Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

07 Haziran 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1213 Görüntülenme
Bu bölümü 37 Kişi beğendi.
Cilt 12

Bar Kavgası - Kısım 1

“Bu barı buluşma noktamız olarak kullanmaya ne dersin?” Diye sordum. “Yiyecekler bayağı iyiydi.”

“Bu iyi bir fikir.” dedi Nell. “Ben de gerçekten sevdim.”

 

Nell’le, harika bir akşam yemeği eşliğinde anlaşmamızın detaylarını konuşmayı bitirmiştik. Ona, uzak mesafe iletişimini kolaylaştıran iki tane büyülü eşya, iki haberleşme küresi vermiştim. Ne yazık ki, yazışma olanağı verecek kadar karmaşık şeyler değillerdi. Küreler çift gelirdi ve her kürenin birincil özelliği, içine büyü enerjisi aktarıldığında çiftin diğer küresini parlatmaktı. Bir başka deyişler, cep telefonundan çok mesafeli kapı zili gibi bir şeydi.

 

Ancak onlar, diğer iletişim türlerine göre daha üstündü. Uzun mesafelerde çok yüksek bilgi yayınlamak, reenkarne olduğum bu dünya için, henüz keşfetmeye çıkmadıkları bir alandı. Nispeten kullanışlı olmalarının bir sebebi de boyutlarından kaynaklanıyordu. Küreler bir tenis topundan daha küçük olduğu için, yanınızda taşımak çok kolay oluyordu.

 

Dahası, mesaj alıp gönderme ya da arama yapma gibi özelliklerinin olmayışını, başka şekillerde kapatıyordu. Nell’e iki küre vermiş olmamın sebebi, farklı türde mesajlar gönderebilmek istememdi. Ona verdiğim iki kürenin renkleri bu yüzden farklıydı. Biri beyaz, diğeri kırmızıydı. Beyaz kürenin parlaması, sadece buluşmak istediğini gösteriyordu. Diğer yandan kırmızı küre, acil bir durum olduğunu gösteriyordu.

 

Bir acil durumun olması demek, tabii ki de ne olduğunu çözebilmek için bara gelip durumu anlatamayacağımız anlamına geliyordu. Bu noktada büyülü cihazın ikincil fonksiyonu devreye giriyordu. Her kürenin, diğer kürenin yerini belirsiz bir şekilde işaretliyordu, ki böylece Nell ve ben, birimizin başı belaya girdiğinde, birbirimizin yardımına koşabilecektik. İblis diyarında ikimizin de pek müttefiki yoktu ve böylece, birbirimize elimizden geldiğince yardım etmeyi kabul etmiştik. Heh. Kahramanın gücü benim! Bu, güvenlik sorununa bayağı bir yardımcı olacak. Nell de muhtemelen benzer şekilde düşünüyordu. İşte, buna kazan-kazan stratejisi denir.

 

Anlaştığımız küre sistemiyle ilgili iki küçük problem vardı. İlki, kürelerin sürekli dışarıda kalması gerektiğiydi. Onları öylece envanterime atıp, doldurduğum diğer çöpler gibi unutamazdım. Ama tekrar söylemeliyim bu, her konuşmamız gereken zamanda birbirimizin izini aramaya çalışma zahmetinden çok daha kullanışlı bir yöntemdi.

 

İkinci sorun kürelerin kendisinden ziyade, onları kullanacak kişilerle alakalıydı. Nell’in saray büyücüsü arkadaşı, kan çanağına dönmüş gözleriyle küre çiftini kurcalamaya başlamıştı. Dostum. Sakinleş. Onları kurcalaman sorun değil ama yani, en azından kırmamaya mı çalışsan? Onlara bayağı bir DP harcadım ve daha fazla harcamak zorunda kalmak istemiyorum. Meraklı insanlardan bahsetmişken, Bayan Filomatinin Cisimleşmiş Hali, bayağı sakin görünüyordu. Ama bu, zaten önceden onları kurcalamayla işi bittiği içindi. Gerçi, yine de bayağı ilgisini çektiği için, benimkileri ona vereceğim. Aynen, Leila. Şu kırma şunları konuşmam var ya? Onlar senin için de geçerli.

 

“Ah ve... şey... taktığın yüzük...” dedi Nell sorgulayan bir tonda.

“Ah, bu mu?” Utangaçlığımı gizlemek için bir anlığına durakladım. “Bunu bana Lefi verdi.”

“Bu düşündüğüm şey mi yoksa...?”

“Evet. Lefi’yle evlendik.”

“E-e-evlendiniz mi!?” diye kekeledi kahraman.

“Bu biraz garip bir tepkiydi.” Onu telaşlı ve şaşırmış bir şekilde görünce, zorlama bir gülümseme takındım.

“B-b-bu ne zaman oldu?”

“Başkentten döndükten kısa süre sonra, yani aslında bayağı yeni olmuş bir olay.” Dedim.

“A-anladım...” kekelemesine devam etmeden önce, gözü takılmış bir şekilde aksesuara bir süre baktı. “İ-ikinizin yakın olduğunu biliyordum ama bu kadar yakın olduğunuzu bilmiyordum.”

 

Sesinde yalnızlık ve ümitsizliğin getirdiği üzgün bir hava vardı. Nedenini anlamadığımdan, sormak için ağzımı açtım---tam o anda gürültülü bir çarpma sesi yüzünden sormayı başaramamıştım.

 

Kapının ön kapısı kaba görünen bir grup adam tarafından ardına kadar tekmeyle açılmıştı. Sanki mekanın sahibiymiş gibi kasıla kasıla, bir bir içeri girerken, bir yandan da hiçbir düzgün insanın yapmayacağı şekilde kahkaha atmışlardı. Oturduğum yerden bütün mekana hakimdim ve sonuç olarak, grubun ne kadar dikkat çektiğini kolaylıkla görebiliyordum. Kapıdan içeri girdikleri anda her bir göz onlara doğru çevrilmişti. Birileri kesinlikle popülerdi.

 

“Yoksa o düşündüğüm kişi mi?” diye sordu bir müşteri.

“Aynen, o Gej ve adamları.” diye yanıtladı bir başkası. “Son zamanlarda bayağı aktifler. Piçler ne isterlerse onu yapıyor ve buraya her geldiklerinde buranın sahibiymiş gibi davranıyorlar.”

 

Barın müşterileri fısıltıyla konuşuyordu, ama keskin duyularım konuşmalarını yine de duymamı sağlıyordu. İlk çıkarımlarım doğru çıkmıştı. Söz konusu adam kötü şöhretliydi. Tamamen kötü sebepler yüzünden herkes tarafından tanınan tipte biriydi.

 

“Nereye baktığını sanıyorsun sen?”

 

Herkesin gözünün üzerinde olduğu adamlardan biri, o ve dostlarının dikkat çektiğini fark edince bağırmaya başlamıştı. Gruba bulaşmak hiç uygun bir seçenek değildi ve müşterilerin çoğu da başına bela almakla pek de ilgili olmadığından, başlarını çevirdiler ve hemen bakışlarını başka yere çevirdiler.

 

“Cık...” adam cıkladıktan sonra gurubun merkezindeki adama doğru döndü. “Sanırım mekan sizin için hazır efendim.”

“Ben de öyle.” diye cevapladı patronu.

 

Patronun dış görünüşü tuhaftı, en hafif tabirle. Kaslıydı, ama vücudunu yapmacık gösterecek şekildeydi. Bir dekor gibi duruyordu, daha açık olmak gerekirse, laboratuvarlarda ve sınıflarda tutulan, yeni gelenlerin kas grupları ve insan vücudunun diğer yerlerini incelemelerine yardımcı olan bir dekordu---en üst katmanda ince bir deri tabakasıyla. Onun insan formunu taklit edebilmek için elinden geleni yapan, bilince sahip bir kas yığını olduğu ortaya çıksa hiç şaşırmazdım. Ve bu, onunla ilgili en tuhaf şey bile değildi. Of tanrım, bu şey gerçekten canlı mı!?

 

Patron ve yardakçıları barın içinde ilerlediler, ikinci kata çıktılar ve hiçbir nezaket kırıntısı göstermeden götlerini oturaklara oturtmuşlardı.

 

“Garson nerede kaldı lan!? Kadın, çabuk buraya gel ve vaktimizi boşa harcama!”

“D-derhal efendim!”

 

İfrite benzeyen boynuzlara ve kuyruğa sahip garson adamlar ona bağırmaya başladığı anda fırlamıştı. Ona acımaktan kendimi alamadım. Zavallı kız. Dostum, hizmet sektörü bok gibi. Nasıl olduğunu gerçekten biliyorum. Çoğu insan düzgündü, ama en azından haftada bir böyle orospu evlatlarınla karşılaşmanız garantiydi. Bu çok kötü hissettirdi...

 

“Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, Gej bu ülkenin düklerinden birinin oğluydu.” Hizmetçim fısıldayarak önemli bilgi verirken, grubun olduğu yöne doğru soğuk bakışlar atıyordu. “Otoritesi, önemli derecede şahsi güçle destekleniyordu. Ve bu yüzden, etrafındakilerin isteklerini umursamadan, dilediği ne varsa onu yapmaya eğilimli birisi. Ortalama bir vatandaşın ‘iyi bildiği’ türden biri değildi.”

 

Ah, bu klişeyi tamamen biliyorum. Bu, zenginliğin içine doğmuş, tamamen beyinsiz oğlan çocuğu klişesi. Her ne kadar durumu bu olsa da bu, şey...yetiştirilme tarzının yanında, şahsi varlığının pek bir önemi yoktu. Bu şekilde olmasının sebebi, otoritesi yüzünden insanların ona bir şey söyleyemeye çok korkması falandı, muhtemelen. Biliyor musunuz, ona neredeyse acıyacağım, çünkü bana göre bu durum bana imparator ve onun “yeni kıyafetleri” hikayesini hatırlatıyordu. Demek istediğim, kesinlikle benim işim olmasa da onun için öyle kötü hissediyordum ki ona, mal meydanda şehrin ortasında gezindiği gerçeğini göstermek istemiştim.

 

Bir miktar iç çekişmeden sonra, çok geç olmadan birinin bu çocukla konuşması gerektiği sonucuna varmıştım. Ve kimse bunu yapmayacağı için, bu birisi ben olmak zorundaydım. Kafamda bu düşüncelerle ayağa kalktım ve yavaş yavaş adama ve dostlarına doğru ilerlemeye başladım.

 

“Hı? B-bir dakika! Yuki!? N-Ne yapıyorsun!?”

 

Nell, kavga çıkartmayı planladığımı sandığından, beni durdurmak için bağırmaya başlamıştı. Tamamen yanlış anladınız, Kahraman Hanım. Acıtmayacağım. Yardım edeceğim.

 

“Hey.” masalarına yaklaşırken adama seslendim.

“Ne istiyorsun?”

 

Zavallı, acınası adamın yardakçılarından biri, varlığımı sesli bir şekilde belirtince, hoş olmayan bir ses tonuyla bana cevap vermişti, ama onu görmezden geldim. Yardakçının arkasına baktım ve derdimi anlatmaya başlamadan önce patronuyla göz göze geldim.

 

“Dostum, sen de, ben de, ikimiz de erkeğiz. Anlıyorum. Nasıl hissettiğini kesinlikle biliyorum.” Olabildiğince merhametli, ilgili ve incitmeyecek şekilde konuşmuştum. “Ama bazı şeyleri değiştiremezsin. Gidip kendine bir jöle falan alman gerek.”

“Ne...?”

 

Adamın beni anlamadığı belliydi. Kafası öyle karışmıştı ki, kafasının üzerinde birkaç tane soru işareti oluştuğunu görebiliyordum, o yüzden muğlak konuşmayı kesip daha belirgin, daha kolay anlaşılır şekilde konuşmaya başladım.

 

“Saçından bahsediyorum dostum. Ben de bir erkeğim. Acını anlıyorum. Bok gibi bir durum. Seni strese sokar ve stres her şeyi daha da kötü yapar. Hepsini yavaş yavaş kaybettiğin sonsuz bir döngü bu. Ama artık salmanın zamanı geldi. Kalan azıcık saçına umutsuzca tutunmana gerek yok. Bazen, kaçınılmazı kabul etmen gerekir. Sorun değil kanka. Sorun değil. Anlıyorum. Hepiniz anlıyoruz.”

 

Konuşurken, gözlerimi başının üzerine, acıma hissimin kaynağına, odaklamıştım. Adam için elimde olmadan üzülmüş olmamın sebebi, bütün erkeklerin anlayabileceği bir şeydi. Her ne kadar genç olmasına rağmen, dükün oğlunun kafası kelleşmeye başlamıştı. Kronik olarak. Kafasının tepesinde olması gereken saçın hepsini çoktan kaybetmişti. Gitmiş, rüzgarla uçup gitmiş ve bir daha asla dönmeyecekti. Ama nedendir bilinmez, başının kenarlarında büyüyen saçlar hala kalın ve gürdü.

 

Bu bile zavallı çocuk için üzülmeme yeterdi, ama onunla konuşmam için beni teşvik edecek kadar değildi. Durumla ilgili sorunum, kalan az saçı ne hale getirdiğiydi. Ümitsizliğinden kaynaklanıyor yoksa isyan hissinden dolayı bir şey yapmak zorundaymış gibi mi hissetti bilmiyorum, ama iki türlü de, garip bir şekilde kaslı genç adam kalan azıcık saçını göze sokmak için elinden geleni yapmıştı. Öyle umutsuzdu ki, başının iki yanında bulunan uzun saçlarını balıksırtı şeklinde iki yandan örmüştü. Yaptığı saç şekli bana Çin örgüsünü anımsatmıştı. Tek fark, iki tane örgüye sahip olması ve bu örgüleri başının arka tarafından değil de iki yanından sallandırmış olmasıydı.

 

İzlemesi berbat, iğrenç bir görüntüydü. Adamın saç stilinin, kötü şöhretinin, en azından bir miktar bu aptal görünüşünden kaynaklandığını düşünerek, kaba, göze çarpan girişinden daha çok dikkat çektiğine emindim. Tek bir bakış, sayısı ne kadar olursa olsun, kahkaha ve püsküren su sayısını haklı çıkarıyordu. Kahkahaya boğulmuş olmamın tek sebebi, öyle ileriye gitmişti ki artık komik bile değildi. Bana sanki kendine zarar vermek istediğinin bir göstergesi, sanki saçını kullanarak, her gece birkaç kez kendini bıçaklamak istiyormuş hissine kapıldığını dünyaya söylemek istiyormuş gibiydi. Abartılmış kendine zarar verme şakaları komik değildi. İntiharla alakalı şakaları fazla ileriye götürmek, sadece utanç verici oluyordu.

 

Adam bir süre bana boş bir ifadeyle bakmaya devam etti. Zavallı bakışlarımı ve söylediğim sözleri kafasında işlemeye çalışırken, garip bir sessizlik olmuştu. Ve sonra, uzunca bir sessizlik sonunda, ne demek istediğimi nihayet anlamıştı.

 

Sıfırdan kaynama noktasına birkaç saniye içinde yavaş yavaş yükselirken, yavaş yavaş kırmızıya döndü ve damarları şişmişti.

 

“Bu ne cüret! Öldürün şunu! Bu münasebetsiz köylüyü derhal linç edin!” diye bağırdı kızgın bir şekilde.

“Ne?” Şaşkınlığı yenebilmek için gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. “Bir dakika, ne? Neden!?”

 

Ne alaka lan!? Tek söylediğim, adamın saçının berbat göründüğü! Gerçekten de zayıf noktan mıydı bu!? Yani, hadi ama, zaten bunu biliyor olmalı! Onunla dalga geçmeye çalışmıyordum bile! Elimden geldiğince nazik bir şekilde söylemeye çalıştım!”

 

Kel herifle anlaşamayınca, yardakçıları hemen ayaklandı ve sadakatlerini bana doğru saldırıya geçtiler. Her ne kadar paniklemiş olsam da saldırılarını savuşturmayı başardım ve ellerimi saldırgan olmadığımı göstermek için havaya kaldırmış bir halde yavaş yavaş kendi masama doğru çekildim.

 

“Bekleyin, beni dinleyin.” dedim. “Onunla dalga geçmeye falan çalışmıyordum. Onu bu halde görmek beni gerçekten çok üzdü. Elimde olmadan sana yardım etmeye çalıştım.”

“Ne olursa olsun onun kaçmasına izin vermeyin! Eğer onu elinizden kaçırırsanız sizi arenadaki canavarlara yediririm!”

“Bir dakika, bu neden seni daha çok kızdırdı be!?”

 

Gençleri ve bu kadar çabuk sinirlenmelerini anlamak, benim gibi yaşlı bir adam için fazla. Böyle bir şeyi söyleyebilecek kadar yaşlı biri değilim ama olsun.

 

“Tanrım! Neden hep böyle olmak zorunda!?” diye bağırdı Nell.

“Ne demek istiyorsunuz? Bu nasıl bir hakaret olur!? Sadece yardımcı olmaya çalışıyordum!”

“Efendim, sanırım... hızlıca bir ders almak üzeresiniz.” dedi Leila. "konuştuğunuz adam, muskle iblis ırkının bir üyesi. Atalarının kullandıkları miğferler, böyle bir saç stiline mecbur bırakıyordu, ve bu yüzden bu bir gelenek olarak nesiller boyunca aktarılmıştır. Çoğu bugün bile hala bu stili kullanır.”

“Dostum. Ciddi misin?”

“Söylemesi her ne kadar kötü olsa da efendim, ciddiyim.” diye cevapladı hizmetçi. “Ya da sizin söyleyeceğiniz şekilde dersek, ‘kesinlikle ciddiyim dostum.’”

 

Her ne kadar modern argo, reenkarne olduğum bu dünyanın doğası gereği, pek fazla yaygınlaşabilecek bir şey olmasa da, uzun zaman boyunca sık kullanmış olmam, Leila’nın da ağzına dolamış olmalıydı. Bir dakika, bana bunu kendine isteyerek yaptığını mı söyledin az önce? Bu berbat saç stilini gerçekten istedi mi_ Ve kelleşmiyor mu? Benimle dalga geçiyor olmalısın! Gerçi şimdi bir düşününce, tepe topuzu, birkaç yüzyıldır dönen bir olaydı. Demek istediğim, ben ve çoğu diğer modern insan bu stili garip bulurdu, ama samuraylar her zaman bunu kullanırdı. Yani evet, kafamda bunu düşününce, çift balık sırtlı kelleşen adam, pek de garip olmuyor o zaman, ha?

 

Biraz gecikmeli de olsa yapmamam gereken bir şeyi yapmış ya da yapmamış olabileceğimi fark ettim. Evet şeyyy... benim hatam. Gerçekten özür dilemek isterim, ama aah... bunun için biiirazcık kızmış görünüyor. Pekala, durum her neyse geri adım atmayacağım. Beni affedecek gibi görünmüyordu. Leila burada olduğu için, öylece vazgeçip istediklerini yapmalarına izin veremezdim.

 

Geriye, kızgın grubun “sakinleşmesine” yardımcı olma seçeneği kalmıştı. Aynen, bunu yapacağım ve şey... sakinleştiklerinde yavaşça “yanlış anlaşılmayı” düzelteceğim.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Shin (95 puan) Üye
2021-04-20 21:58:27
Çeviri ve edit için teşekkürler.
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-28 01:12:29
Bölüm için teşekkürler elinize sağlık
STERBEN (225 puan) Üye
2020-06-24 07:45:54
Çeviri için teşekkürler
Eyisha (198 puan) Üye
2020-06-09 13:00:48
Mal bu yuki hdjciajxjakxnosnf
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-06-07 21:21:09
Saldır öldür gitsin ya yazar yukiye boş yaptıroyor ...
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-06-07 20:50:21
Çeviri için teşekkürler
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-06-07 20:02:54
Burda da bi olay çıkarmasan şaşardık zaten Yuki. Ya-vaş-ça nasıl düzeltçen acaba bu küçük minnak yanlış anlamayı merak ediyorum doğrusu :') Çeviri ve edit için teşekkürler. Ellerinize, emeğinize sağlık^