Beyazın Karanlığı
Düşmanını seçmek
Rene olan biten her şeyi anlamaya başlıyordu. Kama asla onun
düşmanı olmamıştı. Aksine, ona vurmasına rağmen karşılık vermemiş, içindeki
gücü bastırmaya çalışmıştı. ‘Yani burada kötü olan taraf ben oluyorum…’
diye düşünürken utancını yüzüne yansıtmamakta zorlanıyordu.
‘Evet.’ Diye cevapladı Ay’ın sesi zihninde. ‘Eğer
düşünmeden hareket etmemiş olsaydın, içinde bulunduğun duruma düşmezdin.’
‘Ona yardım edemez miyim?’ diye sordu Rene. Aklına hiçbir şey
gelmiyordu; lakin bu, Ay’ın da aklına bir şey gelmemiş olduğunu göstermezdi.
‘Geçen sefer onu nasıl durdurmuştun?’
‘Kadim dil ile…’ Kama, adadayken dönüşüm geçirmenin eşiğine
gelmişti. Rene de onu tek bir sözcük ile yatıştırmıştı. ‘Ama şu anda çoktan tam bir dönüşüm
geçirdi… Eğer bu da işe yaramazsa...’
‘Onu da o zaman düşünürsün.’ Diye sözünü kesi Ay.
‘Tamam.’ Rene, Ay’ın önerisini değerlendirdikten sonra Kama’ya
doğru hareketlendi. Boğaç ise bir anda ikisinin arasında bitmişti.
“Hey!”
“Noldu?” diye sordu Rene.
Boğaç “Bir adım daha yaklaşmayı denersen…” dedikten sonra
cümleyi, ucu açık bir şekilde bıraktı.
“Denersem?” Ne yapabilirdi ki en fazla?
“Sonuçlarına katlanırsın.” Rene, Boğaç’ın gözlerine
baktığında, sözlerinde ciddi olduğunu fark etti. Eğer gerçekten ilerlemeye
devam ederse, savaşmak için çoktan kendini hazırlamış birisinin bakışlarıydı
bunlar. Muhtemelen böyle yaparak Kama’yı koruduğunu düşünüyordu. ‘Ne
kadar yanıldığını bir bilse keşke.’
Rene, Kama’yı eski haline döndürmek istiyorsa bu yolun Boğaç
ile savaşmaktan geçtiğini anlamıştı.
İkisi de saldırmaya hazır bir şekilde birbirinin açığını
kollarken Kama’nın sesi kelimenin tam manası ile bütün denizde yankılandı.
“Boğaç!”
İkisi de şaşkınlıktan tek kelime edememişti. Çünkü Kama’nın
ağzından çıkan her bir kelime kadim dildeydi.
“Bırak… Gelsin…”
Boğaç bir an itiraz edecekmiş gibi göründü. Bir an sonra ise
yavaşça Rene ile Kama’nın arasından çekildi.
Rene, ağır adımlarla Kama’ya doğru ilerledi. Daha sonra yere
eğildi ve Kama’nın omuzlarından tutarak bir büyü yaptı; böylece hareket etmesini
belli bir ölçüde engellemiş oluyordu. Elinden, Kama’nın bütün bedenine yayılan
büyük bir büyü akışı vardı. Bunun en büyük sebebi Rene’nin kendisini, Kama’nın
kontrolünü kaybetmesi ihtimaline karşı korumak istemesi değildi. Aynı zamanda
bu büyü ile kendi içindeki büyü gücünü hareketli hale geçiriyordu. Böylece Kama
ile aynı seviyeye ulaşabilir ve sözlerinin ona etki etme şansını en üst düzeye
çıkarabilirdi.
Gözlerini kapatarak birkaç saniye odaklandı. Bu sırada ortam
o kadar sessizleşmişti ki, dışarıdan gelen dalgaların melodisi hariç hiçbir ses
duyulmuyordu. Enerjisinin ritmi değişirken bedeninin zorlandığını hissediyordu.
Derken Rene gerçekten duymaya başladı. Kendi kalbinin atış sesini
duyabiliyordu… Ve onun yanında bir şey daha. Bir ses daha vardı, fakat bu ses,
kendi kalbinin atış sesi ile o kadar eş zamanlı oluşuyordu ki onu ayırmak
neredeyse imkânsızdı. Yine de Rene bunu ayırabilmişti. Kama’nın kalp atışının
sesiydi bu.
Aniden kadim dildeki kelimeler zihnine doluşmaya başladı. O
kadar fazlaydılar ki, diğer ırkların oluşturduğu bütün sayılar bu büyüklüğü
belirtmek konusunda yetersiz kalıyordu. Her eylem ve her durum, her canlı ve
her cansız, her nesne ve her ruh için bir isim… Fakat Rene’nin yalnızca bir
tanesine ihtiyacı vardı. Rene, ihtiyaç duyduğu kelimeyi, diğerlerinin arasından
çekip aldı. Daha sonra Kama’ya daha da yaklaştı ve duyulamayacak kadar düşük
bir sesle fısıldadı…
X X X X X X
“DUR!” Rene’nin ağzından çıkan bu tek kelime fiziksel bir
darbe yemiş gibi Kama’nın sarsılmasına sebep oldu. Fakat bunu sebebi acı
değildi. Yani, tek sebebi acı değildi… Aniden üzerine düşen bir şeyle birlikte
vücudunda dolaşan bütün enerji bir anda durgunlaşmıştı. Tereddütle gözlerini
açtığında Rene’nin üzerine yığılmış olduğunu fark etti. Derin derin nefes
alıyordu ve çok fazla terlemişti.
‘Bilincini mi yitirdi acaba?’
Bu soru Kama’nın aklına geldiği anda Rene tek gözünü açarak
cevapladı. “Hayır, bu kadarcık bir şeyle bayılacak kadar zayıf değilim.”
“Öyle demek istemedim.” Rene ‘zayıf’ olarak
nitelendirilebilecek birisi olmasa da kendisine ‘zayıf’ denilmesini hakaret olarak
algılayacağı bir gerçekti.
“Biliyorum…” Rene bir süre sessiz kaldıktan sonra titreyen
bir sesle konuştu. “Kama…”
“Efendim?”
“Ben… Üzgünüm…” Rene, yüzünü Kama’nın göğsüne bastırmıştı. “Bir
an şey sandım…”
Kama usulca Rene’nin başını kaldırarak gözlerinin içine
baktı. “Rene… Şunu unutma: Bu dünyanın sonu olsa bile ben, Kama, Gündüzün
taşıyıcısı olan kişi senin karşında yer almayacağım.” Nasıl yaptığını
bilmiyordu fakat bir şekilde ağzından çıkan bütün sözcükler kadim dile
çevriliyordu.
Aralarında bulunan güç ve güven bağı iki ayrı zincir
şeklinde yavaşça belirmeye başladı. Güveni simgeleyen siyah beyaz zincir
giderek kalınlaştı. Birkaç saniye sonra iki zincir de silikleşerek yok olduğunda
neler olduğunu anlaması zor olmadı. Aralarındaki güven bağı bir parça daha
güçlenmişti.
Rene birkaç saniye şaşkınlıkla bakakaldı. Daha sonra ardına
kadar açılmış gözlerinin kenarlarında biriken yaşlar yanaklarına doğru kayarken
yüzünü, tekrardan Kama’nın göğsüne yasladı.
“Ben sizi biraz baş başa bırakayım?” cümlenin bitişindeki
vurguya bakılırsa bu bir soruydu.
Kama başını hafifçe sallayarak onayladıktan sonra Boğaç
kamaradan dışarıya çıktı ve kapıyı kapattı.
Rene, birkaç dakika sessizce ağladıktan sonra bir fısıltıyla
sordu. “Nasıl bunu yapabiliyorsun?”
“Neyi?”
“Nasıl beni affedebiliyorsun? Ben… Ben senin yerinde olsaydım,
kendimi asla affetmezdim…”
Kama konuşurken hala kadim dili kullanıyordu. “Ne olduğumu ayrıca
ne olabileceğimi gördüm. Ve bu yüzden seni affediyorum. Şimdiyse sen kendini
affetmelisin… Ve de beni…”
“Seni mi? Neden?” diye sordu Rene başını kaldırarak.
Kama hiçbir uyarı yapmadan konuşmaya başladı. Hala kadim
dili konuşabiliyorken denemesi gerekiyordu. “Rene…” ağzından çıkan sözcükler
Kama’nın ne istediğini anlamışçasına Rene’yle aralarında oluşacak olan üçüncü
bağ için silik bir zincir oluşturdu.
Rene öylece kala kalmıştı. Kama şu anda onun aklından
geçenleri tahmin etmekte hiç de zorluk çekmiyordu. ‘Muhtemelen onu arkasından
bıçakladığımı düşünüyor…’
‘Gerçekten bunu yapacak mısın?’ zihnine gelen ses ilk taşıyıcıya
aitti.
Kama, bu soruyu cevaplamak yerine bağı oluşturmaya devam
etti. “Ben, Kama! Gündüzün taşıyıcısı olarak bağı kırma hakkımdan feragat
ediyor; karşılığında ise senin, Gecenin taşıyıcısı olan Rene’nin öldürme gücünü
elime alıyorum!”
Birkaç saniye beklemesine karşın hiçbir değişiklik
hissetmiyordu. ‘Başardım mı?’
‘Tabi ki başaramadın.’ diye yanıtladı İlk taşıyıcı. ‘Bunun
gücünün sınırsız olmadığını sana en başta söylemiştim!’
‘Peki şimdi ne olacak?’
‘Yerinde olsam kaçmaya hazırlanırdım…’ dedi İlk taşıyıcı
haklı olarak.
Aslında tek yapmak istediği Rene’nin bir başka insanı daha
öldürmesine engel olmaktı. Bir bakıma Alex ile olan yeminini yenilemek… Ama
bunu bile başaramamıştı. Ve şu anda, muhtemelen yapmaya çalıştığı bu şey
yüzünden Rene onu öldürecekti.
Fakat Kama, İlk taşıyıcının sözlerine rağmen kılını dahi
kıpırdatmadı. Geçen sefer Rene benzer bir antlaşma sunduğunda onun da Kama’yı
bağlamaya gücü yetmemişti. Kama ona yardım etmemiş olsa, antlaşmanın
gerçekleşmesi imkânsız olurdu. Yani bu sefer de Kama’nın yapması gereken şey
benzer olmalıydı. ‘Rene’yi buna ikna etmeliyim!’
“Bana güveniyor musun?” diye sordu Kama, korkusunu
olabildiğince sesine yansıtmamaya çalışarak. Bunun işe yarayacağına kendisi bile
pek inanmıyordu ama denemekten başka çaresi yoktu!
Fakat Rene, Kama’nın aklından geçenleri yalanlarcasına “Güveniyorum!”
diye hiç düşünmeden yanıtladı. Birkaç saniye sonra gözlerini kapadı ve derin
bir nefes aldı. Ağır ağır gözlerini açarken saçları siyahtan beyaza
dönüşüyordu. “Ben, Rene! Gecenin taşıyıcısı! Gündüzün taşıyıcısı olan Kama!
Senin sunduğun antlaşmayı, KABUL EDİYORUM!” Sözlerini tamamladıktan sonra
parmağını ısırmış ve akan kanla kendi göğsünün üzerine bir çizik atmıştı. Kan,
kendiliğinden hareket ederek iç içe geçmiş bir dizi yazı şeklini aldı ve hızla
kuruyarak Rene’nin önce bir omzundan boynunun altına sonraysa diğer omzuna uzanan
simetrik bir dövmeye dönüştü. Kendi kanını kullanması ileride bağı istese bile
kıramayacağı anlamına geliyordu.
Ardından aralarındaki silik zincirin içi aniden yakut
kırmızısı bir renkle dolarak parlamaya başladı. Birkaç saniye sonra zincir
solarak kaybolduğunda Kama ancak rahatlayabilmişti. ‘Biraz fazla kolay olmadı mı?’
diye düşündü kendi kendine. Bu sırada düşüncelerini Rene’ye kapamayı
unutmamışı.
‘Senin için kolay olabilir…’ diye yanıtladı İlk taşıyıcı.
Aslında Kama da biliyordu ki bu Rene için hiç de kolay bir
seçim değildi. İleride düşmanın olacağını düşündüğün birisi ile böyle bir
antlaşma yapamazdın. Özellikle de bu kişi gezegendeki bütün yaşamı yok
edebilecek potansiyele sahip ise…
“Peki…” dedi Rene merakla. “Neden böyle bir şey yaptığını
açıklayacak mısın?”
“Şey…” Kama açıklamaya çalışırken kızardı. Ona Alex’in
yaptığı gibi yapmak istediğini söylese bu çok çocukça görünürdü ama başka bir
açıklaması yoktu bunun için. “Ben yalnızca…” sözleri, kapının aniden açılması
ile yarıda kesildi.
“Aranıza girmek istemem ama acil bir durum var. Dedi Boğaç.
“Birkaç gemi bize doğru yaklaşıyor. Böyle giderse bizi pruva tarafından
bordalayabilirler.”
Rene ayağa kalktığı gibi Kama, gemileri görebilmek için
geminin ön kısmına doğru koştu.
Toplamda 4 gemi vardı. En öndeki, kürekleri durmaksızın
çalışan bir ticaret gemisiydi. Arkadaki üç gemininse var olma sebeplerini
belirtmek üzere en uzun direklerine siyah beyaz bir bayrak asılmıştı.
“Korsanlar…” diyerek herkesin bildiği gerçeği dile getirdi Boğaç.
“Evet…” diye iç geçirdi Rene. “Neyse ki bizim peşimizde
değiller.”
“Onları kurtarmalıyız.” Dedi Kama.
“Neden?” Rene’nin ses tonu tamamen duygusuzdu. Az öncekine
oranla neredeyse hayattan kopmuş gibi.
İlk taşıyıcı Kama’nın düşüncelerini anlamış gibi ‘Taşıyıcılar,
içlerinde taşıdıkları güçlerden dolayı duygusal olarak oldukça dengesizdir.’
diye belirtti. ‘Buna sen de bir istisna değilsin.’
Kama, İlk taşıyıcının söylediklerini umursamayarak “Öylece
öldürülmelerine göz yumamayız.” dedi Rene’ye.
“İnsanların işlerine karışmaktan hoşlanmıyorum… Daha önce
olanları biliyorsun.”
Belli ki ticaret gemisinin kürekçileri yorulmuştu. Kama ile
Rene tartışmayı sürdürürken üç korsan gemisi tacirler ile arasındaki mesafeyi
kapatmaya başladı.
“Sırf geçmişin yüzünden onların ölmesini mi izleyeceksin?”
“Sen ne yapmamı istiyorsun? Korsanları öldürmemi mi?” diye
asabi bir şekilde yanıtladı Rene.
“Hayır, ama… Başka bir yolu olmalı!” Böyle söylemesine
rağmen Kama’nın da aklına hiçbir şey gelmiyordu.
“Başka bir yolu yok! Ya korsanlar ölecek, ya da tacirler; ve
belirtmek isterim ki bir avuç insanı korumak için başka insanları öldürerek
yeminimi bozmak gibi bir düşüncem yok!”
Boğaç “Ne yemini?” diye araya girse de, ne Rene, ne de Kama
ona cevap vermedi.
Rene’nin söylediği her söz, Kama’nın
öfkesini biraz daha körüklüyordu. “Nasıl böyle umursamaz olabilirsin?” diye sordu
sıkılı dişlerinin arasından.
Rene karşılık vermedi. Yalnızca
gözlerini kaçırmakla yetindi.
‘Nasıl! Neden! İnsanlar ölecek fakat sen burada…’
Aniden etrafı kararınca Rene ile olan bütün bağlarının koptuğunu hissetti.
Birkaç saniye içerisinde kendini bembeyaz boşluğa bakarken bulmuştu.
Karşısında, daha önceden de gördüğü mermer kapılar vardı. Lakin bu sefer
kapılar aralıktı.
İki kapının arasından sızan siyah madde
Kama’nın etrafında spiraller çizecek şekilde dağılmıştı.
Kama neler olduğunu o anda anladı. Güneş onu ele geçirmeye çalışıyordu…
Bu seriyi hala okumakta olan tek bir kişi bile varsa diye yazdığım not...
Uzun zamandır yükleme yapmıyordum. Bu, elimde malzeme olmadığından değil de daha çok atmaya üşendiğimden oldu. Anlatım bozukluklarını ve noktalama hatalarını bulmak oldukça zaman aldığından ve son zamanlarda bunlara ayıracak vaktim olmadığından bu işten oldukça uzaklaşmıştım. Yine kendi kapak tasarımımı çizmekle uğraşmam -evet, kapak bana ait değil ve çizim konusunda da bariz bir şekilde yeteneksizim- ve vizelerle başımın biraz dertte olması da bu konuda etkiliydi. Fakat korona sebebi ile eve kapandığım son zamanlarda oldukça boş vaktim oldu ve elimdekileri olabildiğince paylaşmaya devam edeceğim. Yine de bu biraz zaman alabilir. Dediğim gibi anlatım bozuklukları ve akıcılık gibi şeylerle fazla fazla uğraşıyorum. Bunun sebebi de dil bilgim de yeterli olmadığı halde başka insanların önüne bitmemiş bir şeyi atmaya çekinmemdir.
Notun sonu...