Beyazın Karanlığı
Düşmanını seçmek
Boğaç, Rene’nin neden bu kadar
direndiğini anlayamıyordu. Sonuçta Kama onu durdurmamış olsa Boğaç’ı öldürmekte
tereddüt dahi etmeyecekti. Onun canı korsanlarınkinden daha değersiz mi demek
oluyordu bu?
‘Hayır, öyle değil. Rene, Karmen’i öldürdüğümü düşündüğü
için benden nefret ediyordu. Kendisi ile hiçbir ilişkisi bulunmayan tacirler
için korsanlarla savaşmak istememesi normal.’ Yine
de bu, yemini bozmayacağını söylerken neyi kastettiğini açıklamıyordu. Kama,
Boğaç’a, Rene’nin geçmişte yaşadığı şeyleri anlatmıştı. Bütün o anlattıklarının
içinde Rene’nin, Alex için ettiği yemin haricinde böyle bir şeyden
bahsetmemişlerdi.
‘Hah! Sanki böyle bir şeyin olması mümkün de!’ diye
düşündü kendi kendine Boğaç. Rene gibi kolayca öfkelenen birinin öyle bir sözü
bunca zamandır tutmuş olmasına imkân yoktu.
“Rene!” Aniden Kama’nın konuşması
Boğaç’ı, içinde bulunduğu yarı trans durumundan çekip aldı. Ses tonu ilk başta
garip gelse de bunun sebebini hemen anlamıştı. Bir gün içerisinde kadim dili o
kadar fazla duymuştu ki artık ayırt etmekte zorlanmıyordu bile.
“Onları öldür!”
“Kama?” Rene’nin sesi zorlanıyor gibi
çıkıyordu. Sanki bir şey boğazını sıkıyor, ya da nefes almasını engelliyor
gibiydi. “Sen, Ne…” Daha önce orada olduğunu fark etmediği bir dövme Rene’nin
göğsünden bedeninin her tarafına yayılıyordu.
Kama Rene’ye bir şeyler yapıyordu,
burası kesindi. Ve Boğaç, bunun iyi bir şey olduğundan şüpheliydi.
Derken Kama tekrar konuşmaya başladı.
“Hepsini öldür! Korsanları öldür, tacirleri öldür! Köleleri öldür, özgürleri
öldür! İyileri de kötüleri de öldür; tek birini bile sağ bırakma!”
Kama konuşmaya devam ederken Boğaç
şaşkınlıkla izlemekten başka bir şey yapamadı. Birilerinin canını almaya bu
kadar karşı olan birisi nasıl olur da bir anda böyle konuşabilirdi? Üstelik
yalnızca korsanları değil, tacirleri de öldürmesini söylüyordu. Tacirleri
kurtarmayacaksa korsanları öldürmenin anlamı neydi ki? ‘Tabi ki Rene onu dinleyecek
değil ama…’ Katliam başlamadan önce Boğaç bu şekilde düşünüyordu.
Ardından Rene, ince bir tonda
mırıldanmaya başladı. Sözleri, kafiyeden yoksun bir şarkıyı andırıyordu. “Soğuk
ve acımasız, üzerinde gezen rüzgârlar gibi. Seni çağırdığımda gelecek misin ki?
Güvendiğin kişi sana ihanet ettiğinde, Güneş’in istediği karşılık ödenmeli…”
Rene sözlerine devam etmeden önce ani
bir hareketle elini, korsanların ve tacirlerin gemilerinin bulunduğu yöne doğru
kaldırdı. Sanki doğa onun bu hareketini bekliyormuşçasına esen rüzgâr şiddetini
arttırdı. “Rüzgarın ve dalganın ardında, istediğimi yapabilecek bir tek sensin
aslında. Yaşamı yok eden ve ebediyete hükmeden gücü istiyorum senden ölümü
paylaşırcasına.” Elinin etrafında birbiri ardına beliren sayısız çember
kıvrılarak birleşti ve sarmal bir yapı oluşturdu. Bununla birlikte Rene’nin
saçları ve kaşları açık bir mavi tonuna bürünmüştü.
“Bir şeyi çağırıyor?” dedi Boğaç kendi
kendine. Kadim dilin yapabilecekleri konusunda hala tahminleri sınırlı olsa da
sözleri gerçeğe çevirdiğini az çok anlamıştı. Sözlerinden de yardım istediği,
yakardığı anlaşılıyordu. Asıl soru şuydu: Neyi çağırıyor? “Onu durdurmamız
gerekmez mi?” diye sordu Kama’ya. Fakat Kama’ya baktığında yerde hareketsiz
yattığını fark etti. “Hey! Neler oluyor?!?”
Rene, Boğaç’ın sorusuna cevap vermek
yerine bakışlarını gemilerin üzerinde bir süre dolaştırdı. Denizin, Gemilerin
üzerinde durduğu kısmı köpürmeye başladığında Rene tekrar sözlerine devam etti.
Fakat bu sefer sesi, eskisi gibi nazik ve ince değildi. Aksine bir savaş
çağrısını andırırcasına sert ve öfkeliydi. Ağzından çıkan her sözcük ölümden bir
parça taşıyor, insanın kanını donduruyordu!
“Ey deniz, duy sesimi! Çağrıma cevap
ver bileyip pençelerini. Karşılıkla birlikte bir ordu gelince, bilediklerinle
kes düşmanlarımın nefesini!”
Aniden sudan oluşan devasa bir kamçı
korsan gemilerinden birinin üzerine indi. “Ne? Rene, bunu sen mi…” Boğaç
tekrardan Rene’ye baktığında konuşmaya devam edemedi. Bembeyaz kesilmiş suratı
ile Rene sürekli sarsılarak ağlıyordu. Yine de ölüm şarkısını söylemeyi
bırakmadı…
“…” Boğaç sonunda neler olduğunu
kafasında birleştirmeyi başarmıştı. Rene’nin bu yaptığını Kama kontrol
ediyordu. Kama’yı ise içinde yatan güç… Rene her ne kadar direnmeye çalışırsa
çalışsın, ona karşı koyamıyordu. Gözlerinden akan yaşlar bunun fiziksel bir
kanıtıydı. Boğaç’ın, Kama’nın içindeki güce karşı koyabilme gibi bir olasılığı
olmadığına göre, burada yapabileceği tek bir şey vardı.
Boğaç, Rene’ye doğru ilerlerken emin
olamıyordu. Daha önce hiç Rene’nin yaptığına benzer bir büyü görmemişti
hayatında. ‘Elinin etrafındaki çemberi mi bozmalıyım yoksa onu olduğu yerden
kıpırdatmak da işe yarar mı?’ Cevabını, bir anda önüne çıkan görünmez bir
bariyere çarpınca almış oldu. Birkaç kere dokunduktan sonra hiçbir zarar
görmediğini fark etti. Bu, onu daha güçlü bir şekilde itmek konusundaki
cesaretini körüklemişti. Bu da bir işe yaramayınca Boğaç, bariyeri yıkmak
istiyorsa ciddileşmesi gerekeceğini anladı.
Büyü gücünü kaslarına, oradan da
ellerine ve parmaklarının ucuna aktarırken, delici ve ince bir şekil almasını
sağladı. “Üzgünüm Rene… Bu benim canımı seninki kadar yakmayacak olsa da…”
X X X X X X
Kama bir süre kapıdan geçip geçmemek
konusunda kararsız kaldı. İlk taşıyıcı ortalıklarda görünmediğine göre,
muhtemelen içerde, Güneş’le savaşıyor olmalıydı. ‘Belki de ona yardım edebilirim.’
diye düşünüyor olsa da giderse sadece ona yük olabilirdi. Ama burada
hiçbir şey yapmadan durmak da istemiyordu.
Tam kapıya doğru yaklaştığı sırada
üzerine doğru uçan büyük bir şey çarparak Kama’yı dışarıya savurdu. Kama,
çarpmanın etkisiyle ondan ayrılan şeye bakınca çığlık atmamak için kendini zor
tuttu. Kendisine çarpan “ŞEY” İlk taşıyıcının ta kendisiydi.
Geçen sefer buraya geldiğinde de
oldukça kötü görünüyordu; lakin o zaman, şu anki haline nazaran onlarca kat
daha iyiydi.
İlk taşıyıcı, hala sağlam olan tek
kolundan destek alarak doğrulmaya çalışırken Kama izlemekten başka bir şey
yapamıyordu. İki kanadı, bir kolu ve gövdesinin yarısı yok olmuştu ve buna
rağmen acı çekiyor veya hareket etmekte zorlanıyor gibi görünmüyordu.
“Birazcık dinlenmeme izin verseydin
keşke.” Dedi İlk taşıyıcı buruk bir kahkaha ile.
Kama, İlk taşıyıcının kendi kendine mi
yoksa Güneşle mi konuştuğunu anlayamıyordu. ‘Delirdi mi ki acaba? Veya
başından beri deli miydi?’ Böylesine yaralar alıp mücadeleye devam
ettiğin bir savaşta delirmemek elde miydi ki?
“Ama şu anda bunlar önemli değil, ha?”
İlk taşıyıcı gözlerini kapadıktan sonra derin bir iç çekti. “Geliyor…”
“Güneş mi?!?” diye sordu Kama panikle.
“Evet, ama…” Daha İlk taşıyıcı sözünü
bitiremeden yer sallanmaya başladı. Sanki dünya altından kayıp gitmeye
çalışıyor gibiydi. “Neyse boş ver! Ayak bağı olmamaya çalış!”
Kapılar ağır bir hareketle açılırken,
içinden saydam, devasa bir el çıktı. Yalnızca bir parmağı bile Kama’nın boyunda
olan el, mavi bir hale ile kaplanmıştı ve içinde minik yıldızları andıran
binlerce kıvılcım vardı. El, kapılardan birini kavradıktan sonra hemen ardından
diğer bir el öbür kapıya asılarak kendini dışarıya doğru çekmeye başladı.
“Bununla mı savaşacağız?!?” diye
bağırdı Kama panikle.
“Biz değil, ben savaşacağım!” dedi İlk taşıyıcı.
“Ama…” Kama tam karşı gelecekken
kalbini korkuyla dolduran bir ses boşlukta yankılandı.
“Savaşmak?” Ses kötücül bir kahkaha
attıktan sonra devam etti. “Savaş denilen şey karşılıklı olur eski taşıyıcım…
Ve sen bunun için fazla güçsüzsün!”
“Göreceğiz…” İlk taşıyıcı kesik kesik
alıp verdiği soluklarının arasında hırlayarak karşılık verdi. “Hala
kullanmadığım bir kozum var!”
‘Blöf mü yapıyor?’ diye düşündü
Kama. ‘Ama bunun bir faydası olmaz… O zaman gerçekten de…’
“Ve bu kozum oldukça basit.” Diye devam
etti İlk taşıyıcı. “SAHİP OLDUĞUM BÜTÜN GÜCÜ TEK SEFERDE SALMAK!” İlk taşıyıcı
elinde devasa bir enerji topu oluştururken, eller bedenin geri kalanını dışarı
çekmiş ve onları kontrol eden devasa gövdeyi açığa çıkarmıştı.
İlk taşıyıcının avcunun içindeki enerji
topu kıpkırmızı bir renge sahipti. Yavaş yavaş küçülürken rengi belirgin bir
şekilde açılıyordu. Birkaç saniye içerisinde elinin üstünde duran, bir elmadan
çok da büyük olmayan bembeyaz bir küre haline gelmişti.
İlk taşıyıcı bir savaş çığlığı ile
gerilerek enerji topunu Güneşe doğru fırlattı. Müthiş bir ışık patlamasının
ardından Kama neredeyse kör olmuştu. ‘Başardı mı?’
Enerji topundan gelen bütün ışığa
rağmen Kama kendini ona bakmaya zorladı. Tam olarak seçemese bile enerji
topunun etrafını bir şeyin sardığı açıktı. Kürenin rengi turuncuya dönerken
boyutu neredeyse bir evinki kadar büyümüştü.
Kama, daha da büyüyeceğini ve ilk
baştaki haline geri döneceğini sansa da enerji topu büyümeyi bıraktı ve öylece
kalakaldı. İçinde parıldayan kızıla çalan turuncu özü, onun küçük bir güneşi
andırmasını sağlıyordu. Bu sırada Kama, enerji topunun etrafını saran şeyin ne
olduğunu anlayabilmişti. Güneş’in, bir insanınkine benzeyen parmaklarının şekli
değişmiş, yerine bir ejderhanın pençeleri gelmişti.
“Fena değil… Fakat! Beni durdurabilmek
için yetmez!” Pençeler, minik yıldızı bir su balonu gibi patlattığında yayılan
enerji büyük bir şok dalgası oluşturarak Kama ve İlk taşıyıcıyı metrelerce
uzağa fırlattı.
Kama yaşadığı şoku atlatır atlatmaz
ayağa kalkarak İlk taşıyıcıya doğru koştu. ‘Neden?!? Daha önce onu kontrol
edebiliyorken şimdi neden kaybediyordu ki?’
İlk taşıyıcının yanına vardığında
çoktan kendinden geçmiş olduğunu fark etti. Parçalanmış bedenini sırtına
aldıktan sonra duraksamadan Güneşten kaçmaya başladı. ‘Sakin ol!’ dedi kendi
kendine. ‘Ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun o bedenle bizi yakalayamaz.’
Kendine bunları ne kadar söylerse söylesin Güneş’in istediği anda onları
yakalayabileceğini biliyordu. Üzerinde bulundukları boşlukta ne
saklanabilecekleri kuytu bir köşe, ne de onun görüş açısından çıkabilecekleri
herhangi bir yer yoktu. Yapacağı saldırıların menzilini tam olarak kestiremese
bile aralarındaki mesafe o kadar da fazla değildi. Yani yapacağı herhangi bir
saldırıyla onları vurması işten bile değildi.
“Belki de savuşturabilirim…” Nedenini
tam olarak bilmese bile Kama şu anda kendini aşırı güçlü hissediyordu. Attığı
her adımda metrelerce ilerliyor ve bunu İlk taşıyıcı sırtındayken yapıyordu.
“Hatta belki de…”
“Deneme bile.” Diye düşüncelerinin arasına
girdi İlk taşıyıcı.
“Uyandın mı?” dedi Kama.
“Evet…” Bir süre bekledikten sonra
konuşmasına devam etti. “Şunu bilmelisin ki fiziksel saldırıların ona neredeyse
hiçbir etkisi olmayacak…”
“Senin yaptığın şeyin de pek bir etkisi
olmadı gerçi.” Diye karşılık verdi Kama.
“Evet… Olmadı…” Sesi çoktan vaz geçmiş
birininki gibi çıkmıştı.
“…” Kama bir an ne söyleyeceğini
düşündü. “Şimdi pes edemezsin!” dedi sonra birden.
“NE YAPMAMI BEKLİYORSUN?” diye bağırdı
İlk taşıyıcı kulağının dibinde. “Sahip olduğum bütün güçle ona saldırmama
rağmen etkilenmiyor bile! Üstelik şu anda hareket edebilecek gücüm bile yok!”
“Daha önce onu nasıl yeniyordun?”
“Daha önce bu bedenin efendisi bendim!
Şimdiyse…” İlk taşıyıcı söylediklerinin ne anlama geldiğini fark etmiş olacak
ki devam etmedi.
“Yapabileceğim bir şey var mı?”
“Hayır. Ama bir süre beklersek gücümü
geri toplayabilirim. O zaman onu yenebileceğimi düşünüyorum.”
“Peki bu ne kadar sürer?”
“Gerçek dünyada otuz saatten biraz daha
fazla zaman geçecektir muhtemelen.”
“O kadar bekleyemeyiz…” Kama düşünmeye
başladı. Daha önceden, bedenin sahibi İlk taşıyıcıyken o, Güneşe karşı
durabilmişti. Şimdi bu güç Kama’daydı fakat onu kullanabilecek ne yeteneği ne
de bilgisi vardı. “Anılarımızı birleştirirsek… Kesinlikle yok olacak mıyım?” dedi
Kama huzursuzca.
“Kesinlikle evet. Onu ben de
düşünmüştüm fakat bu seçenek ihtimal dışı.”
“Peki ya hepsini birleştirmesek?”
“Nasıl yani?”
“Ya yalnızca ufak bir kısmını, bedenin
seni tanımasını sağlayacak kadarlık bir kısmını birleştirirsek?”
“Bu şekilde savaşı kazansak bile senin
anılarınla benimkiler bir şekilde karışacaklar. Geri ayrılamayacak bir
şekilde.”
“Daha önce kendi anılarını bedeninden
ayırmamış mıydın?” diye sordu Kama.
“Evet… Ama bu, ikimizin de var olduğu
bir anıyı ayırmaktan tamamen farklı bir şey.” Dedi İlk taşıyıcı. “O anıların
hangi kısmının senin, hangisinin benim olduğunu anlamam imkânsız. Düşündüğün
kadar kolay değil yani…”
Kama koşmaya devam ederken zihni
yıldırım gibi çalışıyordu. “Ya o anılar çok eski olursa? Kendinin olduğundan şüphe
duyamayacağın kadar sana özel? O zaman onları benimkilerden ayırabilir misin?”
“Hayır… Belki… Bilmiyorum…”
“Şey… Başka bir çözüm yolu var gibi
görünmüyor.” Dedi Kama. “Denemeden bilemeyiz.”
“Bu yaptığımız şeyin sonucunda
delirebilirsin diyorum.” Dedi İlk taşıyıcı ciddi bir şekilde. “Kişilik
bozukluğu, hafıza kaybı ve daha birçok yan etkisi olabilir. Her şeyden önemlisi
eğer başaramazsam yok olabilirsin. Buna rağmen ne…”
“BUNLARI SÖYLEMEN HİÇBİR ŞEYİ
DEĞİŞTİRMİYOR!” diye bağırdı Kama aniden durarak. “Güneş’in neden hala bize
saldırmadığını anlamadın mı?”
“…?”
“Çünkü gerçek dünya da bedenimi o
yönetiyor. Neler yaptığını tahmin bile edemesem de bunlar olurken elimiz
kolumuz bağlı bir şekilde oturmaktan başka bir şey yapmıyoruz!”
“Ama…”
“Ama ne? Korkmadığımı mı düşünüyorsun?
Deli olduğumu mu düşünüyorsun? Sana şunu söyleyeceğim. Şu anda o kadar
korkuyorum ki kalbim duracak. Ölmek veya yok olmak istemiyorum! Ama benim
yüzümden, duygularımı bastıramadığım için dışarıda birileri ölmemeli! Bu
yüzden…”
“Anladım!” diye sözünü kesti İlk
taşıyıcı. “Anladım… Ama bu yüzden başına kötü bir şey gelirse beni suçlama…”
Kama başını sallayarak onayladı.
Kaçarkenki hızını bu sefer Güneşe doğru koşmak için kullanıyordu. Garip bir
şekilde aklına, yıllar önce –her ne kadar öz olmasa bile- annesinin okuduğu bir
masal geldi.
Alex’in Rene’yi öldürüp dünyayı
kurtardığını söyleyen bir masal. İnsanlığın kahramanı ve kötülüğün yok edicisi…
Kama o zamanlar Alex gibi ejderhaları öldüren bir şövalye olabilmeyi çok
istemişti.
‘Belki oğlun bir ejderha öldüremedi.’ diye
düşündü kendi kendine. ‘Ama birilerini kurtarabileceksem bunun çok
ta bir önemi yok, değil mi? Acaba bu da beni bir kahraman yapar mı ki?’
X X X X X X
“Büyüyü hazırlamam biraz zaman alacak.”
Dedi İlk taşıyıcı. Kama’nın sırtından inmiş ve kendi başına koşabilecek duruma
gelmişti. “Hazır olduğunda sana işaret vereceğim. O zaman bana dokunduğun anda
birleşme başlayacak.”
“Neden burada yapmıyorsun? Önce şu
anıları birleştirme işini yapsak da sonra savaşmaya gitsek olmaz mı?”
“Büyünün olabildiğince kısa sürmesini
istiyorum. Böylesi hem senin hem de benim için daha güvenli olacak.”
“Hani burada büyü yapamıyordun?” diye
sordu Kama.
“Bu yalnızca anılarımızı ayrı tutmak
için aldığım bir önlemdi. Aslında…” İlk taşıyıcı bir an duraksadı. Bunu şimdi
neden anlatıyordu ki? “Neyse, daha sonra açıklarım. Şimdilik önümüzdeki savaşa
odaklanalım.” Diye devam etti.
Kama da ısrar etmedi. İkisi de
biliyordu ki şu anda önemli olan tek şey Güneşi yenmekti.
Güneş’e doğru ilerlerken “Sanırım fazla
hızlı büyüdün.” dedi İlk taşıyıcı garip bir ses tonuyla.
“Nasıl yani?”
“Yani, daha yeni böyle bir gücün
olduğunu öğreniyorsun, o gücün kaynağı tarafından ele geçiriyorsun; sonunda
ölüm olmasına rağmen Dünya’yı kurtarabilmek için çabalıyorsun…” İlk taşıyıcı listenin
devamını getirmese de Kama’nın olgunlaştığını söylemek istiyordu.
“Dünya’yı kurtarmak mı?” diye sordu
Kama anlamamış gibi. “Şey, sanırım haklısın, ama bunu asıl yapma sebebim
farklı… Güneş’i ne pahasına olursa olsun yenmek istiyorum; çünkü yenemezsem
Rene beni durdurmak için gerçek dünyada kendisini tehlikeye atmak zorunda
kalır…”
İlk taşıyıcı’nın Kama’ya karşı duyduğu
saygı bu sözlerle daha da artmıştı. Her ne kadar bu sözler aynı zamanda ‘İşin
ucu Rene’ye dokunmazsa Dünya yok olsa da umurumda olmaz.’ ile aynı
anlama gelse de bir yandan da Rene yaşadığı sürece onu koruyacağı anlamına
geliyordu. Daha önce kendisi de benzeri duygular yaşamış olsa da hiç bu kadar
kararlı olamamıştı. ‘Onun gibi olsaydım o zaman ölen kişi o değil ben olurdum belki de…’
Uzun adımlarla koşarken Kama’yı süzmeye devam etti.
“Ne?”
“Yok bir şey…” Belki ona başka bir
zaman yaşadıklarını anlatabilirdi. Böylece o da ileride aynı şeyleri yaşamamış
olurdu. Ama şimdi savaş zamanıydı…
İkili Güneş’in olduğu yere varmadan
önce İlk taşıyıcı bedeninin tamamını yenilemişti. Fakat bu yalnızca görüntüden
ibaretti. Aslında harcadığı gücün yalnızca ufak bir kısmını geri
kazanabilmişti. ‘Şimdilik bununla idare etmem gerekecek… Kama’yla anılarımız
birleşmeye başladığı anda gücümü istediğim kadar yenileyebilirim.’ Fakat işin
asıl zor kısmı Güneş’i –yenebilirlerse- yendikten sonra gelecekti. Kama’nın
anılarını kendininkilerden ayırması oldukça zor bir işti. ‘Umarım her şey iyi gider…’
X X X X X X
Birkaç saniye içerisinde tekrardan
Güneş, görüş alanlarına girmişti.
“Bu?” diye şaşkınlıkla işaret etti
Kama.
“Evet… Onun diğer görünüşlerinden
birisi… Tıpkı bizim gibi, gücümüzün kaynağı olan o da istediği ırkın şekline
bürünebiliyor.” İlk taşıyıcının sözüne karşın bu, bir ırk demek için fazla
karmaşık bir yapıydı. Şeytanların pençelerini ve boynuzlarını, Ejderhaların
kuyruklarını ve benzer şekilde başka bir sürü canlı türünün parçalarını dişil
bir beden üzerinde taşıyordu.
Yine de bu bedene “yetişkin” demek çok
doğru olmazdı. Görünüşü küçük bir çocuğunkinden çok da farklı değildi sonuçta.
“Geri gelmenizi beklemiyordum.” Dedi
Güneş sakince.
“Ben de geri gelmeyi düşünmüyordum.”
Dedi İlk taşıyıcı. “Ama oldukça yakından tanıdığım birisi beni ikna etmeyi
başardı.”
Güneş’in bakışları İlk taşıyıcıdan
Kama’nın üzerine doğru kayarken “Onun beni yenemeyeceğini biliyor olman
gerekir…” dedi. “Sen de yenemezsin…”
“Güzellikle sorarsak belki savaşmaya
gerek kalmaz diye düşünmüştüm.” Dedi Kama sakince.
“Yanlış düşünmüşsün.”
“Hiçbir yolu yok mu?” diye ısrar etti
Kama.
“İmkansız.” Dedi Güneş gülümseyerek.
Gülümsemesi zalimlik veya mutluluk dolu değil, zoraki bir gülümsemeydi. Sanki
yaptığı her hareket acı veriyor gibi. “Size kaç kere anlatmaya çalıştım… Ama
beni dinlemediniz…”
‘Neyden bahsediyor bu?’ diye düşündü
Kama. “Hey, senin amacın ne?” diye bağırdı.
“Amacım?” diye sordu Güneş.
“Neden beni ele geçirmeye çalışıyorsun?
Dünya üzerindeki canlıları boşu boşuna öldürmek için değil sanırım…”
“Bunu öğrenmenin sana faydası olacağını
mı düşünüyorsun?” Güneş’in suratı hafifçe asılırken bakışları İlk taşıyıcıya
kaydı. “O öğrendi ve hiçbir şey değişmedi…”
“Belki, gerçek amacını öğrenebilirsem
orta bir yol bulabiliriz.”
“Kama, değil mi? Yada en azından o
insanın sana verdiği isim bu…” Güneş gözlerini kapayarak başını hafifçe aşağı
eğdi. “Şunu unutma, senin yapmak istediğin şeyler ve benim yapmak istediğim
şeyler birbirine tamamen zıt. Benim korumak istediğim şeyi sen yok etmek
istiyorsun.”
Kama, İlk taşıyıcıya baktığında İlk
taşıyıcı hazır olduğunu belirten işareti göndermişti.
“O zaman savaşmaktan başka seçeneğimiz
yok.” İlk taşıyıcı’nın elinden çıkan sürekli bir yıldırım doğrudan Güneş’e
doğru yöneldi. Lakin o, bu saldırıdan hiç etkilenmiyormuşçasına elini kaldırdı
ve önünde bir bariyer oluşturdu.
“Daha önce de söylemiştim sana, eski
taşıyıcım… Beni yenemezsin…”
“Seni o yenmeyecek… Ben de
yenmeyeceğim…” Kama ağır adımlarla İlk taşıyıcıyla aralarında bulunan kısa
mesafeyi kaparken konuşmayı sürdürüyordu. “Biz yeneceğiz!” Elini İlk
taşıyıcının omzuna koyduğu anda, zihnine binlerce görüntü, ses ve duygu yığını
akın etti. Kama bunların hiçbirini tam olarak algılayamıyordu. Bazıları sinir
ve öfke gibi tehlikeli duygularla dolu iken bazıları ise mutluluk ve üzüntünün
karışımını içeriyordu.
Gözleri açık olmasına rağmen etrafı
nedense daha karanlık gelmeye başladı. Üzerinde durduğu beyaz boşluk yerini
zifiri bir siyaha bırakmıştı. Öyle ki Kama artık yalnızca sesleri
algılayabiliyordu. Yıldırımlar, patlamalar ve daha birçok karmaşık ses
karmaşasından neler olduğunu anlayamıyordu.
“HAYIIIR!” Güneş’ten gelen bu ses
Kama’nın, İlk taşıyıcı’nın başardığını anlamasını sağlamıştı.
“Sanırım artık gidebilirsin…” dedi İlk
taşıyıcının sesi.
Bir anda bütün duyuları geri gelmişti.
Yerde yatan bedeninin her bir parçası tarif edilemez bir acıyla kavruluyordu.
Fakat bu acı aynı zamanda gerçek dünyaya geldiğinin bir işaretiydi. Yine de
bütün bu acının kaynağının zihninde verilen savaş olduğunu biliyordu. Bedeninde
en ufak bir çizik bile yoktu çünkü.
Kendini zorlayarak ayağa kalktığında
gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü.
‘Duygularına hakim ol!’
İlk taşıyıcının sesi zihninde yankılanırken Kama, hala gördüğü şeyleri idrak
etmeye çalışıyordu.
Birkaç metre önünde Boğaç, tam bir
dönüşüm geçirmiş şekilde ayakta dikiliyordu. Boyunun normalde olduğundan biraz
daha uzun olmasının yanı sıra kafasının iki yanından çıkan bir çift boynuzun
teki kırıktı ve sırtında da yarasanınkilere benzeyen kanatları vardı. Kırık
olan boynuzu silik bir hale ile tamamlanmış, ayaklarının yerini ise toynaklar
almıştı. Dizlerinin dibinde onlarca insan yatıyordu fakat o kadar insanın
arasında Kama’nın gözüne çarpan tek bir kişi olmuştu. “Rene!”
Boğaç önce Kama’ya, sonra Rene’ye ve
sonra tekrardan Kama’ya baktıktan sonra “Açıklayabilirim!” dedi umutsuzca.
Kama çoktan Boğaç’ın ayaklarının
dibinde yatan Rene’nin yanına koşmuş, başının ve belinin altından kavrayarak
hafifçe kaldırmıştı. İlk taşıyıcının söylediği gibi ‘Duygularına hakim olmaya’ çalışarak
Boğaç’a karşılık verdi. “Açıkla…” Ağzından çıkan her bir hece hırlamayı
andırıyordu.
“Gerçekten mi? Tamam o zaman… Yaklaşık
bir saat kadar önce sen aniden bayıldın ve…” Kama’nın kucağındaki Rene aniden
hareket edince konuşmayı bıraktı.
“Rene! İyi misin?”
“Dokunma bana!” dedi Rene, Kama’nın
eline hızlı bir tokat atarken. Bir anda ayağa kalkmış, geminin arka kısmına
doğru ilerlemeye başlamıştı. “Bir an gerçekten de sana güvenmiştim… Bana ihanet
etmeyeceğine…”
Rene’nin etrafında siyah dumanlar
girdaplanmaya başladığında, Kama izlemekten başka bir şey yapamamıştı. O
içeride Güneş’le yüzleşirken dışarıda tam olarak ne olmuştu? “Ben sana asla…”
“SUS!” diye bağırdı Rene aniden kadim
dilde. Sözcükler ağzından çıktığı gibi Kama, yerine çivilenmişçesine kalakaldı.
Tek bir parmağını dahi oynatamıyor, hatta nefes dahi alamıyordu. Sonra
etraftaki hava yavaşça yumuşamaya başlayınca Rene tekrardan konuşmaya başladı.
“Aslında ne düşünüyorum biliyor musun? Suç sende değil… Sana güvendiğim için
bütün suç bende…” Etrafında toplanan kara duman bir anda dağılmış ve yerini saf
karanlıktan oluşan ejderhaya bırakmıştı. Rene bu forma büründükten sonra bir an
bile beklemeden uçarak uzaklaşmaya başladı.
Zaten İlk taşıyıcının anılarının
zihninde bıraktığı etkiyle kafası karışan Kama, geminin güvertesinde Rene’nin
uçuşunu izlerken “Ne yaptım ben?” diye sordu bir fısıltıyla kendi kendine.
Uyandığında, güverte kanlarla kaplıyken
Rene ve kendisi yara almamış şekilde üzerinde duruyordu. Burada oldukça sıcak
bir savaş yaşanmıştı belli ki. Taraflardan birinin Boğaç olduğu aşikârken diğer
tarafı tam olarak anlayamıyordu Kama. Güvertede korsanların, kölelerin ve
tüccarların cesetleri birbirine karışmışken, geminin etrafında molozlardan bir
yığın yüzüyordu.
Bir anlık değerlendirmeyle bile
Boğaç’ın onları koruduğunu söyleyebilirdi Kama.
Zihni az önce olanları algılamaya
çalıştığı sırada, Boğaç’ın yaklaşırken toynaklarından çıkardığı ses
odaklanabildiği tek şeydi. “Gemiyi demirledim, yani geri dönmekte sorun
yaşamayacaksın.”
“Geri dönmek derken? Ben, az önce sana…
Seni… Öldürecektim…” Kama, yapacak olduğu şeyi düşündüğünde bile midesinin
bulandığını hissediyordu.
“Hala yaşadığıma göre sorun yok.”
“Kendimi kaybedip sana saldırabilme
ihtimalimi hiç düşünmüyor musun?”
“Bana saldırmak mı?” Boğaç bir anlığına
pes bir kıkırdama koydu. “Ben bir şeytan kralıyım! Kendimi senden
koruyabileceğimi düşünüyorum…” Yüzündeki gülümseme ciddi anlamda Kama’yı
korkutmuştu. Sanki ‘Hadi kendini kaybet te biraz kapışalım.’ Der gibiydi. Bir
süre geçmesine karşın Kama hiçbir şey söylemeyince yüzündeki gülümseme silindi
ve ciddi bir şekilde “Aslında, sana bu kadar yakın davranmamın bir sebebi de
senin bana benziyor olman…”
“…”
“Şeytanlarla alakalı anlattığım her şey
başlangıçta benim de başıma gelmişti. Daha konuşmayı bile bilmediğim zamanlarda
arkamda cesetlerden bir yığın bırakmıştım…” Boğaç bir anlığına duraksadı “Senin
de aynı kaderi paylaşmanı istemiyorum. Aslına bakarsan, dünyadaki hiç kimsenin
bu kaderi yaşamasını istemiyorum…” Derin bir iç çektikten sonra Rene’nin
uzaklaşmış olduğu yöne doğru baktı. “Rene hakkında ne düşündüğünü biliyorum ama
onu takip edersen karşılaşacağın kader benimki gibi olacak.”
“Sen Karmen ile karşılaştığında öyle mi
olmuştu?”
“Ne? Hayır, bu tamamen farklı bir
mesele!”
“Aslında oldukça benzer.”
“Değil, Karmen karşılaştığım bütün
varlıklar içinde adalete en çok düşkün olan kişi. Her zaman için doğru olduğuna
inandığı şeyi savunur, haksız yere kimseyi incitmez, hak edenlereyse cezasını
verirken tereddüt bile etmez.
Rene ise… Şey, sana karşı açık
konuşacağım Kama… Rene daha önce çok fazla kişiyi öldürmüş. Bunların arasında
pekala ölümü hak edenler kadar etmeyenler de vardı… Üzerindeki ölüm kokusundan
ve gözlerindeki suçluluk dolu bakışlardan bunu sen bile anlayabilirsin.”
“Ama o da benim gibi!”
“O da senin gibi falan değil!” diye
bağırdı Boğaç. “İkiniz de taşıyıcı olabilirsiniz belki, ama onun seninle
uzaktan yakından bir alakası yok!”
“Yine de ben onu seviyorum!”
Boğaç elini burnuna götürerek bir süre
bekledikten sonra konuştu. “Bak, seni anlıyorum. Daha gençsin, hayatında annen
ve kardeşin haricinde hiçbir kadınla karşılaşmamışsın…”
“Ondan değil!”
“Yani gördüğün ilk kıza aşık olman…”
“Sana ondan değil dedim!” Kama
bağırırken ayaklarının altındaki tahtaların çatırdadığını duydu. ‘Fazla
öfkelenmemeliyim…’ Daha sonra kendisini sakinleştirerek tekrar konuştu.
“Ondan değil… Sana, ailemden ayrılırken nasıl hissettiğimi anlatmıştım, değil
mi?” Boğaç hafifçe kafa sallayınca devam etti. Belli ki az önceki öfke
patlaması onu şaşırtmıştı. “O sırada Rene bana sarıldığında gerçekten çok
rahatlamış hissettim… Ayrılmak artık o kadar da zor gelmemeye başlamıştı.”
“Muhtemelen bir büyü yapmıştır. Kadim
dil ile…”
“Bunu ben de biliyorum. Ama bir
düşünsene, Rene kadar güçlü birisi neden öyle bir büyü yapsın ki? Bütün ailemi
öldürüp elini kolunu sallaya sallaya istediği şeyi elde edebilirdi. Hatta beni
öldürmesi onun için çok daha kolay olurdu. Dünyayı korumakla uğraşması
gerekmezdi artık… Neden böyle yapmadığını biliyor musun?”
“Şey… Bilmiyorum…”
“Biliyorsun...” Kama bir anlığına
duraksadı. “Ve ben de Rene’yi bu yüzden seviyorum.”
“Bunu söyleyeceğini bildiğimden gemiyi demirlemiştim
zaten…” Boğaç’ın sesi, çoktan kararlaştırılmış bir şeyden kaynaklanan
umutsuzlukla doluydu. “Yine de belki seni ikna edebilirim diye düşünmüştüm.”
“Edemeyeceğini biliyorsun.” Diye
karşılık verdi Kama.
“Öyleyse neden burada bekliyorsun?”
“Bilmiyorum.” dedi Kama. “Belki kısa
bir süre de olsa yalnız kalmaya ihtiyacı vardır diye düşündüm.”
‘Onu yalnız bırakmamalısın. Eğer bırakırsan kendi anılarını
silebilir.’ İlk taşıyıcının sesi zihninde
yankılandı.
“Haklı olabilirsin.” Dedi İlk taşıyıcıyı
duyamayan Boğaç. “Dediğin gibi…”
“Bir saniye!” diye sözünü kesti Kama. ‘Ne
demek istiyorsun? Anılarını silebilir derken neyi kastettin!?!’
‘Dediğim gibi. Yeminini bozduğunu unutmak için kendi
anılarından o anları silebilir. Daha önce benzer bir şey yapmıştı.’
‘Bu o kadar kötü bir şey mi?’
diye sordu Kama.
‘Her anı kişinin ruhunda bir yeri doldurur. O anılar yok
olduğu zaman ruhunda da kapatılması imkânsız yaralar açar.’
‘Onu engellemedin mi!?’
dedi Kama.
‘Bu pek mümkün değil. Sonuçta kendi anıları… İstediğini
yapmakta özgür.’
‘Madem öyle düşünüyorsun, o zaman neden onu yalnız
bırakmamam gerektiğini bana söyledin? Hiçbir şey söylemeseydin bundan haberim
bile olmayacaktı.’ İlk taşıyıcının ona
haber vermesinin bir sebebi olmalıydı.
‘Ben… Bilmiyorum… Belki de kafam karıştı; anılarım
seninkilerle birleşince…’
Kama İlk taşıyıcının sözlerini
umursamadan Rene’nin uçtuğu yöne doğru koştu. Rene çoktan ufukta kaybolmuştu.
Boğaç iç çekti. “Yani her şeyin sonunda
peşinden gideceksin…”
“Ona yetişmek için bir yol bulmam
gerek.”
“Bence çoktan bir yol buldun.” Dedi
Boğaç arkasından.
“Haklısın. Beni Rene’ye taşıyabilir
misin?” diye sordu Boğaç’a.
“Yani… Nasıl desem ki?” Boğaç’ın buna
pek de hevesli olmadığını bir bakışta fark etmişti.
“Senin kanatların yok mu!?!” soru ağzından
çıkarken istemsiz olarak bağırmıştı. Rene gittikçe uzaklaşıyordu.
“Kanatlarım var ama. Birisini
taşımıyorken bile bir ejderhanın uçma hızına yetişmem mümkün değil.”
Kama kendine tekrar tekrar sakin
olmasını söylerken Rene’ye ulaşmanın bir yolunu arıyordu. Onun kendi anılarını
silmesine izin veremezdi. “Bir yolu olmalı!”
“Şey…” Boğaç bir an söyleyeceklerini
düşünür gibi yaptıktan sonra “Sen de bir taşıyıcı olduğuna göre, düşünmüştüm
ki…” dedi. Bakışlarından, bunu görmek için can attığı belli oluyordu.
Kama, Boğaç’ın ne demek istediğini
hemen anladı. ‘Anılarımızı birleştirdiğimiz için artık sen de bedenim üzerinde hüküm
sahibisin değil mi?’ diye sordu İlk taşıyıcıya.
İlk taşıyıcı temkinli bir şekilde
yanıtladı. ‘Evet…’
‘Beni ejderhaya dönüştürebilir misin?’
‘Belki… Ama bu kalan bütün enerjimi tüketecektir. Buna
karşın kesin bir başarı söz konusu değil. Başarsam bile bir süreliğine uykuya
dalmam gerekecek… Yaklaşık bir saat kadar.’
‘Önemli değil.’
‘Eğer uykuya dalarsam, uyuduğum süre boyunca anılarımız
birleşmeye devam edecek. uyandığımda anılarımın seninkilerden ayırmam da bir o
kadar zorlaşacak. Hatta belki imkansız hale gelecek.’
‘Önemli değil dedim!’ Fakat Kama bir
an duraksadı. İçine bir şüphe düşmüştü. ‘Bekle! Eğer sen uykuya dalarsan Güneş’i kim
tutacak?’
‘O konuda endişelenmen gereksiz. Güneş de benim gibi gücünün
neredeyse tamamını az önceki savaşımızda harcadı. Sen özellikle bunun için
uğraşmazsan ele geçirilmen imkânsız gibi bir şey.’
‘Özellikle uğraşmak derken…’
‘Bunu şey gibi düşün; bir karınca, bir insanı ittirerek bir
yere götürmek istiyor. Tabi ki karınca böyle bir şey yapamaz… Ama insan,
karıncanın istediği yere kendisi gidebilir.’
‘Anladım.’ Kama
güvertenin ortasına kadar geriledikten sonra aniden koşmaya başladı.
Pruvanın en son kalasına basarak atlayabildiği en uzak noktaya atladıktan sonra
İlk taşıyıcının sesi zihninde yankılandı. ‘Bol Şans… İhtiyacın olacak…’