Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

09 Mart 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1852 Görüntülenme
Bu bölümü 37 Kişi beğendi.
Cilt 2

Talihsiz Maceracılar

Bildiğim kadarıyla maceracının belirli bir tanımı yoktu. Keşfeden, araştıran ve bilinmeyenle yüzleşen kişilerin dahil olduğu bir meslek olarak belirtiliyordu. Maceracılar her türden isteği kabul eder, onları yerine getirir ve anlaştıkları ödül için müşterilerine dönerler. Bazı durumlarda ödüller çok ve pahalı şeyler olurdu. Çoğu maceracı tarih boyunca çok ünlü olmuş ve büyük servetler toplamışlardır. Hatta bazısı soylu sınıfına dahil olmuş ve yönetmesi için bir parça toprakla ödüllendirilmiştir. Yani maceracılık, büyük düşünenlerin izlediği bir kariyerdi.

 

Tek başına bakıldığında maceracılık terimi aslında geniş ve çeşitli bir grup insanı tarif eden bir kelimeydi. Farklı yeteneklere göre farklı istekler vardı.. Ama her şeye rağmen maceracıları 3 genel sınıfa ayırabiliriz. İlki canavarları öldürerek geçimlerini sağlayanlardı. İkincisi daha çok kaynak ve materyal toplamaya odaklananlardı. Üçüncü ve son sınıf ise daha antik harabelerde kazı yapıp oraları inceleyenleri kapsayan bilim insanlarından oluşuyordu.

 

Uzmanlaşmayı bir kenara bırakırsak, bütün maceracılar için geçerli olan tek bir şey vardı. Bu mesleğin her bir üyesi, en azından bir yere kadar, dövüş konusunda bilgili kabul edilirdi. Köylerimiz, kasabalarımız ve şehirlerimiz güvendeydi. Ama hepsi bu kadardı. İnsan yerleşimlerinin dışında gezinmek, boynuna ilmek geçirip, sandalyeyi tekmelemekten farksızdı. Canavarlar ve insan olmayanlar sağda solda bulunabilirdi. Ve çoğu da saldırgandı.

 

Böyle bir ortamda hayatta kalmak ancak güç ve cesaret ile yapılabilecek bir şeydi. Sadece güçlü olanlar düşmanlarını alt edip kendilerini koruyabilirlerdi. Ve sadece cesur olanlar ölümle burun burunayken boyun eğmeden mücadeleye devam edebilirdi. Bu iki önemli özelliğe sahip olmayan maceracıları iki olası sonuç bekliyordu. İlki ölümdü, görevlerden yorulmuş ve halledemeyeceği yaratıklar tarafından işi bitirilmiş bir halde... Ve ikincisi ise sonsuza kadar aynı seviyede kalıp, ilerleme umudu olmaksızın yerinde saymaktı,

 

Ama bu herkesin bildiği bir şeydi. Maceracı olmanın doğasında bu vardı.

 

Tabii ki, maceracıları sınıflandırmanın tek yolu uzmanlıklarına göre yapmak değildi. Maceracıların sınıflandırıldığı bir başka kıstas da tabii ki uzmanlık kadar önemli bir şey olan dövüşteki hünerleriydi. Yedi farklı rütbe vardı. Güç seviyesine göre sırasıyla bronz, demir, gümüş, altın, mitril, adamantit ve orikalkumdu.

 

Biz, iki yoldaşımla beraber ben, mitril rütbesine dahildik. Üzerimizde, yükselebileceğimiz iki rütbe vardı, bu yüzden bayağı güçlü olduğumuzu söyleyebilrdim. Bizim üstümüzdeki rütbelerde olanlar inanılmaz seviyede güçlü sayılırlardı. Adamantit rütbesindeki maceracılar tek kişilik ordu olarak bilinirlerken, orikalkum rütbesindekiler stratejik silahlarla donanmışlardı. Dünyada, denizdeki balık kadar maceracı vardı ve buna rağmen son iki rütbedeki maceracı sayısı birkaç düzineden fazla değildi.

 

Konuşlandığımız şehir olan Alfyro, ülkemizin sınırındaydı. Bölgede çok fazla canavar bulunduğu için bir sürü tecrübeli maceracı da buradaydı. Ama buna rağmen orikalkum sınıfındaki meslektaşlarımız burada bulunmazdı. Çoğu ülkenin hizmetindeydi ve ihtiyaç duyulana kadar gizlenirlerdi. Etrafta birkaç tane adamantit maceracı olsa da genelde iş için şehrin dışına olurlardı. Ve bu yüzden, maceracıları kendi çatısı altında toplamaya çalışan organizasyon olan Maceracılar Loncası, belirli görevler için mitril seviyesindeki maceracıları aramayı bırakmıştı. Grubum şu an serbestti. Bir başka işten yeni döndüğümüz için de şehirde dolanıyor, dinleniyor ve toparlanıyorduk. Bu yüzden daha önceden belirlenmiş bir görev olan Uğursuz Orman’ı araştırma görevi için uygun bir görevdi.

 

Uğursuz Orman, Alfyro’nun etrafındaki, en güçlü canavarların bulunduğu bir bölgeydi. Ve sanki bu yeterince kötü değilmiş gibi, Uğursuz Orman’da bulunan canavarların sayısı çok çok fazlaydı. Çevre koşulları, insan hayatı için çok zorlu olmasına rağmen, nüfus çok yüksekti. Söylentiye göre, keşfedilmemiş bölgelere giren ve oraları araştırmaya çalışan kişiler hiç dönmezmiş ve sıradan bir insan en fazla yarım saat hayatta kalabilirmiş. Uğursuz Orman’a adım atmak, amansız bir mücadele içine girmek demekti. Kuvvet, hak sahibi olmak demekti ve geçerli olan kurallar sadece doğa kanunlarıydı.

 

Altın ve altı rütbelerin bölgeye girmesi bile yasaktı ve hatta orikalkum seviyesindeki maceracıların ormanın iç bölgesindeki kutsal bölgeye girmesi de yasaklanmıştı. Uğursuz Orman kurallarını çiğneyenler, kim olursa olsun ağır cezalara çarptırılırlardı.

 

Bunun tek sebebi bir tane canavardı: ormanın en derinlerinde bulunan dağın tepesinde yaşayan ve bölgenin hâkimi bir yaratık...

 

Biyolojik üstünlük, uzun yıllardır ejder türüyle bağdaştırılan bir özellikti. Ejderhalar ezelden ebede dünyanın en güçlü ırkı olmuştur ve olacaktır. Onların en güçlüsü, ırkının her bir üyesine hükmeden yaratık, efsanelere konu olmuş, tarihi yazıtlarda bulunan, yaşayan bir musibetti. Ve bu yüzden ona Yüce Ejderha derlerdi.

 

Musibet sınıfındaki canavarlar, genelde tüm bir ülkeyi tek başlarına yerle bir edebilen yaratıklardı. Ama Yüce Ejderha farklıydı. Değersiz bir ülkeyi yıkmak, onun için bir başarım bile sayılmazdı. Zamanında, birkaç tanesini bir çırpıda yok etmişliği vardı. Onu alt etmek için gönderilen gruplar tamamen yok oluyordu. Onun hayatına kasteden her teşebbüs bozguna uğruyordu. Ve onunla zıtlaşan her şeye de misliyle cevap veriyordu. Efsanevi ejderha öyle büyük bir tehditti ki, bir zamanlar birbirini boğazlayacak ülkeler onu alt edebilmek için ittifak kurmuşlardı. Onu yok etmek için gönderilen karma ordu üç yüz binden fazla askere sahipti. Dönemin tarihi kayıtlarında, ordunun içinde birçok adamantit ve orikalkum rütbesinde kişilerin bile olduğu yazıyordu. Buna rağmen, ordu yenilmişti. Evlerini, şöhret ve adalet için bırakan üç yüz bin insandan sadece bin küsuru geri dönebilmişti. Diğer hepsi bir gecede küle dönmüştü.

 

Ve bu, ozanların söylediği türkülerden sadece bir tanesiydi. Bundan daha fazlası da vardı. Tek bir nefesiyle yeri darmaduman edebilen, en güçlü büyücünün yapabileceği, kozu olan büyüden kat be kat güçlü büyüleri kolaylıkla yapabilen bir yaratık olduğu belliydi. Ejderhayle ilgili her bir hikâye, onu yaşayan bir şeymiş gibi değil de bir doğal afetmiş gibi anlatıyordu. Neyse ki yaratık sadece kendiyle ilgileniyordu. Onu yalnız bıraktığı sürece insanlar umurunda değildi. Ve bu yüzden ittifak güçleri bir kararname açıkladı. Durum ne olursa olsun Yüce Ejderha’nın kendi haline bırakılacağını açıkladılar. Bu kararname günümüzde de geçerliliğini koruyordu. Yüce Ejderha’nın herhangi bir insan etkileşimine girmeyeli yüz yılı geçmişti, bu yüzden niyetinin ne olduğu hakkında çok az bilgi vardı. Kendini Uğursuz Orman’ın derinliklerine kapandığı bunca yıl sonra fikrinin değişip değişmediğini kimse bilmiyordu.

 

Ya da en azından bu zamana kadar böyleydi.

 

Her şey yeni başlamıştı. Yuvasını çok nadir terk eden bu kudretli, efsanevi yaratık, birden fazla kez yer değiştirirken görülmüştü. Bununla birlikte Uğursuz Orman’dan, tuhaf olaylar yaşandığıyla ilgili raporlar da gelmişti. Bölgesel anlaşmazlıklar daha sık olmaya başlamış ve sonuç olarak birçok canavar diğer bölgelere kaçmıştı.

 

Başta lonca bunun Yüce Ejderha’nın eylemleriyle alakalı olduğunu açıklamıştı. Ejderhanın daha sık hareket etmesinin canavarları korkuttuğu ve bu yüzden onların, ejderhanın bölgesinden daha da uzağa kaçmasına neden olduğunu düşünmüşlerdi. Ama bir süre sonra bu tahminlerinin yanlış olduğunu fark etmişlerdi. Yüce Ejderha’nın görüldüğünü söyleyen raporlarla diğer canavarların kaçış raporları birbirini tutmamaya başlamıştı. İki olayın birbiriyle tam olarak alakalı olmadığı anlaşılmıştı. Bunun yerine lonca, hem Yüce Ejderha’nın hem de canavarların hareketliliğini üçüncü bir etmenden olabileceğini düşünmüştü. Canavarların kaçmasına neden olan bir şey. Ve bu aynı şey neyse, Yüce Ejderha’nın davranışının değişmesine de neden olmuştu.

 

Tabii ki ormanı terk eden canavarlar güçsüz olan, avlanacak yer ve kendilerine ait bölge bulamayan canavarlardı. Ama buna rağmen bu canavarlar Uğursuz Orman standartları için zayıftı. Etraftaki çoğu canavara göre hala çok daha güçlü kalıyorlardı. Öyle ki, ele geçirdikleri bölgede hemen besin zincirinin en tepesine yerleşmişlerdi.

 

Neyse ki canavarlar, atmosferinde büyü parçacıkları bulunan bölgeleri tercih etme eğilimine sahiplerdi. Bu bölgeler, insanların tercih ettiği bölgelerin tam tersiydi ve bu yüzden, canavarların hareketi sonucu çok kayıp yaşanmamıştı. Ama yine de durum, loncanın hiçbir şey yapmadan durabileceği bir durum değildi. Bir araştırmanın yapılması gerekiyordu.

 

Bu isteğin detaylarını öğrendiğimde aklıma gelen ilk şey riski olmuştu. Hem benim hem de grup üyelerimi tehlikeye atacak, hatta geri çevirmeyi isteyeceğim türden bir görevdi. Ama geri çevirmedim. Loncanın sistemi, doğrudan gelen bir isteği geri çeviren kişinin itibarını kaybetmesine neden olabilecek türden bir sistemdi. Ve daha da önemlisi, bu durumun incelenmeden öylece bırakılmaması gerektiğini hissetmiştim. Eğer bu tehlike başıboş bırakılırsa kontrolden çıkabilirdi ve bu işi yapabilecek seviyedeki tek grup bizdik.

 

Aklımda bu düşünceler, grubumdaki iki üyeyle birlikte kendimi Uğursuz Orman’da bulmuştum.

 

***

 

“Ne alaka!? Bu saçmalık!” diye bağırdı, grubun gözcüsü Reyus.

“Çeneni kapa ve kaç, seni aptal!” Diye geri bağırdım. “Ölmek istemiyorsan nefesini boşa harcama!”

“İnanamıyorum!” diye ekledi grubun büyücüsü Lurolle. “Demek söylentiler doğruymuş!”

 

Hem Reyus hem Lurolle olabildiğince hızlı bir koşmaya çalışıyorlardı. Onların tam arkasında ben, benim de tam arkamda boynuzlu bir kaplan vardı. Avını, yani bizi yakalayabilmek için önüne gelen her ağacı, sanki ince dal parçalarıymış gibi paramparça etmesini duyabiliyorduk.

 

Canavarlar genel olarak 7 sınıfa ayrılırdı: tehdit olmayanlar, tehdit oluşturabilecekler, tehlikeliler, yok ediciler, felaketler, facialar ve musibetler. Boynuzlu kaplanlar orta seviyeye, yok edicilere aitti. Adamantit maceracı için tek başına halledebilecek kadar zayıf, ama bizim gibi mitril seviyesindeki maceracıların onu yenebilmesi için çok fazla çaba harcaması gerekecek kadar güçlüydü. Genel olarak, bir grup onu zor bela yenebiliyordu.

 

Uğursuz Orman dışında yaşıyor olsaydı, masallara konu olabilecek kadar güçlü bir yaratıktı. Ormanın keşfedilmemiş kısımları cidden çok garip yerler olduğu için kaplan çok da beklenmedik bir şey değildi. Yine de onun varlığı, bir tuhaflık olduğunu gösteriyordu.

 

Mitril seviyesindeki maceracılar olarak biz de birkaç Uğursuz Orman keşfine çıkmıştık. Ve daha önceki gezilerimizde bu kadar kısa sürede böyle bir yaratıkla karşılaşmamıştık. Ormanın sınırına çok yakın olduğundan, doğal habitatından uzaklaştırıldığını söyleyebilirdik. Canavara tekrar bakınca daha fazla kanıt da görebiliyorduk. Bu kaplan çok zayıftı, anormal derecede zayıftı. Birkaç gündür yiyecek bulamamıştı ve gördüğümüz üzere çaresiz ve sabırsızdı. Eğer kaçmamıza izin verirse açlıktan öleceğinin farkındaydı.

 

“MP durumun nedir?” Bir ağaç üzerinde manevramı yaparken büyücüye sordum.

“Üzgünüm Griffa, hiç iyi gözükmüyor. Hala yüzde onun altında.” diye cevapladı.

 

Daha önceden de dediğim gibi, mitril seviyesindeki maceracılar, boynuzlu kaplan seviyesindeki bir canavarı alt edebilecek seviyededir. Kaçmamızın tek sebebi az önceki konuşmamızda geçen şeydi. Lurolle’un MP’si.

 

Büyücümüzün manası bitmişti.

 

Boynuzlu kaplan, bu ana kadar karşılaştığımız tek yok edici seviyesi yaratık değildi. Hatta canavarlarla neredeyse durmaksızın dövüşmüştük. Hepimiz yorulmuştuk ama büyücümüzün durumu daha kötüydü. Manası tamamen bitmişti ve tüm seçeneklerimizi çoktan tüketmiştik. Durum daha kötü bir hal alabilir diye, yanımıza, normal yolculuklarımızda aldığımızdan daha çok malzeme almıştık. Ama bu bile Uğursuz Orman’ın sakinlerine yeterli gelmemişti. Zihnim pişmanlıkla dolup taşıyordu. İtibarımı feda etmem gerektiğini biliyordum. Verilen görev yeteneklerimizin çok çok üzerindeydi.

 

“Grrrhh...”

 

“Aahh!” Ayağımı yere vurdum ve vücudumu tamamen durdurdum. Arkamızdaki kaplan bir tür yetenek kullanmış ve birden hızlanıp önümüzü kesip kaçış yolumuzu kapatmıştı. “Lanet olsun. Sanırım savaşmak zorunda kalacağız”

 

Kılıcımı çektim ve ölümü kabullenmem sonucunda yüzüm ekşimişti. Ama tam o anda, durum birden değişti. Birtakım sesler duymaya başladım. İlki, ani bir hamlenin rüzgarıyla birlikte bir tür ıslık gibi bir şeydi. İkincisi, ilkinden bir süre sonra olan, tanıdığım bir sesti. Soğuk, kanlı bir şapırdama sesi...

 

Az önce bizi köşeye sıkıştırmış olan boynuzlu kaplan şimdi yere yığılmış bir haldeydi, ölmüştü. Ve onun tepesinde, çok kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen, daha da güçlü bir canavar duruyordu. Yaydığı aura o kadar yoğundu ki sadece onu görmüş olmam bile kaskatı kesilmeme neden olmuştu.

 

Yaratık, dev kurt, o kadar güzel bir kürke sahipti ki, büyülenmiştim. Ama bu güzelliğine eşlik eden, bir kütük kadar kalın ve tamamen kastan oluşan dört adet bacağa sahipti. Ayrıca çok uzundu. Yaratık yaklaşık olarak tek katlı bir evin çatısı seviyesindeydi. Çenesi, herhangi birimizi tek hamlede yutabilecek kadar büyük, korku salacak kadar keskin ve devasa dişlere sahipti.

 

Canavara attığım bakış, kalbimin deli gibi atmasına neden olmuştu. Tecrübeli bir maceracıydım. Yıllardır bu işin içindeydim, hislerim kuvvetliydi. Ve şimdi o hislerimden biri bana bu yaratıkla aşık atabilecek bir seviyede olmadığımı söylüyordu. Savaş ya da dövüş sezgim harekete geçmiş, kaçmamı tetiklemişti. Ama yapamamıştım.

 

Kaskatı kesilmiştim, parmağımı bile kımıldatamıyordum.

 

Ölüm, tırpanını kaldırmış, bir anda başımı gövdemden ayıracakmış gibi hissetmiştim. İçimde kalan son irade gücümle yanımdaki iki yoldaşıma bakabilmeyi başarabilmiştim. Benim gibi onlar da donup kalmıştı. Bu ezici kuvvetteki yaratığın yaptıklarını izlemekten başka bir şey yapamamışlardı.

 

Neyse ki umurunda değildi. Bir anlığına gözleri bize dönse de başını umursamaz bir şekilde çevirmişti. Az önce öldürdüğü kaplanı ağzına almış ve ayrılmıştı.

 

Sahip olduğu tüm kuvvet Lurolle’un vücudundan çekilmişti; yaratık gözünün önünden gider gitmez kıçının üzerine yığılıp kalmıştı. Ama işimiz hala bitmemişti. Hala Uğursuz Orman’ın ortasındaydık. Canavarlar her an her yerden saldırabilirdi. Ama, her ne kadar onu azarlamak istesem de ben de farklı durumda değildim. Dizlerim zayıflamış, avuçlarım terlemişti. Eğer zorlamasam titremeye başlayacağımdan emindim.

 

“H-Hayattayız...” Lurolle, gözleri uzaklara dalmış bir şekilde, mırıldanabilmişti. Sesi, az önceki yaşananları hala kavramaya çalışıyor gibiydi ama bir şekilde de rahatlamış gibiydi.

“Evet...” diye onayladı Reyus. “Şu kurt, en azından felaket seviyesindeki bir canavardı.”

“... Daha kötüsü de var.” dedim.

“Ne demek istiyorsun?”

“Kurt. Tasmalıydı. Evcil bir köpeğe takacağın türden, oymalı bir tasması vardı.”

“Ne!?” Reyus’un gözleri yerinden fırlamıştı. “Demek istediğin, o şey birinin emirleriyle mi hareket ediyordu!?”

 

Tam olarak nasıl hissettiğini biliyordum. Tasmayı görmek, gözlerimin bozulduğundan şüphelenmeme neden olmuştu. Felaket seviyesi yaratıklar inanılmaz güçlüydü. Bütün bir orduyu yok etmesi için tek bir tanesi yeterliydi. Onları evcilleştirmek imkânsız olmalıydı. Böyle bir şeyi bir insanın yapamayacağından emindim. Ve yarı insanların ya da hayvansıların da becerebileceğinden şüpheliydim. Hatta insanların en nefret ettiği düşmanları, şeytanlar bile böylesine bir şeyi başaramazlardı.

 

“Muhtemelen ormanın içinde inanılmaz seviyede güçlü bir şey yaşıyor” dedim.

 

Bir sonuca varmıştım. Bir şey Uğursuz Orman’ın canavarlarını korkutuyordu. Ve bu aynı şey felaket seviyesindeki bir canavarı ehlileştirmişti. O şey, şu anda ormanın derinliklerinde geziniyordu. Ve şu an bizi izlemediğinin bir garantisi yoktu.

 

“Buradan gitmemiz gerekiyor” dedim, sırtımdan aşağı bir ürperti geçerken. “Şu anda bile burası bizi aşar.”

“Katılıyorum.” dedi Reyus.  “Ölümsüz bile olsak şu şeyi yenecek kadar canımızın olacağını sanmıyorum.”

“Evet, burada bırakalım. Gerçekten burada olmak istemiyorum.” dedi Lurolle.

 

Oy birliğiyle karara vararak, sanki ormanın derinliklerindeki bir şeyden kaçıyor gibi tam hızda adımlarımızı geri takip ettik.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
İners (132 puan) Üye
2022-10-28 03:22:54
Nihahahahahaha seni fani mutlak gücün kudreti altında korkudan titre
Bayoku (55 puan) Üye
2021-03-29 00:07:18
Elinize sağlık
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-17 10:30:00
Bölüm için teşekkürler.
FikFik (110 puan) Üye
2021-02-06 01:25:00
Çeviri için teşekkürler.
Raskreira (10 puan) Üye
2020-10-12 03:10:52
Çeviri için teşekkürler.
shypax (132 puan) Üye
2020-10-05 11:12:23
Bölüm için teşekkürler
ByBx (12 puan) Üye
2020-09-14 16:14:54
Hiç teşekkür neym yok ayıp
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-25 23:03:35
Bölüm için teşekkürler
Damocles (222 puan) Üye
2020-07-07 08:37:54
Çeviri için teşekkürler elinize sağlık.
Farazgul (7 puan) Üye
2020-03-11 19:56:49
Çeviri için teşekkürler.
OkuyucuS0 (1869 puan) Üye
2020-03-09 23:58:50
Bence bunlar kız
LepiFro (1414 puan) Üye
2020-03-09 18:28:19
İyi kaçtılar :D
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-03-09 18:19:43
Çeviri için teşekkürler