Zanaatkâr Teknobaz

22 Haziran 2020
Çeviri: Lohengramm
Düzenleme: Lohengramm
805 Görüntülenme
Bu bölümü 8 Kişi beğendi.
Cilt 1

Tek Kişilik Ordu (1. Kısım)

Zanaatkâr Teknobaz – 35. Bölüm: Tek Kişilik Ordu (1. Kısım)

 

Fehl hayvanları uyanıp çıldırırken, varoşlardaki sessiz acı koca bir şiddet fırtınasına döndü ve onları karantina altında tutan muhafızları parçalayıp geçerek şehre indiler.

 

Ostria’nın kaosa sürüklenmesi beş dakika sürmedi, asiller kendilerini evlerine kapattılar ve halk da olabildiğince hızla kaçmaya başladı. En başta yalnızca birkaç yüz kişiydiler, ama dakikalar geçtikçe hayvanların sayısı, çılgın kükremeleri ve açlıkları yükseldi.

 

Asiller ve halk en başta vikontun bizzat adamlarını yollayıp bu kargaşayı bastıracağına inanıyorlardı. Ama Olaf’ın kalesinde toplanan asker birlikleri onları haksız çıkardı, herkes umutsuzluğa kapılmıştı.

 

Ancak Kilian yine de durmadı. Yolda yürürken birçok kişiyi kurtarabilirdi, ama durmaya tenezzül etmedi. Ölenlerin çığlıklarının onun için hiçbir önemi yoktu ve Olaf’ın malikânesine vardı.

 

Zuri, dra parçaları ve iletken maddeler, nano örümceklerin üretimi için bu üç şey hayati önem taşıyordu.

 

Dra parçaları adından da anlaşılacağı üzere doğal olarak üretilen ve saf büyü içeren parçalardı. Ülkeler bunları dra reaktörlerine, büyülü silâh ve zırhlarına güç sağlamak için kullanıyordu. Yetenekli büyücüler de bunları normalde dralarının yetmeyeceği büyüleri yapmak için kullanıyordu. Büyü çemberlerinde dra parçaları hem hayat kurtarıcı hem de birimdi.

 

İletken maddelere gelince, nanobotlar ve nano örümcekler ile örümceklerle ana örümcek arasında bağ kurulması için hayatiydiler. Otuz yıllık gaddarca yönetimi sayesinde Olaf muazzam bir servet elde etmişti. Paradan kaynağa kadarki kaynakları birçok kontunkini aşıyordu.

 

Beş milyon metrekarelik bir alanı kaplayan, doksan bin metre karelik yüzölçümüyle kalesi gerçekten büyüleyici bir yapıydı. On metreden uzun kapıları ve Olaf'ı sanki muhafızmış gibi tasvir eden iki altın heykelle, sanki zenginliğini tüm dünyaya göstermek isteyen bir aptal gibi görünüyordu. Hatta kalenin kendisi som altındandı. Bunu gören Kilian, gülümsemeden edemedi.

 

Bir insan ne kadar zevksiz olabilirdi?

 

Şu anda sarayın dış surlarının bir kilometre uzağında duruyor, girişi kaplayan elli metre yüksekliğinde duvarla karşı karşıyaydı. 45 adet otomatik dra topu duvarların üstüne konumlanmıştı, uzmanlar tarafından uzaktan kontrol ediliyordu ve istilacılara ateş etmeye hazırdı.

 

Duvarın yüzeyinde binlerce otomatik silâh, Kilian’a dönmüş haldeydi. Ancak bu savunmaya rağmen on bir bin kişilik ordu dört bir yana yayılmış, yüzlerce metrelik alanı kaplamış, girişi koruyor ve Kilian’a askeri disiplinlerini gösteriyordu.

 

Diğer dört bin kişi de surların ardındaki çeşitli işleri hallediyordu. Eğer gerekli olmasaydı Olaf savunmaya bu kadar para harcamazdı. Kilian, Olaf’ın ününü hesaba katınca böyle bir şey bekliyordu. Olaf’a göre bu on bir bin kişinin hayatının bir dra topu kadar değeri yoktu.

 

Önemi de yoktu. Ellerini cebine atan Kilian, savaş düzenine doğru ilerledi, elâ gözlü, örgülü delikanlının ortaya çıkışı çoğu halk arasından gelen askerleri şaşırttı. Otuz Küçük Tapınakçı ve iki düşük seviye Öz Tapınakçı birliklerinin önünde duruyor, iki Öz Tapınakçı, 11 bin adamı yönetiyordu.

 

Olaf’ın yüzbaşısı ve yardımcısı. Eğer işler kötüye giderse bu ikili silâhları ateşleyecek ve tapınakçı ekibini sığınağa geri götürüp diğerlerini geride bırakacaktı. Bu emir hoşlarına gitmese de vikontun emrine karşı gelemezlerdi. Ama hayvanların saldırmasını beklediklerinden, halktan birinin önce geleceğini düşünmemişlerdi.

 

“Vikontun arazisine girmenin cezası ölümdür. Evlat, bunu sen istedin.” Yüzbaşı hiç vakit harcamadı. Kendisine vikontun arazisinin bir kilometre yakınına yaklaşan herkesi öldürme emri verilmişti. Çocuğun suçlayabileceği tek şey kendi ihtiyatsızlığıydı.

 

Yüzbaşı elini kaldırdı, keskin nişancılara ateş emri verdi. Arkadya’da tapınakçı veya büyücü olmayanlar, yani aristokrasiye hizmet eden sıradan askerler, asillerin onlara sağladığı silâhlara güvenirlerdi. Bu yüzden 11 bin piyadenin tamamı tüfek sahibiydi ve gizlenmiş keskin nişancılar da nişan almışlardı.

 

Yüzbaşını görmezden gelen Kilian, ilerlemeye devam etti. Ama attığı her sakin adımla, orduyla arasındaki mesafe büyük ölçüde azalıyordu.

 

Silâhların sesi yankılanmadı, ama üç mermi Kilian’a doğru gelirken havayı yarıp geçti! Biri beynini, biri kalbini ve sonuncusu da boynunu hedefliyordu. Üçü de hedefini vurdu. Ancak askerler hiç etkilenmediğini görünce korktular.

 

Kilian’ın etini deşemeyen mermiler yere düştü.

 

Gecenin karanlığı gökyüzünü kapladı, ayı gizleyip askerlere korkunç bir ürperti saldı.

 

“Eğer toplarınıza güvenseydiniz, çoğunuz yaşardınız. Ama önden saldırmayı seçtiğinizden, sizlere acımayacağım. Bu kaba olur,” dedi Kilian ve tıpkı bir zebani gibi gülerken gözleri kana susamışlıkla parlıyordu.

 

İşte başlıyordu, saldırı, kaos ve kargaşa, kindar intikam ve insanın ruhunu heyecanlandıran günahkâr çağrı. Ancak Kilian’ın ruhunun istediği tek şey bu değildi. Ostria’daki fehl yoğunluğu zirveye ulaştığından, Kilian’ın üçüncü gözü ikinci seviyeye çıkmaya yaklaşmıştı.

 

Ve Fehl Gözü artık yalnızca kanla yıkanırsa yükselişini tamamlayabileceğini haykırıyordu!

 

Kilian’ın alnında kızıl bir kesik açıldı, üçüncü gözü ortaya çıktı, üçüncü hayatına giden yolu açan o kızıl göz!

 

“Mutant... O bir fehl mutantı!” Yüzbaşı ve tapınakçılar sersemleyerek bağırdılar. Orada Kilian’ın yaşadığı değişimleri yalnızca onlar görebiliyordu. Ama sonrasında Kilian drasının akmasına izin verdi. 11 bin kişi kendisinden yayılan draya maruz kaldı ve ezici bir baskı altına girdi. 11 bin askerin tamamı silâhlarını zar zor tutuyor, korku içinde titriyordu. Tapınakçıların da onlardan farkı yoktu!

 

Hayır, hatta drayı daha iyi anladıklarından, daha kötü hissediyorlardı!

 

Yüzbaşı zamanında Klaus’un muhafız kaptanı ve yüksek seviye Büyük Tapınakçı olan Kont Wilfried’in karşısına çıkmıştı. Ama o bile kendisine böyle bir baskı hissettirememişti! Hepsi anında bunun yüzleşebilecekleri bir düşman olmadığını fark etti ve birliklerini harekete geçirdiler!

 

“Piyadeler, saldırın!” Yüzbaşı kılıcını çekerek bağırdı. Üstüne itaatsizlik edemeyen askerler zorla korkularından kurtuldular, cesaret kazanmak için kükrediler ve Kilian’a saldırdılar!

 

Binlerce merminin havada uçarken çıkardığı korkunç ses geceye karıştı. Ancak Kilian bu mermileri saptırmaya, engellemeye bile tenezzül etmeyip yalnızca başını geriye yatırdı!

 

“Üçüncü Çember Büyüsü: Kaba Çekim!” diye bağırdı Kilian. Etrafını saran gök mavisi dra leylak rengine büründü, filizlenmiş gibi büküldü ve üç adet leylak rengi çember ortaya çıktı, çemberler Kilian’ı binlerce askeri durduracak bir cazibeyle sardı.

 

Önceki kükremeleri boğazlarında takıldı kaldı ve Kilian gözlerinin önünde mükemmelliğin vücut bulmuş hâline dönüşürken gözlerindeki korku tapınmaya dönüştü, hepsini ona sonsuza dek itaat etmeye zorladı.

 

Artık hepsi binlerce kişilik piyade bölüğünü efendileri için bir tehdit olarak görüyordu ve silâhlarını ömürlük yoldaşlarına dayadılar!

 

Silâh sesleri yeniden yankılandı, silâh atışlarının melodisinin ardından oluk oluk kanlar aktı ve askerler umutsuzca birbirlerini vurdular!

 

Bir anda 3 bin kişi yere yığıldı, diğer 2 bin kişi de kılıçlarını çekerek birbirlerine saldırdı!

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Bayoku (55 puan) Üye
2021-03-16 21:44:43
Tsk
STERBEN (225 puan) Üye
2020-06-26 13:10:35
Çeviri ve edit için teşekkürler
darys045 (56 puan) Üye
2020-06-24 11:27:02
Çeviri ve edit için teşekkürler
Eyisha (198 puan) Üye
2020-06-22 21:10:50
Offf MC gücü böyle olmalı çok tatmin edici bir bölümdü elinize sağlık