Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

14 Nisan 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1411 Görüntülenme
Bu bölümü 33 Kişi beğendi.
Cilt 7

Ara Sokaklar - 2. Kısım

Envanterimi açıp oluşturduğu uzay yarığının içine uzandım. Oradan, ancak iki elli büyük kılıç diye tasvir edebileceğim büyükçe bir silah çıkardım. Kılıç kısmı keskindi, hatta öyle keskindi ki en sert kayayı bile kağıt gibi kesecek gibi gözüküyordu. Yapıldığı metal, kapkara bir gece kadar siyah bir tonda boyanmıştı. Sanki etrafındaki ışığı soğuruyor gibi hissettiriyordu. Ancak, en önemli özelliği ne keskinliği ne de rengiydi. Bunlardan ziyade, en önemli özelliği ağırlıktı.

 

Büyük kılıç öyle ağırdı ki, ben bile onu kaldırmakta zorlanıyordum. Lanet şeyi sadece savurmak için, tüm gücümü belime ve kollarıma vermem gerekiyordu. Anormal biçimde fazla geniş olmasına rağmen, kılıç bir tür ihtişam havası veriyordu. Görkem ve boyutlarının birleşimi, kalemi hatırlatıyor gibiydi. En azından, tasarım olarak diyebiliriz.

 

İstatistik sayfası şu şekildeydi:

 

***

 

İsim: Hasai

Tanım: Yuki ismindeki İblis Lordu tarafından yapılmış kapkara bir büyük kılıç. Anormal derecede ağır ve sıradan biri tarafından savurabilmek bir yana, kaldırılamaz bile.

Kalite: A+

 

***

 

İsmindeki Japonca karakterlerden anlaşılacağı üzere, Hasai, iki kavram düşünülerek yapılmıştı: engel olma ve yıkım. Kılıç olabildiğince sert, ağır ve keskindi, ama bununla birlikte herhangi bir büyü yeteneğine sahip değildi. Kılıca herhangi bir yetenek vermek istememiştim. Şey, aslında daha çok yapamamıştım demeliyim.

 

Kılıcın yaratımı sırasında ona üç özelliği kazandırabilmek için onu aşırı derecede fazla mana ile bağlamıştım. Sonuç olarak, kılıca mana aktarmaya öylesine yoğunlaşmıştım ki, kılıç kısmına bir büyü halkası işlemeye zamanım ve büyüm kalmamıştı. Onu güçlendirmek için elimden gelenin en iyisini yapmıştım.

 

Daha iyisini yapamazdım.

 

Öfff. Onu efsunlayamadığım için biraz hayal kırıklığına uğramıştım ama yine da çok iyi bir kılıç olduğunu söyleyebilirim. En azından, bugüne kadar yaptığım en keskin kılıç olduğu kesindi.

 

“Gel bakalım dostum.” Kılıcı kaldırıp pozisyonumu ayarlarken yüzümde korkusuz bir sırıtış belirmişti. “Efsunlanmış silah mı? Hem de adam kadar şişmiş bir tane? Hadi oradan. Senin şişko kıçının aslında ne kadar işe yaramaz olduğunu göstereceğim.”

 

“Dediklerine dikkat et piç!” Kas kafa, yere ayağını vurup bana mermi gibi atılmadan önce bir sürü küfür savurmuştu. Gereksiz büyük, büyüyle güçlenmiş vücudu bana doğru yaklaşırken, boğazından delice, hayvansı bir böğürtü kopmuştu. Elindeki balta, başımı ikiye ayırmak için hareket ederken havada bir yay çizmişti.

 

Doğrudan, aşağı doğru bir vuruş yapmıştı.

 

Saldırısına, aynı şekilde kendi doğrudan saldırımla karşılık verdim. İki ayağımı altımdaki toprağa iyice sabitledim, belimi döndürdüm ve büyük kılıcımı savurarak, tekinsiz gözüken silaha hedefine ulaşmadan önce engelledim. Bir güç dalgası kollarımdan ilerledi ve yüksek bir çınlama sesi kulaklarımı doldurdu. Çarpışmanın yarattığı yüksek basınçlı rüzgar öyle güçlüydü ki sokaktan dışarı çıkmadan, vücudumun her bir parçasını ve saçlarımı darmadağın etmişti.

 

Kafa kafaya bir çarpışmaydı. Bir kaba kuvvet yarışıydı. Kılıca karşı balta.

 

Ve ben galip gelmiştim.

 

“Ne!?” Kas kafa’nın gözleri şaşkınlıktan ardına kadar açılmıştı. Gücüyle çok övünmüştü ve çektiği lanetli silah, bunu daha da ileri taşımıştı. Bununla beraber, tüm vücudunu kullanarak yaptığı aşağı doğru vuruş sayesinde zaferinin kesin olduğuna inanmaya başlamıştı. Ama sonuç olarak, silahı bir tarafa fırlamıştı.

 

Kaybetmesinin sebebi, teknik yerine gücüne çok fazla güvenmiş olması gerçeğinden başka bir şey değildi... Benim gibi teknikten yoksun birine gelecek olursak, silahını nasıl kullanacağını bilen biriyle dövüşüyor olsaydım büyük sıkıntı çekerdim.

 

“Hadi ama?” Dalga geçer gibi konuştum. “Tüm gücün bu kadar mı? Ne oldu dostum? Daha yeni başlamıştık.”

“Siktir git!”

 

Kas kafa’nın sesi sinirli gelmişti, bunu gördükten sonra sırıtarak ilk savuruşumun ivmesiyle birlikte daha ağır ikinci saldırımı güçlendirdim.

 

Güç bela tepki verebilmişti. Aşrıı büyük baltacı, vuruşumu engellemek için silahını son anda çekmeyi başarabilmişti ama acele ettiğinden doğru duruşu alamamıştı. Savunması bocalamıştı; kılıcım savunmasını aşarak kolunun kenarını kesmişti. Kan havaya püskürdü ve sokağın duvarını boyadı.

 

“Argggh! Lanet olsun!”

 

İkinci saldırımı, üçüncüsü, üçüncüsünü ise de dördüncüsü takip etti. Saldırılarım önce kısa ve şiddetliyken bir süre sonra sürekliye dönüşmüştü. Her bir vuruş öyle ağır ve güçlüydü ki savunması zayıfladığı anda onu parçalara ayıracağı kesindi. Onun aksine silahı gayet iyi durumdaydı. Kendiminkiyle defalarca vurmama rağmen ne bükülmüş ne de kırılmıştı.

 

Kas kafa’nın sonunda dezavantajlı olduğunu anlaması için bir sürü yara alması gerekmişti. Benimle yakın mesafede dövüşmekten vazgeçip, bunun yerine, belinden bir şey alıp bana doğru fırlatmıştı “Tut şunu, piç!”

 

Vücudum, onun ne olduğunu anlamadan harekete geçmiş ve onu ikiye bölmüştü. Attığı cismin içinden beyaz bir duman püskürdü ve etrafımı sararak görüşümü engelledi.

 

Kitaptaki en eski numarayı, hala var olmasının tek sebebi bilen kişi kadar da etkili olması olan numarayı yapmıştı. Bir sis perdesi yaratmıştı. Hmm. Tamamen çıldırmış gibi gözükse de her şeye rağmen mantıklı kararlar verebiliyor gibiydi.

 

Sis perdesi kıvama gelir gelmez kas adam geri çekilip sisin içinde kayboldu. Durumun kontrolünü ele geçirmek için mantıklı bir hamleydi ve sıradan biri olsam muhtemelen işe yarardı.

 

“Yerinde olmak istemezdim.” Adama doğru döndüm ve silahı sisten dışarı çıkmaya başladığı an onu savuşturdum. Benim için gayet kolay bir işti. Onu göremesem de onu sezebiliyordum. Büyülü Gözler yeteneğim sayesinde hem onun hem de baltasının etrafındaki büyü enerjisini saptayabildiğim için baltayı nereye doğrulttuğunu kolaylıkla görebiliyordum.

 

“Nasıl la---!? Kas kafa, tüm gücüyle savurduğu baltası bir kenara savrulunca şaşkınlıkla bağırmıştı. Ama sözü bitmeden onu şişledim.

 

Adamın savunmasız gövdesine kılıcı iterken kesilen et ve kırılan kemikleri kılıçta hissedebiliyordum. Hem Hasai’nin kılıç kısmı hem de birkaç litre kan, saldırının gücüyle hareketsiz kalmış adamın sırtından birbiri ardına çıkmıştı.

 

“Neden...” şiddetli öksürükleri arasında konuşurken Kas kafa’nın ağzından kızıl sıvı sıvı sızıyordu. “Neden... kaybedeyyim...?”

“Belli değil mi?” Diyerek omuz silktim. “Kaybettin, çünkü kazanmak için fazla zayıfsın.”

 

Karnından kılıcı çıkardığım anda ayakta durabilme kabiliyetini kaybetmişti. Yan tarafından girmiş yabancı cisim, onu ayakta tutan ve vücudunda kalan son kanın da akmasını engelleyen son şeydi. Sonu, iki aşamada gerçekleşti. Cansız bir şekilde yüz üstü düşmeden önce dizlerinin üzerine çöküp ölümüne direnmeye çalışmıştı. Gözlerindeki canlılık emaresi kaybolmuştu; aşırı derecede büyük adam artık aşırı derecede büyük bir cesetten fazlası değildi.

 

Baltasını kavrayan eli gevşemişti. Elinden kaydı ve yere düşerken metalik bir ses çıkardı. Hasai’deki kan ve organ parçalarını temizleyip sessizce envanterime koyarken, bakışlarımı ayağıma doğru yuvarlanan baltaya yönelttim. Dostum, bu şeyin deli gibi lanetli olduğunu anlamak için süper kabiliyetli ya da süslü yetenekli olmaya gerek yok. Ona efsunlanan kötücül enerji öyle yoğundu ki gözle görülebiliyordu. Ama...

 

 

 

“Hey Lefi.”

“Evet? Ne oldu?” Ejder kız hemen seslenmeme karşılık verdi.

“Eğer tuhaf davranmaya başlarsan beni durdur. Kolumu falan kesmen gerekse bile.”

“Pekala.” Lefi duruşunu hazırlarken anladığını belirtir şekilde başını salladı. “Halledeceğim.”

 

Ne kadar da güvenilir. Sırıttım.

 

“Sen ne yapıyor...” kahraman planımın ne olduğunun farkına varınca, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Dur! Ona dokunmayı mı planlıyorsun? Yapmaman gerek! O şey çok tehlikeli!”

 

Bana tavsiye vermeye çalışmıştı ama onu göz ardı edip bir kolumu kötücül silaha doğru uzatmıştım.

 

Parmaklarım ona değer değmez, kötülük bana doğru aktı. Bu ne lan? Sanki bu lanet şey canlı canlı kafatasımı çıkartmaya çalışıyordu!

 

Aşırı derecede öfke, kin ve acı zihnime doldu. Öfke, tüm düşüncelerimi kırmızı bir perdeyle örttü. Elime geçirdiğim ne var ne yok her şeyi yok etme hisiyle, öldürdüğüm insanların kinlerini emmeye ve bunu yakıt olarak kullanıp isteğimi daha da ileri götürme hissiyle doldum.

 

Kendi sürekli düşüşlerine, sürekli ölüm, kin ve yıkım döngülerine benim de katılmamı istiyorlardı.

 

Kes. Sesini. Tonlarca mana kullanarak, zihnime hücum eden kin dolu zırıltılardan kurtulup onu itaat etmeye zorladım. Ay götüm. Öldünüz ve şimdi de insanlardan nefret mi ediyorsunuz? Siktirin gidin. Umurumda değilsiniz. Kim olduğunuz ya da neye maruz kaldığınız umurumda değil. Artık benimsiniz. Hepiniz. Diğer eşyalarımdan farklı değilsiniz, o yüzden öyle davranın. Çenenizi kapayın ve sizi kullanmama izin verin. Bunu yaparsanız sizi yeniden canlandırıp hepinizi boktan üzüntünüzden kurtaracağım.

 

Silahın iradesini büyü enerjimle baskılamak, onu, bir tür canavarı ehlileştirir gibi ehlileştirmemi sağlamıştı. İnlemeleri azaldı ve bir süre sonra da kötülüğü etkisiz eleman haline gelecek kadar sakinleşti.

 

“Oh be” Rahat bir nefes alıp, silahı eşya kutusuna doğru fırlattım. Dostum. Eve gider gitmez Silah Dönüştürmeyi kesinlikle kullanacağım. Şu lanet kini söküp, onu daha havalı bir şeye dönüştüreceğim.

 

Öyle görünmüyor olsa da balta Silah Dönüştürme için mükemmel bir denekti. Mana geçirebildiğim diğer şeyler gibi, o da geçmişteki işlemlerden geçmediği sürece, ham madde olarak kullanılabilirdi.

 

“Pekala, bu da bitti. Dostum, bu ara sokak olayları gerçekten can sıkıcı değil mi?”

“İyi misin?” Gözleri ardına kadar açık Nell konuşmuştu. “İyi olduğuna emin misin? Seni gerçekten etkilemedi mi?”

“Yoo, iyiyim. Ben bir iblis lorduyum. Negatif etkilerle ve lanetlerle falan baş etmek benim uzmanlık alanlarımdan biridir.”

“Şey... Bunların bizim uzmanlık alanımıza girdiğinden eminim.” dedi Nell.

 

Tabii ya. Kilisenin lanetleri temizlemede falan iyi olması gayet mantıklı. Hay sıçayım, kiliseden biri olduğunu neredeyse unutuyordum. Benim hatam değil. Pek de kutsal gözükmüyor sonuçta.

 

“O iyi. Lanet onu tüketmediği için etkilenmesi pek mümkün değil.” dedi Lefi. “Ama bu konu pek de önemli değil. Söylediklerinin arkasındaki asıl niyetten emin olmayı tercih ederim Yuki.”

“Hangi söylediklerim?”

“Tabii ki benim senin kadının olduğumu ima ettiğin durumdan bahsediyorum. Bayağı cesur bir ifade, bana kalırsa.”

“Ne demişim!?”

“Kendi dediklerine pek de dikkat etmediğini anlıyorum. Pekala, senin için tekrar etmeme izin ver.” Lefi sırıttı. “Dedin ki, ““Söyle hadi. Kadınıma ne yapacaktın, tekrarlar mısın?” aynen bu şekil ve tonda söylemiştin. Bu, izlemesi gayet ilginç bir manzaraydı. Bu şehre ilk geldiğimiz zamandan beri seni hiç bu kadar öfkeli bir durumda görmemiştim.”

 

Lefi’nin beni taklit etmesi beynimi durdurmuştu. Bir dakika. Dur, dur, dur. Bunu ben mi söyledim? Haaaaaaaaaay sıçayım.

 

“B-bunu gerçekten ben mi söyledim?” Şaşkınlıktan ardına kadar açık gözlerim ve sarkmış çenemle kahramana doğru döndüm.

“Evet.” dedi Nell, bıkmış bir şekilde. “Ne demek istediğin de gayet belliydi.”

 

Gerçekten mi...? Lanet olsun. Olaya kendimi öyle kaptırmıştım ki kendimi...

 

“Ş-şey... evet, benim hatam. Sanırım seyahat arkadaşım falan demek istemişimdir. Yanlış söylemişimdir muhtemelen. Eğer canını sıkıymrmrmr....” atıp tutup birbiri ardına bahanelerimi sallarken en sonunda Lefi, lafımın ortasında ellerini yanaklarıma koyup, onları sıkıştırarak beni susturdu.

 

Avuçları hoş ve dokunması rahatlatıcıydı. Ona bakınca, aslında kızgın olmadığını fark ettim. Hatta bunun tam tersiydi. Doğrudan bana bakan gözleri, şefkat diyebileceğim bir duyguya sahipti.

 

“Özür dileme Yuki.” Ejder kız konuşurken utangaç bir şekilde gülümsüyordu. “Duymaktan hoşnut olduğum sözlerdi.”

 

Birden aptallaşmıştım. Kendimi, hiçbir şey düşünemeden ve hatta nefes bile alamadan, kızarmış cana yakın yüzüne bakar halde bulmuştum.

 

“Şey... Artık gidebilir miyiz...?” dedi kahraman.

“H-haklısın, benim hatam.” Aceleyle Lefi’den uzaklaşıp silkelenerek kahramana cevap verdim. “Sanırım gitmemiz iyi olur. Zaten çok fazla zaman kaybettik.”

Çoktan soğukkanlı haline geri dönen Lefi, “Kesinlikle. Ben de öyle düşünüyorum.” dedi. “Ben, şahsen, bir tane daha şiş yemekten memnun olurum.”

 

Evet, bu kulağa gayet iyi geliyor. Ejder kıza cevap vermek için ağzımı açacakken birkaç tane zırhlı adam sokağın girişine konuşlanmıştı.

 

“Bizler Alfyro’nun muhafızlarıyız. Eğer yerinizde kalmazsanız sizi düşman olarak addedecek ve size saldıracağız!”

 

Haay sıçayım beee. Süper. Gerçekten çok fazla zaman kaybetmiştik.

 

Bizi karşılayan silahlı askerlere bakarken yüzümü buruşturmuştum ama grubun önündeki adamı tanıyınca bunu kestim. Onu nereden tanıdığımdan emin değildim ama onu hemen tanıyamamıştım.

 

“Ne?” Gözlerimi kısarak tekrar baktım. “Ah. Sen şu orman şeyindeki yaşlı adam değil misin?”

“Ne!? Sen de---”

“Dediğini unutma.” dedim onu keserek. “Ne düşündüğünü söylememen ikimiz için de muhtemelen daha iyi olur.”

 

Muhafızların başındaki adam, benim bölgemden kaçan yaşlı adam, katliamımdan kurtulan tek bölüğün komutanı, ordudan görüşmeye zahmet ettiğim tek kişiydi.

 

“... Neden buradasın?” diye sordu muhafız. Olabildiğince soğukkanlı olmaya çalışmıştı ama sesi yine de tedirginlikle titremişti.

“Ah bilirsin işte. Yapmam gereken işler vardı. Başkanla tanışıp onunla biraz konuşmak istiyordum.”

“Dur, Alfyro’yu ziyaret etmenin asıl sebebi bu muydu Yuki?” diye sordu Nell.

“Evet. Aslında ikimiz tanışıyoruz.”

“Tamam, anlıyorum ama onlar kim?” Muhafız, bakışlarını sokakta yatan adamlara çevirdi.

“Hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim, sebepsiz bir şekilde bize saldırmaya karar vermiş olmalarıydı, ben de karşılık verdim.”

“Komutanım.” ikinci bir muhafız tanıdığım adama yaklaşıp kulağına fısıldadı.

“Bu adamlar yaptıkları iğrençliklerle bilinirler. Bir sürü suçtan kayıtları var. Söylediklerinin doğru olması muhtemel, efendim.”

 

Komutan, başını sallayarak diğer adamın söylediklerini anladı ve ekibine emir bir emir verdi, “Bu dağınıklığı, nasıl isterseniz öyle temizlemeniz için sizin sorumluluğunuza bırakıyorum.”

 

Sonra bana döndü ve kılıcını kınına yerleştirirke0n, biraz daha gergin bir şekilde benimle konuştu. “Sanırım birkaç kaba ziyaretçiyle uğraşmak zorunda kalmışsınız. Normalde sizi karakollardan birine götürüp ifadenizi almam gerekir, ama sanırım başkanın köşküne doğru gideceksiniz, o yüzden sakıncası yoksa size oraya kadar eşlik edeceğim.”

 

Vay be. Cidden, nöbette olmasına rağmen bize rehberlik mi teklif ediyordu? Şey, aslında sanırım bunu nöbette olduğu için yapıyordu. Muhtemelen bana göz kulak olmak istiyordu. Reddetmek için bir sebebim olmadığından yoldaşlarıma bakarak ne düşündüklerini anlamaya çalıştım. İkisi de bu fikre karşı çıkan bir şey demedikleri için adamın teklifini başımı sallayarak kabul ettim.

 

“Şiş yemek için bir şans tanınmasını isterim.” diye mırıldandı Lefi. Tamam. Sözümü geri alıyorum. Sanırım bu fikre karşı çıkan bir kişi var.

 

Ne yazık ki ejder kız kararımı geri alabilmem için biraz geç kalmıştı. Sonra sana alırım, ama şimdilik biraz dişini sıkıp beklemen gerekecek.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Yaoi'den_nefret_ederim (137 puan) Üye
2023-03-21 21:29:08
Bölüm için teşekkürler
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-26 18:00:31
Bölüm için teşekkürler
Damocles (222 puan) Üye
2020-07-16 22:47:20
Bu koca cahil medeniyette zeki insanlar göreceğim aklıma gelmezdi.
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-04-15 13:11:04
Çeviri için teşekkürler. Ellerinize sağlık :)
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-04-14 13:53:35
İlk yorum benden olsun hahaha...
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-04-14 13:49:07
Ceviri icin tesekkurler