Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

14 Mart 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1602 Görüntülenme
Bu bölümü 38 Kişi beğendi.
Cilt 2

Kaza

Beş duyumdan üçü ağır saldırılara maruz kalıyordu. Kulaklarım, tatlı kızın boğazından çıkan yoğun sese dahanmaya çalışırken, vücut sıcaklığı onun derisinden bana doğru aktarılıyordu. Sadece bir çocuk olmasına rağmen, vücut sıcaklığı standart vücut sıcaklığı otuz altı buçuk dereceden yüksekti; dokunduğu zaman hissettiğim sıcaklık yüzünden alev alabilirdim. Ama saldırıların en güçlüsü koku duyuma yapılandı. Vücudundan yayılan tatlı koku beni derin nefes almaya ve olabildiğince fazla içime çekmeye itiyordu.

 

Bitmeyecekmiş gibi gelen uzun bir sürenin sonunda, tatmin olmuş gibi içini çeken Illuna boynumdan ayrılmıştı. Teşekkürler Yuki! Bu gerçekten çok lezzetliydi!”

 

Ağzını temizlerken bir yandan gülümseyen vampir çok mutluydu. Ve tam o anda kendime gelmiştim. Yanaklarından kanın akışı öyle çekiciydi ki kaybolana kadar bakakalmıştım. Mutluluğu ve dehşet verici bu iki sahne arasındaki fark şeytanın, küçük, tatlı bir halde vücut bulması gibi bir şeydi. Daha küçük bir halinin omzumda oturup kulağıma ahlaksız teklifler fısıldayacağını neredeyse kafamda canlandırabiliyordum.

 

“H-Her zaman.” Kızın bana gösterdiği minnettarlığı gözlerimi ondan kaçırarak yanıtlamıştım. Mental yorgunluğun bir göstergesi olarak sesim yavan ve kısık çıkmıştı. Lanet olsun. Bu kan emme işini yapmak zorunda olmaktan nefret ediyordum. Yani, beni yanlış anlamayın. Kanımı Illuna’ya vermek istemediğimden değil ama tüm olay mental savunmamı zorluyormuş gibi hissediyordum. İşini bitirene kadar kendimi kontrol etmek kolay bir şey değildi. Cehennemin kapılarına sürüklenmekten kendimi alıkoymak daha kolay olurdu.

 

Dostum, Illuna korku vericiydi. Asla klasik Japon kalıbı olan “Loli’ye evet, ama dokunmak yok.” kalıbını savunan “beyefendi”lerden olmamıştım ama onun büyüsüne karşı koymak inanılmaz zor geliyordu.

 

“Kanını çok seviyorum! Gerçekten çok lezzetli ve onu içmek beni her zaman mutlu ediyor.” Kendi metaforik hayallerim yüzünden titrerken Illuna anlatmaya devam etmişti. Sesi mutlu ve bilmediğim bir sebepten ötürü yaşlı bir akrabamın küçük kardeşleri tarafından yapılmış bir yemeği övmesini anımsatmıştı.

 

“Kanın kaynağı, tadını o kadar değiştiriyor mu gerçekten?”

“Mmh! Kesinlikle!” Genç vampir söylediğini vurgulamak için olabildiğince çömelip, ayaklarını ve kollarını olabildiğince gererek doğrulmuştu. Çok sevimliydi. “Kanın gerçekten çok iyi, tadı çok yumuşak. Boğazdan geçişi de çok yumuşak! O kadar iyi ki sanırım bağımlısı oldum! Ve en iyi yanı da kanını içimde hissetmek gerçekten içimi ısıtıyor ve beni mutlu ediyor!”

“A-Anladım. Sanırım bunu bir iltifat olarak kabul etmeliyim.” Gülmeye çalıştım ve başımı salladım. Bu kadarı yeter, mola ver küçük kız. Böyle şeyleri herkesin içinde söylememen gerek. Başka birisi duyarsa beni direkt mahkemeye çıkarırlar.

“Tamam! Doyduğuma göre, dışarı gidip oynayacağım!”

“Tamam, iyi eğlenceler. Çok uzağa gitme. Ve hava kararmadan eve gel, tamam mı?”

“Tamaaam!”

 

Küçük kız taht odasından çıkarken enerjik bir şekilde cevap vermişti.

 

Döneceğini söylese de dönmemişti.

 

Güneş batalı çok olmasına rağmen...

 

***

 

“Onu bulabildin mi Rir!?” Kurt odaya girer girmez ona doğru koşup sorgulamaya başlamıştım. Rapor vermeye niyeti var gibiydi ama sorumu cevaplamak için onu bir kenara atmıştı; özür dilercesine başını sağa sola sallamıştı.

 

Sikeyim! Aklım panikten çıkmak üzere bir halde sövüp dişlerimi sıkmıştım. Nerede hata yaptım? Daha katı mı olmalıydım? Ne istediyse yapmasına izin verdim, neden şimdi bu oluyordu ki!? Hay sıçayım!

 

Endişeli olduğu belli olan Shii, gerginliğimi azaltmaya çalışır gibi bana sokuluyordu.

 

“Evet, haklısın Shii. Her şey düzelecek.” Derin nefes almaya başladım. Tamam Yuki, sakin ol. Paniklemenin kimseye bir faydası yok.

 

“Pekala. Özür dilerim. Az önce bana bir şey söylemeye mi çalışıyordun Rir?” Kendimi tamamen yatıştırdıktan sonra konuşmaya başlamıştım.

 

Illuna’nın kokusunu takip eden Rir kendi başına bir yerlere gitmediğini öğrenmişti. Bir grup insanın kokusu birden onun kokusuyla karışmış ve koku ormanın dışına doğru ilerliyordu. Bir başka deyişle, vampir kız kaçırılmıştı. Rir, orman sınırının dışına ilerleyen, bir tür vagon ya da at arabası gibi bir şeyin nispeten taze izlerini bulur bulmaz fikrimi sormak içim hemen zindana geri koşmuştu.

 

İyi düşünmüştü. Kaçıranların tam olarak ne kadar uzakta olduklarını bilmenin imkanı yoktu. Büyük bir şehre ulaştılarsa Rir’in onu geri getirirken zorlanacağından şüphem yoktu. Efsanevi bir yaratık, bir fenrir olmasına rağmen, özellikle genç bir fenrir olduğu da düşünüldüğünde, onun da sınırları vardı.

 

Illuna’nın kaçırılması gerçeği midemi bulandırsa da diğer seçenekten daha iyi bir şey olduğu belliydi. Eğer bir tür canavar tarafından saldırıya uğradıysa çok geç kalmış olabilirdik. Kaçırılmış olması hala onu kurtarmak için şansımız olduğu anlamına geliyordu. Ama böyle bir şeyi kim yapabilirdi ki?

 

Kısa bir anlık düşünce bile beni bir sonuca ulaştırmıştı. Ormanın derinliklerindeydi. Ormanın iç bölgesine yakın bir yerdeydik ve ayrıca haritayı sürekli kontrol ettiğimden Illuna’nın taht odasının yakınlarında olmayı tercih ettiğini biliyordum. Ara sıra ormanın içine ilerlese de hiç uzaklaşmazdı. Kaçıranlar onu bulmuş olmalıydı, tam tersinin olması imkansızdı.

 

İnsanlar hem Lefi’nin bölgesinin hem de etrafındaki ormanın ayak basılmamış olduğunu düşünüyordu. Bölgeye girmenin tehlikeli ve uzak kalmanın kendileri için en iyi şey olduğunu biliyorlardı. Birinin bu kadar derine sebepsiz bir şekilde gelmesinin bir manası yoktu. Kaçıranlar bir şekilde Illuna’nın burada olduğunu biliyor olmalıydı. Hedefleriin vampir kız olduğu çok belliydi. Bir başka deyişle, sorumun olabilecek tek cevabı kaçıranların köle tüccarı olduğuydu. Zindanın bir sakini olmadan kısa bir süre önce Illuna’nın kaçtığı kişiler onlardı.

 

Sorumluyu bulunca, neden kaybolduğu da belli olmuştu. Tehlikeli canavarlarla dolu bir ormanda bu kadar ileri gitmenin tek sebebi genç vampirin güzelliğiydi. Onu gerçekten iyi paraya satacakları çok belliydi. Hatta alıcıyla çoktan anlaşmışlardı ve belki de alıcı kızı bekliyordu. Ve bu... kötü olurdu. Cidden kötü olurdu. Eğer birisi çoktan onu bekliyorsa, sabaha çoktan elimden kayıp gitmiş olurdu.

 

“Lefi, etrafta hiç insan yerleşimi var mı?”

“Güneydoğu tarafında bir tane var. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, uçarak aşağı yukarı iki saat sürüyor.”

 

İki saat mi? Bu kadar mı?. Oh, bir dakika. Uçarak gitmek, kaçınman gereken şeyler olmadığı anlamına gelir, yani bu kuş uçuşu süresi olmalıydı. Öyle düşününce mantıklıydı.

 

“...”

 

Düşüncelerime devam etmeyi istiyordum ama ani bir kara, çamursu bir duyguyla uyarılmıştım. Sizi. Piçler. Hepinizi Sikeyim! Illuna’ya dokunmaya nasıl cüret edersiniz!? Sizi öyle bir sikeceğim ki öldürmem için bana yalvaracaksınız!

 

İçimde kaynayan nefret, envanterimi açıp içinden çıkardığım şeyle çiçek kılıcın halefini yaparken, etrafımı kırmızının bir tonuna boyamıştı. Özel bir şekli yoktu, ama kılıç hem güç hem de ağırlık açısından istediğim gibiydi. Birkaç insanı parçalara ayırmak için yeter de artardı. İsmi, Mor Oymalı Bıçak’tı. Efsunlama yeteneğimi bir seviye yükselterek öğrendiğim büyü halkasını ona işleyebilmiştim: Zayıf Zehir Bulaştırmak. Büyü, kılıca mana aktararak aktifleştirilebiliyor, ardından kılıç, kestiği şeye zehir bulaştırabilme yeteneği kazanıyordu.

 

Her ne kadar isminde “zayıf zehir” geçse de güçsüz anlamına gelmiyordu. Asıl adiliği veriminden geliyordu. Yani, zehrin zayıflığı, kılıca aktarılan mana miktarıyla ilgiliydi. Ve bu miktar değişkendi. Devasa mana havuzumu kullanıp kılıcı aşırı yükleme yapabildiğimi zaten doğrulamıştım. Denerken, zehir öyle güçlü hale gelmişti ki kestiğim yerin etrafı aniden morun bir tonuna dönmüştü. Beklentiyle yanıp tutuşuyordum. Daha yüksek verimliliğe sahip bir zehir büyüsünün bir kılıcı ne kadar güçlendireceğini görebilmek için sabırsızlanıyordum.

 

“Pekâlâ, hadi gidelim Rir. Illuna’nın kokusunun ne tarafa doğru gittiğini bana göster bakalım. Sana gelince Shii, senden evde kalmanı istiyorum.”

 

Yapışkan, itiraz eder şekilde titremişti.

 

“Nasıl hissettiğini biliyorum, ama böyle olmak zorunda. Üzgünüm.” dedim. “Ama merak etme. Onu eve sağ salim getireceğim.”

 

Canavarlarıma emirler verdikten sonra ejder kıza döndüm.

 

“Lefi, bana bir iyilik yapıp bizimle gelebilir misin?”

“Aksini düşüneceğini anlamadım. Evimin genç üyesinin, ailemden birinin hayatından ben de endişeleniyorum.” Sakinleşmiş bir öfkeyle gözü kapalı bir şekilde kollarını kavuşturmuştu. “Ben de saldırganlara karşılığını vermek istiyorum. Ama senden beklemeni isteyeceğim.”

“Beklemek mi? Ne için?”

“Bunu birazdan anlayacaksın.” Mağaranın ağzına dönerken korkusuz bir sırıtış Lefi’nin yüzünde belirdi. "Ne kusursuz bir zamanlama. Tam zamanında geldiler. Etrafımızda olanları topladım.”

“Neleri topladın?”

“Beni izle.”

“???”

 

Lefi’nin nereye varmak istediğini anlayamasam da dediği gibi yapıp onu mağaranın girişine kadar izledim. Baktığı yeri incelerken... ufukta bir takım noktalar gördüm. Başta ne olduklarını anlayamamıştım. Ama yeterince yaklaştıklarında onları tanıdım. Ejderhalar. Lefi, ejderhaları çağırmıştı.

 

O kadar çoklardı ki, büyüklükleri gökyüzünü kaplamaya yetmişti. Hiç biri ne bir küçük ejderha ne de diğer drakonik alt türlerdendi. Hepsi gerçek ejderhalardı. İstatistikleri, ormanın en güçlü yaratıklarının, ormanın batısında hüküm süren yaratıkların ayarındaydı.

 

“Kim onlar?”

“Sanırım onları nitelendirecek en doğru kelime... tebaam olurdu. Illuna’nın yerini bulabilmek için onların yardımını almanın yardımcı olabileceğini düşündüm. Ama, hedeflerimizde ufak değişiklikler oldu gibi.” Gümüş saçlı kızın yüzünde kendinden emin bir gülümseme belirmişti. “İnsanlar genellikle kendilerinden çok daha güçlü varlıkları tanımlamak için fazla aptallar. Eminim kapılarına öylece gitmemizin bize bir zararı olmaz, aksine onlara karşı elimiz daha da kuıvvetlenir.”

 

Demek bunda zaman yaptığı şey buydu. Lefi’nin öylece oturup sessizce zaman geçirdiğini düşünmüştüm ama kendini de aramamıza dahil ettiği ortaya çıkmıştı.

 

“Lanet olsun sana Lefi.” Yüzümde yarım bir gülümseme oluşmuştu. “Esaslı bir kadınsın gerçekten.”

“Ve bunu şimdi mi anlıyorsun?” O da yarım bir gülümsemeyle karşılık vermişti. “Zamanı geldi.”

 

Bunu inkar edemezdim. Dediklerinde haklıydı. Lefi gerçekte her zaman çok yardımcı olmuştu.

 

“Şimdi Yuki, izin verirsen küçük bir kardeşimiz olan kızı gidip almamız gerekiyor değil mi?“

“Evet, hadi gidelim. Sana güveniyorum ortak.”

 

Ejderhalara dönmeden önce, ejder kızın verdiği tek karşılık o korkusuz gülümsemesi olmuştu.

 

Sabret Illuna.

 

Hemen geliyoruz. Söz veriyorum.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Bayoku (55 puan) Üye
2021-04-18 16:30:22
Şimdi onlar düşünsün...
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-17 10:31:29
Bölüm için teşekkürler.
FikFik (110 puan) Üye
2021-02-06 02:33:28
Çeviri için teşekkürler.
shypax (132 puan) Üye
2020-10-05 21:23:41
Ejderha sürüsüyle köle tacirlerini basmak mı? Çok alfa hareket yanlız hee
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-26 00:10:40
Bölüm için teşekkürler
Damocles (222 puan) Üye
2020-07-07 10:32:30
Elinize sağlık.
Eyisha (198 puan) Üye
2020-06-03 20:50:51
Gotunuze pamuğu tikmaya geliyoruz lan
Farazgul (7 puan) Üye
2020-03-14 19:03:20
Çeviri için teşekkürler.
JNXL (1237 puan) Üye
2020-03-14 17:06:55
Baskın basanındır. :D Ellerinize sağlık, teşekkürler
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-03-14 13:00:12
Çeviri için teşekkürler