Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

29 Ekim 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
980 Görüntülenme
Bu bölümü 27 Kişi beğendi.
Cilt 19

Fetihin Sonu - Kısım 3

İblis lordunu hızlıca analiz ettiğimde şu sonuçları aldım:

 

***

Irk: Draugr [1]

Sınıf: Hortlak Hükümdar

Seviye: 108

***

 

Maceracıların bize sağladığı bilgiler doğruydu; güçlü bir büyücüydü. Ona şahsen bakmak, kuvvet ve can statlarının tamamen dip yaptığını, ama büyünün dayandığı statlarının şaşırtıcı derecede yüksek olduğunu görmemi sağlamıştı. Gerçi, ortalama olarak Nell’den daha güçlü olsa da benim statlarım hala iki kat daha yüksekti. Tabii bu gardımı indirebileceğim anlamına gelmiyordu.

 

“B-b-b-b-b-büüüüütt-t-t-ttüüün inssssssssaaaaannlarııııı y-y-y-yoook e-e-eeettttt!”

“...Pekala, görünüşe göre birileri kafayı kesinlikle kırmış.”

 

Neredeyse derisiz parmaklarıyla kafatasını tırmalarken ciyak ciyak bağırdı. Bakışları da insanlığa karşı güttüğü kinle beslenen sesi gibi kötülükle doluydu. Başta, saf kötülüğünün bize karşı olduğunu düşünmüştüm, ama tekrar incelediğimde bunun çok uzakta, denizin ötesinde olan biri için olduğunu anladım.

 

Ruhundan sızan kötü niyetin, gösterdiği tiksintinin iblis lordu olarak sınıflandırılan birine uyduğu söylenebilirdi. Resme mükemmel bir şekilde uyuyordu. Ama bu, özünde, beni onu sorgulamaya itti. Elimde olmadan şu anki haline gelmeden önce başına gelen bütün şeyleri merak ediyordum--nefes alma yeteneğini kaybetmeden önce. Maceracıların onun tamamen kafayı sıyırmış olduğundan bahsetmiş olabileceğini düşünebilirsiniz... Bana sorarsanız biraz önemli bir şey gibi geliyor.

 

Nell şüpheli bir şekilde, “Hala onunla konuşmaya çalışmak istiyor musun...?” diye sordu.

“Bu planda birkaç ufak sorunun olduğunu biraz düşünmeye başladım, ama muhtemelen evet.”

 

Hortlak hükümdar kadar çıldırmış biriyle konuşmak, iletişim kurmakta ne kadar iyi olursanız olun, tamamen imkansız görünüyordu. En büyük engel, onu yok etmek için burada olmamıza rağmen bize bile bakmıyor oluşuydu. Ah pekala... En azından bir deneyelim. Buraya kadar gelip şansımı denememenin ne anlamı vardı, değil mi?

 

Boğazımı temizledim, en soğukkanlı, kendimi beğenmiş sırıtışımı takındım ve bir zamanlar bir insan olan şeye seslendim. “Hey iblis lordu, görünüşe göre bayağı eğleniyorsun. Eğlenceye katılmamıza ne de---oha!”

 

Bir kara alev topu hiçbir uyarı olmadan bana doğru fırladı. Ondan sıyrılabilmiş olmamın tek sebebi, büyülü gözümün yaklaşmakta olan büyü hakkında beni uyarmış olmasıydı. Piç herif!

 

“L-l-l-laaaaan-n-enet-tttt o-o-ollllllll-lsssssuuu-u-unnnnn sssss-ss-s-saaan-n-n-naaaaaa ins-ssssssss-sssss-aaaaaan! Bütütütün innnnnnnsanananlaaar ölölööllmeeeliiiiililiiiiiiiiiiiii!”

“Dostum... Bu hastalıklı bir düşünce.” Homurdanmam hızlıca bir bağırışa dönüştü. “Ve kendine gel! Ben insan bile değilim seni mankafa!”

 

Bana doğru fırlayan ilk saldırı, diğerlerinin sadece ilkiydi. Onun hemen arkasından gelen mürekkep rengi alevlerle yapılmış yaylım ateşine suyla karşılık verdim, ancak seçimim beni üzecekti.

 

Büyüsü benimkini yutmuştu. Yakıcı saldırıya maruz kaldığı anda büyük duvarımda delikler açılmaya başlamıştı. Ve ne buharlaşma yüzünden ne de ona benzeyen bir şey yüzündendi. Su sanki aynı anda hem tüketilmiş, hem rengi değişmiş ve hem de çürümeye zorlanmış gibiydi. Parlak mermilerden sadece birkaçı su tabanlı savunma mekanizması tarafından yok edilmişti. Geri kalanlar takip ettikleri mermiler tarafından yaratılmış deliklerden kolaylıkla geçip gitmişti.

 

“Siktir siktir siktir siktir!” Doğrudan hiçbir isabet almayacak kadar hızlı bir şekilde sağa sola sıçradım. Bir mermi tesadüfen tişörtümü sıyırdı. Sadece sıyırmıştı ama belli ki bu yetmişti. Tişörtüm de savunma duvarım gibi değişmeye başladı. Temas noktası hem asıl hem de en önemli nokta olması sebebiyle hızla rengini kaybetmeye başladı. Çürüme de hemen ardından gelmişti. İçten dışa hızla kendini tüketmeye başlamıştı. “Bu ne lan!?”

 

Bu durumdan uzak durmanın benim için daha iyi olduğunu bildiğim için tişörtümü çıkardım ve çok uzak bir noktaya sıçradım, saldırılarından daha kolay kaçınabileceğim bir noktaya.

 

Nell, “İyi misin!?” diye sordu. Benim aksime o, saldırıları mükemmel bir şekilde atlatabilmişti.

 

Sorusu beni güdülemişti. Hemen kendime bir göz attım ve tişört dışında tamamen sağlıklıydım. Vücudumun hiçbir kısmı büyüsünün sebep olduğu hasara maruz kalmamıştı.

 

“Evet, ben iyiyim. Görünüşe göre şu şeylerden hiçbiri tarafından vurulmamak iyi olur, ha?”

“Muhtemelen!” dedi bir başka saldırı dalgasını atlatırken.

 

Eeeevet... Diğer şeylere yaptıklarını düşününce, bir vücuda çarptığında ne olacağını düşünmeyi istediğimi hiç sanmıyorum.

 

Bir süre büyünün yapısını düşündükten sonra, öyle görünmesine karşın, onun muhtemelen bir ateş büyüsü olmadığını fark ettim. Kara büyü daha olası bir adaydı, özellikle listesinde doğrudan saldırı yapabileceği tek yetenek bu olduğu düşünülürse. Malım.

 

“Kara büyü hakkında ne biliyorsun?” Diye sordum.

 

Yaylım ateşi hala devam ediyordu, ama sadece bir yerine düzinelerce su duvarını arka arkaya fırlatarak fikir yürütmek için bir savunma koridoru kurmayı başarmıştım. Ancak bu, öylece durduğum anlamına gelmiyordu. Bir yandan bu fırsatı, Nell heyulalarla ilgilenirken etraftaki iskeletleri parçalamak için koşturarak kullanıyordum. Bu, doğal olarak kabul ettiğimiz bir iş bölümüydü. İşlem sırasında tek kelime bile etmemek, beni açıkçası bayağı rahatlanmış ve içimi özgüven ve keyifle doldurmuştu.

 

“Kara büyü genellikle lichler ve benzeri diğer yaratıklar tarafından kullanılır.” dedi. “Eğer sana isabet ederse vücudunu yavaş yavaş tüketir ve ayrıca bunama ve körlük gibi diğer hoş olmayan durumlara da sebep olabilir.” [2]

 

Ah tanrım... hastalık yapan durum etkileri mi? Öfff... hoş değil. Hem de hiç. Genel olarak konuşursak, negatif etkilere az çok bağışık sayılırım. Eğer benden zayıf herhangi biri bana negatif etki yapan bir şeyle vurmaya kalkarsa, içimdeki büyü enerjimin yoğunluğundan dolayı hiçbir şey olmaz. Ama aynısı yüzüncü seviyeye gelmiş bir iblis lordu kadar güçlü bir şey için söylenemez. Öffffff... Bütün bu çürütme saçmalığı ne can sıkıcı ya. Eğer sahip olduğum bütün lanet olası büyüleri çürütürse ona karşı kendimi nasıl savunayım lan!? Hah... pekala... Boş yapma ve eğlenme zamanım bitti artık, sanırım. Evet, siktir et. Şu kara büyü saçmalığını düşünüp durmaya sokayım. Doğrudan dalacağım.

 

“Tabii ya, Nell, bu bana şeyi hatırlattı. Sana hiç en yeni büyülerimi gösterme fırsatım olmadı, değil mi?” Diye yarım bir gülüş attım. “Bu, sana küçük bir göz atma fırsatı sunmak için mükemmel bir şans.” Manamın üçte birini tek, draugrın ayaklarını yerden kesip uçuracak kadar saldırı gücüyle aşırı yüklü bir emre aktardım. “Dev Deniz Canavarı!”

 

Devasa sayılarda ruh tarafından oluşturulmuş ejderhamsı birleşim çağrıma kulak verdi ve taht odasının içinde belirdi. Mezarlığın içinde oluşturduğum toprak ejderha gibi, dev deniz canavarı da çok büyük bir devdi. Boyu öyle yüksekti ki, sadece birkaç santimetre ile tavana çarpmaktan kurtulmuştu ve bu, boynu hedefi olan hortlağa doğru eğilmiş halindeyken olmuştu.

 

Ve kısa bir gecikmenin ardından ona doğru kükredi. Arenada çınlayan hayvani çığlık öyle güçlüydü ki, kafası pek de yerinde olmayan iblis lordunun bile dikkatini çekmişti. Kafasının içinde kalmış birkaç küçük mantık kırıntısı karşısındaki tehditi tanıdığı anda bütün kara enerjisini ona doğru yönlendirdi.

 

“Nell!”

“Tamamdır! Soyutla! Ayırma Kalkanı!”

 

Özel olarak bir şey söylememe gerek bile kalmadan bani anladı ve dev deniz canavarını bir ışık kalkanıyla korudu. Onun büyüsü bile hortlağın kara büyüsünü tamamen savunmaya yetmemişti. Savunma olarak kullandığım sulu duvarların aksine, ışık gayet iyi bir iş çıkarmıştı. Nihayetinde kötücül alevlere boyun eğme işlemine başlamadan önce yaklaşık on küsur saniye kadar karanlığı uzak tutmayı başarmıştı. Kalkanının bazı kısımlarında delikler açılmış, diğer kısımları ise sanki hiç var olmamış gibi kaybolmuştu.

 

Ama bu yeterliydi.

 

Dev deniz canavarı Nell’in kazandığı zamanda bütün büyü enerjisini ağzında topladı---

 

“Saldır! Tam güç!”

 

---ve saldı.

 

Kulakları sağır eden bir patlama oldu.

 

Ejdersi perinin odayı doldurup her bir iskeleti ve heyulayı buharlaştıran nefes saldırısı tarafından yayılan kör edici ışık yüzünden hiçbir şey görülemiyordu. Biz bile ondan kaçamamıştık. Bizi uçuran artçı şok öyle tesirliydi ki, beni sanki dünyanın sonuu getiren bir fırtınaya kapılmış gibi hissettirmişti.

 

Yanımdan bir şaşkınlık çığlığı yükselince, sesin kaynağına doğru dönerken yüzümde pis bir gülümseme belirmişti.

 

“Eee, ne düşünüyorsun? Ruh büyüsü kesinlikle havalı, değil mi?”

Çılgına dönmüş bir şekilde, “Öyle, ama şimdi bunun sırası değildi! Bu kadar küçük bir odada böyle bir saldırı yapmak çılgınlık!” diye bağırdı. “Ayırma Kalkanı!”

 

İkimizi koruyacak kadar geniş yaptığından emin olduğuna bakarak beni ne kadar çok sevdiğini söyleyebilirsiniz.

 

Büyü yok olurken dev deniz canavarının kendisi de yok olmuştu. Ona sağladığım bütün manayı harcaması şeklinin bozulmasına ve yavaş yavaş yok olmasına sebep olmuştu. Ruhlar uzaklaşırken görüşümüz de nihayet berraklaşmaya başlamıştı. En sonunda aşırı güçlü saldırımın sonuçlarına tanık olmuştum.

 

“Görünüşe göre hala hayatta.” diye mırıldandım. “Daha azını beklememeliydim.”

 

Draugrın vücudunun kalan yarısı ağır hasar almış ve kavrulmuş olmasına karşın, ucu ucuna olsa da hala hayattaydı. Bir üfleme bile hortlağı devirip işini bitirmeye yeterdi. Mevcut olmayan alt vücudunu saymasak bile, işlevlerini yerine getiremeyecek kadar fazla parçasını kaybetmişti.

 

Yine de gözleri ateşli, nefretle beslenen bir tutku ile yanıyordu. Ve bana karşı değildi. Ama başka bir şeye--birisine. Bu inanılmaz güçlü hortlak yaratığını doğuran kin hala aynı şekilde mevcuttu.

 

“Anladım.” Dedim sessizce. “Gerçekten anladım dostum. Ama çoktan öldün. Her şey çoktan bitti.”

 

Zaten öldün ve olan çoktan oldu. Yaptacağın hiçbir şey yapılan her neyse, onu geri çevirmeyecek. O yüzden sadece... dur. Seni delirten bütün o şeyleri düşünmeyi kes. Artık düzeltilemeyecek her şeyi düzeltmek için bu kadar uğraşmayı kes. Artık bunu yapmana gerek yok. Çünkü, mantık dahilinde olduğu sürece, sorumluluğunu üstleneceğim ve senin yerine yapacağım. Tek yapman gereken ayaklarını uzatmak, gözlerini kapatmak ve huzur içinde dinlenmek. Bunu hak ettin. Herkes kadar.

 

Düşüncelerim zihnimden geçerken gürzümü savurdum. Ve iblis lordu masalının perdesini indirdim.

 

***

 

Nell draugrın ufalanmış kalıntılarına bakarak, “...Berbat hissediyorum.” dedi. “Bu gerçekten rahatsızlık vericiydi. Onun neden böyle olduğunu merak ediyorum...”

“Bilmiyorum, ama zindanın canavarlarının bu kadar kindar ve agresif olmalarının sebebinin o olduğunu sanıyorum.”

 

Zindanda yaşayan heyulalar ve benimkinde yaşayan üçü arasındaki farkı çözmeye çalışırken bir süre geçmişti. Ve nihayetinde, bu zindanın heyulalarının insanoğluna karşı sadece kötülük hissederken benimkiler daha nötr bir bakış açısına sahip olduğundan, vardığım sonuç, heyulaların özellikle kendilerinin farklı olmasından ziyade efendilerinin farklı olmalarıydı. Bana kalırsa, iblis lordları kendi kanından gördükleriyle iki yönlü, sözsüz olarak iletişebildiği için, bu açıklama gayet mantıklıydı.

 

“Bu şaşırtıcı derecede mantıklı geliyor.” dedi Nell. “Bu, neden Rei, Rui ve Lowe’in eşek şakalarını sevdiğini açıkalrken, Shii’nin de etrafında olan biten karşısında neden rahat ve ilgisiz olduğunu açıklıyor.”

“...Evet, öyle söyleyince nasıl hissetmem gerektiğinden pek emin olamadım.”

“Bunu inkar etmeye çalışma bile.” dedi. “Benim kadar sen de biliyorsun ki, insanlarla uğraşmayı seviyorsun ve odada olup biteni anlamamak için elinden geleni yapıyorsun.”

 

Ahahaha… evet, bunu inkar edemem. Tartışmayı kazanamayacağımı fark etmemin üzerine hızlıca boğazımı temizledim ve konuyu, dikkati kişiliğimden başka bir yere çekecek şekilde değiştirdim. “H-her neyse, hadi zindan çekirdeğini alalım da yapılacaklar listesinden bir şey daha eksilsin.”

 

Karşılık vermesini beklemeden etrafa bakmaya başladım ve hatta bana bir başka eleştiri yöneltmediğinden emin olmak için sesli bir şekilde konuşmaya başladım. “Bir bakalııım... zindan çekirdeğiii... zindan çekirdeğiii...”

 

Aradığım şeyi bulmak için bir kapıdan geçip bir zamanlar kaptan köşkü olan bir odaya girmem gerekti. Her yer cehennem gibiydi. Sanki en az bir kez ters düz edilmiş gibiydi. Ama diğer birkaç eşyanın dışında zindan çekirdeği masanın üzerinde, ortada duruyordu.

 

Yanardöner, gökkuşağı renkleriyle parıldayan benimkinin aksine bu koyu, kanlı bir kırmızı rengindeydi. Carlotta’nın isteği üzerine onu arıyorduk. Onu, hem değerli olduğundan hem de başarımızın bir simgesi olmaya yetecek bir kanıt olduğundan getirmemizi istemişti. Ama ona uzandığım anda kayboldu. Sanki doğrudan parmak uçlarımdan içeri emilmişti.

 

“Şey... Yuki?” Birkaç saniyelik sessizliğin ardından, Nell sorgulayan bir tonda bana seslenmişti.

 

Hazırlıksız yakalanan tek kişi o değildi. Ona tepki vermeden önce birkaç kez göz kırptım, ellerim ve zindan çekirdeğinin az önceki konumu arasında gözlerimi bir ileri bir geri götürdüm ve hatta orada bir şey olmadığından emin olmak için ellerimi salladım.

 

“Şeyyy... bunun olacağını ben de beklemiyordum. Hatta tam olarak ne olduğundan ben bile emin değilim. Ona dokunur dokunmaz kayboldu sanki.”

 

Hatta farkında olmadan yanlışlıka çantama atmış olmadığımdan emin olmak için envanterimi bile açtım. Şuna da bakın, orada da yok. Bir dakika...

 

Kontrol ettiğim bir sonraki şey, zindan yönetim sekmesi içeren ana menümdü. Evet... işte orada...

 

Düzenlenebiliyordu ve her zamanki şekillerde değiştirilebiliyordu; nüfuz alanını genişletebiliyor, kat ekleyebiliyor ve istediğim herhangi şekillerde değişiklikler yapabiliyordum.

 

“Dur... yani bu... artık bu zindanın benim olduğu anlamına mı geliyor...?”

Aynı miktarda kafası karışmış Nell de, “Hı? Zindanın kontrolünü mü aldın?” diye sordu.

 

Tüm menüleri kapatıp ona döndükten sonra, “Öyle görünüyor...” diye mırıldandım. “Şöyle ki, artık çekirdeği geri götüremeyecekmişiz gibi görünüyor. Ne yapsak?”

“Yapılacak bir şey olduğunu sanmıyorum... Olan oldu.”

 

Eeeeevet... bu tam da benim düşündüğüm şeydi.                                                     

Çevirmen Notu

 [1] Draugr: İskandinav Mitolojisi’nden bir hortlak türü. Yeniden yürümeye başlayan anlamına geliyormuş.

[2] Lich: Çeşitli fantastik kurgularda lich terimi hareketli ya da hareketsiz bütün cesetler için kullanılır. Rol yapma oyunlarıyla bu terimin anlamı değişmiştir. Günümüzde kullanılan lich terimi, sonsuz yaşam için nadir bulunan malzemelerle bir büyü ayini yaparak hortlağa dönüşen, ölü diriltme konusunda yetenekli büyücüler için kullanılır. Zombi ve benzeri akılsız hortlakların aksine zeka ve büyü yeteneklerine hala sahiplerdir.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
yusuf (157 puan) Üye
2021-04-02 12:55:02
Düzenlenebiliyordu ve her zamanki şekillerde değiştirilebiliyordu; nüfuz alanını genişletebiliyor, kat ekleyebiliyor ve istediğim herhangi şekillerde değişiklikler yapabiliyordum. “Dur... yani bu... artık bu zindanın benim olduğu anlamına mı geliyor...?” Aynı miktarda kafası karışmış Nell de, “Hı? Zindanın kontrolünü mü aldın?” diye sordu. Tüm menüleri kapatıp ona döndükten sonra, “Öyle görünüyor...” diye mırıldandım. “Şöyle ki, artık çekirdeği geri götüremeyecekmişiz gibi görünüyor. Ne yapsak?” “Yapılacak bir şey olduğunu sanmıyorum... Olan oldu.” Eeeeevet... bu tam da benim düşündüğüm şeydi. Neden bunun olucağı çok belliydi XD
Kunai 52 (151 puan) Üye
2020-11-01 17:02:09
Açıklama ve çeviri için teşekkürler.
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-10-31 15:53:00
Çeviri için teşekkürler
Ellas (919 puan) Üye
2020-10-30 12:26:54
Kadına nasıl açıklıyacak bunu 😑
Kalender (47 puan) Üye
2020-10-30 07:36:54
çeviri için teşekürler
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-10-29 23:48:57
Çekirdek yokoldu de bu bölge benim toprağım de geç kimse bir şey yamaz zaten. Zibillionbytes ve Residenttt nasılsınız görüşmeyeli, bir ses verin unuttunuz bizi.
Kalender (47 puan) Üye
2020-10-30 07:37:11
@ASİLZADE, overlord yenı sezon ne zaman biliyormusun
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-10-31 21:09:01
@Kalender, novelini diyorsan japoncası mevcut , ingilizce çevirileri devam ediyor ya da bitti ama türkçeye ne zaman çevrilir bilmiyorum.
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-10-29 23:04:43
Çeviri ve edit için teșekkürler.
agamoneypls (207 puan) Üye
2020-10-29 20:55:06
Beleşçilik ve Yuki. Çok anlamlı. Ejderlerde bunun kölesi olmazsa ne olam.
OkuyucuS0 (1869 puan) Üye
2020-10-29 20:50:53
Mc niye umrunda olsun oraya senin gücünü kullanmak için gönderdiler bu yuzden çekirdeği alsan sıkıntı olmaz olursa da yok et
ThisIsTurk (88 puan) Üye
2020-10-29 20:08:46
Belescilikte son nokta
Ker!m (339 puan) Üye
2020-10-29 19:54:22
Seri baya iyide, artik şu diğer ejderhalar gelse iyi olur yani hani bu adam kralları ya
OkuyucuS0 (1869 puan) Üye
2020-10-29 20:49:37
@Ker!m, olum ondan önce MC eve dönsün daha balayı yapmadı
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-10-29 23:01:57
@Ker!m, Harbi be. Șu ejderhaları bir eziklemek lazım çalıșsin köpekler.