Kuzeyli Asilzade ve Yırtıcı Kuş Hanımının Kar Ülkesindeki Avcılık Hayatı
Kaçınılmaz Görüşme
Yılda
bir kez davet edildiğim yabancı ülkedeki bir balo.
Aynı zamanda erkek ve kadınların evlilik adaylarını aradığı bir yerdi.
Salonun
atmosferi biraz hareketliydi. İster istemez. Erkeklerin ve kadınların sosyalleşebileceği
pek fırsat yoktu.
Arkadaşımla
sırtımı duvara yasladım, önümdeki kadın ile göz teması kurdum.
Sarı saçları düzgünce toplanmıştı ve pembe elbisesi arasından gözüken teni
parlak bir şekilde parlıyordu. Balodaki beceriksizliğinden dolayı genç
yaşlarında olduğunu tahmin etmiştim.
Yine de gençti ve bedeni çok çekiciydi. Farkında olmaksızın gözlerim
göğüslerine odaklanmıştı ama bakışlarım yukarı doğru kaydığında ve yüzüne
baktığımda gülümseyen yanakları koyu kırmızıya boyanmıştı.
-
Bunu yapabilirim!!
Bu
anlamsız bir övünmeydi ama görünüşüme kesin bir güven duyuyordum.
Dünyada nadir görülen uzun gümüş-beyaz saçlarım örgülü ve sol göğsümden aşağı
uzanıyordu. Koyu mavi gözler de sadece bizi insanlarımızda görülürdü bu yüzden
kişiliğim şüpheli olsa da sık sık gözlerimin halkımız arasında bile en güzel
olduğu konusunda övgüler alıyordum.
Bu
nedenle bakışlarım baloda oldukça farklıydı, bu yüzden sadece gülümsemem bile
kadınları çekiyordu. Yanımdaki arkadaşımın bana “Bu kadarı yeter,” dediğini
duydum ama çok umursamadım.
Yılda sadece bir kez gelen bir fırsattı. Bunun öylece geçip gitmesine izin
veremezdim.
Ama
dünyada hiçbir şey kimsenin istediği gibi gitmiyordu.
Onun
arkasında bekleyen kadın ile bir şeyler fısıldaştılar. Sonra yanaklarını utanç
içinde tutan kadın hızla ayrıldı.
“Ah~”
“‘Ah~’ değil.”
“Ama göğüsleri büyüktü.”
“Seni aptal! Bir gelin arıyorsan daha samimi bir şekilde yap!”
“Samimi davranıyorum.”
“Neyin samimi senin!?”
Üzgün
bir şekilde, giden kadının arkasından bakıyordum.
Bunun nedeni konusuna gelirsek baloya katıldığım on yıl boyunca yayılan
söylentiler yüzündendi.
Burada
kadınlar ile samimi olmuştum ve hatta bazen nişanlanmıştım. Ancak onları
memleketime geri götürdüğümde, “Bu konuşma gerçekleşmemiş gibi yapalım,”
diyordum.
“Sen,
sen zeki bir eş aramalısın.”
“Öyle kadınları sevmiyorum.”
Biz
konuşurken birdenbire kadınların çığlıklarını duyduk.
Kafamı sesin geldiğin yöne doğru çevirdiğimde kapıdan içeri giren bir subay
gördüm.
Hiçbir şey yapmamasına rağmen subay az sonra, hayranı olmuş kadınlarla
çevrelendi.
“Hah~
bu nadirdir.”
“O da kim?”
“[Kızıl Kartal]”
Arkadaşımın
verdiği bilgiye göre, ilgi odağı olan kişi bu ülkenin en ünlü subaylardan
biriydi. Savaş geçen yıl sona erdiğinden bu yana subay, bir ortak aramak için
geliyordu. Subay nadiren balolarda göründüğü için kadınlar heyecanlanmıştı.
“Ne,
bir adama mı? İlgilenmiyorum…!”
[Kızıl
Kartal]'a bakarken, yanlışlıkla göz teması kurduk.
Bu
keskin delici bakış bana yırtıcı kuşları hatırlattı.
Göz
teması kurduğumda emin olmuştum. O kişi bir kadındı.
“Aa,
aa, Richard!?” [1]
Arkadaşımın
seslenişi duymayarak balın içindeki sarhoş bir böcek gibi kadınların arasından
manevra yaptım.
Subayı
çevreleyen kalabalık iyice kızışmıştı.
“Sieg-sama,
evlendiğin doğru mu!?”
“Hayır!! Lütfen benimle evlen!!”
“Hayır, sen ne diyorsun!?”
“Hey, zorlamayın.”
“Önümden çekil! Sieg-sama'yı göremiyorum!”
Yaklaşık
yirmi kadın [Kızıl Kartal]’a yaklaşmaya çalışırken birbirlerini itiyorlardı.
Öyle ki, benim gibi bir adamın kalabalığın içine girdiğini fark etmemişlerdi.
Dahası bu ülkenin kadınları oldukça uzundu. Ayrıca yüksek topuklu ayakkabı
giydikleri için benden sadece biraz daha kısa görünüyorlardı.
Onlara
göre subay oldukça uzundu.
Kalabalığın
arasından geçerken onunla konuşmak için sakince [Kızıl Kartal]’a baktım.
Yakından
bile, tavırları kusursuzdu.
Parlak
kırmızı saçları kısa kesilmişti ve titiz bir şekilde düzleştirilmişti. Koyu gri
gözleri yanındaki olağandışı güzel bir kadına bakıyordu. Askeri dekorasyonlar
üniformasını savaşların kanıtı olarak süslüyordu. Bu boy pos ancak heybetli
olarak tanımlanabilirdi.
“Sieg-sama,
lütfen benimle evlen!”
“Bunu yapamazsın! Sieg-sama ile mutlu olacağım!”
“Sieg-sama, eğer bana gelirsen herhangi bir zorluk yaşamayacaksın.”
Teklifler
aynı anda yağıyordu, ben de katıldım.
“Ah,
lütfen benimle evlen!!”
“Sen ne diyorsun…… ha?”
Kargaşa
hızla bitti.
Onları
savsaklayan bir adamın sesi olmalıydı.
“——Ah,
bu sınır bölgelerinin Kardan Adamı (Laponya)!!”
Bu
işaret ile çevredeki kadınlar hızla dağıldı ve subayın arkasına sığındılar.
“Neden
sınır bölgelerinin Kardan Adamı (Laponya) burada!?”
“……”
Bu
biraz sertti, bana sınır bölgelerinin Kardan Adamı (Laponya) diyorlardı.
Kaosun
ortasında sadece [Kızıl Kartal] soğukkanlılığını korumuştu.
“Hildegard,
o kim?”
“O yabancı birisi, hanımım.”
“Tanıştığımıza memnun oldum!”
Onu
neşeyle selamlarken gözlerini kısarak bana baktı. Tabii ki, uyanıklığın bir
göstergesi olarak.
“……Ben
de tanıştığıma memnun oldum, hm?”
“Aynen. Tanıştığımıza memnun oldum [Kızıl Kartal]-sama!”
Subayın
arkasına saklanmış kadınlardan biri tekrar çığlık attı. Bazılarının bana, sınır
bölgelerinin Kardan Adamı (Laponya), kaba olduğumu söyleyerek hakaret
ettiklerini duydum.
‘Sınır
bölgelerinin Kardan Adamı (Laponya)’ nadir gümüş-beyaz saçlarıma ve anavatanıma
atıfta bulunan aşağılayıcı bir takma addı.
Anavatanım,
Levantret İlçesi [2] yılın yarısında karla kaplı çorak bir araziydi.
Böyle
bir bölgeye taşınacak kadın yoktu. Zaten iyi bir yer olduğunu söyleyerek
getirdiğim nişanlılarımın kaçtığı birçok örnek vardı.
Güneş
kışın asla doğmazdı ve yaz aylarında da hala biraz soğuk olurdu. Eğlence yoktu
ve nüfus her yıl azalıyordu.
Benim
şehrimde genç erkek yoktu. Bu yabancı ülkede gelin aramak için başka bir
nedendi.
Uzun
zaman önce halkımız, kendi grupları içinde evlenen ve etrafta ren geyiği
yetiştiren göçebelerdi. Ancak bu nedenle, ortalama yaşam süresi kısaldı ve daha
fazla hasta çocuk olmaya başladı, pek çok insan da çocuk sahibi olamadı.
Bunu
fark ederek yakın zamanda yarım yüzyıl önce yabancı soyları tanımaya başlamıştık.
Kont
ailesinin tek çocuğu olarak daha fazla çocuk yapmam gerekiyordu, bu yüzden
burada bir gelin arıyordum.
Sonra, kadınları memleketime geri getirip onlara memleketimi gösterdikçe 'sınır
bölgelerinin Kardan Adamı (Laponya)' takma adını kazandım.
“Yukiotoko
muydu?”
“H-Hayır. Benim adım Richard Salonen Levantret.”
“Affedersiniz. Benim adım Sieglinde von Wattin.”
——O-Olamaz,
ismi de çok güzeldi.
Göz
kamaştırıcı güzelliği nedeniyle gözlerim sanki kör olmuş gibiydi.
Sieglinde,
güç dolu bir kadındı. Bende olmayan o gözlerindeki keskin parıltıyla kalbim
çoktan onun olmuştu.
Birbirimize
ne kadar süre baktığımızı bilmiyordum fakat çığlık atmak üzereydim.
“Sieg-sama'dan
uzak dur, seni sapık kardan adam!”
“!?”
Fark
etmeden önce, bazı kadınlar bana, şarap kadehlerini üzerime dökeceklermiş gibi
yaklaşıyordu.
“Aaa!”
“……”
O
kadından tiz bir çığlık çıktı.
Elbisesinin
içinden kırmızı bir boya süzüldü.
Onu durdurmak için bileğini tuttuğum için, sıvı benim yerine ona döküldü.
Suçlama
sesleri şiddetli bir yağmur gibi yağdı. Tabii ki, o kadın yerine tüm
suçlamaları ben alıyordum.
“Aman
Tanrım!”
“Bir kadının elbisesini kirletmeye nasıl cüret edebilir?”
“Sieg-sama, ondan uzaklaş!”
“O tehlikeli!”
“……”
Elbisesi
kirlenen kadın çoktan ağlıyordu. Ben de ağlamak istiyordum.
O
gözü yaşlı kadına, Sieg nazikçe elini uzattı. Bir hizmetliye benzeyen birine
bir şeyler fısıldadıktan sonra çok geçmeden bir hizmetçi geldi ve kadını
götürdü.
Ne
kadar hızlı birisi olduğunu düşünürken o, bana da elini uzattı!
Sieg-sama,
bir kadının elbisesini kirleten birine karşı nazik olmak, bundan etkilenmiştim.
Ancak
ağzından sadece buz gibi soğuk sözler çıktı.
“—Başka
bir odada konuşalım mı?”
“!”
……Ah,
bana ciddi bir tavır mı sergiliyordu, ya da daha çok bir suç işlemiş yedek
asker gibi mi muamele görüyordum?
Bir
yırtıcı kuşun gözlerine baktığımda Sieglinde'yi bir pazarda satılmak üzere olan
bir hayvan gibi sessizce izledim.
[1]Tam
isim Ritsuharudo,
tam karşılık gelen bir isim bulamadım. Almanca bir şey
sanırım.
[2]レヴァントレット/revantoretto)