Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

27 Mart 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1526 Görüntülenme
Bu bölümü 27 Kişi beğendi.
Cilt 4

Kule Savunma Oyunları Çok Eğlenceli!

“Beni takip et! Büyü enerjisi burada daha az!”

 

Biraz zamanlarını alsa da insanlar sonunda havada garip bir büyü dolaştığını anlamışlardı. İçlerinden büyücüye benzeyen bir adam orduyu etkileyen çılgınlık dalgasının kaynağını bulmuştu ve arkadaşlarını ortan uzaklaştırmaya başlamıştı. Bir insan için, büyü enerjisini hissedebilmek görülmemiş bir şeydi.

 

Hülyalara daldıran büyünün daha az yoğun olduğu bölgeye askerlerin büyük bir kısmını toplayabildiği için bir miktar düzen sağlanmıştı. Tam ve mutlak kaosun sonunda dinmeye başlamasının sebebi onun verdiği emirlerdi. Topladığı adamlara doğru dönerken adamın kulağından bir anlık ıslık sesi geçti, ama bunu umursamadı. Ses sadece bir anlığına sürmüştü bu yüzden farkında olmadan onun önemsiz olduğunu düşünmüştü.

 

“E-efendim, s-siz...”

 

Ama tam önündeki asker için öyle olmamıştı. Paniklediği çok belliydi, ama yine de ağzından birkaç kelime çıkarıp büyücünün dikkatini çekebilmişti.

 

“Ne?”

 

Büyücü, vücudunu ona seslenen adama hafifçe döndürdüğünde, adamın şaşkınlıktan donmuş bir şekilde doğrudan büyücünün kütle merkezini işaret ettiğini gördü. Diğer adam konuşamıyor gibiydi, bu yüzden büyücü, adamın işaret ettiği yeri gözüyle izledi; vücudunun aşağısına baktı.

 

“N-ne?”

 

Onu karşılayan görüntü alışık olmadığı bir şeydi.

 

Karnı yok olmuştu. Diyafram ve bağırsaklarının arasındaki bölgede büyük ve dairesel bir delik vardı. Adam organlarının olmadığını gördüğü an, gözlerindeki ışığın da yok olduğu andı. Anında ölmüştü, acı bile hissetmemişti.

 

Askerler, anca adam yere yığıldıktan sonra onun katilinin hemen arkasına durduğunu fark edebilmişlerdi.

 

Sanki daha fazla av için aranıyormuş gibi bir sağa bir sola sallanmıştı.

 

“O... Bir sarmaşık dalı mı?”

 

Adamlardan biri kafası karışmış bir ifadeyle gözlerini kısıp tuhaf, hareket eden bitkiye bakıyordu. Kırmızıya bulanmış dalların üzerinde hala büyücünün iç organları sallanıyordu. Bir süre daha sallandıktan sonra tekrar saldırıya geçti ve dili tutulmuş bir halde şaşkınlıkla bakakalmış askerlerden birinin kafatasına bir dal saplandı.

 

Dalın, askerin kafatasını parçalayan ve içindekileri her yere saçan kanlı darbesinin ardından ormanda soğuk ve ıslak bir ses yankılandı.

 

Ancak o zaman diğer askerler harekete geçebilmişti. Aniden dönüp tek sıra halinde kamp alanına geri döndüler.

 

“Sıçtık! Bu bölge sıkıntı, etrafımızda canavarlar var! Başka bir yol olması lazım!”

“Hay sikeyim! Sikeyim böyle işi!! Onları uzak tutacak bir şeyimiz yok muydu bizim!? Siktiğimin şeyi niye işe yaramıyor!?”

“N-ne yöne gitmemiz gerekiyor!? Buradan nasıl çıkacağız!?”

“Hey! Panik yapmayın! Kendinize gelin salaklar!”

 

Liderlerini kaybetmiş askerler, kendilerini daha düzensiz bir halde bulmuşlardı.

 

Kimisi liderlik edip diğerlerini etrafında toplamaya çalışıyordu. Kimisi silah arkadaşlarını bir kenara itip kaçmaya ve kendilerini kurtarmaya çalışıyordu. Üçüncü bir grup paniklemiş, çıldırmış ve mantıksız bir şekilde çığlık atarak etraflarındaki herkese ve her şeye saldırıyordu.

 

“N-neden burada bir bataklık var!? Sıçayım!”

 

Nereye vardığı belli olmayan dipsiz bir bataklığa yanlışlıkla düşen bir adam avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Kaçmayı başaramamış ve yavaşça batarak çamurlu suyun içinde boğulmuştu.

 

“B-biri yardım etsin! Lanet olsun, çok acıyor1 Ölmek istemiyorum!”

 

Bir başka adam kendini etobur bir bitkinin ağzında bulmuştu. Mide sıvıları yavaş ama kesin bir şekilde vücudunu, kemiklerine kadar sindiriyordu.

 

“Rhaaaaaaggghhh!”

 

Üçüncü bir asker büyük bir zehir bulutu tarafından saldırıya uğruyordu. Güçlü bir asitin eriteceği şekilde etini hızlı bir şekilde çürütmüştü.

 

Askerler bir bir, ürkütücü ve acınası bir şekilde ölmüştü.

 

Kaçabilecekleri bir yer yoktu. Acı, ızdırap ve ölüm her köşede onlar bekliyordu. Gözlerinin önündeki manzara berbattı.

 

“Hay sıçayım! Sıçayım sıçayım sıçayım! Daha fazla yaklaşma! Uzak dur!”

 

Düzeni korumakla ve kararlar vermekle sorumlu olması gereken komutan, nefes nefese kalmış ve hezeyan içinde çığlık atıyordu. İdareyi yürütebilecek durumda değildi. Ve onun emirleri olmadan ordu için dağılmaktan başka bir son yoktu.

 

Zaman geçtikçe, ölümün eşiğinde olanların sayısı ve umutsuzlukla dolu çığlıklar yavaşça azalmaya başlamış, yerini ormanın her zamanki sessiz durumuna dönmüştü.

 

Ve bu askerlerin kaçmasından dolayı değildi.

 

Sebebi, zorla susturulmuş olmalarıydı.

 

***

 

“Beklediğimden daha iyiydi.”

 

Kendimi gülmeye zorlayarak zindanın ekranındaki sahneyi izledim. Düşmanlarımı yok etmek kolay olmuştu. Doğrudan tuzaklarıma doğru ilerlemiş ve kendilerini bir bir öldürmüşlerdi. Sanki bir kule savunma oyunu oynuyormuşum gibi hissetmiştim. Tek farkı, düşmanlarımın aklında gidecek belirli bir yer yoktu. Ölene kadar etrafta dolanmışlardı.

 

Katliam ormanın içinde olduğu için, tuzaklarım bitkilere ve doğada bulunan şeylere kurulmuştu. Orman ortamında çok kolay fark edilebileceği için klasik arbalet ya da mızraklı tuzakları kullanmamıştım.

 

O tarz tuzaklar için en uygun yer mağaralardı. Gerçi mağaranın içinden taht odasına doğru ilerleyen yola herhangi zarar verebilecek bir şey yerleştirmemiştim. Bir arıza çıkarmayacaklarını düşünsem de Illuna ve hizmetçilerin kendilerini yaralamalarını istemiyordum.

 

Ayrca ön kapımın kana bulanmasını da istemiyordum. Zindanın ekranındaki sahneler öyle şiddetliydi ki, ara sıra bir kamu spotunun araya girip bana, çocukların asla izlememesi gereken türden şeyler izlediğimi hatırlatmasını bekledim. İstilanın Illuna uyurken meydana gelmesi işime gelmişti. Bu mide bulandırıcı şeyleri görmesini hiç istemezdim.

 

Şahsen, vahşet meraklısı biri değilim. İzlemekten hiç hoşnut değildim ve bunu hayal etmenin düşüncesi bile aklıma gelmezdi. Ama bu katliamı açık açık izlemiş olmak, insanların bitkiler tarafından sindirildiğini görmek bilinçaltıma kazınmıştı. Görmezden gelemezdim. Görüntüler öyle çarpıcı ve canlıydı ki, nasıl çalıştıklarını öğrenmek için tuzakları denememiş olmayı istemiştim.

 

“Onları birer cesede çevirmek için bu kadarı yetti mi? Ne kadar zayıflar. Onlardan daha fazlasını bekliyordum.” dedi Lefi. Benim aksime vahşetten hiç etkilenmemişti. Yüce Ejderha olduğu için, bu tür şeylere alışkındı. Yine de, mental dayanıklılığına saygı duyduğumu belirtmem gerek.

 

“Yani, lider aşağı yukarı beceriksiz biriydi. Ve eminim sen de fark etmişsindir, ordu uyumlu davranmıyordu. Ekipmanları benzerdi ama tıpa tıp aynı değildi. Bunlar eminim küçük, serseri grupların falan bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştu.”

 

Stratejim yeni bir şey değildi. “Böl ve yönet” taktiğinin savaşta kullanılan metotlarından sadece biriydi. Yaptığım şey düşmanı şaşırtmak ve küçük, daha az organize gruplara bölünmüş haldeyken onları yok etmekti.

 

Doğrusu, katliamın bu şekilde ilerleyeceğini düşünmemiştim. Hesaplamalarımdaki hatanın sebebi, askerlerin uyumdan yoksun olmalarıydı. Birlik olmamaları, beklediğimden daha fazla kafa karışıklığına, bu da güçlerini daha çabuk yok etmeme neden olmuştu.

 

Dostum, beceriksizliğin etkileri korkunç olabiliyor be. Ordunun başında aklı başında, kafasını kullanabilen biri olsaydı, orduyu bu kadar kolay yok edemezdim. Bu bir yana, zindanlar da korkunçtu.

 

Düşmanlarım beceriksiz olsa da tehdit edip kaçırdığım adam ve arkadaşları gitmiş olmasına rağmen, sayıları 400 civarıydı. Ve buna karşın tüm orduyu kolaylıkla yok etmiştim. Bugün edindiğim bu tecrübe, bir zindanın ortalığı nasıl birbirine katabileceğini bana göstermişti. Ve bir Zindan Lordu olarak, bunu öğrenmiş olmak kendime olan güveni artırdı. Beni daha fazla rahatlatacak veya bana güç verecek bundan başka bir şey olamazdı.

 

Hatta, zindanın bu yeteneklerini görünce ona bir beşlik çakasım geldi.

 

“Kabul etmeliyim ki tuzaklama yeteneğinden bayağı etkilendim. Tam olmaları gereken yerlere kurulmuşlardı.” dedi Lefi. Sonunda gözlerini ekrandan ayırabilmiş ve bana doğru çevirmişti.

“Yani, bunun sebebi, saldırdığımız şehirdeki insanların zamanı gelince bize saldıracağını düşünmemdi. Uzun zaman önce, orayla aramıza çok sayıda tuzaklar yerleştirdim ve şüphelerimin doğru çıktığını görünce başka eklemeler de yaptım.”

“Gerçekten mantıklı bir seçim.” Lefi başını salladı. “Şahane. Benim için yeni taktiksel yöntem yolları açılmış oldu.”

 

Ne dediği hakkında konuştuğunu anlamamıştım ama başımı sallayıp konuşmasına izin verdim.

 

“Bu stratejiyi kendime uyarlamaya çalışmalıyım. Şimdi Yuki, söz verdiğin şeyi yapmanın zamanı geldi. Bıraktığımız yerden devam edip zihin çarpışmamızı nihayete erdirelim.”

“Bir dakika, şimdi mi yapmak istiyorsun!?”

“Tabii ki, daha fazla geciktirmemiz iyi olmaz.”

“Birkaç saate güneşin doğacağını biliyorsun değil mi?”

“Şey... Akşamüstü biraz fazla uyumuş olabilirim. Hala zindeyim ve yakın zamanda uykumun geleceğinden de şüpheliyim.”

 

Seni lanet “Yüce Ejderha” ...

 

Ve böylece Lefi ve ben, uyumadan önce birkaç tur daha oyun oynamaya karar verdik. Tabii ki, hepsini kolaylıkla kazanmıştım.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Yaoi'den_nefret_ederim (137 puan) Üye
2023-03-21 15:01:20
Bölüm için teşekkürler
Bayoku (55 puan) Üye
2021-06-18 15:17:50
Teşekkürler
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-26 15:00:35
Bölüm için teşekkürler
Damocles (222 puan) Üye
2020-07-13 21:31:00
çeviri için teşekkürler elinize sağlık.
Oburcuk (733 puan) Üye
2020-07-02 14:04:10
çeviri için teşekürler
Farazgul (7 puan) Üye
2020-03-28 01:46:41
Çeviri için teşekkürler.