Kuzeyli Asilzade ve Yırtıcı Kuş Hanımının Kar Ülkesindeki Avcılık Hayatı

06 Temmuz 2020
Çeviri: deantrbl
Düzenleme: Residenttt
670 Görüntülenme
Bu bölümü 7 Kişi beğendi.
Cilt 1

Festivalden Sonra

Bugün, sabahın erken saatlerinden itibaren pişirme için malzemeler satın almak için dükkana gittim. Geçen sefer yediğim Ruruporon'un yaban mersinli turtası yüzünden canım şekerleme çekmişti.
Un, ekşi krema, tereyağı, süt ve çikolata aldım. Evde şeker, yumurta ve taze böğürtlenlerim vardı, bu yüzden bunları satın almak zorunda değildim.
Onları hanımefendiden nasıl yapacağımı öğrenmiştim. Oldukça basitti, sadece malzemeleri karıştırıp pişiriyorduk.
Sadece bu dönemde ilkbahardan sonbahara kadar bu çeşitli malzemeleri satın alabilirdim. Bu yüzden, malzemeleri alırken cimrilik yapmadım.

Eve döndükten sonra böğürtlen dolu bir sepet aldım, kümesten yumurta aldım ve evin arkasındaki açık hava mutfağına gittim.

Bu sefer kullandıklarım kuş üzümü ve siyah kuş üzümü idi. Oldukça ekşi ve aynı zamanda 'kuzeyin üzümleri' olarak da adlandırılan bir çeşitti.
Siyah kuş üzümü – aynı zamanda kuş üzümü likörü olarak da bilinir – tıpta da kullanılırdı. Boğaz ağrısı olduğunda kuş üzümü reçeli yapmanın iyi olduğunu söylüyorlardı. Yapraklar da iyi maddelere sahipti, bu nedenle kurutulur, toz haline getirilir sonra da çay haline getirilirdi.

Bugünün tatlısını bu tür sağlığa iyi gelen meyvelerle yapmaya karar verdim.

İlk olarak bir tencerede ısıtırken ardıç tozunu ve şekeri süte koydum.
Sonra, bir kaseye ekşi krema, süt, yumurta ve tereyağı karıştırdım ve karışım hazır olduğunda tencereye döktüm.
Kek kalıbına bol miktarda tereyağı uyguladım, çikolata ve meyveleri koydum, sonra hamuru döktüm. Sobada pişerken izlediğimde meyveler tepeye yüzüyordu.
Daha sonra olup olmadığını kontrol etmek için bir çubuk koydum. Hazırdı.

İlk seferime göre oldukça iyiydi. Kuş üzümünün kırmızı ve siyah renklerinin kontrastı da oldukça güzeldi. Tatlı bir kokusu vardı, bu tarif edilemez duyguyu elde etmemi sağladı.
Taze yapılmış pastayı hemen yemek istedim, ama biraz nemli hale gelirse daha lezzetli olduğunu duydum, bu yüzden serin bir yerde bıraktım.

Ancak, bugün pasta en önemli şey değildi. Uzun bir süre sonra Sieg ile bir yere gidecektim.

Sabahtan beri kendimi bu endişeden kurtarmak için pişiriyordum.

Şey, dışarı çıkmak desem de hiçbir yere çok süslü gitmiyordum.
Özel bir şey giyersem birçok insanı tanıdığım limandaki insanlar tarafından fark edilirdim, bu yüzden her zamanki kıyafetlerimi giydim.

Tahta sandık üzerinde otururken beklerken eşim geldi.

“!”

İlk kez geleneksel kadın kıyafetleri giyiyordu. Her zaman dizlerine ulaşan kıyafeti giyiyordu ya da avlanmak için gittiğimizde olduğu gibi çok fazla hareket etmesi gerektiğinde erkek kıyafetleri giyiyordu.

Bu son zamanlarda yapılmıştı. Yazlık kıyafetler yaparken uzun kıyafetler de yapmıştım.

“Vay! Çok sevimli! İçinde gerçekten iyi görünüyorsun, Sieglinde!”
“……”

Düz omuz boynundaki saçlarını bağlamıştı ve arkasına atmıştı. Ayrıca makyaj yapmış, yanaklarında açık kırmızı bir gölge ve dudaklarında bir renk tonu vardı.

Geleneksel kıyafetler ayak bileklerinden biraz daha yüksek bir etek uzunluğuna sahipti. Kenarları canlı çizgilerle süsleyerek renkli bir görünüm kazanmıştı.

“Güzel, gerçekten güzel. Bunları daha önceden yapmalıydım.”
“……”

Sieg'in etrafında bir çember çizerek yürüdüm, yavaşça manzarayı izledim.

“Çabuk gidelim, yoksa geç kalacağız.”
“Doğru. Elini tutabilir miyim?”
“……”

Cevap vermedi, ama ne olursa olsun elini tuttum.

Bu heyecanlı durumla yola çıktık, ancak sadece ‘Sosis (Alman sosisi) ve Bira Festivali’nin yapıldığı limana gidiyorduk.
Bu festival yılda bir kez, bir ticari gemi geldiğinde gerçekleşiyordu. Bu yıl, tesadüfen, Sieg’in anavatanının spesiyalitelerinin tadını çıkarabilecektim.

Arabayı limana sürdüğümüz halde, gevşemiş ifadem normale dönmedi.

Bir süre sonra limana vardık.

Meydan çoktan insanlarla doluydu.

“Sokak tezgahlarında sosis satıyorlar ve çadırlarda bira var.”
“Gördüm. O zaman gidelim.”

Yer aşırı kalabalık olduğu için kollarını benimkine kilitledim.

Meydanda otuz farklı çeşit sosis vardı ve ayrıca çeşitli yabancı ürünler satan birçok tezgah vardı. İlk olarak hangi sosisi alacağımı düşündüm.

“Sadece sosisler için oldukça çeşitlilik var.”
“Anavatanımda binden fazla sosis çeşidi olduğunu duydum.”
“Hahh~!”

Izgara olanlar, haşlanmış olanlar, bol yağda kızarmış olanlar, pişirilmeleri için birçok farklı yol vardı.

“Vay, sosis beyaz! Neden acaba!?”
“Bu ‘Münchner weisswurst’, bir dana sosisi. Beyaz çünkü içinde yumurta akı ve krema var.”
“Anladım~”

Sieg’in anavatanının dilinde ‘beyaz sosis’ anlamına geliyordu ve yenmeden önce soyulurdu. Merak ettiğim için iki tane aldım, biri benim için diğeri de Sieg içindi. Sosis kaynatılıp bir torbaya konuldu. Görünüşe göre her şey pişmemişti. Bu nedenle, sabah yapılanlar sabah yenmek zorundaydı. Ayrıca, 'Weisswurst’un öğlen zilini duymadan önce yenilmesi gerektiğini' söylüyorlardı.

Bunun dışında ızgara, kurutulmuş çiğnenebilir, peynirli sosisler fışkırıyordu. Ayrıca bir tane de Sieg’in memleketinden geleni aldım, uzundu ve kömürde ızgara yapılmıştı, adına ‘Thüringer’ deniyordu.

Memnun kalacak kadar sosis satın aldıktan sonra çadırlara geçtik ve bira sipariş ettik.

“Ah, patates kızartması da almalı mıyım~, ne yapmalıyım.”
“Ne istersen almalısın. Her gün elinden geleni yapıyorsun. Kendini biraz şımartabilirsin, bundan ilahi bir ceza almayacaksın.”

Mutlu oldum. Beni burada öveceğini düşünmemiştim.

“Bira için tavsiye ettiğin bir şey var mı?”
“Bir bakalım.”

Oldukça çok çeşit bira vardı. Hiçbirini bilmediğim için kaşlarını çattım.

“Bira yapmanın üç yolu vardır.”

Yüksek sıcaklıkta mayalanan, ‘ale’. Düşük sıcaklıkta mayalanan, 'lager'. Atmosferde doğal maya kullanılarak mayalanan, 'lambik'.
Ale daha sıcakken daha lezzetli, lager ve lambik ise soğuk içilmesi güzeldi.

“Alenin tadı biraz meyve gibi ve yumuşak içimli. Lager ise sek. Benim memleketimde çok lambic satmıyorlardı, bu yüzden tadını çok iyi bilmiyorum, ama oldukça ekşi olduğunu duydum.”

Sieg’in açıklamalarına başımı salladım.
Alkole zayıf olanlar için iyi olan ‘beyaz bira (weizenbier)’ aldım.
Sieg, güçlü bir tada sahip olan ‘siyah bira (schwarzbier)’ satın aldı.

Bir süre bekledikten sonra, bira büyük ahşap bardaklarda servis edildi. Çok büyüklerdi, bu yüzden şaşırdım. Sieg’in ülkesinde bunun nasıl normal olduğuna da şaşırdım.

Sipariş ettiğim beyaz bira (weizenbier) o kadar da beyaz değildi. Diğer yandan Sieg’in siyah birası (schwarzbier) gerçekten siyahtı.

Birbirimizin sıkı çalışmasına kadeh kaldırdıktan sonra içtik.

Bira sıcaktı, ama şaşırtıcı derecede lezzetliydi. Şimdiye kadar biranın soğuk tutulması gerektiğini düşünmüştüm, ama şimdi fikrimi değiştirdim.

Alede sitrik bir lezzet ve ince ekşi bir dokunuş vardı ve pürüzsüz bir dokusu vardı. Sanırım bunu her zaman içebilirdim. Sieg’in siyah birasını da tattım ama bu bira bir yetişkine göreydi.

Sosisleri birayla beraber yemek daha fazla zevk verdi.

Soyulmuş beyaz sosis yumurta akı nedeniyle yumuşaktı ve içindeki baharatlar içeceğin sitrik lezzeti ile iyi gidiyordu.
Izgara sosis, patates kızartması ile gerçekten iyi gidiyordu. İyi çiğnenebilir olması ve baharatlılığı bir araya gelince içeceği içmeyi kolaylaştıracaktı.

“Ah, biraz daha alayım mı?”
“Hayır, gerek yok.”
“İstediğim bir şey var, o yüzden gidiyorum.”
“Bekle, ben de.”
“Sorun değil~”

Bunu söyledim ve ayrıldım.

Ne kadar içtiğimi bilmiyordum. Düz yürüyorum ama sarhoş olduğumu söyleyebilirdim. “İyi değil mi~ İyi değil mi~” derken Sieg’in elini bile okşadım. Ayık olsaydım bu hayal edilemez bir şey olurdu.
Sieg sıkıntılı bir ifadeyle bana baktı ama sonra ifadesinin çekilmez olduğunu söyledim.
Şimdiye kadarki en kötü içme alışkanlığıydı.

Sosis pazarına giderken bir dükkan sahibi benle konuştu.

“Hey bayım, nasıl metal süslemeler istersiniz?”
“……”

Benim bir Laponyalı olduğum düşüncesi ile benimle konuşmuştu. Metal süslemelerden hoşlanıyorduk. Ayrılmak üzereydim, ama sahibi dikkatimi çeken bir şey söyledi.

“Nadir bir platin süs. Eşinize veya kız arkadaşınıza vermeye ne dersiniz?”

Kar tanesi şeklinde bir küpeydi. Platin süslemeleri ile çevrili bir su damlası şeklinde mavi bir mücevheri olan bir tanesiydi.
Bir kulak içindi, tek başına satılıyordu.

Sieg'in sevdiği renklerde, beyaz ve maviydi, kış şeklindeydi.
Onun için yapılmış olduğunu düşündüm.

Tabii ki, pahalıydı. Platinden yapıldığı için. Ona yanımda yeterli param olmadığını söylediğimde gerisini daha sonra ödeyebileceğimi söyledi. Yarın köyümüzde tezgah kuracakmış gibi görünüyordu.

“O zaman bunu istiyorum.”

Satın aldım.
Turizm mevsiminde ahşap oymalar yaptığım için yedek param vardı.

Daha fazla sosis almadan Sieg'in bulunduğu çadıra geri döndüm.
Sieg beni karşılarken rahatlamış görünüyordu.

Birini çağırdım ve parasını ödedim.
Daha sonra geri dönmek için arabaya gittik ve sessizce eve döndük.

◇◇◇

Eve döndükten sonra ağırdan almayı düşündüm çünkü vücudumdaki alkol yüzünden çalışamıyordum.
Sarhoştum, banyo yapmak tehlikeliydi. Kendimi şifalı suyla sildim. Yüzümü de yıkadım, ondan sonra daha iyi hissettim.

Sieg, Miruporon ile yıkandı.
Biri sarhoşken banyoda boğulma olasılığı vardı, bu yüzden birinden Sieg ile girmesini istedim.

Pencerenin yanındaki sandalyede oturan Sieg'in yanına gittim.

“Sieg, buyur.”
“!”

Ona tuttuğum küpeyi görünce şaşırmış görünüyordu.

“…… Bu nedir?”
“Şey, sahip olduğumu belli etmeliyim değil mi?”

Bunu söyleyerek, saçlarını geri çekip küpeyi yanında tuttum.
Temiz bir kulaktı. Onu işaretlemezsem çalınabilirdi.

“Ne demek istiyorsun.”
“Ren geyiği ile aynı şey.”
“!”

Ren geyikleri önemliydi. İşaretlenmezlerse çalınabilirlerdi.

Bunu söyledikten sonra ikna sözlerini kulaklarına da fısıldadım.
Tabii ki, büyükbabamın önerdiği planı uyguluyordum.

Bir süre sonra başını salladı ve hediyemi kabul etti.
Memnun kaldım ve küpeyi eline koydum. Sonra odama gittim ve uykuya daldım.

Ertesi sabah kendime gelmiştim.

“——!”

Rüya görüyordum. Kesinlikle bir rüyaydı. Şüphesiz bu bir rüyaydı.

Dünkü aptallığımı düşündüğüm için yüzümün utançtan ısındığını hissedebiliyordum.

Oturma odasına gittiğimde Sieg sabah yürüyüşünden henüz geri dönmemişti, bu yüzden rahat bir nefes aldım.

Biraz sakinleştikten sonra dün yaptığım pastayı masaya koydum.

Bir süre sonra eşim geri geldi.

“Geri döndüm.”
“!?”

Kulaklarını deldiğini görünce ne diyeceğimi bilemeden kitlendim.

Sol kulağındaki parlayan nesneyi gördüğümde neredeyse arkamdaki sandalyeye takılıp düşecektim.

“Sieglinde-san, o, kulak.”
“Dükkandaki hanımefendi deldi.”

Bir pişmanlık hissettim. Başımı kollarımla sardım.

“Acıdı, değil mi?”
“Hayır, o kadar değil.”
“Bu.”
“……”
“Hoş değildi.”
“Neden?”
“Şey, bir ren geyiği gibi işaretlemek.”

Artık doğrudan ona bakamıyordum.
Ancak Sieg oturduğum yerin yanında diz çöktü. O zaman ona bakmaktan başka çarem yoktu.

Orada, Sieg beklenmedik bir şey söyledi.

“Hoşuma gitmedi değil. Ritz’in ren geyiklerine çok değer verdiğini biliyorum.”
“!”
“Mutlu hissettim. Teşekkür ederim.”
“Sieg.”

Gülümsemesi kör edici derecede parlaktı ve gözlerimi yarıya kadar kapatmak zorunda kaldım.

Ona gerçekten aşığım diye düşündüm.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
ŞahiTopu (56 puan) Üye
2021-11-02 08:41:00
Ritz nasıl mübarek adamsan sarhoşta olsan yorgunda olsan Allah işini yoluna koyuyor, yat kalk dua et. Bı de gözümden kaçmadı sarhoşken sanki daha iyi taktik kasıyosun ha ha (。•̀ᴗ-)✧. (。•̀ᴗ-)✧
Waga na wa Megumin (136 puan) Üye
2021-01-07 15:31:46
emeği geçenlerin ellerine sağlık...