Kuzeyli Asilzade ve Yırtıcı Kuş Hanımının Kar Ülkesindeki Avcılık Hayatı

24 Haziran 2020
Çeviri: deantrbl
Düzenleme: Residenttt
644 Görüntülenme
Bu bölümü 6 Kişi beğendi.
Cilt 1

Uzak Toprakların Tarihi

Uzun zaman önce, bu toprakların göçebeleri, ren geyikleri ile birlikte taşınarak yaşıyordu.
Ren geyikleri ilkbahar ve yaz aylarında filiz ve mantar, sonbahar ve kış aylarında yosun ve huş ağacı kabuklarını yerdi.

Ren geyikleri içgüdüsel olarak doğadan ilerlerdi.

Göçebeler bu ren geyiklerinin peşinde uzun yıllar geçirdiler.

Ancak bu huzurlu yaşam işgalciler tarafından alındı.
İnsanlar mayın geliştirmekle tehdit edildiler ve toprak talebinde bulunan birçok ülke tarafından vergi ödemeleri istendi. Ren geyiklerine el konuldu ve göçebelik yasaklandı.

Bu korkunç zor durumda bazıları birbirlerine ihanet etti.

Bu baskıdan sonra göçebeler nihayetinde yaşanmaz görünen zorlu bir ülkeye gönderildi.

Her şeyi kaybedince hayatta kalmak için önlemler almışlardı.

— Yabancıları asla affetme.
— Ailen dışında kimseye güvenme.
— Çocuklara değer ver.

Tek hayatta kalanlar bunlara uyanlardı.

Nihayet sağ kurtulduktan sonra bu sözlerin 'Ruh'tan geldiğine inanılmaya başlandı.

Hiçbir şeyin olmadığı bu topraklarda Ruh, halk için destek kaynağıydı.

İnanç insanları mutlu ediyordu.
Ruh insanları zenginliğe götürüyordu.

Zamanla insanlar Ruh Siedi diye adlandırmaya başladılar ve bir taşı Ruh'un içinde yaşadığı bir şey olarak sakladılar.

Böylece yerleşik yaşam başladı.

Göçebe bir yaşama öncülük etmeyen bir hayatta, insanlar Ruh ile yaşıyordu.

Bir çocuk doğduğunda insanlar Ruh’a teşekkür ediyorlardı ve biri hasta olduğunda Ruh’a dua ediyorlardı.

Büyü şarkılarını (joik) söylemenin Ruh ile iletişim yöntemi olduğu söylenmişti.

Yıllar boyunca Ruh’a ibadet güçlenmişti ama aynı zamanda insanlar da ölüyordu.

Yüzyıllarca sıradan yaşadıktan sonra bir gün bir hastalık köy boyunca yayılmıştı.
Sebebi bilinmiyordu. Yaşlılar, çocuklar, kadınlar ve daha zayıf insanlar yıkılmaya başladı.

Duaların faydası yoktu.
Köyde hasta insanlar varken ren geyiği kanı içtiler ama onun bile faydası yoktu.

Bu arada karısını yeni kaybeden efendi, reformları gerçekleştirme kararını verdi.

O adam benim büyükbabamdı, Rikhard Salonen Levontret.

İlk yaptığı ve en önemlisi ruh taşını yıkmaktı.
Ruh hiçbir şey vermemişti. Buna inanarak büyükbabam ibadeti durdurmak için sembolü saklamıştı.
Tabii ki, güçlü bir muhalefet vardı, ancak o dönemde kriz direnci uzun sürmemişti.

Sonra bir süre durgun bir döneme girmişlerdi.
Sadece ren geyikleri ve Ruh ile yaşamışlardı, kimse ne yapacağını bilmiyordu.

Durumu değiştiren yabancı bir maceracıydı.
Ziyaretçi, hastalıkla mücadele etmek için ilaca ihtiyaç duyulduğu sonucuna varmıştı.

Yabancı bir doktor değildi ama birçok dili konuşabilen, dünyayı dolaşan önemli bir bilgindi.

O adamın adı Lukas von Lüneburg’du.
Sayısız tavsiyesi sayesinde sürülenlerin ülkesi değişmeye başlamıştı.

Köyü kurtaran kurtarıcı benim babamdı.

Tıbbı duyduktan sonra büyükbabam, ilacı dağıtsın diye bir doktor çağırmak için ren geyiğini satmıştı. Bir zamanlar tedavi edilemez bir hastalık olduğu düşünülen şey yavaş yavaş kaybolmuştu.

Ondan sonra büyükbabam daha fazla bilgi istemişti. Babamın öğretileri genel bilgiydi, ancak ren geyiği ve avcılıktan başka bir şey bilmeyen eski göçebeler için devrim niteliğindeydi.

Bitkilerin toprağı işlemesini sağlayarak hastalıktan mustarip daha az çocuk olmuştu. Ayrıca, insanlar gökyüzündeki tilki ateşlerinin (auroralar) yabancılar için değerli olduğunu öğrenmişlerdi, böylece turizm işi başlamıştı. İnsanlar ren geyiği dışındaki şeyleri öğrenmişlerdi. Ruh insanların zihninden kaybolmuştu ve yaşam tarzları değişmişti.

Tabii ki, değişiklikleri kabul etmeyenler vardı ama azınlıktı.

Yıllar sonra hayat daha da iyi olmuştu. Artık insanların daha fazla huzuru olduğu için Ruh’a olan eski inançlarını hatırlamaya başlamışlardı.
Ancak büyükbabam buna tahammül etmemişti.

Böylece iktidardaki soylular ve köylüler arasındaki çatlak büyümüştü.
Büyükbabam vefat ettikten sonra bile bu yara izi kalmıştı.

“Bu taşı geri koydun mu?”
“......”

Yapabileceğim tek şey buydu, büyükbabamın sorusunu hafifçe başımla onaylarken düşündüm.

Taşın Efendi’nin konağından eski yerine tekrar yerleştirilmesi, ben efendi olduğumda yaptığım ilk şeydi. Köylüler bunun sadece bir yağ çekme olduğu konusunda eleştirdiler ancak birçoğu değişimle rahatlamıştı.

“İnatçı büyükbabandan farklı olarak reformları zorlayan bir efendi değilsin.”
“......”

Şey, insanlar özgür olmalıydı.

İnanç, mutluluk ve yaşam tarzını insanlara zorlamanın bir yolu yoktu. İnsanlar kendi kaderlerinin efendileriydi ve bir otoritenin bu yolu engellemesinin keyfi bir şey olduğuna inanıyordum.

“…… Ancak, sadece yeterince iyi bir efendi olmanın ne demek olduğunu bilmiyor olabilirim.”
“......”
“On yıldır köyü koruyorum ama bugünlerde neyin iyi ya da kötü olduğuna emin değilim.”

Sieg ile yaşamaya başladıktan sonra ufkum genişlemişti.
Ancak henüz bir cevaba ulaşmamıştım.

Siedi'nin önünde bugün yine sunulan şeyler vardı. Köylüler sunulan şeyler aracılığıyla Ruh'a şükrediyorlardı.

“Ruh, var olsaydı iyi olurdu.”
“......”

Annem bana Ruh'u öğretmişti. Bu sayede düşüncelerim tek taraflı değildi.

"Anladım. Bu yüzden salak oğlum kaçtı.”
"Onu merak ediyorum."

Babamın köyden ayrılma nedeni bir gizemdi.
Bir keresinde buranın soğuk olduğunu ve bir keresinde de araştırma için materyallere ihtiyacı olduğunu söylemişti.
Annem onu yumuşak kişiliği hakkında endişeli olduğu için takip etmişti. Ancak annem, babamdan daha iyi huyluydu. On yıl boyunca seyahat edebilen ikisi de dünyanın yedi gizeminden birine dahil edilebilirdi.

“Gerçekten, bir efendinin tek oğlunun görevlerinden vazgeçip etrafta oynaması ne kadar utanç verici!”
“Şey, özel bir şey yok, bu yüzden sorun da yok.”

Bir efendinin görevleri fantezi bir şey içermiyordu. Sadece geceleri kağıdı karalamaktı.

Eve dönmek için ayağa kalktığımda bir şey oldu.

"Ah."
“Ne oldu?”

Sıkıca tuttuğum tavuklardan birinin vücudu kasılmaya başladı.

“Büyükbaba, ne yapmalıyım.......”
"Ha?"
“Ç-Çıkıyor.”
"Ne o?"

İki tavuğu da tutuyordum.
Bu durumdayken tavuklardan biri garip bir biçimde bir yumurta bırakmaya çalışıyordu.

Tavuğun poposu dışarıya dönüktü. Bu gidişle yumurta düşecek ve çatlayacaktı.

“Eee, eğer seni çok fazla rahatsız etmezse lütfen yumurtayı alabilir misin?”
“N-Nereden çıkıyor!?”
"Kıç deliğinden."
“......”
"Sağdaki tavuk."
“......”

Büyükbabam mükemmel bir şekilde yumurtayı yakaladı.

“Bunu neden yapmak zorundayım.......”
“Üzgünüm. Çok faydası oldu.”

Çan sinyali öğleni haber verdiğinde eve dönmeye karar verdik.

◇◇◇

Eve döndükten sonra yemek yedik. Bakımsız tavuk kümesini temizleyip dünkü bitkileri işlerken büyükbabamı Miruporon'a bıraktım.

İç çekerken, dedem bana bir mola vermemi söyleyince dinlenmek için içeri girdim.

“Her gün böyle mi?”
"Ne demek istiyorsun?"
"Çok çalışıyorsun."

Böyle söylemesine rağmen eve geldikten sonra sadece üç saat çalışmıştım. Oldukça yavaş bir şekilde iş yapıyordum.

“Asil olmaktansa daha çok bir köylüsün.”
“Şey, gerçekten zarif bir şekilde yaşamıyorum.”

Unvan bizi uzak bölgelerde yaşamaya zorlamak için verilmişti ve kraldan aldığımız yadigar sadece gece gökyüzündeki auroraydı. Biz talihsiz bir soylu grubuyduk.

Yani yapmak zorundaydık.

“Bu sadece ne olursa olsun, ama…”
"Evet?"
“Babanın büyüdüğü ülkede yaşamanı söylersem ne yaparsın?”
"Orayı merak ediyorum."

Babamın anavatanı da Sieg'in büyüdüğü yerdi.

Burada yaşamaktan çok daha iyiydi ve Sieg'in de burada kültüre ve yaşam tarzına uyum sağlamada zorluklarla karşılaşması gerekmezdi.

Ancak, yurt dışında nasıl yaşayacağımı bilmiyordum ve en önemlisi ben efendiydim. Bu ülkeyi terk edemezdim.

Büyükbabamın sorusunu yumuşak bir gülüşle cevaplamaktan kaçındım.
Ciddi bir soruyu isteksizce cevapladığım için büyükbabam bana küstü.

Bir süre sonra Sieg eve döndü.
Büyükbabam hemen somurtmayı bıraktı, bu yüzden kafamın üstünde iki elimle birlikte tanrıçanın inişine yürekten teşekkür ettim.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar