Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

13 Temmuz 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1229 Görüntülenme
Bu bölümü 31 Kişi beğendi.
Cilt 16

Babalık - Kısım 1

Gecenin geç saatleriydi. Gökyüzündeki ay ve yıldızlar taşra şehri Alfyro’nun üzerinde parıldıyordu. Ve buna karşın, çoğu ara sokağı karanlıktı.

 

Böyle sokaklardan birinde, iki adam dolaşıyordu. Birisinin başında kapüşon vardı. Kapüşonu öyle çekmişti ki, gözlerini bile kapıyordu. Ama kim olduğunu kapayamıyordu. Kalın kumaşın altından bile köpeğe benzeyen kulakları belli oluyordu. Diğeri, daha çok yerli birisine benziyordu. Kıyafeti, serseri takımından birisininkinden neredeyse farksızdı. İkinci adamın en dikkat çeken kısmı, giydiği paçavralardan ziyade, yüzünde bulunan izdi. Şişmişti, neredeyse normal boyutunun iki katına çıkmıştı.

 

“Eee? Konuşacak mısın? Yoksa daha çok ikna edilmeye mi ihtiyacın var?” Hayvansı Vergillus Gyroll, konuşmakta olduğu adama küçümseyen gözlerle baktı.

 

Köşeye sıkışmış olması ve ufukta görünen daha fazla acı sebebiyle, insanın konuşmaktan başka çaresi yoktu. Yürürken, aklına gelen her detayı dökülmüştü.

 

“Hey dostum, özel olarak hiçbir şey bilmiyorum! Sana söyleyebileceğim tek şey, bu mahalleyi mesken etmiş herifler, bir iblis lordu ve emrindeki ejderhalar tarafından yok edildi!”

“Onca yer varken bir iblis lordu neden buraya saldırsın?”

“Dostum, bunun ne kadar gerçek olduğunu bilmiyorum, çünkü sokakta duyduğum bir şey bu, ama herkes onun çıldırıp insanları öldürmeye başlama sebebinin bir aptalın kızını kaçırmış olduğunu söylüyor!”

 

Açıklama, Vergillus’un aklına insan doğasının doymak bilmeyen açgözlü doğasını getirince, alay etmesine sebep olmuştu. Bir iblis lordunun kızını kaçırmak gibi tehlikeli bir işe kalkışmak, yardım edilemeyecek bir durumda olduklarını göstermişti.

 

Ancak insanlar, bu aşağılamanın tek hedefi değildi. İblis lortları da hedef tahtasındaydı. İki taraf da aynı derecede salaktı. İlki sadece hareketlerinin sonuçlarını öngörme yeteneğinden yoksunken, ikincisi için bu başından beri önemli bir şey değildi. İblis lortları güçlerinden dolayı öyle sarhoştu ki, kendini tutmak nedir bilmezlerdi.

 

İki taraf arasındaki bir çatışma öyle oturuyordu ki, şairane olarak bile görülebilirdi.

 

“Demek onları yok etti öyle mi? Hayvansılara ne oldu, yani daha doğrusu, tuttukları tüm insan olmayan kölelere?”

“Laaanet olsun dostum, bunu duyduğuna memnun olmayacaksın ama, benim çocuklardan biri ne olup bittiğini gördü. İblis lordu onları aldı. Kızını götürürken, onları da ejderhalara yükledi.”

 

Bir başka deyişle, insanlar fedakarlık uğuruna kölelerini önermişti. Kendi postlarını kurtarmak için kızları iblis lorduna vermek zorunda kalmışlardı. Ve Vergillus’un kızı Lyuuin de şüphesiz aralarındaydı.

 

“Bu iblis lordunu nerede bulabilirim?”

“Söyleyemem dostum, bunu gerçekten bilmiyorum. Bildiğim tek şey kuzeyden geldikleri, o yüzden muhtemelen Uğursuz Orman tarafından gelmiş olabilirler.”

 

Uğursuz Orman Vergillus’un duyduğu bir yerdi. Eğer halkı oraya baskın yapmak istiyorsa, iyi donanımlı olduklarından emin olmak zorundalardı. Hazırlıklar çok kaynak tüketecekti. Ama gitmek zorundaydı.

 

Bakış açısının muhtemelen taraflı olduğunu biliyor olsa da, kızının çoğu kişi tarafından güzel olarak görüldüğünü düşünüyordu. İblis lordu için bile. Ve iblis lortları, diğer her şeyde olduğu gibi şehvette de olabildiğine kontrolsüzlerdi. Başına gelen kötü kaderi tahmin etmesi çok uzun sürmemişti. Bu kader onu öyle bir öfkeyle doldurmuştu ki, dişlerini, köpek dişleri kendini yaralayacak kadar sert sıkmıştı.

 

“B-bu kadar değil mi! Çünkü bildiğim başka bir şey yok. Şimdi beni bırak da gideyim!”

 

Vergillus, insanın can sıkıcı mızmızlanmasına uyuz olduğu için ona son bir yumruk çakıp bayılttıktan sonra arkasını döndü ve sokaktan çıktı.

 

Amacını tamamlamış, kızının yerini bulmuştu. Artık şehri terk etme vakti gelmişti. Bir savaş kurdu olarak Vergillus’un gece görüşü, herhangi bir insana göre çok üstündü. Ama düşman bölgesinde kalmanın iyi bir fikir olmadığını biliyordu. Zaman kaybetmek, sadece adamlarını gereksiz tehlikeye sokardı.

 

“Sadece bekle Lyuu... Baban geliyor.”

 

Vergillus, yumruklarını sıkmış, onun dönüşünü bekleyen adamlara doğru hızla ilerliyordu.

 

***

 

“Zorla geçeceğiz! Dostlarınıza ve kendinize güvenin! Ama yalnız savaşmayın! Birlikte çalışın!” Vergillus büyülü kılıcını savurup yakınındaki bir canavarı keserken, bir dizi emir ve cesaretlendirici söz bağırmıştı.

 

Kılıcı, Kurt Dişi, halkının genellikle Köpek Kılıcı adını taktığı, nispeten iyi bilinen bir silahtı. Namı, sadece önemli görülen savaşlarda kullanılmasından geliyordu; şeften şefe aktarıldığı için, etkinliğini nesiller boyunca sergilemişti. Vergillus, kılıcı önlem olsun diye yanında getirmişti. Buna karşın, hala üzücü bir şekilde, yeterli gelmemişti.

 

Uğursuz Orman’ın Yüce Ejderha’nın yaşadığı yer olduğunu biliyordu. Ve başka birinin kendi toprağı olarak hak iddia edemeyecek kadar tehlikeli bir yer olduğunu da. Ama ormanı yine de çok fazla hafife almıştı. Her ne kadar henüz tamamını gezmemiş olsa da, savaş kurtlarının, ormanın yemek zincirinin tepesinin yakınlarında bile olmadığını, acı bir şekilde farkına varmıştı.

 

Çoğu canavar istilasına uğramış bölgeler, zincirin en tepesindeki yırtıcının, türü ne olursa olsun, bölgedeki diğer tüm canavarlardan daha daha güçlü olan canavar etrafında dönerdi. Normal şartlar altında, her bir bölgede bu kalibrede sadece bir tane canavar olurdu. Ama Uğursuz Orman farklıydı. Uğursuz Orman’ın bütün yaratıkları, doğal habitatlarına bırakılırlarsa, ekosistemleri ele geçirebilecek ve zincirin en tepesindeki yırtıcı olabilecek kadar güçlüydü.

 

Savaş kurtları, orman sınırları içinde sadece tek bir gün geçirmişlerdi. Ama bir sürü yaralıları vardı. Vergillus’un yanında getirdiği adamlardan üçte biri zarar görmüştü ve bazısı öyle yaralanmıştı ki, hareket edecek durumda değillerdi. Tamamen silinmeleri, sadece bir an meselesiydi.

 

Bu düşünceler kafasından geçerken, savaş kurtlarının yakınlarında bulunan canavar sayısında azalma olduğunu fark etmişti. Kısa süre içinde, sessizlik tepe yapmıştı. Yakınlardaki her bir canavar, sanki tamamen kaybolmuştu.

 

Düşüncelerini derinlemesine irdeleyip, seçeneklerini değerlendirmek için mükemmel bir fırsattı. Öyle de yaptı.

 

Kızını kurtarmak istiyordu. En kısa sürede. Her ne kadar itiraf etmek istemese de, kurtarmak için ondan geriye pek bir şey kalmadığını biliyordu. Hala hayatta olduğuna dair hiçbir garanti yoktu.

 

Ama adamları emindi. Risklerin farkında olmalarına rağmen önerisini hemen kabul etmişlerdi. Şeflerinin emirlerine uymanın görevleri olduğunu söylemişlerdi. İyi adamlardı. Ve tam olarak da bu yüzden onları, zayıf bir umudun peşinde kaybetmek istemiyordu.

 

Vergillus, bir şef olarak görevini yerine getirmeli ve geri çekilme emri vermeliydi.

 

Kendi isteklerini, savaşçılarının sağlıklarına tercih etse bile, vermesi muhtemel olan bir karardı bu. Düzenleri çökmüştü. Ormanın tehlikeleriyle tekrar başa çıkabilmeleri için, askerlerinin iyileşmesi gerekiyordu.

 

Şef kararını açıklamak için kendini hazırlamıştı, ama bunu yapmadan engellenmişti... Tanımadığı bir ses tarafından.

 

“Hey buradayım.”

 

Her bir savaşçının başı, neredeyse anında konuşanın tarafına dönmüştü.

 

Adamın bir iblis olduğunu hemen anlamıştı. Gözlerinden biri kırmızı kırmızı parlarken, diğeri, genç adamın başını süsleyen saç ile aynı tuhaf renge sahipti: siyah. Özellikleri garipti, ama tamamen ve açık bir biçimde ekipmandan yoksunluğu kadar şüphelendirici değildi. İblis, herhangi aklı başında bir varlık tarafından bilinen en tehlikeli bölgelerden biri olan Uğursuz Orman’ın ortasındaydı. Buna karşın günlük kıyafetler giymişti. Ne koruyucu bir giysisi vardı, ne de hazırda olan bir silahı. Hazırda tuttuğu bir büyü bile yoktu; büyü enerjisi sakin bir durumda gibi görünüyordu.

 

Vergillus tamamen şaşırmıştı. Elinde olmadan, iblisin canına susadığını ya da ormanın sonsuz şiddeti ile karşı karşıya olmasına rağmen, tetikte kalmasına gerek duymayacak kadar fazla güçlüydü.

 

Savaş kurtları, diğer hayvansılar gibi, inanılmaz keskin duyulara sahipti. Bir kişinin kokusunu alarak, terlemesini gözlemleyerek, yüz ifadelerini okuyarak ve kas hareketlerini izleyerek, o kişinin düşman olup olmadığını anlayabiliyorlardı. Ve şüpheli görünmesine rağmen, Vergillus onun düşman olmadığını biliyordu.

 

İblisin sözleri, savaş kurtlarını, canavarların ulaşamayacağı güvenli bir yere götürebileceğini ima ediyordu. Ve bu teklifi yapmak için bilerek temas kurduğunu.

 

Vergillus iblise güvenebileceğini bilmiyordu, ama en azından, sözleri doğru gibiydi. Ekipmansız oluşu, güvenli sayılabilecek bir bölge bildiğini kanıtlıyordu. Ve muhtemelen onun harekat üssüydü. Ya da belki de bir ihtimal eviydi. Tamamen inanılmaz gibi görünüyordu. Birinin Uğursuz Orman’ın içinde yaşaması mantıklı değildi. Vergillus, dehşeti zihnine çoktan kazındığı için, bunu gayet iyi biliyordu.

 

İblis lordu deneyimli bir savaşçı olsaydı, hikayesi çok daha inanılabilir olurdu. Ama hiç öyleymiş gibi görünmüyordu. Savaş kurdu, başkalarını görünüşleriyle yargılamaması gerektiğini tabii ki biliyordu. Özellikle, genelde göründükleri gibi olmayan iblisleri.

 

İblisin savaştaki hünerinin güvenilir oluşuyla bir ilgisi yoktu tabii ki. Gerçekten yardım etme niyetinde olduğunun hala garantisi yoktu.

 

Savaşkurdu, işte bu yüzden seçeneklerini tartmıştı. Diğer adamın teklifini reddetmekle kabul etmek arasında gidip gelirken, bir anlığına dalmıştı. Eğer reddederse, adamlarını kaybederek geri çekilmek dışında bir seçeneği olmayacaktı. Ama eğer kabul ederse, kimseyi kaybetmeden önce onları tedavi edebilme şansı olurdu.

 

Ve tek faydası da bu değildi.

 

Eğer iblis gerçekten buralıysa, o zaman iblis lordu hakkında bir şeyler biliyor olma ihtimali vardı.

 

Kısa bir sürelik sessizlikten sonra, şef bir karara varmıştı. Adamlarının arasından geçti ve iblise yaklaştı.

 

“Sana güvenebilir miyiz?”

“Her iki durumda da evet diyeceğimi zaten biliyorsun, o yüzden açıkçası, ne dediğimin bir önemi olduğunu sanmıyorum.” dedim. “Ama evet, güvenebilirsiniz ve güvenmelisiniz, bana güvenin. Sizin için en iyisi bu olacak.”

 

İblisin omuz silkmesi, Vergillus’un kendine gülmesine sebep olmuştu.

 

Adam haklıydı. Ve ondan hiçbir düşmanlık sezinlemediği için, ondan şüphe duyması için hiçbir sebebi yoktu. İblisin niyetlerini gizleme sanatında yetenekli olma ihtimali tabii ki vardı, ama Vergillus bunu düşünmemeyi seçti. Aşırı şüpheci olmanın onu bir yere ulaştırmayacağını biliyordu.

 

“...Peki. Askerler, silahlarınızı indirin.”

“Hadi ama patron! Bunu yapmak zorunda değilsin! Hala devam edebiliriz!”

 

Adamlarından biri hemen kararına itiraz etmişti. Ama bu Vergillus’u kızdırmak yerine, tam tersi bir etki yapmıştı. Onu gurur hissiyle doldurmuştu.

 

“Teşekkür ederim. Hepiniz gerçekten güvenilir, tamamen sadık savaşçılarsınız. Ama çok fazlamız yaralandı. Eğer devam etmek istiyorsak dinlenmeye ihtiyacımız var.”

“...Doğru. Anladım patron.”

 

Tek muhalif de yatıştırıldıktan sonra, savaş kurtları hemen işe koyuldu. Gitmeye hazırlanıyorlardı.

 

“Demek savaş kurtlarının şefi sensin?” diye sordu iblis, şaşırmış bir şekilde.

“Öyleyim. Sana kendimi tanıtmam gerek. Ben Vergillus Gyroll, Gyroll Sürüsü’nün lideriyim. Yardımın için teşekkür ederim.” dedi savaş kurdu başını eğerek.

“Yani bu Lyuu’nun babası olduğun anlamına mı geliyor?” İblisin ağzından dökülen sözler soğukkanlı, doğal bir şeymiş gibi çıkmıştı. Patlattığı bomba hakkında en ufak bir fikri bile yok gibiydi.

“K-kızımı tanıyor musun!?”

 

Her şey yerine oturmaya başlamıştı. Yüce Ejderha’nın yuvası olmasına rağmen, iblis Uğursuz Orman’da sıradan bir şeymiş gibi dolaşıyordu. Tamamen silahsızdı, yani bu, çok güçlü olduğu anlamına geliyordu. Ve o Vergillus’un kızının ismini dahi biliyordu.

 

Bunun tek bir anlamı olabilirdi.

 

“O zaman Uğursuz Orman’ın iblis lordu sen olmalısın!”

“Evet o be--”

 

Lyuuin’i kaçırmış olan baş kötü oydu. Ve onu tahrip eden kişi.

 

“Lanet olsun sana İblis Lordu! Canını, karşılık olarak say!”

 

Bir sonuca varırr varmaz, şiddetli bir öfke Vergillus’un zihnini ele geçirmişti. Düşünceleri, kızından en kötü dostane bir şekilde bahsettiğini fark edemeyecek kadar bulanıklaşmıştı.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Shin (95 puan) Üye
2021-04-24 06:49:56
Çeviri ve edit için teşekkürler.
yusuf (157 puan) Üye
2021-03-28 12:15:25
Çevirmenlere ve redaktörlere teşekkürler. Bence bu düşünce taraflarını çok seviyorum karşı tarafın düşünce tarzlarını bilmek çok iyi oluyor :D
STERBEN (225 puan) Üye
2020-08-12 00:59:08
Bölüm için teşekkürler elinize sağlık.
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-29 18:58:26
Bölüm için teşekkürler
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-07-14 00:43:36
Çeviri için teşekkürler
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-07-13 22:07:50
Ne gereksiz detaylı bilgi için verilmiş bir bölüm yuki nin bakış açısındaki herşeyle aynı zaten yazar ne boş adamsın sen ya
alimhgg (6 puan) Üye
2021-03-17 12:23:18
@ASİLZADE, bence bu olay Nobel daha fazla bağlanmayı sağlıyor tek bir bakış açısı yerine 2-3 farklı bakış açısı her zaman daha iyidir
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-07-13 13:23:45
Çeviri ve edit için teșekkürler.
Kaptan bijon (103 puan) Üye
2020-07-13 10:52:51
Elerinize sağlık