Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

04 Mayıs 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1380 Görüntülenme
Bu bölümü 30 Kişi beğendi.
Cilt 10

Kabul Salonu - Kısım 3

Kabul salonuna girdiğinde Nell’in ilk hissettiği şey bir huzursuzluktu. Ve bu, odanın kendisinden kaynaklanan bir sorun eğildi.

 

Her şeye rağmen, içinde bulunduğu oda, kralın ziyaretçilerini kabul ettiği, ağırladığı odaydı. Göze hoş gelmesi için yapılmıştı. Her yerde hoş süslemeler vardı ve iç taraflarda yükseltilmiş bir platform bile vardı. Platformun üzerinde ise kral için ayrılmış tek bir koltuk vardı. Bir taht. Taht öyle güzel yapılmıştı ki, zanaatkarlık hakkında hiçbir bilgisi olmayanlar bile bunun çok yüksek kaliteli bir işçilik olduğunu söyleyebilirdi. Odanın içerisine dizilmiş diğer mobilyalar da atmosfere mükemmel uyuyordu ve camlar, yeterince ışığı içeri alması için, özel olarak tasarlanmıştı. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde, odayı bazı bölümlerinden daha da zarif gösteriyordu.

 

Sadece bir şey, ya da daha doğrusu bir grup şey, tam oturmuyordu. Odanın yarısının, baştan aşağı silahlı askerler tarafından doldurulmuş olması abes duruyordu.

 

Majesteleri prens, kurtarma biriminin yakalamak için yola çıktığı hedef, odanın arka tarafındaki yükseltilmiş platformda ayağa kalkmıştı. Nell ve arkadaşları odaya girdiği anda, yüksek, gürleyen bir sesle konuşmaya başlamıştı.

 

“Bakın beyler. Ülkeyi harabeye çevirmek isteyenler sonunda geldi! Şu asileri derhal tutuklayın! Onlar vatan hainleri, geçmişin değerlerine takılı kalmış süprüntüler. Ve hepsi bu da değil. Bunlar, millet olarak büyümemize engel olmak isteyen beceriksizlerdir!” Sözlerinde hiç şüphe yoktu. Haklı olduğuna ikna olmuştu. Ve adamları da öyle. Onlara emri verdiği anda silahlarını doğrultmuş ve kendilerini savaşa hazırlamışlardı.

 

Dikkatin merkezindeki Majesteleri, Nell’in rahatsızlığının kaynağıydı. Ne olduğunu tam olarak söyleyemiyordu, ama içgüdüleri, bakışlarında bir tuhaflık olduğunu söylüyordu. Prensle ilgili diğer şeyler normal gözüküyor gibiydi. Davranışları büyük ve yürüyüşü bir kraliyet ailesi üyesine uyan şekildeydi; vücudu sanki bir asillik havası yayıyor gibiydi. Ama, gözlerinin garipliği dikkat çekiyordu. Onlardaki bir şey Nell’e tuhaf gelmişti. Sanki gözlerini dolduran ışık çürüyüp gitmişti.

 

Bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordu. Ama şüphesini dillendirebilecek şansı bulamamıştı. Olaylar, şüphesinden bahsedemeyecek kadar hızlı gelişiyordu.

 

“Majesteleri, vatan hainliğinden aranıyorsunuz. Bize teslim olmanızı sağlayacağız!” diye bağırdı Carlotta. Operasyonun komutanı, sözlerinin hemen ardından emirler yağdırmaya başladı. “Görevimiz, şu ana kadar kolay bir şekilde ilerledi. Şimdi ise bu harcayamadığımız çabayı telafi etmeli ve elimizden geldiği kadar sıkı bir şekilde savaşmalıyız!”

“Peki hanımım!” Şövalyeler emre bağırarak karşılık vermiş ve askerler gibi silahlarını çekmiş ve savaş için hazırlanmıştı.

“Majesteleri, muhtemelen şu an kafanızda bir sürü şey olduğunu biliyorum ama durumu kontrol altına almamız için kenara çekilmenizi istemek zorundayım.” Şövalyelerine konuştuktan sonra, Carlotta kralla konuşmuştu.

“Pekala.” Her ne kadar yüzünde acı bir ifade olsa da başını salladı ve kurtarma timinin arkasına geçerek onun sözünü dinledi.

 

Onun hareketleri, savaşı başlatmıştı. İki grup hemen kılıçlarını birbirine çarpmaya başlamıştı.

 

Sonuç, tek taraflı bir katliamdı. Nell, kendinin ve Carlotta’nın odada bulunan bütün askerlerden daha üstün olduğunu biliyordu. Kendisi kilisenin kahramanıydı ve öteki ise örnek bir şövalyeydi. Askerlerin onlara karşı hiç şansı yoktu. Prensin adamları, bu ikilinin ilerleyişini durdurmayı bile becerememişti.

 

Her ne kadar gösterinin yıldızı onlar olsa da aslında sonuç onlar olmasa da pek fazla değişecek gibi değildi. Kurtarma biriminin her bir adamı, özenle seçilmişti. Onlar elitlerin en öne çıkan üyeleri, kaymak tabakasıydı. Kabul salonunu dolduran, askerleri alt ederken sergiledikleri yetenekleri, şöhretlerine leke gelmesine engel olmuştu.

 

Prensin yenilgisi ve ardından yakalanması an meselesiydi. Kurtarma birimi, yakında bölgenin bütün kontrolünü ele geçirecekti.

 

Ancak Nell, zaferi ya da şöhreti düşünmüyordu. Bunlar yerine, kafası orikalkum seviyesi maceracıyı geciktirmek için geride kalan iblis lorduna ne olduğuyla doluydu. Operasyonun bu kadar sorunsuz ilerlemesinin tek sebebi, düşman kuvvetlerinin en güçlüsüyle baş etme görevini üstlenmesi nedeniyleydi. Adamın saldırısı öyle tehlikeliydi ki, dünyadan bihaber Nell bile onun yüzünü tanıyordu. Onun adı Savaş Delisi’ydi, savaşta neredeyse rakibi olmayan bir maceracıydı.

 

Bir iblis lordu olarak Yuki de kendi çapında gayet güçlü sayılırdı. Ama aynısı, rakibi için de geçerliydi. Nell kısa sürede, ikisinin de savaşta ne kadar korkunç olabildiği düşünüldüğünde, savaşlarının sona ermesi için çok fazla zaman gerektiğini düşünmüştü. Bu doğru, diye düşündü kendi kendine, Yuki en tehlikeli rolü üstlenmiş oldu. Onu öylece bırakamayız. Burayı olabildiğince çabuk halledip, ona yardıma gitmeliyiz.

 

Hem Carlotta hem Yuki’nin kendisi, ona yardımcı olmamızın ona engel olacağını söylemişti ama bu Nell’in kafasına yatmıyordu. Yapabileceği bir şeyler olduğunu biliyordu. Yardım etmek bu kadar imkansız olmamalıydı. Ona yardım etmemek, kabul edebileceği bir şey değildi.

 

Ve bu nedenle, kafasında bu düşüncelerle kendini savaşa vermeye devam etti--bir başka düşünce tarafından dikkati dağılana kadar. Neden Majesteleri bu kadar sakin görünüyor?

 

Kurtarma birimi, prensin askerlerini eziyordu. Kabul salonu, kendi müttefiklerinin eline geçmek üzereydi. Ve buna rağmen, prensin ifadesi her zamanki gibi kendine güvenliydi. Nell, birden bunun sebebinin, prensin elinde bir koz, olayı tam tersine çevirip, zaferi ellerine alabilecekleri bir şey olduğundan şüphelenmişti.

 

Kafasından bu düşünce geçtiği anda gürültülü bir kırılma sesi meydana gelmişti. Camlardan biri şiddetli bir şekilde parçalara ayrılırken, içeri bir şey girmişti.

 

Kafasındaki düşünceler dizisi yüzünden neredeyse düşmana destek geldiğini sanmıştı. Ama boynunu çevirip giren kişiye baktığında hatalı olduğunu görmüştü. Sahneye giren kişi, bunca zaman aklında olan iblis lordundan başkası değildi.

 

***

 

Zaien’i savurdum. Çapraz, aşağı yönlü kesiğin arkasında cam kıran girişimin bütün kuvveti vardı. Düşmanım şaşkınlıktan bir anlık duraksasa da saldırıya uğrayanın kendisi olduğunu fark ettiğinde kollarını önüne doğrulttu. Saldırım, savunmasıyla temas etmişti. Kılıcın, etten daha sert bir şeye çarptığını hissettim. Kolları metalik bir şeyle mi kaplı yoksa?

 

Ama ne olursa olsun, vuruşumu tamamen durduramamıştı. İki kolunu kesip, göğsüne, omzundan beline kadar uzanan, derin, çapraz bir kesik bıraktım. Sıçayım. Yara, beklediğimden daha sığdı.

 

Kan, kütük gibi, elsiz kollarından ve göğsündeki yaradan şiddetli bir şekilde fışkırdı ama yığılmamıştı. Saldırım ölümcül olmamıştı. Ama onu öldürmemiş olsa da büyülü kolyesini yok etmişti. Bu fırsatı, onu analiz etmek ve stat sayfasını okumakla değerlendirdim.

 

“Hassiktir!?” Şaşkın bir şekilde bağırmıştım. “Sen bir iblis misin!?”

“Sende Analiz mi var!?” Çenesini, bir tür emir vermek için hareket ettirmeden önce benzer bir şekilde şaşırmıştı.

 

“Dikkat edin, Majesteleri!” Bazı şövalyelerin bağırmaya başladığını duyduğumda dönüp arkama baktım. Karşımda, prensin bir saldırının ortasında olduğunu gördüm. Üzerinde olduğu platformdan inip belindeki tören kılıcını çekerek krala doğru hücum etti. Harekete başladığı anda, korumalar dikkatlerini oraya vermişti. Dövüşeceğini anladıklarında birkaç şiddetli kesikten sonra kılıçlarını vücuduna sapladılar.

 

Ama durmamıştı. Ki bu tabii ki belliydi. Demek istediğim, adam zombi lan. Zaten ölü. İç organlarının yarısı olmaması niye umurunda olsun ki?

 

Afallamış muhafızlar, gördükleri sahneden, hareket edemeyecek kadar etkilenmişlerdi. Hareketleri, kralın güvenliği riske girmeye başlayana kadar yavaşladığı için, ağzımla cıkladıktan sonra silahımı çektim ve prensin kol ve bacaklarına birkaç defa sıktım.

 

Her bir mermi tam isabet etmişti. Saldırıların gücü, kuklaya dönmüş prensin bacaklarının birbirine dolanmasına neden olmuştu. Prensin yere düşüşünden emin olduktan sonra, iblise geri döndüğümde bir çift dişin bana doğru geldiğini gördüm.

 

Saldırının yönünden dönerek kaçınmıştım ama hemen ardından saldırının isteksiz yapıldığını, çünkü iblisin amacının aslında saldırmak olmadığını anlamıştım. İçeri girdiğim cama doğru koşarken, sırtından bir çift kanat cisimleşti ve cübbesini deldi.

 

“Yok ya! Kaçmıyorsun dostum!”

 

Silahımı ona doğrulttum ve ateş etmeye başladım, ama rüzgarda süzülen bir yaprak gibi hareket ediyordu. İleri geri hareket ederekn atışlarımın çoğundan kaçtı. Sadece biri isabet etmişti ama sendelemesine bile neden olmamıştı. Her şeye rağmen kaleden dışarı atlamıştı. Hay sıçayım. Şimdi ne yapacağız? Onu takip etsem mi?

 

İblisi takip etmem demek, kanatlarımı cisimleştirip kim olduğumu ortaya çıkaracağından tereddüt ettim. Ne yazık ki, bir anlık isteksizliğimin kritik bir hata olduğunu fark ettim. Gökyüzü, bir balık için su neyse, iblis için de oydu. Dışarı çıktığında çabucak hız kazandı ve inanılmaz bir hızla uzaklaştı. Öyle hızlıydı ki, haritamın menzilinden dışarı çıkması birkaç saniye sürmüştü. Ufukta bir noktaya dönüşmüş, kısa süre sonra da tamamen kaybolmuştu.

 

“Hay sikeyim!”

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-27 01:33:49
Bölüm için teşekkürler
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-05-06 05:49:45
Mal yukki neyine tereddüt ediyon çıkarsana kanadını embesil.
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-05-04 18:04:22
Çeviri için teşekkürler