Overlord
Bir Zanaatkar ve Pazarlık- 3
“Bendeniz Büyü Krallığı hükümdarı, Büyücü
Kral Ainz Ooal Gown.”
Cüceler
sanki bir güç kaynağına yeniden bağlanmışlarcasına harekete geçtiler.
“Sizleri karşılamaktan onur duyarız, Büyü
Krallığı’nın hükümdarı, Majesteleri Ainz Ooal Gown. Size şöyle buyurabilir
miyiz? Şurada kullarınız için de koltuklar var.”
Ainz başını
salladı ve doğum günü çocuğunun mekânı dediği yere geçti. Kendine güvenerek ve
defalarca çalıştığı hareketleri yaparak oturdu. Shalltear, Aura ve Zenberu da
Ainz’in arkasına oturdular.
“O hâlde kendimizi tanıtalım. Öncelikle
ben bu ülkenin—”
Böyle devam
ederek Cüceler isimlerini söylediler.
Açılış
kazasız belasız tamamlanmıştı fakat Ainz endişelenmeden duramıyordu.
Sekiz ismi
aklında tutmak bile yeterince zordu. Bütün bu isimlere atanmış unvanları ve
yüzleri hatırlamak da işi zorlaştırıyordu.
İsimleri
hatırlamak kolaydı, ama onlara unvan ekleme kısmı onu huzursuz ediyordu. Mağara
Ustası mı yoksa Mağara ve Maden Ustası mı olduğu belirsiz unvanlar işleri daha
da kötüleştiriyordu.
Ama Ainz
onları hatırlamayı başardı. Eğer önceden başkumandandan bir şeyler duymasaydı
bunu başaramazdı.
“Lütfen size ülkemiz adına teşekkür
etmemize izin verin. Siz Majesteleri olmasaydınız, bu ülke yok olurdu.”
Bu sözleri
diyen kişi Mağara ve Maden Ustasıydı. Bütün Cüceler yanıt olarak başlarını
salladılar.
Konseyin
üyeleri sırayla liderlik yapıyordu, görünüşe göre bu seferki lider Mağara ve
Maden Ustasıydı.
“Hiç önemli değil. Başı belada olana
yardım etmek sağduyudandır.”
“Majesteleri kesinlikle yüce biri. Size
yeteneklerimiz el verdiğince yardımcı olacağız. Sizin gibi ulusumuzu, bizim iki
katımız büyüklüğündeki birliklerin karşısında yok olmaktan kurtaran birliklere
hükmeden yüce birine pek fazla yardımımız dokunmaz.”
“Hiç de bile. Ülkem askeri alanda
kesinlikle güçlü. Ancak noksan olduğumuz başka alanlar var. Eğer bana o
alanlarda yardımcı olursanız çok sevinirim.”
“Demek öyle. Majestelerine ve Büyü
Krallığı’na seve seve hizmet ederiz. Ancak bundan önce eğer sizin için de münasipse
bize ülkemizi ziyaret etme nedeninizi açıklamanızı rica ediyoruz. Başkumandan
bize zaten söyledi, fakat bir de doğrudan sizden duymak isteriz.”
Mağara ve
Maden Ustası gözlerini kıstı.
Yalanları
anlarız. Azimli olduğu gayet açıktı.
Onlardan bana
karşı iyi niyetli olmalarını bekleyemem. Uluslarımız arasındaki güç farkından
ötürü herkes tetikte kalırdı.
Aynısı Ainz
için de geçerliydi. Eğer YGGDRASIL’deki bir numaralı
lonca Seraphim, onlara Dünya Seviyesi bir eşya sunup anlaşma yapmak
istediklerini söyleseydi, Ainz de bir çeşit tuzaktan şüphelenirdi.
Bu yüzden
Cücelerin tepkisinden hoşnutsuzluk duymamıştı.
“Öncelikle uluslarımız arasında dostane
ilişkiler kurmak istiyorum. Sonrasındaysa ticaret yapmak.”
“Demek öyle.”
“Vatandaşlarınızdan biri bana temel gıda
maddelerinizin mantar ve et olduğunu söyledi, doğru mudur? Dağın eteklerinde
taze sebzeler yetiştiren çiflikler olduğunu hatırlıyorum, ama görünüşe göre
sayıları çok azmış ve çeşitlilik de pek yokmuş. Ulusum sizlere taze sebze ve
insan krallıklarıyla Büyü Krallığı’nın alkollerini sağlayabilir. Bu ilginizi
çeker mi?”
Alkol konusu
açılınca Cücelerin gözü fal taşı gibi açıldı. Bu oldukça dürüst bir tepkiydi.
“Ayrıca bu ülkenin doğudaki insan
uluslarıyla ticaret yaptığını fakat bunun büyük ölçüde olmadığını duydum.”
“Kesinlikle. Ticaretimiz yalnızca yirmi
cüce değerinde. Şu an sonsuz sayıda eşya taşıyabilen büyülü eşyalar
geliştiriyoruz.”
Tacirlerin
Lonca Ustası bu yanıtı verdi.
“Demek öyle. Tehlikeli dağ yollarında
birkaç Cüce ticaret kafilesi olduğu doğru mu?”
“Kesinlikle doğru.”
Başka bir
Cüce de bu cevabı destekledi.
“Dağ patikalarının sarplığından ve
tehlikelerinden ötürü pek fazla eşya taşıyamıyoruz. Ayrıca grup olarak hareket
etmek, canavarların dikkatini çekiyor. Avının sayısına bakmadan saldıran bir
sürü canavar var. Özellikle tepeden yapılan pusulara karşı koymak çok zor.”
Sıradan
ticaret yöntemlerinin büyük efor gerektirdiği doğruydu. İmparatorluk’un Cücelerle sınırlı ticaret yapmasının sebebi kâr
azlığıydı. Ancak onları Büyü Krallığı için kazançlı bir ticaret ortağı yapan
sebep de işte bu.
Maalesef
Büyü Krallığı’nın övünebileceği tek ihracatı namevtleriydi. Ancak Cüce ulusuna
sıradan yemekler bile iyi satılırdı.
Ne
büyüleyici bir ticaret ortağı olurlardı.
Ainz,
sorusunu sorarken içten içe pis pis sırıttı.
“Madem öyle, o zaman sizlere bizimle
ulusal ilişkiler kurmanızı öneririm. Böylece gıda ihracatı yapabiliriz.”
“...Henüz Büyü Krallığı’nın tam yerini
dahi bilmiyoruz. Eşyalarımızı oraya kendimiz getirebilir miyiz?”
“Halkınızın malı kendileri getirmesi hâlâ
çok tehlikeli olur. Sanırım ulusum düzgün bir ticaret yolu yaratıp, ulusunuzun
mallarını güvenle taşıyabilmesini sağlamalı. Bu olduğu zaman at arabaları ve
kafileler rahatlıkla ilerleyebilir. Tabii ki bu at arabaları atlar kadar narin
şeylerle çekilmeyecekler.”
“Yoksa... Namevtler mi çekecek?”
Cücelerden
biri bu soruyu sorarken yüzünde iğrenmiş bir ifade vardı.
Ainz’in hatırladığı kadarıyla o Demircibaşı’ydı.
“Kesinlikle. At arabalarının kendilerini
koruyacak güce sahip olan ve asla yorulmayan namevtler tarafından çekilmesini
teklif ediyorum. Kesinlikle harika taşıma araçları olacaklar. Açıkçası ulusumuz
onları kullanmaya çoktan başladı ve halkın verdiği tepkiler çok iyi. Ayrıca
namevtleri kullanmanın başka avantajları da var.”
Ainz tam
hevesli hevesli anlatmaya başlayacakken, Demircibaşı sözünü kesti.
“Namevtlerin yaşayan canlılara
saldırdıkları doğru değil mi?”
Ainz içten
içe suratını astı, ama yüce bir özgüvenle yanıt verdi.
“Çoğu insanın ortalama namevtler hakkında
böyle düşündüğü doğru. Ve dürüst olmam gerekirse, haklılar da. Namevtler
yaşayanlardan nefret eden ve saldıran varlıklar. Ancak!”
Ainz bu
kelimenin özellikle altını çizdi.
“Benim mutlak otoritem altındayken, Büyü
Krallığı’nın namevtleri sizlere herhangi bir sorun çıkarmazlar. Bu konuda
içiniz rahat olabilir.”
Demircibaşı’nın ağzı へ şekli aldı. Ainz’e hiç inanmıyor gibiydi.
Namevtin
tekinin ailesini falan katlettiği kötü bir anısı olmalı. Ainz bu ihtimalin
üzerine kafa yordu ve kozlarından tekini oynadı.
“Ayrıca ulusum iş gücü sağlayabilir.”
“İş gücü mü?”
“Yolculuğum esnasında Quagoa’dan kurtardığım vatandaşlarınızdan tekiyle konuştum—”
Ainz bunu
bilerek yapmamıştı, ama tamamen kaza eseri de değildi. Bu yüzden bunu sanki
onlara iyilik yapıyormuş gibi anlatmaya karar verdi.
“—Ve ülkenizin madenlerinde yapılan işleri
duydum. Cüce madenlerindeki işleri sizin yerinize namevtler yapabilir.”
“Ne?” Gerçekten
yapabilirler mi?”
Mağara ve
Maden Ustası’nın gözleri fal taşı gibi açıldı, yemi
yutmuştu.
“Tabii ki. İnsan uluslarında bu deneyi
yaptım ve başarılı oldu. Hatta onları kiralayan maden sahibi, daha fazla namevt
madenci işçi istemişti.”
Bunu ona
endişeli bir [Mesaj] yolladığında Albedo’dan duymuştu,
yani yalan değildi.
“Demek böyle şeyleri insan uluslarında
yaptınız...”
Maden ve
Mağara Ustası, saygı duyarak mırıldandı.
“Görünüşe göre ülkeniz, namevtlerin
karakteristik özelliklerine aşina...”
“Mm, daha yaygın olan özelliklerini
biliyoruz...”
Ainz, Yüce
Toprak Rahip’ine seslenmek için sesini yükseltti.
“O hâlde namevtlerin neden harika
ameleler oldukları konusunda açıklama yapmama gerek yok mu?
Cüceler
birbirleriyle bakıştılar, ardından da birbiri ardına konuşmaya başladılar.
“Majestelerinin sözleri gayet
anlaşılabilir. Eğer namevtleri güvenle kontrol edebilirsek...”
“Madenlere atanan insan gücünü yeniden
tahsis edebilmek çok etkileyici bir teklif.”
“Ancak...”
O “ancak”tan sonra gelecek kelimeler
muhtemelen gerçekten namevtlere güvenip güvenemeyeceklerine dair şüphelerini
içerecekti. Şu ana kadar kullandıkları
yöntemden farklı bir yönteme karşı şüphelenmeleri gayet doğaldı.
Ancak en
nihayetinde bu, firmasının ürünlerinin reklamı içindi ve ciddi bir anlaşmaya
varma çalışması değildi. Tabii ki eğer namevtleri amele olarak kabul ederlerse,
bu onu kesinlikle mutlu ederdi.
“Yalnızca böyle ameleler tedarik
edebileceğimi söylemek istemiştim. Namevtlere karşı olan şüphelerinizi
anlayışla karşılıyorum—”
“—Majesteleri, öncesinde namevtlerle
ilgili bir soru sormak istiyorum. Onları savunma gücü olarak satın alabilir
miyiz?”
Başkumandanın
sorusu, Cüceler arasında yaygara kopardı.
“Başkumandanım, huzurumuzu sağlamaları
için başka ulusların askeri güçlerine güvenmek çok riskli olur!”
“Bunun farkındayım. Ancak Büyü
Krallığı’nın namevtleri çok güçlüler. Onlar yanımızdayken, Quagoa’nın saldırılarından korkmamıza gerek kalmaz. Onları nihai
savunma hattı olarak satın almanın çok fazla yararı olur. Göz önünde
bulundurmamız gereken en önemli şey ulusumuzun güvenliğidir. Artık
karargâhımızı kaybetmişken, güce hiç olmadığı kadar çok ihtiyacımız var.”
“Yine de başka bir ulusun bizi
boğazlamasına izin vermek daha tehlikeli olmaz mı?!”
“Şu an böyle konulardan bahsetmenin
sırası değil!”
Demircibaşı
ve başkumandan birbirlerine öfkeyle baktılar.
“...Bu konuyu burada kapatalım. Bunları
başbaşayken konuşuruz. Bu, krallığından buralara kadar gelmiş Majestelerinin
önünde konuşulacak bir mevzu değil. Kusurumuza bakmayın Majesteleri. Bu
çatışma, Majestelerinin teklifinin çok cazip olmasından kaynaklandı ve eğer
bunu görmezden gelirseniz çok minnettar oluruz. —O
hâlde Majestelerinin ülkemizden ne istediğini öğrenebilir miyiz? Sunacak hiçbir
şeyimiz olmadığını düşünüyorum.”
“Hiç de bile. Öncelikle cevher istiyorum.
Ülkemin stokları sınırlı.”
“—Anladım,” dedi
Tacir Lonca Ustası gülümseyerek. “Demek bu yüzden
namevt ameleleri önerdiniz. Eğer büyük miktarda mineral çıkarabilirsek, o zaman
çok fazla ürünümüz olur. Yani cevher fiyatlarını düşük tutmak istiyorsunuz.
Öyle mi?”
Ainz bu
kadar ilerisini düşünmemişti, ama başını salladı ve öyleymiş gibi davrandı.
“Kesinlikle öyle. Niyetimi anladın.”
Cücelerin
sanki onlara vahiy inmiş gibi hissetmesine şaşmamalı.
“Ayrıca ulusunuzun yaptığı silah ve
zırhları da istiyorum. Cüce savaş ekipmanlarının çok kaliteli olduklarını
duydum.”
Ainz’in bu mevzuyu görüştüğü herkes bunun gerçek olduğunu
söylemişti.
Ancak
işlenmiş silahlar ve zırhlar daha pahalıydı. Eğer cücelerden alırlarsa, o zaman
Büyü Krallığı’nda daha az zırh ve silah
ustası olurdu. Eğer iki ülke arasında açık bir teknolojik farklılık varsa, o
zaman ulusun kendi teknolojik seviyesini artırması, başka bir ülkeden büyük
miktarda zırh ve silah almasından çok daha iyi olurdu.
Ancak eğer
ortada bir rekabet olmazsa, Büyü Krallığı’nın ustaları yeteneklerini
geliştirmezler. Cücelerden alınan zırhlar ve silahlar, bunun olmasını
tetikleyebilir.
Tabii ki bu
işi halletmenin birden fazla yolu var, mesela gümrük parası toplamak gibi.
Kişinin Cücelerden sürekli kâr elde ettiğine ve sürekli ithal etmediğinden emin
olması gerekmesi gibi bir sürü sıkıntı vardı.
En basit
cevap bunları Albedo ve Demiurge’un halletmesine izin
vermek olurdu. Ancak Ainz’in de kendince düşünceleri
vardı.
Planı yeni
kurulmuş Maceracılar Loncası’na yapılan satışları
sınırlamak veya onları maceracılara kiralamaktı.
Düşük
fiyatlar, maceracılar için çok ilgi çekiciydi ve onların hayatta kalması da
Büyü Krallığı’nın yararına olurdu. Eğer eski malları düşük fiyatlara
satabilirlerse, belki de maceracıların hayatta kalma oranını da
artırabilirlerdi.
“Majestelerine bunları bizimle paylaştığı
için minnettarız, fakat savaş ekipmanı konusuna anında yanıt veremeyiz. Bu
mevzuyu başka bir zaman görüşebilir miyiz?”
“Tabii ki. Bir sonuca varana dek
tartışın. Ticarete hemen başlayamasak bile üzülmeyeceğim. Astlarım zaten
kaliteli ekipmanlarla donatılmış hâldeler. Yalnızca halkım için silah ve zırh
edinmek istiyorum.”
İşte bu diye
düşündü Ainz.
Kritik an
burasıydı. Bu şehre geliş amacını tamamlama vaktiydi.
“Quagoa mevzusunu görüşelim mi?”
Ortam bir
anda gerildi.