Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

25 Haziran 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1190 Görüntülenme
Bu bölümü 34 Kişi beğendi.
Cilt 14

Yüzleşme - Kısım 2

Havuç kafalının koltuğundan sahaya atlayışını izlerken gözlerimi kıstım. Şükürler olsun. Gerçekten de delikanlı gibi, sahaya inmeye karar vermişti.

 

Birbirimize dik dik baktık. İnişi, kısa bir sessizlikle birlikte gerçekleşmişti--bir patlama tarafından kesilen bir sessizlik... Patlama şiddetliydi. Toz, duman ve yer havada dağılmıştı. Onun için yerleştirdiğim büyülü mayın öyle güçlüydü ki, seyircileri bağırtmıştı. Ve buna rağmen, ne kadar gıcık olsam da, bundan kurtulmuştu.

 

“Ucuz dümenlerin beni etkilemez.” Ruhsuz kızıl, kibirli, kendini beğenmiş, beni ağzının ortasına sağlam bir tane geçirme isteğiyle dolduran bir tonda konuşmuştu.

 

En azından canının yanmasını istemiştim, sadece birazcık. Ama yıkıntı dağılınca, saldırımın onu toza bulamaktan başka bir şey yapmadığı ortaya çıkmıştı. Evet, bekliyordum. Bunu daha önceden görmüştü, o yüzden böyle bir şeyi yapacağımı bekliyordu muhtemelen.

 

“Ucuz dümen mi? Nesin sen, geri zekalı mı? Bir saldırıyla karşılama arasındaki farkı anlayamıyor musun?”

“Sadece uyuz, vahşi bir köpeksin. Yapmayı bildiğin tek şey beni ısırmaya çalışmak. Ve Phynar da aynı derecede zavallı. Öyle berbat bir kral ki, kendi adamlarının tasmasını bile tutamıyor.” diye homurdandı Havuç Kafa. “Adamlardan bahsetmişken, beni bayağı bir sıkıntıya soktun.”

 

Oh, şuna bakar mısınız? Çoktan biliyor. Hmm, garip. Dövüştüğüm bütün şerefsizleri gübreye çevirdiğime yemin edebilirim. Sanırım bir iki tanesini atlamışım. Düşünebildiğim tek alternatif, birisinin zamansız yiten cesetlerin yanında, benimle bağlantılı bir tür kanıt bulduğuydu. Ah, her neyse. Sanki çok umurumda. Baştan beri seni masum taklidi yapmayı planlamıyordum zaten.

 

“Ah, onu mu soruyorsun? Evet, o bendim. Biliyor musun, saçma sapan konuşuyorsun, ama senin de adamların üzerinde çok fazla kontrolün yok. Sadece onlarla biraz uğraştım ve kafamı şişirmeye başladılar. Abartıp bana her şeyi anlattılar. Bilirsin, saldırıyı kimler düzenledi, neden düzenledi ve hatta planladığınız bütün her boku anlattılar.” Dalga geçerken Enne’i çektim.

 

Doğal olarak, sadece onu yemliyordum. İşin aslı, sadece tek bir kişi konuştu ve çenesi de bayağı sıkıydı--en azından bir başka hançer çekip, tekrar halüsinasyon gördürmeyle tehdit edene kadar. Görünüşe göre, o bile ikinci kez kabus görmeye niyetli değildi, bu yüzden karşı koymaya devam etmek yerine, ifritlerin planları hakkında bana uzun uzun konuşmayı seçmişti. Bu iş birliğini tabii ki de aynı şekilde ödüllendirmiştim. Yardımcı olup, bir toprak öbeği halindeki arkadaşlarına katılmasını sağladım.

 

Sözlerim işe yaramıştı. Canını öyle sıkmıştı ki, ifadesi nihayet bozulmaya başlamıştı. Taktığı kendini beğenmiş maske, yüzü öfkeyle seğirirken sallanıyordu.

 

“Sinirini bozmak için bu sadece mini minnacık bir yorum yetiyor mu? Vay be, sen de bayağı hassasmışsın.” Dedim. “Demek istediğim, henüz biliyor musun emin değilim ama, sanırım ne olur ne olmaz söylemeliyim. Suratındaki nispetli gülümseme, birazdan darmadağın olacak dostum. Bir doktora göstermen gerekecek. Yani, hadi ama. Bahsettiğim tek şey, güvendiğin bir ajanın seni arkandan bıçaklayıp bilmek isteyebileceğim muhtemel her şeyi bana anlatması. Bunun canını bu kadar fazla sıkmaması gerek. Ve sıksa bile, sanki benim suçum. Aslında senin suçun. Disiplin işlerine biraz çalışman gerek. Ama biliyor musun, sorun değil. Anlıyorum. Senin gibi kuş beyinli birinin kendini toparlamasının zor olduğunu biliyorum.”

“Senin tavsi--”

 

Konuşmaya başladığı anda saldırıya geçtim. Yerden sıçradım, doğrudan ona hücuma geçtim ve Enne’i savurdum. Her şey, ağzından çıkanları umursamadan gerçekleşmişti. Her ne kadar şaşırsa da, geriye sıçrayarak saldırıdan kurtuldu. Hareketindeki çeviklik ve zarafet, iri kıyım vücuduyla birleşince çok saçma bir görüntü oluşmuştu.

 

“Beni dinlemeye hiç niyetin var mı?” Sesi, alçak bir gurultu şeklinde gelmişti. Kan beynine hücum ederken gözleri kısıldı ve alnındaki damarlar kabardı. Sinirliydi, ama patlamadan hemen önce kendini tutmayı başarabilmişti. “Konuşma sırası bendeydi.”

“Sıra mı? Sırayla mı olsun istiyordun? Hadi oradan. Daire şeklinde oturup sırayla boşalmak istiyorsan, kendine daha “tecrübeli” birini bulman gerek.”

 

Havuç Kafa’nın, başkalarını kızdırmak için yapılması gerkeen şeylere çok az maruz kaldığını hemen anlamıştım. Vay beee. Birileri üçüncü sınıfı hiç geçememiş anlaşılan.

 

“Buna inanamıyorum... Sen de en az Phynar kadar sevimsizsin.” Havuç Kafa derin bir iç çekti. “Peki. Savaşmayı, zamanını beni sinir etmek için harcayacak kadar çok istiyorsan, sanırım sana uymak zorundayım.”

 

Kolunu önüne uzatırken yüzünde vahşi bir sırıtış belirmişti. Büyk miktarlarda mana açık avcunun içinde toplandı ve birleşerek bir büyük kılıç şeklini aldı. Devasa bir silahtı. Tek vuruşta birini ikiye bölebileceğinden şüphe yoktu. Siyahın kendisinden de siyah, kapkara, kötücül kılıcın yan taraflarından kızı, damara benzeyen yapılar geçiyordu. Şekil olarak, Enne’i kullanmaya başlamadan önce kullandığım silah olan Hasai’ye benziyordu. Gerçi, çok daha güçlü görünüyordu, doğası gereği.

 

“Ah, süper, büyülü bir kılıç.”

 

***

Durum

İsim: Tortund Ruin

Irk: Büyülü Kılıç

Kalite: Ölçülemiyor

Saldırı Gücü: 1644

Dayanıklılığı: 1330

MP: 2428

 

Eşsiz Yetenekler

Telepati

???

???

 

Yetenekler

Öz Onarım VI

???

???

 

Unvanlar

Akıllı Silah

Ölüm Getiren

Yıkım Getiren

???

 

Tanım: Tortund Ruin, felaketin vücut bulmuş hali olarak bilinen bir kılıçtır. Ardından ölüm ve yıkım getirir. Onunla yüzleşenler umut nedir bilmezler ve onu kullananlar, çekişme ve çatışma dolu bir hayatla lanetlenir. Bu silahın kullanıcısına, akıl sağlığı karşılığında ciddi miktarlarda stat artışı sağlama eğilimi vardır.

 

***

 

Silahın kötücül aurası Enne’inkine benziyordu. Daha doğrusu eski Enne’inkine benziyordu. Analiz hakkında bir sürü şey söylemişti, ama söylememiş olsa bile, Havuç Kafa’nın kılıcının lanetli olduğunu anlardım. Ve güçlü olduğunu da. Aşırı. Güçlü. Statlarına bakmak, sadece bu gerçeği desteklemişti.

 

İşte bu yüzden, tamamen onun kontrolü altında olmasına şaşırmıştım. Aşırı şişkin statlara rağmen ona boyun eğmişti.

 

Rahat bir şekilde sırıtırken, tek elli bir duruş takınmıştı.

 

“Bunu fark etmene şaşırdım.” dedi kızıl saçlı. “Onu çektiğimden beri sürekli bağırıyor.” Ayağını yere koyar koymaz birden ivmelendi ve hızla ilerlemeye başladı. “Kanın için!”

 

Aramızdaki mesafe göz açıp kapayıncaya kadar kaybolmuştu. Çünkü ben de hareket etmiştim.

 

Menziline girdiğim anda yaptığı ağır, yatay saldırıyı, tam güçlü, kendi savuruşumla karşıladım. Kafa kafaya, şiddetli ve sadece en güçlü olanın galip geleceği bir yüzleşmeydi.

 

Kılıçlarımız çınlıyordu. Patlama kadar yüksek, tiz çınlamalar, stadyumda yankılanıyordu. Saldırısı, bir tırın bütün ağırlığını taşıyordu. Kolum, sanki bir kamyonla çarpışıyormuş gibi hissediyordu. Uzun uzvumda titreşen his, vücuduma kadar ilerledi ve altımdaki yere geçti. Ve buna karşın, sağlam durdum.

 

Çarpışmanın etkisiyle oluşan rüzgarın basıncı öyle fazlaydı ki, kıyafetlerimiz yırtılmaya başladı.

 

İkimiz de daha fazla kaldıramayacaktık. İkimiz de aynı anda geri itilmiştik. Bu ne lan!? Benim kadar güçlü mü!?

 

Beyinsiz Kral’ı öldürmek, statlarıma büyük artış sağlamıştı. Ve o zamandan beri, Uğursuz Orman’da yaşamayan her şeyi kolaylıkla ezebileceğimi tahmin etmiştim. Ve buna karşın, saldırılarıma karşılık verebilen biriyle düello ediyordum. Yani evet, kuvvet en yüksek statım değildi ama, yine de 3 bin falandı. Enne’den gelen bonusları saymadığım halde. Nasıl eşit oluruz anasını satayım!?

 

Bütün gücümü kullanmamış da değildim. Onu aşağı görmüyordum ve kendimi kibirli biri olarak tasvir etmezdim. Gerçi, hala kuvvet statımın normlardan tamamen yüksek olduğunun gayet farkındaydım. Saf güç yarışında eşit olmak, beklediğim en son şeydi--özellikle, kılıç azizinin bile başa baş çarpışmadan kaçınmak için elinden geleni yaptığını düşünürsek...

 

Benim gibi onun da elinde, statlarını yükselten bir silahı vardı, ama buna rağmen, Havuç Kafa’nın kendisinin de gerçekten, reddedilemez bir güç olduğunu hemen anlamıştım. Ve görünüşe göre, bu durum karşılıklıydı.

 

“Darbelerimi saptırabiliyor musun? Etkilendiğimi düşünebilirsin!” Kızıl etrafında döndü ve bağırırken çapraz bir vuruş yaptı. Aşağı yönlü, saldırının ağırlığını artırmak için merkezkaç kuvvetinin tamamını kullanan bir darbeydi. Normal şartlar altında bunu atlatabilirdim. Ama yapamamıştım. Tuzağa düştüğümden değildi. Ama şiddetinin karşısında geri çekilmemem gerektiğini hissetmiştim. Kaçınmak, onun benden daha iyi olduğunu kabul etmekten farksızdı, hatta düşüncesi bile beni rahatsız ediyordu.

 

İşte bu yüzden, duruşumu alçalttım, ayağımı yere gömdüm ve Enne’i kullanarak güçlü, yükselen bir şekilde onu savurdum.

 

Tekrar çarpıştık. Ve tekrar, saf kuvvet, kaba kuvvete karşıydı.

 

Aynı anda geri itilmeye devam ettik. İkimiz de çarpışmanın şiddetiyle aynı anda itiliyorduk. Yine de devam ettik. İkimiz de geri adım atmayı reddettik ve aptalca bir hale gelene kadar bir dizi hilesiz ve açık çatışmaya girmeye devam ettik.

 

Her ne kadar sadece silahlarımızı birbirine çarpmaktan başka bir şey yapmıyor olsak da, kalabalık çıldırmıştı. Avazları çıktığı kadar tezahürat ediyor ve yuhalıyordu. Ama ikimiz de onları düşünmedik. Birbirimizi ezmeye kendimizi öyle odaklamıştık ki, rakibini alt edenin gücü saygı görecekti.

 

Her ne kadar savaşın dümdüz ilerlediğini söylemiş olsam da, bu şekilde devam etmesini tabii ki de istemiyordum. Hile yapmak için büyülerimi kullanamamamın sebebi, yapamıyor olmamdı. Birkaç tane büyü yapmayı denemiş olsam da, hiçbiri çalışmamıştı. Büyü, çalışmayı reddediyordu. Normalde yaptığım gibi büyümü içimde çevirebiliyordum, ama büyülerim onları inşa etmeye denediğim anda bozuluyordu. Yoksa yeteneklerinden biri mi büyü yapma yeteneğimi engelliyor? Öyle görünüyor. Öff, muhtemelen onu analiz etmemi engelleyenle aynı şey. Muhtemelen bastığı mayının zarar vermemiş olmasının sebebi de aynı. Bir dakika. O zaman neden silahını analiz edebildim ki? Yoksa bu bir tür açık mıydı...? Eeeeh, neyse ne, siktir et. Bunu sonra düşünürüz. Savaşın ortasındayken düşüncelere dalmak bir işime yaramaz. Özellikle, kendi başıma çözemeyeceksem.

 

“Hiçbir büyünü yapamıyor olman ne yazık, değil mi?” En kendini beğenmiş sırıtışlarından biriyle konuşmuştu.

“Ne saçmalıyorsun lan?” Sakin kalarak oyununa dahil oldum. “Senin gibi bir bok kafalıyı ezmek için büyüye ihtiyacım bile yok.”

 

Yeteneği onu dokunulmaz kılmıyordu sonuçta. Birçok fırsat bulmasına karşın hiçbir büyü kullanmamış olması, savunmasının bir tür sınır ya da eksiklikle birlikte geldiğini gösteriyordu. Ama yine de, bunu çözmeye meraklı değildim. Çoktan onu sadece fiziksel kuvvetle ezmeye karar vermiştim.

 

İşte bu yüzden yaşlı kahyayı taklit etmeye çalıştım. Sonraki çarpışmamız gerçekleştiğinde, vuruş noktamı hafifçe değiştirdim. Değişiklik, kılıcının Enne’le kafa kafaya çarpışmak yerine yanında kaymasına sebep olmuş ve böylece dengesini bozmuştu.

 

“Al bakalım beyinsiz!” Dengesizliğinden yararlanarak bir adım ileri attım, bir elimi Enne’den çektim ve çenesine sağlam bir darbe yerleştirdim. Saldırıyı iyi sindirmişti. Ayağını yere gömüp düşmesini engelleyebilmişti, ama darbe, dayanabileceğinden fazla ağırdı. Momentumu, birkaç metre geriye kayarken tozu dumana katmasına sebep olmuştu.

 

“İyi misin Enne?” Endişeli bir şekilde kılıca seslendim. Enne’i, onun kılıcına çok fazla vurmuştum.

“...Hıhı. Kaybetmeyeceğim.”  Verdiği tepki, beklenmedik diyebileceğim bir tepkiydi. Rekabetçi bir hava yayıyordu. İkinci raund için can atıyor gibiydi.

 

Kılıcımla konuştuğumu gören Havuç Kafa gülmeye başladı. “Anlaşıldı, lanetli bir silahı olan tek kişi ben değilim demek.”

“Lanetli mi?” Lanetli mi? Hadi oradan, ne demek “lanetli”. Enne, bu dünyanın sunabileceği en tatlı şey. Aptal varsayımlarını kıvırıp götüne sokabilirsin.”

“Peki, durum her neyse, diyorum ki, aramızda biraz yarışalım. Hangimizin silahının üstün geleceğini görelim.” Konuşurken bir eliyle çenesini okşadı ve kılıcıyla başka bir poz verdikten sonra duruşunu alçalttı ve cıkladı. Bütün savaş arzusu bir anda kaybolmuştu.

 

“Now!”

 

Havuç Kafa VIP’ler için ayrılmış bölümde otururken arkasında dikilen piç emir erinin ta kendisi tarafından yönlendirilen düzinelerce muhafız sahneye hücum etti.

 

Savaşı kesmemiz için aramızda dikildiler. Ama bununla beraber, yaptıkları muamele bariz bir şekilde eşit değildi. Her bir muhafız bana dönüktü. Daha fazla saldırı yapmamı engellemek amacıyla, ellerindeki büyük polis kalkanlarıyla çevremi sarmaya çalışıyorlardı.

 

“Lanet olsun! Yolumdan çekilin!”

 

Doğal olarak, savaşarak onları uzaklaştırmaya çalıştım. Kaba kuvvet kullanarak zorla ilerleyebilmek için yumruklarıma ve tekmelerime güvenmiştim, ama işe yaramamıştı. Onları fırlattığım her bir seferin ardından, sahaya geri gelmeye ve kuşatmaya katılmaya devam ettiler. Normal şartlar altında, üçüncü boyutu kullanmak seçeceğim çözüm olurdu. Ne yazık ki bu mümkün değildi. Bazı muhafızlar havadaydı ve bunu yapmamı engellemeye çalışıyorlardı. Ööööööööfff. Onları öldürmeden aralarından geçemeyeceğim. Hmmm... Yapabilir miyim? Yani, yapabilirim tabii... hatta çok da kolay olurdu, ama... sanırım yapmamalıyım.

 

Yalnız olsaydım, muhtemelen tam bu fikri uygulardım. Acımasız, soğukkanlı bir şekilde her bir güvenlik kuvvetini katlederdim. Bunu yapmamı engelleyen şey kendi ahlaki değerlerim değil, Enne’di. Onu aşırı şiddete ya da katliama maruz bırakmak istemiyordum. Cinayetin normal bir şey olduğunu düşünmesini istemiyordum. Pekala, ne düşündüğünüzü biliyoruım. Bır, bır, bır, silah, insanları öldürmek için kullanılır, falan, filan. Her zaman canavar öldürüyorsun zaten, falan. Evet, biliyorum. Ama anlarsınız ya, bu aynı şey değil. Muhafızlar beni öldürmeye çalışmıyorlar. Öldürmeye ant içtiğim düşmanlar değiller, ve beni avlamaya çalışan aloşsoz canavarlar değiller. Sadece talihsiz bir iş kolunda çalışmak zorunda kalan ortalama kişilerdi. Enne’i, ne onların kanıyla lekelemek istiyordum, ne de anlamsız, haksız bir şiddete maruz bırakmak istiyordum. O benim kızımdı. Buna katlanması için onu zorlayamazdım. İyi bir baba bunu yapmazdı. Sanırım bu, büyü zamanının geldiği anlamına geliyordu. Ya daaaa, en azından en azından lanet olası şeyi kullanabilirim anlamına geliyor.

 

“Noluyor lan! Gel buraya, seni korkak!”

“Etrafımızda bu kadar muhafız varken kılıçlarımızı rahat rahat savuramayacağız.” dedi Havuç Kafa. “Merak etme. Bu savaşı başka zaman bitermek için şansımız olacağından eminim.”

 

Kılıcını her nereden çıkardıysa oraya sokarken köpek dişlerini tamamen ortaya çıkaracak şekilde gülümsedi, arkasını döndü ve uzaklaştı.

 

“Şef! Yaralarınız ne durumda!?”

“Ben iyiyim. Yaralanmadım.” dedi kızıl kafa. “Ben savaşırken yoluma çıkman hakkında sana ne demiştim? Sonuçlarına hazırlıklı olsan iyi olur.”

“Dilediğiniz cezayı kabul etmeye hazırım şef, ama lütfen sizin güvenliğinizden endişe ettiğim için böyle davrandığımı lütfen unutmayın.”

“...Bunu inkar edemem.” diye homurdandı Havuç Kafa. “Peki. Haklısın. Aferin sana. Her ne kadar düellomuzun daha uzun sürmesini istesem de, sanırım onunla kalabalığı tatmin edecek kadar uzun süre dövüştüğümü düşünüyorum.”

“Hay sıçayım! Ne demek! Buraya geri gel! Kaçamazsın! Lanet yarım çüklü!” Doğrudan ona bağırıyordum, ama Havuç Kafa beni umursamadı. Dediklerimi kabul etmek anlamına gelse bile umursamamıştı. Yanında emir eriyle, öylece uzaklaşmaya devam etti. Hay sikeyim! Bu şerefsiz kaçıyor! Ah zindanın güçlerini bir kullanabilsem! Arghhh!

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Pika-sama (98 puan) Üye
2022-02-09 09:42:39
Yarım çüklü Asdaxzfcsfsasd
Shin (95 puan) Üye
2021-04-22 17:32:09
Çeviri ve edit için teşekkürler.
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-28 18:46:33
Bölüm için teşekkürler elinize sağlık
STERBEN (225 puan) Üye
2020-06-29 14:49:21
çeviri için teşekkürler
Eyisha (198 puan) Üye
2020-06-27 21:10:37
E.s
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-06-27 08:58:37
çeviri için teşekkürler
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-06-25 21:32:29
Zindanın o güzel güçlerini ben bile özledim, Yuki nasıl özlemesin :') O deilde acaba Nell zindana gidince ortalık nasıl karışmıştır. Bi anda tatlı ejderhamız gelirse görürüm ben iblis diyarı nasıl alt üst oluyormuş. Çeviri ve edit iiçin teşekkürler, ellerinize sağlık^
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-06-25 18:21:18
Bu karşılaşmada zaferde yok yenilgide yarıda kesti yazar, seriyi okumaya devam etmelimiyim ki düşünmem lazım.
ilgin (71 puan) Üye
2020-06-25 16:03:13
Bölüm için teşekkürler
Sato55400 (1592 puan) Üye
2020-06-25 15:37:35
Çeviri için teşekkürler