Beyazın Karanlığı

30 Mart 2020
Çeviri: .K
Düzenleme: .K
624 Görüntülenme
Bu bölümü 2 Kişi beğendi.
Cilt 1

Düşmanını seçmek

Boğaç, Rene’nin neden bu kadar direndiğini anlayamıyordu. Sonuçta Kama onu durdurmamış olsa Boğaç’ı öldürmekte tereddüt dahi etmeyecekti. Onun canı korsanlarınkinden daha değersiz mi demek oluyordu bu?

‘Hayır, öyle değil. Rene, Karmen’i öldürdüğümü düşündüğü için benden nefret ediyordu. Kendisi ile hiçbir ilişkisi bulunmayan tacirler için korsanlarla savaşmak istememesi normal.’ Yine de bu, yemini bozmayacağını söylerken neyi kastettiğini açıklamıyordu. Kama, Boğaç’a, Rene’nin geçmişte yaşadığı şeyleri anlatmıştı. Bütün o anlattıklarının içinde Rene’nin, Alex için ettiği yemin haricinde böyle bir şeyden bahsetmemişlerdi.

‘Hah! Sanki böyle bir şeyin olması mümkün de!’ diye düşündü kendi kendine Boğaç. Rene gibi kolayca öfkelenen birinin öyle bir sözü bunca zamandır tutmuş olmasına imkân yoktu.

“Rene!” Aniden Kama’nın konuşması Boğaç’ı, içinde bulunduğu yarı trans durumundan çekip aldı. Ses tonu ilk başta garip gelse de bunun sebebini hemen anlamıştı. Bir gün içerisinde kadim dili o kadar fazla duymuştu ki artık ayırt etmekte zorlanmıyordu bile.

“Onları öldür!”

“Kama?” Rene’nin sesi zorlanıyor gibi çıkıyordu. Sanki bir şey boğazını sıkıyor, ya da nefes almasını engelliyor gibiydi. “Sen, Ne…” Daha önce orada olduğunu fark etmediği bir dövme Rene’nin göğsünden bedeninin her tarafına yayılıyordu.

Kama Rene’ye bir şeyler yapıyordu, burası kesindi. Ve Boğaç, bunun iyi bir şey olduğundan şüpheliydi.

Derken Kama tekrar konuşmaya başladı. “Hepsini öldür! Korsanları öldür, tacirleri öldür! Köleleri öldür, özgürleri öldür! İyileri de kötüleri de öldür; tek birini bile sağ bırakma!”

Kama konuşmaya devam ederken Boğaç şaşkınlıkla izlemekten başka bir şey yapamadı. Birilerinin canını almaya bu kadar karşı olan birisi nasıl olur da bir anda böyle konuşabilirdi? Üstelik yalnızca korsanları değil, tacirleri de öldürmesini söylüyordu. Tacirleri kurtarmayacaksa korsanları öldürmenin anlamı neydi ki? ‘Tabi ki Rene onu dinleyecek değil ama…’ Katliam başlamadan önce Boğaç bu şekilde düşünüyordu.

Ardından Rene, ince bir tonda mırıldanmaya başladı. Sözleri, kafiyeden yoksun bir şarkıyı andırıyordu. “Soğuk ve acımasız, üzerinde gezen rüzgârlar gibi. Seni çağırdığımda gelecek misin ki? Güvendiğin kişi sana ihanet ettiğinde, Güneş’in istediği karşılık ödenmeli…”

Rene sözlerine devam etmeden önce ani bir hareketle elini, korsanların ve tacirlerin gemilerinin bulunduğu yöne doğru kaldırdı. Sanki doğa onun bu hareketini bekliyormuşçasına esen rüzgâr şiddetini arttırdı. “Rüzgarın ve dalganın ardında, istediğimi yapabilecek bir tek sensin aslında. Yaşamı yok eden ve ebediyete hükmeden gücü istiyorum senden ölümü paylaşırcasına.” Elinin etrafında birbiri ardına beliren sayısız çember kıvrılarak birleşti ve sarmal bir yapı oluşturdu. Bununla birlikte Rene’nin saçları ve kaşları açık bir mavi tonuna bürünmüştü.

“Bir şeyi çağırıyor?” dedi Boğaç kendi kendine. Kadim dilin yapabilecekleri konusunda hala tahminleri sınırlı olsa da sözleri gerçeğe çevirdiğini az çok anlamıştı. Sözlerinden de yardım istediği, yakardığı anlaşılıyordu. Asıl soru şuydu: Neyi çağırıyor? “Onu durdurmamız gerekmez mi?” diye sordu Kama’ya. Fakat Kama’ya baktığında yerde hareketsiz yattığını fark etti. “Hey! Neler oluyor?!?”

Rene, Boğaç’ın sorusuna cevap vermek yerine bakışlarını gemilerin üzerinde bir süre dolaştırdı. Denizin, Gemilerin üzerinde durduğu kısmı köpürmeye başladığında Rene tekrar sözlerine devam etti. Fakat bu sefer sesi, eskisi gibi nazik ve ince değildi. Aksine bir savaş çağrısını andırırcasına sert ve öfkeliydi. Ağzından çıkan her sözcük ölümden bir parça taşıyor, insanın kanını donduruyordu!

“Ey deniz, duy sesimi! Çağrıma cevap ver bileyip pençelerini. Karşılıkla birlikte bir ordu gelince, bilediklerinle kes düşmanlarımın nefesini!”

Aniden sudan oluşan devasa bir kamçı korsan gemilerinden birinin üzerine indi. “Ne? Rene, bunu sen mi…” Boğaç tekrardan Rene’ye baktığında konuşmaya devam edemedi. Bembeyaz kesilmiş suratı ile Rene sürekli sarsılarak ağlıyordu. Yine de ölüm şarkısını söylemeyi bırakmadı…

“…” Boğaç sonunda neler olduğunu kafasında birleştirmeyi başarmıştı. Rene’nin bu yaptığını Kama kontrol ediyordu. Kama’yı ise içinde yatan güç… Rene her ne kadar direnmeye çalışırsa çalışsın, ona karşı koyamıyordu. Gözlerinden akan yaşlar bunun fiziksel bir kanıtıydı. Boğaç’ın, Kama’nın içindeki güce karşı koyabilme gibi bir olasılığı olmadığına göre, burada yapabileceği tek bir şey vardı.

Boğaç, Rene’ye doğru ilerlerken emin olamıyordu. Daha önce hiç Rene’nin yaptığına benzer bir büyü görmemişti hayatında. ‘Elinin etrafındaki çemberi mi bozmalıyım yoksa onu olduğu yerden kıpırdatmak da işe yarar mı?’ Cevabını, bir anda önüne çıkan görünmez bir bariyere çarpınca almış oldu. Birkaç kere dokunduktan sonra hiçbir zarar görmediğini fark etti. Bu, onu daha güçlü bir şekilde itmek konusundaki cesaretini körüklemişti. Bu da bir işe yaramayınca Boğaç, bariyeri yıkmak istiyorsa ciddileşmesi gerekeceğini anladı.

Büyü gücünü kaslarına, oradan da ellerine ve parmaklarının ucuna aktarırken, delici ve ince bir şekil almasını sağladı. “Üzgünüm Rene… Bu benim canımı seninki kadar yakmayacak olsa da…”

X                     X                     X                     X                     X                     X

Kama bir süre kapıdan geçip geçmemek konusunda kararsız kaldı. İlk taşıyıcı ortalıklarda görünmediğine göre, muhtemelen içerde, Güneş’le savaşıyor olmalıydı. ‘Belki de ona yardım edebilirim.’ diye düşünüyor olsa da giderse sadece ona yük olabilirdi. Ama burada hiçbir şey yapmadan durmak da istemiyordu.

Tam kapıya doğru yaklaştığı sırada üzerine doğru uçan büyük bir şey çarparak Kama’yı dışarıya savurdu. Kama, çarpmanın etkisiyle ondan ayrılan şeye bakınca çığlık atmamak için kendini zor tuttu. Kendisine çarpan “ŞEY” İlk taşıyıcının ta kendisiydi.

Geçen sefer buraya geldiğinde de oldukça kötü görünüyordu; lakin o zaman, şu anki haline nazaran onlarca kat daha iyiydi.

İlk taşıyıcı, hala sağlam olan tek kolundan destek alarak doğrulmaya çalışırken Kama izlemekten başka bir şey yapamıyordu. İki kanadı, bir kolu ve gövdesinin yarısı yok olmuştu ve buna rağmen acı çekiyor veya hareket etmekte zorlanıyor gibi görünmüyordu.

“Birazcık dinlenmeme izin verseydin keşke.” Dedi İlk taşıyıcı buruk bir kahkaha ile.

Kama, İlk taşıyıcının kendi kendine mi yoksa Güneşle mi konuştuğunu anlayamıyordu. ‘Delirdi mi ki acaba? Veya başından beri deli miydi?’ Böylesine yaralar alıp mücadeleye devam ettiğin bir savaşta delirmemek elde miydi ki?

“Ama şu anda bunlar önemli değil, ha?” İlk taşıyıcı gözlerini kapadıktan sonra derin bir iç çekti. “Geliyor…”

“Güneş mi?!?” diye sordu Kama panikle.

“Evet, ama…” Daha İlk taşıyıcı sözünü bitiremeden yer sallanmaya başladı. Sanki dünya altından kayıp gitmeye çalışıyor gibiydi. “Neyse boş ver! Ayak bağı olmamaya çalış!”

Kapılar ağır bir hareketle açılırken, içinden saydam, devasa bir el çıktı. Yalnızca bir parmağı bile Kama’nın boyunda olan el, mavi bir hale ile kaplanmıştı ve içinde minik yıldızları andıran binlerce kıvılcım vardı. El, kapılardan birini kavradıktan sonra hemen ardından diğer bir el öbür kapıya asılarak kendini dışarıya doğru çekmeye başladı.

“Bununla mı savaşacağız?!?” diye bağırdı Kama panikle.

“Biz değil, ben savaşacağım!” dedi İlk taşıyıcı.

“Ama…” Kama tam karşı gelecekken kalbini korkuyla dolduran bir ses boşlukta yankılandı.

“Savaşmak?” Ses kötücül bir kahkaha attıktan sonra devam etti. “Savaş denilen şey karşılıklı olur eski taşıyıcım… Ve sen bunun için fazla güçsüzsün!”

“Göreceğiz…” İlk taşıyıcı kesik kesik alıp verdiği soluklarının arasında hırlayarak karşılık verdi. “Hala kullanmadığım bir kozum var!”

‘Blöf mü yapıyor?’ diye düşündü Kama. ‘Ama bunun bir faydası olmaz… O zaman gerçekten de…’

“Ve bu kozum oldukça basit.” Diye devam etti İlk taşıyıcı. “SAHİP OLDUĞUM BÜTÜN GÜCÜ TEK SEFERDE SALMAK!” İlk taşıyıcı elinde devasa bir enerji topu oluştururken, eller bedenin geri kalanını dışarı çekmiş ve onları kontrol eden devasa gövdeyi açığa çıkarmıştı.

İlk taşıyıcının avcunun içindeki enerji topu kıpkırmızı bir renge sahipti. Yavaş yavaş küçülürken rengi belirgin bir şekilde açılıyordu. Birkaç saniye içerisinde elinin üstünde duran, bir elmadan çok da büyük olmayan bembeyaz bir küre haline gelmişti.

İlk taşıyıcı bir savaş çığlığı ile gerilerek enerji topunu Güneşe doğru fırlattı. Müthiş bir ışık patlamasının ardından Kama neredeyse kör olmuştu. ‘Başardı mı?’

Enerji topundan gelen bütün ışığa rağmen Kama kendini ona bakmaya zorladı. Tam olarak seçemese bile enerji topunun etrafını bir şeyin sardığı açıktı. Kürenin rengi turuncuya dönerken boyutu neredeyse bir evinki kadar büyümüştü.

Kama, daha da büyüyeceğini ve ilk baştaki haline geri döneceğini sansa da enerji topu büyümeyi bıraktı ve öylece kalakaldı. İçinde parıldayan kızıla çalan turuncu özü, onun küçük bir güneşi andırmasını sağlıyordu. Bu sırada Kama, enerji topunun etrafını saran şeyin ne olduğunu anlayabilmişti. Güneş’in, bir insanınkine benzeyen parmaklarının şekli değişmiş, yerine bir ejderhanın pençeleri gelmişti.

“Fena değil… Fakat! Beni durdurabilmek için yetmez!” Pençeler, minik yıldızı bir su balonu gibi patlattığında yayılan enerji büyük bir şok dalgası oluşturarak Kama ve İlk taşıyıcıyı metrelerce uzağa fırlattı.

Kama yaşadığı şoku atlatır atlatmaz ayağa kalkarak İlk taşıyıcıya doğru koştu. ‘Neden?!? Daha önce onu kontrol edebiliyorken şimdi neden kaybediyordu ki?’

İlk taşıyıcının yanına vardığında çoktan kendinden geçmiş olduğunu fark etti. Parçalanmış bedenini sırtına aldıktan sonra duraksamadan Güneşten kaçmaya başladı. ‘Sakin ol!’ dedi kendi kendine. ‘Ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun o bedenle bizi yakalayamaz.’ Kendine bunları ne kadar söylerse söylesin Güneş’in istediği anda onları yakalayabileceğini biliyordu. Üzerinde bulundukları boşlukta ne saklanabilecekleri kuytu bir köşe, ne de onun görüş açısından çıkabilecekleri herhangi bir yer yoktu. Yapacağı saldırıların menzilini tam olarak kestiremese bile aralarındaki mesafe o kadar da fazla değildi. Yani yapacağı herhangi bir saldırıyla onları vurması işten bile değildi.

“Belki de savuşturabilirim…” Nedenini tam olarak bilmese bile Kama şu anda kendini aşırı güçlü hissediyordu. Attığı her adımda metrelerce ilerliyor ve bunu İlk taşıyıcı sırtındayken yapıyordu. “Hatta belki de…”

“Deneme bile.” Diye düşüncelerinin arasına girdi İlk taşıyıcı.

“Uyandın mı?” dedi Kama.

“Evet…” Bir süre bekledikten sonra konuşmasına devam etti. “Şunu bilmelisin ki fiziksel saldırıların ona neredeyse hiçbir etkisi olmayacak…”

“Senin yaptığın şeyin de pek bir etkisi olmadı gerçi.” Diye karşılık verdi Kama.

“Evet… Olmadı…” Sesi çoktan vaz geçmiş birininki gibi çıkmıştı.

“…” Kama bir an ne söyleyeceğini düşündü. “Şimdi pes edemezsin!” dedi sonra birden.

“NE YAPMAMI BEKLİYORSUN?” diye bağırdı İlk taşıyıcı kulağının dibinde. “Sahip olduğum bütün güçle ona saldırmama rağmen etkilenmiyor bile! Üstelik şu anda hareket edebilecek gücüm bile yok!”

“Daha önce onu nasıl yeniyordun?”

“Daha önce bu bedenin efendisi bendim! Şimdiyse…” İlk taşıyıcı söylediklerinin ne anlama geldiğini fark etmiş olacak ki devam etmedi.

“Yapabileceğim bir şey var mı?”

“Hayır. Ama bir süre beklersek gücümü geri toplayabilirim. O zaman onu yenebileceğimi düşünüyorum.”

“Peki bu ne kadar sürer?”

“Gerçek dünyada otuz saatten biraz daha fazla zaman geçecektir muhtemelen.”

“O kadar bekleyemeyiz…” Kama düşünmeye başladı. Daha önceden, bedenin sahibi İlk taşıyıcıyken o, Güneşe karşı durabilmişti. Şimdi bu güç Kama’daydı fakat onu kullanabilecek ne yeteneği ne de bilgisi vardı. “Anılarımızı birleştirirsek… Kesinlikle yok olacak mıyım?” dedi Kama huzursuzca.

“Kesinlikle evet. Onu ben de düşünmüştüm fakat bu seçenek ihtimal dışı.”

“Peki ya hepsini birleştirmesek?”

“Nasıl yani?”

“Ya yalnızca ufak bir kısmını, bedenin seni tanımasını sağlayacak kadarlık bir kısmını birleştirirsek?”

“Bu şekilde savaşı kazansak bile senin anılarınla benimkiler bir şekilde karışacaklar. Geri ayrılamayacak bir şekilde.”

“Daha önce kendi anılarını bedeninden ayırmamış mıydın?” diye sordu Kama.

“Evet… Ama bu, ikimizin de var olduğu bir anıyı ayırmaktan tamamen farklı bir şey.” Dedi İlk taşıyıcı. “O anıların hangi kısmının senin, hangisinin benim olduğunu anlamam imkânsız. Düşündüğün kadar kolay değil yani…”

Kama koşmaya devam ederken zihni yıldırım gibi çalışıyordu. “Ya o anılar çok eski olursa? Kendinin olduğundan şüphe duyamayacağın kadar sana özel? O zaman onları benimkilerden ayırabilir misin?”

“Hayır… Belki… Bilmiyorum…”

“Şey… Başka bir çözüm yolu var gibi görünmüyor.” Dedi Kama. “Denemeden bilemeyiz.”

“Bu yaptığımız şeyin sonucunda delirebilirsin diyorum.” Dedi İlk taşıyıcı ciddi bir şekilde. “Kişilik bozukluğu, hafıza kaybı ve daha birçok yan etkisi olabilir. Her şeyden önemlisi eğer başaramazsam yok olabilirsin. Buna rağmen ne…”

“BUNLARI SÖYLEMEN HİÇBİR ŞEYİ DEĞİŞTİRMİYOR!” diye bağırdı Kama aniden durarak. “Güneş’in neden hala bize saldırmadığını anlamadın mı?”

“…?”

“Çünkü gerçek dünya da bedenimi o yönetiyor. Neler yaptığını tahmin bile edemesem de bunlar olurken elimiz kolumuz bağlı bir şekilde oturmaktan başka bir şey yapmıyoruz!”

“Ama…”

“Ama ne? Korkmadığımı mı düşünüyorsun? Deli olduğumu mu düşünüyorsun? Sana şunu söyleyeceğim. Şu anda o kadar korkuyorum ki kalbim duracak. Ölmek veya yok olmak istemiyorum! Ama benim yüzümden, duygularımı bastıramadığım için dışarıda birileri ölmemeli! Bu yüzden…”

“Anladım!” diye sözünü kesti İlk taşıyıcı. “Anladım… Ama bu yüzden başına kötü bir şey gelirse beni suçlama…”

Kama başını sallayarak onayladı. Kaçarkenki hızını bu sefer Güneşe doğru koşmak için kullanıyordu. Garip bir şekilde aklına, yıllar önce –her ne kadar öz olmasa bile- annesinin okuduğu bir masal geldi.

Alex’in Rene’yi öldürüp dünyayı kurtardığını söyleyen bir masal. İnsanlığın kahramanı ve kötülüğün yok edicisi… Kama o zamanlar Alex gibi ejderhaları öldüren bir şövalye olabilmeyi çok istemişti.

‘Belki oğlun bir ejderha öldüremedi.’ diye düşündü kendi kendine. ‘Ama birilerini kurtarabileceksem bunun çok ta bir önemi yok, değil mi? Acaba bu da beni bir kahraman yapar mı ki?’

X                     X                     X                     X                     X                     X

“Büyüyü hazırlamam biraz zaman alacak.” Dedi İlk taşıyıcı. Kama’nın sırtından inmiş ve kendi başına koşabilecek duruma gelmişti. “Hazır olduğunda sana işaret vereceğim. O zaman bana dokunduğun anda birleşme başlayacak.”

“Neden burada yapmıyorsun? Önce şu anıları birleştirme işini yapsak da sonra savaşmaya gitsek olmaz mı?”

“Büyünün olabildiğince kısa sürmesini istiyorum. Böylesi hem senin hem de benim için daha güvenli olacak.”

“Hani burada büyü yapamıyordun?” diye sordu Kama.

“Bu yalnızca anılarımızı ayrı tutmak için aldığım bir önlemdi. Aslında…” İlk taşıyıcı bir an duraksadı. Bunu şimdi neden anlatıyordu ki? “Neyse, daha sonra açıklarım. Şimdilik önümüzdeki savaşa odaklanalım.” Diye devam etti.

Kama da ısrar etmedi. İkisi de biliyordu ki şu anda önemli olan tek şey Güneşi yenmekti.

Güneş’e doğru ilerlerken “Sanırım fazla hızlı büyüdün.” dedi İlk taşıyıcı garip bir ses tonuyla.

“Nasıl yani?”

“Yani, daha yeni böyle bir gücün olduğunu öğreniyorsun, o gücün kaynağı tarafından ele geçiriyorsun; sonunda ölüm olmasına rağmen Dünya’yı kurtarabilmek için çabalıyorsun…” İlk taşıyıcı listenin devamını getirmese de Kama’nın olgunlaştığını söylemek istiyordu.

“Dünya’yı kurtarmak mı?” diye sordu Kama anlamamış gibi. “Şey, sanırım haklısın, ama bunu asıl yapma sebebim farklı… Güneş’i ne pahasına olursa olsun yenmek istiyorum; çünkü yenemezsem Rene beni durdurmak için gerçek dünyada kendisini tehlikeye atmak zorunda kalır…”

İlk taşıyıcı’nın Kama’ya karşı duyduğu saygı bu sözlerle daha da artmıştı. Her ne kadar bu sözler aynı zamanda ‘İşin ucu Rene’ye dokunmazsa Dünya yok olsa da umurumda olmaz.’ ile aynı anlama gelse de bir yandan da Rene yaşadığı sürece onu koruyacağı anlamına geliyordu. Daha önce kendisi de benzeri duygular yaşamış olsa da hiç bu kadar kararlı olamamıştı. ‘Onun gibi olsaydım o zaman ölen kişi o değil ben olurdum belki de…’ Uzun adımlarla koşarken Kama’yı süzmeye devam etti.

“Ne?”

“Yok bir şey…” Belki ona başka bir zaman yaşadıklarını anlatabilirdi. Böylece o da ileride aynı şeyleri yaşamamış olurdu. Ama şimdi savaş zamanıydı…

İkili Güneş’in olduğu yere varmadan önce İlk taşıyıcı bedeninin tamamını yenilemişti. Fakat bu yalnızca görüntüden ibaretti. Aslında harcadığı gücün yalnızca ufak bir kısmını geri kazanabilmişti. ‘Şimdilik bununla idare etmem gerekecek… Kama’yla anılarımız birleşmeye başladığı anda gücümü istediğim kadar yenileyebilirim.’ Fakat işin asıl zor kısmı Güneş’i –yenebilirlerse- yendikten sonra gelecekti. Kama’nın anılarını kendininkilerden ayırması oldukça zor bir işti. ‘Umarım her şey iyi gider…’

X                     X                     X                     X                     X                     X

Birkaç saniye içerisinde tekrardan Güneş, görüş alanlarına girmişti.

“Bu?” diye şaşkınlıkla işaret etti Kama.

“Evet… Onun diğer görünüşlerinden birisi… Tıpkı bizim gibi, gücümüzün kaynağı olan o da istediği ırkın şekline bürünebiliyor.” İlk taşıyıcının sözüne karşın bu, bir ırk demek için fazla karmaşık bir yapıydı. Şeytanların pençelerini ve boynuzlarını, Ejderhaların kuyruklarını ve benzer şekilde başka bir sürü canlı türünün parçalarını dişil bir beden üzerinde taşıyordu.

Yine de bu bedene “yetişkin” demek çok doğru olmazdı. Görünüşü küçük bir çocuğunkinden çok da farklı değildi sonuçta.

“Geri gelmenizi beklemiyordum.” Dedi Güneş sakince.

“Ben de geri gelmeyi düşünmüyordum.” Dedi İlk taşıyıcı. “Ama oldukça yakından tanıdığım birisi beni ikna etmeyi başardı.”

Güneş’in bakışları İlk taşıyıcıdan Kama’nın üzerine doğru kayarken “Onun beni yenemeyeceğini biliyor olman gerekir…” dedi. “Sen de yenemezsin…”

“Güzellikle sorarsak belki savaşmaya gerek kalmaz diye düşünmüştüm.” Dedi Kama sakince.

“Yanlış düşünmüşsün.”

“Hiçbir yolu yok mu?” diye ısrar etti Kama.

“İmkansız.” Dedi Güneş gülümseyerek. Gülümsemesi zalimlik veya mutluluk dolu değil, zoraki bir gülümsemeydi. Sanki yaptığı her hareket acı veriyor gibi. “Size kaç kere anlatmaya çalıştım… Ama beni dinlemediniz…”

‘Neyden bahsediyor bu?’ diye düşündü Kama. “Hey, senin amacın ne?” diye bağırdı.

“Amacım?” diye sordu Güneş.

“Neden beni ele geçirmeye çalışıyorsun? Dünya üzerindeki canlıları boşu boşuna öldürmek için değil sanırım…”

“Bunu öğrenmenin sana faydası olacağını mı düşünüyorsun?” Güneş’in suratı hafifçe asılırken bakışları İlk taşıyıcıya kaydı. “O öğrendi ve hiçbir şey değişmedi…”

“Belki, gerçek amacını öğrenebilirsem orta bir yol bulabiliriz.”

“Kama, değil mi? Yada en azından o insanın sana verdiği isim bu…” Güneş gözlerini kapayarak başını hafifçe aşağı eğdi. “Şunu unutma, senin yapmak istediğin şeyler ve benim yapmak istediğim şeyler birbirine tamamen zıt. Benim korumak istediğim şeyi sen yok etmek istiyorsun.”

Kama, İlk taşıyıcıya baktığında İlk taşıyıcı hazır olduğunu belirten işareti göndermişti.

“O zaman savaşmaktan başka seçeneğimiz yok.” İlk taşıyıcı’nın elinden çıkan sürekli bir yıldırım doğrudan Güneş’e doğru yöneldi. Lakin o, bu saldırıdan hiç etkilenmiyormuşçasına elini kaldırdı ve önünde bir bariyer oluşturdu.

“Daha önce de söylemiştim sana, eski taşıyıcım… Beni yenemezsin…”

“Seni o yenmeyecek… Ben de yenmeyeceğim…” Kama ağır adımlarla İlk taşıyıcıyla aralarında bulunan kısa mesafeyi kaparken konuşmayı sürdürüyordu. “Biz yeneceğiz!” Elini İlk taşıyıcının omzuna koyduğu anda, zihnine binlerce görüntü, ses ve duygu yığını akın etti. Kama bunların hiçbirini tam olarak algılayamıyordu. Bazıları sinir ve öfke gibi tehlikeli duygularla dolu iken bazıları ise mutluluk ve üzüntünün karışımını içeriyordu.

Gözleri açık olmasına rağmen etrafı nedense daha karanlık gelmeye başladı. Üzerinde durduğu beyaz boşluk yerini zifiri bir siyaha bırakmıştı. Öyle ki Kama artık yalnızca sesleri algılayabiliyordu. Yıldırımlar, patlamalar ve daha birçok karmaşık ses karmaşasından neler olduğunu anlayamıyordu.

“HAYIIIR!” Güneş’ten gelen bu ses Kama’nın, İlk taşıyıcı’nın başardığını anlamasını sağlamıştı.

“Sanırım artık gidebilirsin…” dedi İlk taşıyıcının sesi.

Bir anda bütün duyuları geri gelmişti. Yerde yatan bedeninin her bir parçası tarif edilemez bir acıyla kavruluyordu. Fakat bu acı aynı zamanda gerçek dünyaya geldiğinin bir işaretiydi. Yine de bütün bu acının kaynağının zihninde verilen savaş olduğunu biliyordu. Bedeninde en ufak bir çizik bile yoktu çünkü.

Kendini zorlayarak ayağa kalktığında gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü.

‘Duygularına hakim ol!’ İlk taşıyıcının sesi zihninde yankılanırken Kama, hala gördüğü şeyleri idrak etmeye çalışıyordu.

Birkaç metre önünde Boğaç, tam bir dönüşüm geçirmiş şekilde ayakta dikiliyordu. Boyunun normalde olduğundan biraz daha uzun olmasının yanı sıra kafasının iki yanından çıkan bir çift boynuzun teki kırıktı ve sırtında da yarasanınkilere benzeyen kanatları vardı. Kırık olan boynuzu silik bir hale ile tamamlanmış, ayaklarının yerini ise toynaklar almıştı. Dizlerinin dibinde onlarca insan yatıyordu fakat o kadar insanın arasında Kama’nın gözüne çarpan tek bir kişi olmuştu. “Rene!”

Boğaç önce Kama’ya, sonra Rene’ye ve sonra tekrardan Kama’ya baktıktan sonra “Açıklayabilirim!” dedi umutsuzca.

Kama çoktan Boğaç’ın ayaklarının dibinde yatan Rene’nin yanına koşmuş, başının ve belinin altından kavrayarak hafifçe kaldırmıştı. İlk taşıyıcının söylediği gibi ‘Duygularına hakim olmaya’ çalışarak Boğaç’a karşılık verdi. “Açıkla…” Ağzından çıkan her bir hece hırlamayı andırıyordu.

“Gerçekten mi? Tamam o zaman… Yaklaşık bir saat kadar önce sen aniden bayıldın ve…” Kama’nın kucağındaki Rene aniden hareket edince konuşmayı bıraktı.

“Rene! İyi misin?”

“Dokunma bana!” dedi Rene, Kama’nın eline hızlı bir tokat atarken. Bir anda ayağa kalkmış, geminin arka kısmına doğru ilerlemeye başlamıştı. “Bir an gerçekten de sana güvenmiştim… Bana ihanet etmeyeceğine…”

Rene’nin etrafında siyah dumanlar girdaplanmaya başladığında, Kama izlemekten başka bir şey yapamamıştı. O içeride Güneş’le yüzleşirken dışarıda tam olarak ne olmuştu? “Ben sana asla…”

“SUS!” diye bağırdı Rene aniden kadim dilde. Sözcükler ağzından çıktığı gibi Kama, yerine çivilenmişçesine kalakaldı. Tek bir parmağını dahi oynatamıyor, hatta nefes dahi alamıyordu. Sonra etraftaki hava yavaşça yumuşamaya başlayınca Rene tekrardan konuşmaya başladı. “Aslında ne düşünüyorum biliyor musun? Suç sende değil… Sana güvendiğim için bütün suç bende…” Etrafında toplanan kara duman bir anda dağılmış ve yerini saf karanlıktan oluşan ejderhaya bırakmıştı. Rene bu forma büründükten sonra bir an bile beklemeden uçarak uzaklaşmaya başladı.

Zaten İlk taşıyıcının anılarının zihninde bıraktığı etkiyle kafası karışan Kama, geminin güvertesinde Rene’nin uçuşunu izlerken “Ne yaptım ben?” diye sordu bir fısıltıyla kendi kendine.

Uyandığında, güverte kanlarla kaplıyken Rene ve kendisi yara almamış şekilde üzerinde duruyordu. Burada oldukça sıcak bir savaş yaşanmıştı belli ki. Taraflardan birinin Boğaç olduğu aşikârken diğer tarafı tam olarak anlayamıyordu Kama. Güvertede korsanların, kölelerin ve tüccarların cesetleri birbirine karışmışken, geminin etrafında molozlardan bir yığın yüzüyordu.

Bir anlık değerlendirmeyle bile Boğaç’ın onları koruduğunu söyleyebilirdi Kama.

Zihni az önce olanları algılamaya çalıştığı sırada, Boğaç’ın yaklaşırken toynaklarından çıkardığı ses odaklanabildiği tek şeydi. “Gemiyi demirledim, yani geri dönmekte sorun yaşamayacaksın.”

“Geri dönmek derken? Ben, az önce sana… Seni… Öldürecektim…” Kama, yapacak olduğu şeyi düşündüğünde bile midesinin bulandığını hissediyordu.

“Hala yaşadığıma göre sorun yok.”

“Kendimi kaybedip sana saldırabilme ihtimalimi hiç düşünmüyor musun?”

“Bana saldırmak mı?” Boğaç bir anlığına pes bir kıkırdama koydu. “Ben bir şeytan kralıyım! Kendimi senden koruyabileceğimi düşünüyorum…” Yüzündeki gülümseme ciddi anlamda Kama’yı korkutmuştu. Sanki ‘Hadi kendini kaybet te biraz kapışalım.’ Der gibiydi. Bir süre geçmesine karşın Kama hiçbir şey söylemeyince yüzündeki gülümseme silindi ve ciddi bir şekilde “Aslında, sana bu kadar yakın davranmamın bir sebebi de senin bana benziyor olman…”

“…”

“Şeytanlarla alakalı anlattığım her şey başlangıçta benim de başıma gelmişti. Daha konuşmayı bile bilmediğim zamanlarda arkamda cesetlerden bir yığın bırakmıştım…” Boğaç bir anlığına duraksadı “Senin de aynı kaderi paylaşmanı istemiyorum. Aslına bakarsan, dünyadaki hiç kimsenin bu kaderi yaşamasını istemiyorum…” Derin bir iç çektikten sonra Rene’nin uzaklaşmış olduğu yöne doğru baktı. “Rene hakkında ne düşündüğünü biliyorum ama onu takip edersen karşılaşacağın kader benimki gibi olacak.”

“Sen Karmen ile karşılaştığında öyle mi olmuştu?”

“Ne? Hayır, bu tamamen farklı bir mesele!”

“Aslında oldukça benzer.”

“Değil, Karmen karşılaştığım bütün varlıklar içinde adalete en çok düşkün olan kişi. Her zaman için doğru olduğuna inandığı şeyi savunur, haksız yere kimseyi incitmez, hak edenlereyse cezasını verirken tereddüt bile etmez.

Rene ise… Şey, sana karşı açık konuşacağım Kama… Rene daha önce çok fazla kişiyi öldürmüş. Bunların arasında pekala ölümü hak edenler kadar etmeyenler de vardı… Üzerindeki ölüm kokusundan ve gözlerindeki suçluluk dolu bakışlardan bunu sen bile anlayabilirsin.”

“Ama o da benim gibi!”

“O da senin gibi falan değil!” diye bağırdı Boğaç. “İkiniz de taşıyıcı olabilirsiniz belki, ama onun seninle uzaktan yakından bir alakası yok!”

“Yine de ben onu seviyorum!”

Boğaç elini burnuna götürerek bir süre bekledikten sonra konuştu. “Bak, seni anlıyorum. Daha gençsin, hayatında annen ve kardeşin haricinde hiçbir kadınla karşılaşmamışsın…”

“Ondan değil!”

“Yani gördüğün ilk kıza aşık olman…”

“Sana ondan değil dedim!” Kama bağırırken ayaklarının altındaki tahtaların çatırdadığını duydu. ‘Fazla öfkelenmemeliyim…’ Daha sonra kendisini sakinleştirerek tekrar konuştu. “Ondan değil… Sana, ailemden ayrılırken nasıl hissettiğimi anlatmıştım, değil mi?” Boğaç hafifçe kafa sallayınca devam etti. Belli ki az önceki öfke patlaması onu şaşırtmıştı. “O sırada Rene bana sarıldığında gerçekten çok rahatlamış hissettim… Ayrılmak artık o kadar da zor gelmemeye başlamıştı.”

“Muhtemelen bir büyü yapmıştır. Kadim dil ile…”

“Bunu ben de biliyorum. Ama bir düşünsene, Rene kadar güçlü birisi neden öyle bir büyü yapsın ki? Bütün ailemi öldürüp elini kolunu sallaya sallaya istediği şeyi elde edebilirdi. Hatta beni öldürmesi onun için çok daha kolay olurdu. Dünyayı korumakla uğraşması gerekmezdi artık… Neden böyle yapmadığını biliyor musun?”

“Şey… Bilmiyorum…”

“Biliyorsun...” Kama bir anlığına duraksadı. “Ve ben de Rene’yi bu yüzden seviyorum.”

 “Bunu söyleyeceğini bildiğimden gemiyi demirlemiştim zaten…” Boğaç’ın sesi, çoktan kararlaştırılmış bir şeyden kaynaklanan umutsuzlukla doluydu. “Yine de belki seni ikna edebilirim diye düşünmüştüm.”

“Edemeyeceğini biliyorsun.” Diye karşılık verdi Kama.

“Öyleyse neden burada bekliyorsun?”

“Bilmiyorum.” dedi Kama. “Belki kısa bir süre de olsa yalnız kalmaya ihtiyacı vardır diye düşündüm.”

‘Onu yalnız bırakmamalısın. Eğer bırakırsan kendi anılarını silebilir.’ İlk taşıyıcının sesi zihninde yankılandı.

“Haklı olabilirsin.” Dedi İlk taşıyıcıyı duyamayan Boğaç. “Dediğin gibi…”

“Bir saniye!” diye sözünü kesti Kama. ‘Ne demek istiyorsun? Anılarını silebilir derken neyi kastettin!?!’

‘Dediğim gibi. Yeminini bozduğunu unutmak için kendi anılarından o anları silebilir. Daha önce benzer bir şey yapmıştı.’

‘Bu o kadar kötü bir şey mi?’ diye sordu Kama.

‘Her anı kişinin ruhunda bir yeri doldurur. O anılar yok olduğu zaman ruhunda da kapatılması imkânsız yaralar açar.’

‘Onu engellemedin mi!?’ dedi Kama.

‘Bu pek mümkün değil. Sonuçta kendi anıları… İstediğini yapmakta özgür.’

‘Madem öyle düşünüyorsun, o zaman neden onu yalnız bırakmamam gerektiğini bana söyledin? Hiçbir şey söylemeseydin bundan haberim bile olmayacaktı.’ İlk taşıyıcının ona haber vermesinin bir sebebi olmalıydı.

‘Ben… Bilmiyorum… Belki de kafam karıştı; anılarım seninkilerle birleşince…’

Kama İlk taşıyıcının sözlerini umursamadan Rene’nin uçtuğu yöne doğru koştu. Rene çoktan ufukta kaybolmuştu.

Boğaç iç çekti. “Yani her şeyin sonunda peşinden gideceksin…”

“Ona yetişmek için bir yol bulmam gerek.”

“Bence çoktan bir yol buldun.” Dedi Boğaç arkasından.

“Haklısın. Beni Rene’ye taşıyabilir misin?” diye sordu Boğaç’a.

“Yani… Nasıl desem ki?” Boğaç’ın buna pek de hevesli olmadığını bir bakışta fark etmişti.

“Senin kanatların yok mu!?!” soru ağzından çıkarken istemsiz olarak bağırmıştı. Rene gittikçe uzaklaşıyordu.

“Kanatlarım var ama. Birisini taşımıyorken bile bir ejderhanın uçma hızına yetişmem mümkün değil.”

Kama kendine tekrar tekrar sakin olmasını söylerken Rene’ye ulaşmanın bir yolunu arıyordu. Onun kendi anılarını silmesine izin veremezdi. “Bir yolu olmalı!”

“Şey…” Boğaç bir an söyleyeceklerini düşünür gibi yaptıktan sonra “Sen de bir taşıyıcı olduğuna göre, düşünmüştüm ki…” dedi. Bakışlarından, bunu görmek için can attığı belli oluyordu.

Kama, Boğaç’ın ne demek istediğini hemen anladı. ‘Anılarımızı birleştirdiğimiz için artık sen de bedenim üzerinde hüküm sahibisin değil mi?’ diye sordu İlk taşıyıcıya.

İlk taşıyıcı temkinli bir şekilde yanıtladı. ‘Evet…’

‘Beni ejderhaya dönüştürebilir misin?’

‘Belki… Ama bu kalan bütün enerjimi tüketecektir. Buna karşın kesin bir başarı söz konusu değil. Başarsam bile bir süreliğine uykuya dalmam gerekecek… Yaklaşık bir saat kadar.’

‘Önemli değil.’

‘Eğer uykuya dalarsam, uyuduğum süre boyunca anılarımız birleşmeye devam edecek. uyandığımda anılarımın seninkilerden ayırmam da bir o kadar zorlaşacak. Hatta belki imkansız hale gelecek.’

‘Önemli değil dedim!’ Fakat Kama bir an duraksadı. İçine bir şüphe düşmüştü. ‘Bekle! Eğer sen uykuya dalarsan Güneş’i kim tutacak?’

‘O konuda endişelenmen gereksiz. Güneş de benim gibi gücünün neredeyse tamamını az önceki savaşımızda harcadı. Sen özellikle bunun için uğraşmazsan ele geçirilmen imkânsız gibi bir şey.’

‘Özellikle uğraşmak derken…’

‘Bunu şey gibi düşün; bir karınca, bir insanı ittirerek bir yere götürmek istiyor. Tabi ki karınca böyle bir şey yapamaz… Ama insan, karıncanın istediği yere kendisi gidebilir.’

‘Anladım.’ Kama güvertenin ortasına kadar geriledikten sonra aniden koşmaya başladı. Pruvanın en son kalasına basarak atlayabildiği en uzak noktaya atladıktan sonra İlk taşıyıcının sesi zihninde yankılandı. ‘Bol Şans… İhtiyacın olacak…’

 

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-22 00:17:27
Emekleriniz için teşekkürler.
Redafornv2 (1278 puan) Üye
2020-04-01 18:44:02
Muqqemmeldi yazar_sama