Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

18 Haziran 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1199 Görüntülenme
Bu bölümü 34 Kişi beğendi.
Cilt 13

Kanat Taşıyıcılarının Köyü - Kısım 2

Tiz çelik sesi, savaş alanında yankılandı. Ses yavaş yavaş kaybolurken, birkaç saniye boyunca tekrarladı. Ama sonra kayboldu. Yerine, sesin sebep olduğu iki silahtan birinin yere düştüğünde çıkardığı hafif bir tıkırtı duyulmuştu.

 

“...Çekiliyorum.” Eli boş kalan adam, sessiz bir şekilde bir kelime mırıldanmıştı. Naginatası elinden fırlamış ve düşmanının kılıcı boynuna dayanmıştı. Sinirlenmişti, ama yapabileceği bir şey yoktu. Düello sona ermişti. Kaybetmişti.

“Teşekkür ederim. İyi bir dövüştü.” Nell, eğitim kılıcını rakibinin boynundan çekerken gülümsemişti.

 

Kalabalıkta bir hareketlilik başladı. Savaşçıya karşı kazandığı zafer, birçok kanat taşıyıcısının konuşmaya başlamasına ve yanındakiyle sonucu tartışmasına neden olmuştu.

 

“Daha azını beklemiyordum.” dedi köyün şefi. “En güçlü savaşçılarım bile senin kılıcın tarafından alt edildi.”

“Üzgünüm şef. Kaybettim.” Kanat taşıyıcı sahanın kenarına gitti ve sahanın hemen dışında bağdaş kurarak oturmuş köyün şefinin önünde diz çöktü.

“Sorun değil. İnsan olabilir, ama o güçlü birisi. Merak etme, beni hayal kırıklığına uğratmadın. Önemli olan, bu tecrübeden bir şeyler öğrenebilmen.”

“Sanırım istediğiniz gibi oldu efendim. Bu, aydınlatıcı bir tecrübe oldu.” Kendi kendine konuşmuş olsa da, Nell’in yendiği kanat taşıyıcı, ağırbaşlı denebilecek bir ses tonuyla konuşmuştu. Yalan söylemiyordu. Dövüşü kaybetmek, dünya görüşünü genişletmişti.

 

Geceydi ve festival çoktan başlamıştı. Kahraman ve yoldaşları, otelden köyün merkezine getirildiğinde kutlamalar başlamıştı. Karşılarında, dövüş için olduğu belli olan büyük bir saha bulmuşlardı.

 

Kızların üçü de hemen, şüpheli bir şekilde sahayı inceledi, ama köyün şefi onların gelişi şerefine kadeh kaldırınca, saha geri planda kalmıştı. Anca gece yarısı olduğunda lafı tekrar açılmıştı. Kanat taşıyıcılarının şefi, Nell’den halkına gücünü göstermesini istemişti. Bunun, henüz ona ısınamamış olanların saygısını kazanmak için iyi bir fırsat olduğunu fark eden Nell, doğrudan kabul etmişti. Şefin seçtiği üç elitle düello yapmış ve hepsini teker teker yenmişti. Gücünü sergilemesi, girdiği zahmete değmişti. En nihayetinde, halihazırda canlı olan ziyafetin daha da canlanmasını sağlamıştı.

 

Her ne kadar meydan okuyucularını dövüşte yenmiş olsa da Nell’in güç ve can statları, iblislerin bakış açısından çok da anormal değildi. Yükseklerdi, ama köyde fırtınalar estirecek kadar yüksek değillerdi. Yeni kazandığı dostlarının onun üstünlüğünü kabullenmesi, kılıçta olan yeteneği sebebiyleydi.

 

Nell, eli maharetli birisiydi. Ellerini ne kadar iyi kullandığı herkes tarafından bilinirdi. Doğal yeteneği, kılıç kullanmayı öğretilince tam olarak kendini göstermişti--içinde yatan kahraman kudretini ustalıkla kullanması öğretilerek olmuştu. Nell, ona gösterilen teknikleri, süngerin suyu emmesi gibi içine çekiyordu. Ortalama bir kılıç ustasına üstünlük sağlaması çok sürmemişti. Ve diğer yetenekleri de sonraki birkaç hafta içinde gelişmişti. Yolculuk arkadaşlarından birinin verdiği bire bir talimatlar, sanatın özünü fark etmesine yardımcı olmuştu. Her ne kadar bir kahya gibi giyinmiş olsa da teknik yeteneklerini geliştirmesini, hiç olmadığı kadar hızlandırmıştı.

 

İki tarafın kaba kuvvetlerinin derecesini ortaya koyduğu güçlü savaşların öncülüğünde gelişen şeytani tekniklerin aksine, insanlar tarafından geliştirilmiş dövüş sanatları ustalığa odaklanıyordu. Rakiplerine sadece güçle karşılık vermek yerine, kişiye özel, yüksek dereceli teknik hamlelere odaklanıyordu. Bu sayede, güç ve can yoksunluklarına rağmen, kılıç oyunu söz konusu olduğunda, insanlar üstünlük sahibi oluyordu.

 

Kilisenin kahramanı unvanını aldığı ilk günden bu yana çok yol kat etmişti. Nell çoktan öyle güçlenmişti ki, birkaç ileri gelen iblisi bile nefesi kesilmeden sırayla yenebilmişti, ama işi henüz bitmemişti. Gelişmek için hala potansiyele sahipti.

 

“İyi bir yetenek gösterisiydi Nell.” dedi köyün şefi. “Teşekkür ederim. Sanıyorum bu, insan olmana rağmen bizden biri olarak görülmeye değer biri olduğunla ilgili kararımı hala kabullenememişleri ikna etmeye yetecektir.”

“Teşekkür eden kişi ben olmalıyım. Bana, kendimi kanıtlamak için mükemmel bir fırsat verdiniz. Umarım bu herkesi ikna etmeye yetmiştir.”

“Böyle harika düello serilerinden sonra halkımın seni hor görmeye devam edeceğinden şüpheliyim. Sana karşı düşmanca davranan biri olursa beni bilgilendir ve sorunu şahsen halledeyim. Ama bu konu hakkında şimdilik yeterince konuştuk. Bu gece ziyafet var ve daha fazla zamanını harcamak istemiyorum. Lütfen, doyasıya tadını çıkar.” dedi şef yürekten bir kahkahayla.

“Çok teşekkür ederim efendim. Aynen öyle yapacağım.” diye gülümsedi Nell.

 

Görünüşe göre klanın diğerlerinden daha güçlü üç üyesini yenmek işe yaramıştı. Nell şefin yanından ayrıldıktan sonra köy halkı etrafına üşüşmüş ve onu, gücünün sırlarıyla ilgili soru bombardımanına tutmuşlardı. Ve böylece, şenliğin geri kalanını, etrafı eski ve yeni arkadaşları tarafından sarılı bir şekilde geçirmişti.

 

***

 

Gecenin geç saatlerinde, akşamki şenliğin sona ermesinden çok sonra gerçekleşmişti. Kapkara odanın içinde, ay ışığının bir zerresi bile yoktu. İçeride sadece, uyuyan üç kız tarafından alınan ritmik nefeslerin sesi duyuluyordu--ve kapının gıcırtısı.

 

Tepeden tırnağa karalara bürünmüş birkaç siluet olay yerine giriş yapmıştı. Her biri sessizce gölgeden gölgeye atlayarak, kendilerine verilen hedeflere yaklaştılar. Ve yaklaşırlarken, cübbelerinin altından, yoğun, zehirli bir madde damlayan birer hançer çıkardılar.

 

Kızların yataklarının kenarına aynı anda vardılar ve hançerlerini başlarının üzerine kaldırdılar. Ama umdukları ölümcül darbeleri yapabilme fırsatını bulamamışlardı.

 

“İllüzyonlara saldırıyorsunuz.”

 

Bir kadın sesi, üç katilin arkalarını dönüp, odanın köşelerinden birine bakmalarına sebep olmuştu. Karşılarında, hedefleri olarak belirledikleri kızlardan birini, asasını kaldırmış bir halde gördüler. Hiçbirini, durumu kavramayı başaramamıştı, ama en azından hedeflerinden birinin uykusundan uyanmış olduğunu anlayabilmişlerdi. Hedeflerini çabucak aktif tehtide çevirdiler ve ona hücuma geçtiler.

 

“Uyu.”

 

Ama çok yavaşlardı. Ona ulaşmalarından önce büyüsünün ismini mırıldanmış ve cübbeli üç suikastçının bulundukları yere yığılmalarına sebep olmuşlardı.

 

“Bitti.”

“Teşekkürler Ronia.” dedi Nell.

“Harika bir şekilde çözdün.” dedi Mekina.

 

Ronia’nın iki arkadaşının üzerini örten karanlık örtü, büyü kendi kendine bozulurken kaybolmuştu.

 

“Sen olmadan bunu başaramazdım, Mekina. Onları fark edemezdim.” Büyücü başını salladı.

“Saldırı altında olduğumuzu ben de tamamen fark edememiştim.” dedi Nell. “Sen olmasan uyumaya devam ederdim. O yüzden sana da teşekkürler Mekina. Sana gerçekten borçluyuz.”

“Sadece işimi yapıyorum kızlar.” dedi, yarım bir gülümsemeyle. “Bunu yapamasaydım, çoktan beni de öldürmüşlerdi.”

 

Diğer ikisinin aksine Mekina bir istihbarat ajanıydı. İki görevi vardı. İlki, müttefiklerini hazır ve nazır tutmak için düşmanları saptamaktı. İşin doğası gereği, yakınlardaki düşman varlığına karşı aşırı hassastı. Uykuda olmak, odalarına yaklaşan düşmanları fark etmesini engellemediği için uyanmış ve gece saldırısına maruz kalmadan önce diğerlerini uyarabilmişti.

 

Mekina’nın diğer görevi ise, unvanından anlaşılacağı üzere, bilgi toplamaktı. Diğer ikisinin kanat taşıyıcılarının lideriyle olan görüşmesine, bu yüzden katılmamıştı. Alabileceği tüm bilgiyi toplayabilme fırsatını değerlendirmekle meşguldü. Müzakerelere ayak bağı olmak istememesini, başka bir odaya yerleştirilme bahanesi olarak kullanmıştı. Germanya’lı ajan, sıradan bir misafir gibi dikilip boş boş takılıyormuş gibi gözükse de aslında bütün zamanını kanat taşıyıcılarını araştırmak ve öğrenebildiği her şeyi öğrenmekle geçiriyordu.

 

“Mekina kadar iyi olmadığını biliyorum, ama eğer sarhoş olmasaydın, benden önce sen de onları fark ederdin.” dedi Ronia. “Bugün çok fazla içtin.”

“Kendime engel olamadım...” Nell yüzünü elleriyle kapadı ve gözlerini utanç içinde arkadaşlarından kaçırdı. “Sundukları şarap, gerçekten ama gerçekten çok iyiydi.”

 

Acınası derecede kötü bahanesi, Ronia’nın iç çekmesine, Mekina’nın ise kıkırdamasına sebep olmuştu.

 

“P-pekala, bu adamlar kim bu arada?” Ne söylerse söylesin, davranışlarını haklı veya mantıklı gösteremeyeceğini bildiği için, bakışlarını yerde baygın yatan adamlara çevirerek hemen konuyu değiştirmişti. Ronia’nın büyüsü, bilinçlerini kaybettirmiş ve onları derin uykuya sokmuştu.

“Kanat taşıyıcıları değiller mi?” diye sordu Ronia.

“Öyle gibi görünmüyorlar.” Mekina ayağını kullanarak adamlardan birini çevirdi ve yüzünü açığa çıkardı.

“Ah. Bunların gagaları yok.” Büyücü, saldırganların, kanat taşıyıcılarının şahine benzeyen yüz özelliklerine sahip olmadıklarını hemen fark etmişti.

“Tanrım, çok farklı türde iblis var.” diye iç çekti Mekina. “Bu adamların hangi ırka ait oldukları hakkında hiçbir fikrim yok.”

“Neden gidip şefe sormuyoruz? Muhtemelen biliyordur.” dedi Nell.

 

Konuşması bittiği anda kulaklarını dikti, ama bunu arkadaşlarının yanıt vermesi için beklediğinden yapmamıştı. Pencereye en yakın kişi olarak, kulağına garip, doğal olmayan bir ses gelmişti. Hemen pencereye doğru gitti, açtı ve dışarı baktı.

 

“Ne...?” İkinci katta bulunmasının verdiği yüksek bakış açısı avantajını kullandıktan sonra yaptığı ilk şey, şaşırmış bir şekilde bakakalmak olmuştu.

 

Bir kavga vardı. Kanat taşıyıcıları ve tepeden tırnağa karalar giyinmiş kişiler etrafta bıçaklarını çekmiş, birbirleriyle savaşıyordu. Ve şimdi pencere açıldığında, köyden gelen sesler daha belirgin bir hal almıştı. Bağrışlar ve savaş çığlıklarına metal çınlamaları eşlik ediyordu.

 

Kalabalığa olan yakınlığı, daha doğrusu tam tersi, uzaklığı, gece yarısı kanat taşıyıcılarının kentini ele geçirmiş garip durumu fark etmesini engellemişti. Savaş, tam anlamıyla her yerdeydi. Kanat taşıyıcıları ve siyah giyen adamlar, meydanda birbirlerine saldırıyorlardı.

 

Bu savaşlardan biri, Nell’in bulunduğu yerden çok da uzak olmayan bir yerde gerçekleşiyordu. Gagalı arkadaşlarından biri gizemli saldırganlardan biriyle düelloya tutuşmuştu. Bir ikincisi arkasından gizlice yaklaşıyordu, ama tüylü savaşçının bundan haberi bile yoktu.

 

“Hayır olamaz! Bu hiç iyi değil.” Nell pencere eşiğinden aşağı baktı ve bir anlık tereddüte düştü. İkinci kat, yerden bayağı yüksekti. Gerçi, harcayacak zamanı olmadığını biliyordu, o yüzden dişlerini sıkıp eşiğe çıktı ve aşağı atladı.

 

Nell!?” Ronia şaşkın bir şekilde kahramana bağırmıştı, ama o karşılık vermemişti.

 

Bir süre havada süzülen Nell, yere çarpma sonucu oluşacak kaçınılmaz kuvveti dağıtmak için dizlerini kırdı ve aynı hareketle, toplayabildiği bütün kuvvetle yerden sıçradı. Yerden bir roket gibi yükseldi ve kuş suratlı savaşçının arkasında uygun pozisyon almaya çalışan cübbeli adama kılıcını savurdu.

 

Bunu atlatmayı başarmıştı. Ama bundan fazlasını yapamamıştı. Devamında Nell’in belini çevirip kılıcı herifin gövdesine yaptığı saplama saldırısı, adama isabet etmişti. Ağız dolusu kan öksüren adamın hayatı sönmüştü.

 

Ölümü, üzüntüsünü belli edecek tek bir kelime etmeyen diğer cübbeli arkadaşının pek de canını sıkmışa benzemiyordu. Rahatsızlığını belli eden bir cıklamadan sonra savaştığı kanat taşıyıcısından sıçrayarak uzaklaştı. Sonra, düştüğü dezavantajlı ikiye bir durumdan gece karanlığına karışarak geri çekildi.

 

“Teşekkür ederim. Sana hayatımı borçluyum.

“Sorun değil. Merak etme.” dedi Nell. “Size saldıranların kim olduğunu biliyor musun?”

 

Daha yakından inceleyen Nell, kanat taşıyıcının, muhafız olarak çalışanlardan biri olduğunu fark ettiğinden, daha fazla bilgi almak için hemen soru sormaya başlamıştı. Ancak, adam bilgi verememişti. Diğer tüm kanat taşıyıcıları gibi, parlak obsidyen zırh seti giyen ve naginata kullanan adam, başını sağa sola salladı.

 

“En ufak bir ipucum bile yok. Bir anda belirdiler ve tek kelime etmeden bize saldırmaya başladılar. Özür dilerim ama, şefin güvenliğinden endişeleniyorum. Gücünün seviyesi göz önünde bulundurulduğunda sorun olmayacaktır, ama yine de hemen buradan uzaklaşmanızı öneririm.”

 

Savaşçı kanatlarını çırptı ve köy merkezine doğru ilerlemeye başladı.

 

“Nell!”

 

İsmini duyan Nell hemen arkasına döndü. Arkasına baktığında Mekina ve Ronia’nın ona doğru geldiğini gördü. Yüzlerindeki ifade, saldırı altında olanların tek onlar olmadığı için, durumun beklenenden daha vahim olduğunu fark ettiklerini gösteriyordu.

 

“Çok üzgünüm canım.” dedi Mekina. “Durumumuzu daha iyi kavramalıydım, ama hanın yakınlarında sadece birkaç düşman olduğundan, bu kadarını düşünemedim.”

“Senin suçun değil Mekina.” dedi Nell. “Bize saldıranları ne yaptınız?”

“Onları soyup bağladık.” dedi Ronia. “Şimdi ne yapacağız?”

 

Nell seçeneklerini düşünürken, bir anlığına duraklamıştı. Ronia’nın sorusu, Nell’in kaçmayı mı yoksa savaşmayı mı tercih edeceğini bilmek istediği anlamına geliyordu. Kahramanın yaptığı ilk şey, onun yerinde olsaydı Yuki ne yapardı diye düşünmek olmuştu. Sadece bu, konuyu açıklığa kavuşturmuştu.

 

“Hadi gidip şefe yardım edelim” dedi. “Alabilecekleri tüm yardıma ihtiyaçları olduğundan eminim.”

 

Yuki’nin insanları kaderlerine terk edecek türde biri olmadığını biliyordu. Kurtarabildiği kadar insanı kurtarmak için elinden geleni yapardı. Düşmanlarının ona fırlattığı her şeyi parçalayarak, onları kolaylıkla ezerken, her zamanki gibi gülümsediğini görebiliyordu. Her ne kadar bir iblis lordu olsa da, kendi kahramanca davranışları onu örnek almasından kaynaklanıyordu. Kendini onun standartlarına göre değerlendirmek tamamen ironik bir durumdu, ama yine de onu örnek alıp ondan bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Onu örnek almak, tam olarak izlemesi gereken bir şey olduğuna kanaat getirmişti. Çünkü, ona ihtiyaç duyanları asla hayal kırıklığına uğratmayacağını biliyordu. Onun kaçmayacağını biliyordu.

 

Ve bir kahraman olarak, o da kaçamazdı. Tehlike karşısında kaçmayı seçmek, onu sadece komik bir duruma düşürürdü.

 

“Bu harika bir fikir.” dedi Mekina. “En azından bu gizemli saldırganların kim olduğu hakkında bilgi toplamayı isterim.”

“Haberleşme küresini kullanmalı mıyız?”

“Hayır. Henüz ne olup bittiğini bilmiyoruz.” Nell, saray büyücüsünün sorusuna başını sallayarak cevap vermişti. “Sanırım Mekina’nın önerisine uyup, kim tarafından saldırıya uğradığımızı öğrenmeliyiz.”

“Evet, hadi yapalım.” dedi Mekina, başını sallayarak.

 

Ve böylece perde, üçlüyü bekleyen uzun, zahmetli, yorucu günün sonunda neler bulacağını görmeleri için açılmıştı.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Shin (95 puan) Üye
2021-04-22 16:22:12
Çeviri ve edit için teşekkürler.
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-28 16:07:50
Bölüm için teşekkürler elinize sağlık
STERBEN (225 puan) Üye
2020-06-25 00:39:40
Çeviri için teşekkürler
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-06-19 11:54:39
çeviri için teşekkürler
Kunai 52 (151 puan) Üye
2020-06-19 00:11:18
Elinize sağlık.
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-06-18 15:18:59
Yuki gelsin artık
ilgin (71 puan) Üye
2020-06-18 13:50:52
Bölüm için teşekkürler
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-06-18 12:13:57
bi önceki bölümde deiklerim için kusura bakma Nell. Ben o bölümde çağırdınız sanıp salakça triplere girmişim (;一ω一||) Diğer bölümde nasıl güçlü bişi gelicek de Yuki'yi çağırmak zorunda lucaksınız acaba. Çeviri ve edit için teşekkürler. Ellerinize, emeğinize sağlık^