalanı boyunca Rene ile resmi bir şekilde konuşarak vermişti…

X X X X X X

‘Neden bunlar oluyor?’ Börte bu soruyu defalarca sormuş olsa da hala bir cevap bulamamıştı.

Abisi evden ayrıldıktan sonra bir gurup adam eve gelmiş ve onu kaçırarak buraya getirmişti. Etrafında, tıpkı kendisi gibi onlarca çocuk büyü kullanabilmek için ağır bir eğitimden geçiyordu.

Buraya geldiği ilk gün ne olduğunu bile anlamadan ‘Kutu’ ismini verdikleri bir yere götürülmüştü. Orayı yükleyebileceği tek anlam ise dehşet verici olduğuydu… Daha sonraki günde ise ona yapması gereken şey söylenmişti. O da kendisine söylenenleri harfiyen yerine getirmeye çalışıyordu. Şimdilik bu, önünde duran demirden topu havada tutmaktı. Büyü ile…

Daha kendisi bile bunu nasıl yaptığını çözemese de büyü yapabiliyordu. Hem de çevresindeki herkesten daha iyi.

‘Baba…’ Gözyaşları tekrardan gözlerine akın ettiğinde direnmeye çalışsa da başarılı olamadı. Nasıl olabilirdi ki?

“Kutuya geri dönmek istemiyorsanız daha sıkı çalışın!” Börte, yanındaki adam bağırdığında istemsizce hıçkırmaya başladı. Durmaksızın ağlamanın ona bir şey sağlamayacağını ilk gün öğrenmiş olsa da kendisine hala engel olamıyordu.

Kendisi ile birlikte buraya gelen hiç kimse onun kadar hızlı bir şekilde topu havada tutmayı öğrenememişti. Hatta, ondan önce gelen çoğu kişi hala topu havalandırmayı bile başaramıyordu. Börte belli ki bu konuda istisna idi. Çünkü yalnızca topu havalandırmakla kalmamıştı, onu ilk havalandırdığı zamandan beridir havada tutmayı başarmıştı. İki gün boyunca! Bu süre boyunca ne uyumuş ne yemek yemişti. Özellikle kendini bu kadar zorlamasının tek sebebi ise kutuya geri dönmek istememesinden başka bir şey değildi.

Enerjisi bitmeye her yaklaştığında bir anda tekrardan yenileniyordu. Bunun sebebini hala anlayamamıştı fakat belli ki bu durum yalnızca ona özeldi. Diğer çocuklar arasında topu bir saatten uzun süre havada tutabilen çıkmamıştı henüz. Her birisi belli bir sürenin ardından yere düşüyor, daha sonra da birileri tarafından sürüklenerek ‘kutu’ya götürülüyordu. Bu işe iki gündür devam eden Börte’nin ise ne ayakta durmaya, ne de uyanık durmaya takaati kalmamıştı. İleri geri ağır ağır sallanırken yere sonunda yorgunluk galip geldi ve yerle buluştu. Taştan zemin bile şu anda onun için oldukça güzel bir yatak gibi görünüyordu. Ta ki kırbacın havada şakladığını duyana kadar...

Anında nefes nefese bir şekilde ayağa kalktığında önündeki garip manzara ile karşılaştı. Diğer çocuklara sürekli kırbaç atan adamın kırbacı, ondan çok daha zayıf görünen bir adamın koluna dolanmıştı.

“Bu kadar yeter. Kendini yeteri kadar zorladı.”

“Efendim, eğer onu cezalandırmazsak diğer çocuklar...”

“Biz ne dersek onu yapacaklar.” dedi adam, koluna dolanan kırbacı çözerken. “Şimdilik biraz dinlenmesi gerekiyor.” Daha sonra Börte’nin yanına gelerek aniden giydiği tek parça kıyafetin ensesinden kaldırdı ve onu bir yere götürmeye başladı.

Başına neler geleceğini anladığında Börte deli gibi çırpınmaya başladı. “Lütfen! Daha fazla çabalayacağım! Lütfen beni oraya götürmeyin!” Ağlamaya devam ederken adamın kolunu ısırmaya ve tırmalamaya çalıştı. Fakat sanki adamın kolu çelikten yapılmış gibiydi ve bu hareketleri kendisinin zarar görmesi ile sonuçlandı. Çırpınmaya devam ederken aniden ayakları yere değdi ve adam, arkasını dönerek Börte’nin içinde bulunduğu odanın kapısını kapattı. Kutuya gitmek yerine loş ışıklı ve tek yataklı bir odada yalnız başına kalmıştı...

Son birkaç dakikadır harcadığı çaba sebebi ile nefes nefese kalmıştı ve iki günlük uykusuzluk yüzünden yorgunluktan ölüyordu resmen. Onu buraya bırakan adamın niyetini de anlamaya başlamıştı. Dinlenmesini istiyordu ki daha sonra tekrar çalışabilsin.

Sonunda... Dinlenebileceği, ağlayabileceği bir yeri vardı. “Abi... Neredesin...?”Göz yaşları yastığı kaplarken uykunun dingin kollarına kendini bıraktı...

X X X X X X

Kama, çıkacağı mahkemeye kadar içinde kalacağı hücresine girdiği anda İlk taşıyıcı ile görüşmek için uyumaya çalışmıştı. Şansına, son birkaç gündür istediği anda uyumak konusunda oldukça başarılıydı ki bu sefer de birkaç dakika içerisinde kendisini zihninin kar beyazı dünyasında buldu.

“Belli ki bu konuşmayı iple çekiyorsun.” Dedi İlk taşıyıcı.

“İnsanın kendisi hakkında daha fazla şey öğrenmek istemesi gayet doğal.” Diye karşılık verdi Kama da.

Haklısın… Öyleyse başlayalım.” İlk taşıyıcı bir süre düşündükten sonra aniden hikayeye başladı. “Bundan çok ama çok uzun zaman önce, insanların ve…”

Ya da en azından başlamaya çalışmıştı. “Daha az masalsı anlatamaz mısın?!” Rene’nin de İlk taşıyıcı’nın da bir şeyler anlatırken bu tonu kullanması sinirini bozmaya başlamıştı. Tamam, onlara göre çok da uzun süre yaşamış sayılmazdı ama 3 yaşında bir çocuk da değildi!

İlk taşıyıcı, Kama’nın tepkisi karşısında şaşırmıştı. “Masalları sevmez misin?” Bu soru karşısında Kama yalnızca baygın bakışları ile karşılık verince devam etti. “Öyle olsun. Zamanın başlangıcından bile önce, çok güçlü varlıklar vardı. Her birisi, yaşayan bütün canlılar tarafından bilinen bu varlıklar zamanla onlar tarafından anıldıkça isim kazandılar. Kazandıkları isimlerin güçleri ile de kendilerine bedenler yaparak kendilerini isimlendiren canlılarla tanıştılar.” İlk taşıyıcı bir an duraksadıktan sonra “Takip edebiliyor musun?” diye sordu.

“Kesinlikle. Herkes tarafından bilinen varlıklar ve isimler…” Kesinlikle takip edemiyordu!

İlk taşıyıcı ikna olmuştu belli ki, daha fazla açıklamadan devam etti. “Bu varlıklardan bizi en çok ilgilendirenler Cennet, Gece ve Gündüz ismine sahip olanlar.”

“Gece… Bu Rene, değil mi?” Kama sormamak için kendine engel olamamıştı.

“Hayır. Yani şu anda değil… Senin Gündüz olmadığın gibi o da Gece değil.

Zamanın başlangıcından önce daha isimlendirilmemiş ırklardan birisi bize gelerek kendisini kurtarmamız için bize yalvardı. Kendisini öldürmek isteyen varlık ise Cennet’in ta kendisi idi… Üzerinde yaşadığın dünyanın seni öldürmeye çalıştığını düşün Kama… Ne kadar şansın olabilir?”

“Bilmiyorum… Sıfır mı?”

“Onun için öyle. Fakat bizim için işler farklıydı. Bizim gibi varlıklar için birbirini öldürmek imkansız değildir. Yine de Cennet, Gece ve Gündüz’ün gücüne eşit bir güce sahipti.”

İlk taşıyıcı sözlerine devam ettikçe Kama’nın aklına cennetin görüntüsü geldi. Güneş’in gösterdiği görüdeki canavar, onlardan en azından yüzlerce kat daha büyük ve güçlü görünüyordu. Tam olarak üstünde yaşadığın dünyanın ona saldırması gibiydi o savaş! Nasıl olur da eşit güce sahip olurlardı ki? Yine de İlk taşıyıcı öyle diyorsa doğru olmalıydı…

“Ama siz iki kişiydiniz.” Dedi Kama. Eğer güçleri eşitse ikisi birleştiğinde onu kolayca yenemezler miydi?

“Fakat öyle bile olsa bizler, birbirimizi öyle kolayca öldüremeyiz.”

“Az önce birbirinizi öldürebildiğinizi söyledin, şimdi ise öldüremediğinizi? Hangisi?”

“Birbirimizi öldürebiliriz, kesinlikle bu doğru. Ama sandığın kadar kolay değil. Durdurulamaz mızrak ve hareket etmeyen kalkan durumunu biliyorsundur. Mızrağın kazanabilmesinin tek yolu, kalkanı delmekten geçer.

Şimdi şöyle düşün: Herkesin elinde kalkan var, ama kimsede mızrak yok. Bu savaş nasıl sonlanır?”

“Sanırım sonlanmaz…”

“Evet. Bizim durumumuz da aynen böyleydi. Sonsuza kadar savaşmaya devam edecektik…” İlk taşıyıcı’nın yüzü derin bir hüzün ile kaplanmıştı. “Ta ki Gece, korkunç bir seçim yapana kadar…”

İlk taşıyıcı konuşmaya devam ederken Kama, Gece’nin ne yaptığını anlamıştı. Bir mızrak elde etmek için sahip olduğu en büyük gücü kullanmıştı… “Kendi anılarını feda etti…”

“Yalnızca kendi anılarını değil. O her şeyini feda etti.” İlk taşıyıcı’nın yüzü anlık bir acı ile çarpılsa da gözlerini kapadı ve başını hafifçe eğerek soğuk bir tonda anlatmaya devam etti. “O gün Gece, kendi varlığını dağıttı, bizimki gibi olan kar beyazı saçları karardı ve gücü, bugünkü lanetli halini aldı… Ardında kalan parçası, kendi gücünü tek başına yönetmekten bile aciz, duygusuz, bozuk bir varlıktı…”

İlk taşıyıcı’nın neler yaşadığını düşününce üzülse de Rene hakkında öyle konuşması… “Rene hakkında söylediklerine dikkat et… O bozuk olmanın çok ötesinde…”

İlk taşıyıcı bakışlarını yerden ayırmadan önce gözyaşlarını kolunun tersi ile sildi. “Ben… Rene’den bahsetmiyordum. Ay’dan bahsediyordum.”

‘Ay mı?’ Bu ismi ilk defa duyuyor olsa bile çok şaşırmamıştı. Kama’nın gücünü yöneten Güneş varsa, Rene’nin gücünü yöneten Ay isminde bir varlığın olması da o an Kama’ya gayet mantıklı görünmüştü.

“Gece kendini feda ettiğinde resmen delirdiğimizi hatırlıyorum… Öfkeden çıldırmak üzereydik ve önümüze ne gelirse gelsin her şeyi yok etmiştik… Gece’nin ardında bıraktığı parça bizi durdurabilecek kadar güçlü değildi. Bu yüzden isimsiz ırklardan bir gurup toplanarak bizim gücümüzü çalmayı denedi. Ufak bir parçasını çalabildiler de… Fakat bedeli onlar için çok ağır olmuştu.”

“Ne yaptın?” Kama, vereceği cevabı çoktan biliyor olsa da sorması gerektiğini hissetti…

“Yolumuza çıkan herkesi katlettik… Geriye kalan ufak bir kısmı ise Ay’ın kullanabilmesi için bizim gücümüzden Tan katili’ni dövdüler. Rene’nin sana verdiği siyah kılıcı… Bu da onların sayılarını tüketen son hareket olmuştu. Başarılı olmaları bir yana, bizim gücümüzü işlerken kendi hayatlarını harcamışlardı…

Anlayacağın, kendi gücümüz ile yendiler bizi. Onlarca yıl süren savaşın ardından Tan katili galip geldi. Tekrar kendimize geldiğimizde çoktan birçok ırkın soyunu kurutmuş ve Dünya’nın bu günkü şeklini almasını sağlamıştık. Karşımızda ise kılıcını bize saplamış bir şekilde duran Gece’nin bedeni vardı.

İlk taşıyıcı’nın gözleri tekrar dolsa da bu sefer ağlamamak için direndiği belli oluyordu. Bu garipti çünkü Kama, onu çok da tanımıyor olsa bile sulu gözlü birisi olmadığını düşünmüştü. ‘Hayır, bu sulu gözlülük değil… Rene’yi kaybedecek olsam ne yapardım bilmiyorum…’

“Önümüze dikilen Ay, Gece’nin arkasında bıraktığı boşluğu yeni bir varlık ile doldurmuştu… Rene…

Rene’nin bize ilk söylediği şey neydi biliyor musun? ‘Neden bunu yaptın?’ Arkasında bıraktığı parçadan doğan yeni varlık bile yok oluşunu sağlayan canlıları savunmaya çalışıyordu. Henüz yeni doğmuş olsa da bizim yaptıklarımızın yanlış olduğu konusunda emindi ve bizi durdurmak için hayatını ortaya koymaya hazırdı.

İşte o gün karar verdik… Neye mal olursa olsun Gece’nin isteğini yaşatacak ve Dünya üzerinde yaşayan her bir canlıyı koruyacaktık. Fakat… Hem nefretimiz hem de bencilliğimiz bunun için fazla ağırdı. Bir yanımız hala Gece’nin ardında bıraktığı parçayı, Rene’yi ve Ay’ı ne olursa olsun korumak istiyordu. Dünya’nın yok oluşu bile bu konuda önemsiz kalıyordu. O yüzden biz de bu parçamızı ayırdık ve onu kendi içimize mühürledik…

Biz bu şekilde doğduk… Gündüz’ün bedenini ve güçlerini taşıyan Gündüz’ün taşıyıcısı ile onun kendinden ayırdığı bencil parçası, Güneş… Ben Dünya’yı korumak isterken o bizi korumak istiyor. Bu yüzden asla birbirimizi anlayamayız… Benim korumak istediğim şeyleri o yok etmek istiyor. Böylece bizi sonsuza kadar kendimizden koruyabilecek.”

Kama, kendisinden bir yorum beklendiğini biliyor olsa bile ne diyeceğini bilemedi. Hala az önce duyduklarını tam olarak kavramaya çalışıyordu. Öğrendiği bütün bu bilgiler bir anda anlayabilmek için çok fazlaydı. Fakat anladığı bir şey varsa o da İlk taşıyıcının sevdiği birisini kaybettiğiydi.

Bir şeyler söyleyebilmek için birkaç kez niyetlense de her seferinde susmanın daha iyi olacağına karar verdi. Bu tarz bir konu hakkında değil mantıklı bir şekilde konuşmak, herhangi bir yorum yapabileceğini bile düşünmüyordu. Hem, duyguların böylesi yoğun olduğu bir konuda mantık ne yapabilirdi ki?

“Teselli etmek için bir şeyler söylemene gerek yok.” Dedi İlk taşıyıcı. “Üstesinden gelmek için çok fazla zamanım oldu.”

‘Yalan söylüyor.’ Kama bundan emindi. Dediği gibi onu teselli edebilecek bir şey de söyleyemiyordu. Bu yüzden çareyi, konuyu değiştirmekte buldu. “Bu yüzden mi böyleyim?”

“Nasıl?”

“Boğaç benim çok saf olduğumu söylemişti. Bütün kötü özellikleri Güneş aldığı için mi?”

“Bir şeyleri yanlış anlamış gibisin. Güneş, bizim bir parçamızdı senin değil. Yani bizim aksimize sen tam ve bütünsün. Ve sandığının aksine o kötü de değil. Yalnızca bencil…”

“Aynı şey değil mi?”

“Hayır… Bencillik çok farklı şekillerde bulunabilir. Sevdiğin birisinin mutlu olması için kendin de dahil herkese zarar vermen… Sence de bu bencillik olmaz mı?” İlk taşıyıcı’nın bakışları uzun zaman önce yaşanmış bir olaydan konuşuyormuş gibi bulutlanmıştı. “Üzgünüm, az önce söylediklerimi unutman daha iyi olur.”

“Ha… Peki…” Kama az önce neyden bahsettiğini tam olarak anlamamış olsa bile şimdilik İlk taşıyıcı’nın dediği gibi yaparak bu konuyu deşmeyecekti.

“Her neyse… Sana anlattığım şeyler yüzünden bunu benim yapmam gerekiyor. Meteorun Dünya’ya çarpmasını engelleyeceğim.”

“Yani bu sefer de sen mi kendini feda edeceksin?”

“Hayır… Kendimi feda etmeyeceğim…” İlk taşıyıcı kesin bir dille karşı çıkmıştı. “Sana başka bir boyuta neden gittiğimi anlatmıştım, değil mi?”

“Evet, bu felaketi engelleyebilmek için güçlenmen gerektiğini söylemiştin. Ama başarılı olamadın.”

“Tam bir başarısızlık değildi. Ayrıca… Bir sebebi daha vardı… Gece’yi tekrardan bulabilmek.”

“O ölmedi mi?”

“Varlığını dağıtmak ve ölmek birbirinden tamamen farklı şeylerdir. O hala burada, yerde ve gökte. Yalnızca anılarını değil, bütün varlığını dağıtmış olsa bile diğer canlıların arasında büyü gücü olarak bilinçsizce dolaşıyor. Meteoru durdururken aynı zamanda kendim de ona benzer bir duruma geçeceğim. Yaptığım yolculukta büyünün kendisi olup, aynı zamanda kendi bilincimi korumayı başarabileceğim bir yol buldum. Bu sayede bütün Dünya üzerinde onun parçalarını arayacak ve sonunda tekrardan bir araya getireceğim.”

“Bu… Çok uzun sürmeyecek mi? Eğer dediğin doğruysa şu anda bütün Dünya üzerine dağılmış olmalı.”

“Kaç yıl sürerse sürsün sonunda başarıya ulaşacağım. Bu, onu tekrardan görebilmek için elimde kalan tek yol…”

“Güneş bunu bilmiyor, değil mi? Bu yüzden sana karşı savaşıyor.”

“Hayır. Neyi istediğimi o da çok iyi biliyor.”

“Öyleyse neden? Senin başarmanı o da istemiyor mu?”

“O, benim başaramayacağımı düşünüyor. Belki de delirdiğimi…” İlk taşıyıcı güldü.

“Peki… Sen başarabileceğinden emin misin?”

“Bilmiyorum… Ama ufak bir ihtimal bile olsa denemem gerekiyor.” İlk taşıyıcı anlık bir duraksamanın ardından devam etti. “Sen de Rene için aynısını yapmaz mıydın?”

‘Haklı.’ Nasıl birisi olursa olsun insan her zaman sevdiği şeyler için kendini hem de başkalarını riske atmaya hazırdı. Bu bazen birisi için olurdu bazen de bir şey için. “Yapardım…”

İlk taşıyıcı gülümsedi. “O kadar karamsar olma. Başaracağım…”

“Ben karamsar değilim! Yalnızca… Re…”

“Re?”

“Bir şey soracağım… Rene senin için ne anlam ifade ediyor?”

İlk taşıyıcı ‘Bu da nasıl bir soru?’ der gibi baktı. Fakat Kama’nın ciddi olduğunu fark edince cevap verdi. “Hmm… Sanırım kızım veya öğrencim gibi bir şey. Belki de arkadaşım…”

“Peki… Son bir soru… Senin yapacağın şeyi biliyor mu?”

“Hayır.” İlk taşıyıcı anında cevapladı. “Bu konuda sana güveniyorum. Onu, bana yardım etmeye ikna etmen gerek. Bunu tek başıma yapamam.”

“Peki bunu tam olarak nasıl yapacağım?! Ne zamana kadar vaktim olduğunu bile bilmiyorum!”

“İki hafta. En fazla. Daha fazla yaklaşırsa meteoru parçalasak bile ondan arta kalanlar Dünya’ya düşer. Nasıl ikna edeceğin konusunu ise… Orasını ben bilemem. Sonuçta senin kız arkadaşın. Hem… Oldukça iyi anlaşıyor gibisiniz…”

“İyi anlaşıyoruz ama…”

“… Böylesi bir şeyi teklif ettiğim için bile benden nefret edebilir… Mi diyecektin?” Kama yalnızca bir anlık duraksamış olsa da İlk taşıyıcı sözünü anında tamamlamıştı.

“Zekâ seviyemizin aynı olduğundan emin misin? Böyle aklımdan geçenleri benden hızlı söylediğinde daha zeki olduğun hissine kapılıyorum.”

“Kesinlikle eminim.” İlk taşıyıcı gülerek cevapladı. Kama, ilk defa onun gerçekten güldüğünü görmüştü. Öncekilerin aksine samimiyet kurmak için yapılmış sahte bir gülümseme değildi. “Belki kişiliklerimiz farklı olabilir ama zekâmız aynı bedene ait. Yalnızca ben, birçok konuda senden daha tecrübeliyim.”

“Peki… Bunu nasıl engelleyeceğim?”

“Dediğim gibi, meteoru…”

“Hayır, meteordan bahsetmiyorum. Rene’nin benden nefret etmesini nasıl engelleyeceğim?”

İlk taşıyıcı, Kama’nın sorusu karşısında şaşırmıştı. “Gerçekten de Dünya’nın yok olabilme ihtimali değil de bu mu endişelendiriyor seni?!”

“Evet.”

“Tekrar ediyorum, bütün Dünya’yı yok edecek bir meteor var!”

“O işi halledeceğini söyledin. Yani şimdilik en büyük sorunum bu.”

İlk taşıyıcı Kama’nın bu tavrı karşısında yalnızca iç çekebilmişti. “Sevdiğini önemsemen iyi bir şey ama… Seninkisi ayrı bir seviye…”

“Bunu iltifat olarak mı almalıyım?”

“Hayır. Bu durum karşılıklı olmadığı sürece…” İlk taşıyıcı, bir anlık duraksayarak pes etmiş bir ifade takındı. Sanki ne derse desin önündeki kişiye derdini anlatamayacaktı. “Uuuhh… Boş ver… Eninde sonunda anlayacaksın… Muhtemelen…”

“Neyi?” Kama soruyu sorduğu anda zihninde başka bir soru yankılanmıştı.

‘Hey, iyi misin?’

“Bu da neydi böyle?”

“Görüşürüz.” İlk taşıyıcı, Kama’nın sorusuna tek kelime ile karşılık verdi.

‘Hey!’ Zihninde başka bir soru daha yankılanmıştı. Hemen ardından da etraf sonsuz bir karanlığa bürünerek Kama’yı gerçek dünyaya gönderdi.

Sanki bir süredir nefes almıyormuş gibi hissettiğinden bilincini kazandığı anda ilk yaptığı şey derin bir nefes almak olmuştu. Bu Kama’yı tutuklayan sırada adalet koruyucu endişeli bir ifade ile kendisine bakıyordu. Bir an sonra ise bu endişe yerini rahatlamaya bıraktı. “Bir an beni korkuttun.”

“İyiyim…” İşin garip tarafı, adam parmaklıkları çoktan açmış ve içeriye girmişti. “Buraya neden geldin?”

“Seni, mahkemeye götürmek için geldim…”

‘Mahkeme mi? O yarın değil miydi?’

Kama’nın aklındaki soruyu adalet koruyucu cevapladı. “Fakat buraya vardığımda önündeki yiyeceklerin hiç birisini yemediğini ve öylece yattığını fark edince bir şeylerin yanlış olduğunu düşündüm.”

“Yalnızca uyuyordum.” Dedi Kama. Bu sırada parmaklıkların dibinde duran bir kase lapaya göz attı. Hala dumanı üzerindeydi, yani yeni değiştirilmiş olmalıydı. Buraya geldiğinde iki kez yemek verileceğini hesapladığı için bu ikinci olmalıydı. ‘Yani en azından bir gün geçmiş olmalı. Zihnimde zaman bazen çok hızlı bazense çok yavaş geçiyor. Anlamak zor.’

“Neyse. İyiysen sorun yok.” Adalet koruyucu belinde asılı duran kelepçeleri çıkardı.

“Kaçmaya çalışmayacağım.”

“Biliyorum. Ama bunları takmak zorundayım.”

Kama bundan kurtulamayacağını anlayınca pes ederek ellerini öne uzattı ve adamı takip etmeye başladı.



Çevirmen Notu

Son zamanlarda yazım programını birkaç kez değiştirdiğim için yazım ve imla hataları olabilir. Ayrıca çoktan bölümün zamanlaması geciktiği için hızlıca çıkarmak istedim. Yeteri kadar kontrol edememiş olabilirim. Hatalar bildirildiği takdirde düzelteceğim...

İyi okumalar. :)

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar