Kuzeyli Asilzade ve Yırtıcı Kuş Hanımının Kar Ülkesindeki Avcılık Hayatı

30 Haziran 2020
Çeviri: deantrbl
Düzenleme: Residenttt
684 Görüntülenme
Bu bölümü 6 Kişi beğendi.
Cilt 1

Aina ve Emmerich

Bugün köydeki kadınlar keten yapıyordu. Sieg de yardım için erkenden gitmişti.
Bu arada ben de köydeki çocukları toplayacak ve tarım alanlarını temizleyecektim. Kadınlar çocuklara bakmak için zaman ayıramadığından gönüllü olmuştum.

Ruh taşında toplanmalarını söylediğim için oraya gittim.

“Ah, efendim~ Günaydın~”
"Gü-nay-dın!"
“Günaydın.”

Toplamda yedi çocuk vardı. Keten yapımına yardımcı olamayan 5 ila 8 yaş arası çocuklardı.
Ancak göze çarpan bir çocuk vardı. Bu büyük olan ne yapıyor……

“…… Erm, neden buradasın Aina?”
“Annem keten yapmaya gitti.”
“A-Anladım.”

Uyumsuzluk hissi, on altı yaşında olan Aina'dan geliyordu.
Annesinin tarlalara gitmesini söylediğini söyledi.

Aina’nın annesinin daha sağlıklı olup olmadığını merak ediyordum. Kocasını kaybettikten sonra vücudunu bile hareket ettiremediğini duymuştum.

“Ama dürüst olmak gerekirse minnettarım. Bunu başka biriyle beraber yapmak istediğimi düşündüm.”
“Senin için gelmiş değilim.”
"Tabii."

Soğuk davranmasına rağmen küçük bir çocuğun elini tutarak devam etti. Onlara karşı oldukça arkadaş canlısı göründüğü için çocuklar onu oldukça iyi takip ediyorlardı.
Ayrıca diğer çocuklarla konuştum ve tarlalara gitmeye başladık.

…… Ama sonra yoldayken bana seslenildi.

“Efendim, benim çocuğumu da alabilir misiniz?”

Yaklaşan hanımın yanında yeni yürümeye başlayan bir çocuk vardı. Yeni yürümeye başlayan çocuk çiftçiliğe yardım edemezdi.

“Ü-Üzgünüm, iki ebeveyni de hasta.”
“Haa, öyle mi?”

Bu gibi yoğun günlerde, evdeki insanların çocuklara bakması gerekiyordu.
Ancak, her ikisi de iyi hissetmiyorsa mecburen başka birine baktırmaları gerekiyordu.

"Peki. Lütfen çocuğu sırtımda taşımak için üç havlu, iki kuksa ve bir bez hazırlayın.”
"Teşekkür ederim!"

İstediğim şeyleri getirmesini beklerken çocuğu tuttum.
Bu çocuk uysaldı ve benim gibi bir yabancıylayken bile ağlamamıştı. Onu yukarı kaldırdığımda mutlu bir şekilde kıkırdadı.

Çocuğu sırtımda taşırken tarlalara yöneldim.
Yolda Teoporon ile karşılaştık. Ayı şapkası olan büyük adamı görür görmez çocuklar yaklaştı. Soğuk duran beyaz ayı savaşçısı beklenmedik bir şekilde çocuklar arasında popülerdi.

Kalenin koridorundan geçtiğimde resepsiyonda enerjik bir karşılama ile karşılaştım.

“Günaydın, efendim!!”
"……Günaydın."

Garip bir şekilde, kaledeki askerler bugünlerde çok iyi durumdalardı.
Alkolle boşa zaman geçiriyorlardı ancak son zamanlarda onlardan alkol kokusu almıyordum. Ayrıca, koruma görevlerini özenle yapıyorlardı ve davranışları düzgün bir askerinki gibiydi.

Yaklaşık iki ay önce rütbesi indikten sonra buraya yeni bir yüzbaşı gelmişti. Belki onun sayesinde olabilirdi, ama emin değildim.
Merak içinde kafamı eğerek geçtim.

“Güvenli yolculuklar, efendim!”
"Sadece tarlalara gidiyorum."
“İşi elinize almak… İnanılmazsınız, efendim!”
“......”

Bu doğru davranış olabilirdi ama onların ne kadar ahlaksız olduklarını bildiğim için yakışıksız hissettim.
Pekala, bu iyi bir şeydi. Oluruna bırakmaya karar verdim.

“Herhangi bir hayvan yaklaşırsa gözcüye bizi uyarmasını söyleyin.”
“Peki, efendim, memnuniyetle——!”
“......”

Resepsiyonist hızla ayağa kalktı ve bana düzgün bir selam verdi.

Kalenin dışında, önümüzde geniş bir alan ortaya çıktı.
Köylüler sırayla iş yapıyorlardı. Erime mevsiminde ekilen sebzeler iyi yetişiyordu. Toprak iyi olmadığından büyük hasat yapamasak da.

Bunu yapmaya alışkın olan çocuklar, oluklar arasında hareket ettiler ve gereksiz bitkileri büyük oranda seçtiler.
Otları sepet içinde toplarken ilerlemelerini söyledim. Toplanan ot kurutulacak ve gelecek yıl için gübre olarak kullanılacaktı.

Ufak çocuğa baktığım için ben çalışamamıştım. Birinin gözlerini bu yaştaki çocuğun üstünden ayırması tehlikeliydi, bu yüzden gözlerim daima çocuktaydı.
Başka seçeneğim olmadığı için sadece alan etrafında dolaştım ve zaman öldürmek için çimlerle ıslık sesi çıkardım.

Öğle sırasında Ruruporon ve Miruporon öğle yemeği getirdi.
Herkesi topladım ve gölette ellerini yıkattım.

“Efendim~ artık temiz mi?”
“Ah, tırnaklarımızın altında hala kir var. Bir kere daha."
“Peki~”

Ellerinin temiz olup olmadığını düzgün bir şekilde kontrol ettim. Kirli ellerle yiyorlarsa çocukları hasta edeceğinden onları kesinlikle kontrol ettim.

Ruruporon köfteli krema çorbası ve çavdar ekmeği hazırlamıştı.
Köfte büyük bir tencereyle getirilmişti, bol miktardaydı. Çocuklar evlerinden getirdikleri kendi kuksalarına paylarını aldılar.

Çavdar ekmeği ufak bir çocuk için çok ağır olduğundan çorbaya koydum ve yumuşamasını bekledim. Aç görünüyordu, neredeyse kasenin içine düşmek istiyormuş gibiydi. Ekmeğin yumuşamasını beklerken, “Birazcık, biraz bekle~” dedim.

“Efendim, yemek yediniz mi?”

Yeni yürümeye başlayan çocuğu beslerken Aina geldi.

"Hayır, henüz değil."
"Ben hallederim, yemek yiyin."
"Sen peki, Aina?"
"Çoktan yedim."
"Tamam. Teşekkür ederim."

Kaseyi ve kaşığı ona verdim ve kucağımdaki ufak çocuğu Aina'nın yanına oturttum. Sonra gidip köfte ve ekmek payımı aldım.

Yemeğini bitirdikten sonra ufak çocuk uyuduğu için onu sırtımda taşıdım ve bir bezle sıkıca bağladım.

Bu anı bekliyordum.
Öğleden sonra çok çalışmaya karar verdim.

“Ah, Aina.”
“Efendim?”
“Emmerich'ten bir mektup geldi.”
“N-Ne dedin!?”

Bebek ani yüksek seslerden uyanabileceğinden Aina'yı uyardım.

“Bana neden daha önce söylemedin.”
“Unuttum.”
“……”
“Üzgünüm, Emmerich’in mektuplarını böyle beklediğini düşünmüyordum.”
“H-Haa!? Sanki onları dört gözle bekliyorum!”
“……”

Aina ve Emmerich gizlice mektuplaşıyorlardı. Bu mektuplar evimden dağıtılıyordu.
Oran biraz garip olsa da. Emmerich üç gönderirken Aina sadece bir tane yazmıştı.

“Bu kişi, gerçekten tuhaf.”
“Öyle mi?”
“Evet, gerçekten. Bir keresinde bir çiçek aldı ve onu bir kitap ayracı yapıp bana gönderdi.”
Acaba kim bu preslenmiş çiçeğin adını sormaya gelmişti?
Tabii ki, yabancı biriydi, bu yüzden bilmem mümkün değildi.

Aksine, Emmerich'in çömeldiğini ve çiçek topladığını sonra çiçekleri preslediğini hayal ederek tarif edilemez bir his aldığımı hatırlıyordum.

Nispeten zengin bir adamın neden böyle hediyeler verdiğine gelince, tavsiyem sonucunda çok pahalı olmayan hediyeler daha iyiydi. Kim, onun bir kuruşa mal olmayan şeyleri hediye edeceğini hayal edebilirdi ki?

Emmerich'in gönderdiği sadece preslenmiş çiçek kitap ayracı değildi.

“Hatta kalın bir kağıda resimli bir mektup bile gönderdi.”

Sanırım onu, güzel beyaz Kale'nin resmini ciddi bir şekilde izlerken görmüştüm, ama belki de o kişi onu andırıyordu.

Kartpostallar burada nadirdi, ancak diğer ülkelerde oldukça yaygındı. Ben de hatıra olarak satıldığını ilk gördüğümde huşu içinde ‘ha?’ dediğimi hatırlıyordum.

“Dahası, sahilden aldığı kabuklu bir deniz hayvanını bile gönderdi, biliyorsun musun!?”

Aina’nın bileğinde gül pembesi renginde kabuklu deniz hayvanlarından yapılmış bir bilezik vardı. Hediyesinden kendisi yapmıştı. Kesinlikle beğenmiş gibiydi.

Ne derse desin birbirlerini sevmişler gibi görünüyordu, bu yüzden memnun oldum.
Kendini beğenmişliğimi fark eden Aina, hislerini gizliyormuş gibi dürüstçe davranmadı.

“Gerçekten tuhaf!”
“Anlıyoruuuum.”
“!?”

Başkalarına karşı Emmerich'in garip olduğunu söylemesine rağmen, kulağa öyle gelmiyordu
Ona neşeli bir şekilde cevap verdiğimde ona baktım.

“Bu arada, yakında geleceğini söyledi. Mektupta yazmıyor mu?”
“Haa!? Bu da ne!?”
“He, hayır mı?”
“……”
“Aina?”
“Mektup!!”
“Peki.”

Bebeği taşımak için etrafıma sardığım şey yüzünden iç cebime ulaşmak biraz zaman aldı.
Önümde, Aina gözle görülür bir şekilde sabırsızdı.

“……”
“Ne diyor?”
“Evde yetiştirdiği bir köpeğin doğum yaptığını söylüyor.”
“……”

Emmerich, hayal kırıklığı yaratıyorsun.

Onların geleceği hakkında endişelenmeye başlamıştım. Bugün, hayal kırıklığı ile dolu bir hikaye yaşanmıştı.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Waga na wa Megumin (136 puan) Üye
2021-01-06 16:31:08
emeği geçenlerin ellerine sağlık...