Overlord
Cüce Topraklarının Peşinde -10
“Sorun
yok. Biz dostuz, bana inanıyorsun, değil mi?”
“Senin
adamın falan mı?”
Senin
amına koyacağım diyordu Shalltear az kalsın. Ancak bu
sözleri yuttu. Çünkü efendisi ondan önce konuştu.
“Evet,
haklısın. O benim hanımım.”
“Ho,
kankama bak be, harbi müthiş birisin.”
“S-Sağ
ol.”
Shalltear, kelimelere dökemediği bu karmaşık hislerden ötürü acı
çekti. Her ne kadar yerlerde yuvarlanmak istese de, Efendisi’nin
ona yaptığı bu güzelim yardımı boşa harcayamazdı.
Quagoa kumandanı derin derin düşündü ve arkasındaki Quagoa “Ne oldu?” diye sordu. “Neler oluyor? “Gerçekten dostumuz olduğunu bilmeyenler bir tek biz miyiz?” falan filan diye konuşuyordu. Ancak Quagoa kumandanı onları görmezden geldi
ve çarpık bir ifadeye büründü. Muhtemelen gülümsüyordu.
“Anladım.
Madem öyle diyorsun, o zaman sana inanıyorum. Sonuçta bizler dostluk bağıyla
birbirine bağlı yoldaşlarız, değil mi?”
Shalltear hönkürdü.
“O
zaman arkamdakilerin de duyabileceği kadar yüksek sesle konuşabilir misin?
Kimsiniz siz? Bu şehirde ne yapıyorsunuz?”
Normalde dostunun bunları bilmediği için ondan şüphelenmesi
gerekirdi. Fakat bu büyünün harika yanı da işte buydu. Quagoa kumandanı
sorularına, hiç şüphelenmeden yanıt verdi.
Bizler istila gücünden ayrılmış bir ekibiz. Buraya bu şehre kaçmış
olabilecek Cüceleri gebertmeye geldik.”
“Ne
dedin?!” dedi Cüce, şaşırmış bir şekilde. “B-Bu ne anlama geliyor?”
“Kapa
çeneni ve sessiz ol Cüce. Sizin gibi pis ırkların kökünün kazınması gerek.”
“Tamam,
tamam, bu kadar yeter. İstila gücü tarzı bir şeyler söylüyordun galiba?”
“Ahh,
pardon, kendimi biraz fazla kaptırdım sanırım. Buranın kuzeyinde bir Cüce şehri
var. İstila gücü, o şehri yok etmek için kuruldu. Esas sorun şu ki, Büyük Yarık’ın üstündeki asma köprü, bir karargâhla tarafından
korunuyor, bu yüzden saldırılarımız hep başarısız oldu. Ancak Yarık’ı etkisiz
hâle getiren ve karargâhın kenarından dolanan bir kestirme bulduk, bu yüzden
işlerini tek hamlede bitirmek için orayı kullanmayı planlıyoruz.
Shalltear, Cüceye gözlerini kısarak baktı. Beti benzi atmış hâlde
duruyordu. Görünüşe göre bu çok kötü bir haberdi.
“Saldırı
ne zaman gerçekleşecek?”
“Bizler
ayrılmış bir birliğiz, ana ordudan ayrıldık, bu yüzden tam vakti bilmiyoruz.
Ama sanırım ya bugün ya da yarın olması lazım.”
Shalltear, Efendisi ve Cüce arasındaki konuşmaya kulak misafiri
oldu.
“Yani
şehir, asma köprü ele geçirilince çökecek mi?”
“Emin
değilim, ama düşmanın köprüyü kullanması gerektiğini duydum, yalnızca tek bir
yere saldırabiliyorlarmış. Bu yüzden onları geri püskürtmek için büyülü eşyalar
kullanabiliriz. Ancak eğer karargâh ele geçirilirse, düşmanın şehre giden bir
yol açması gerekecek ve büyük bir ordunun harekatını durdurmak çok zor olacak.
Eğer öyle bir şey olursa, şehri terk edip buraya kalabiliriz, ama burada pusuya
düşürülürsek, Cüce ırkının kökü kazınabilir.”
Quagoa kumandanı, konuşmalarını dinlerken kıs kıs güldü.
“Ayrılan
tek grup siz misiniz?”
“Buraya
gönderilen tek grup biziz. Cüce şehri ne kadar güçlü veya kaç adama ihtiyacımız
var bilmiyoruz, bu yüzden adamlarımızın çoğu orada.”
“Ain—eh, ah, şey, senin sormak istediğin bir şey var mı?”
Ainz-sama
diyemem, Shalltear sonraki kelimelerini bir araya getirmeye çalışırken
korkuyordu.
“...Pek
fazla bir şey yok. Yalnızca ana ordularıyla veya onun gibi bir şeyle nasıl
iletişime geçeceğimizi bilmemiz gerekiyor.”
Shalltear, Efendisi’nin sorusunu
tekrarladıktan sonra, cezbedilmiş kumandan, sular seller gibi şakıdı.
“Hayır,
görevimiz pek önemli görülmedi. Sonuçta işimiz kaçanları avlamaktı.”
Shalltear, ona kafa sallayan Efendisi’ne
geri baktı.
“Onunla
nasıl ilgilenelim?”
“...Gondo.
Özür dilerim, fakat seyahate hazırlanabilir misin?”
Kertenkeleadam ve Cüce, bu sözlerin anlamını biliyordu, bu yüzden
arkalarını döndüler ve sessiz sedasız gittiler. Ainz onların gidişini izledi ve
Shalltear’a sonraki emirlerini verdi.
“...O
hâlde hadi gidelim. Shalltear hepsini Nazarick’e geri
yolladı. Gözlemlenecekler. Öldürülecekleri veya hayatta bırakılacakları,
Quagoayla kuracağımız ilişkiye bağlı. Bize tamamen düşmanlık besleyene dek
öldürmeyin onları. Ancak bazı hafif deneylerin yapılmasını emret. Pençelerinin
sertliği, bedenlerinin fiziksel ve büyüsel dayanıklılığı, bu tarz şeylere
bakın. Ancak bazıları bunun sonucunda ölebilir. Ölümleri cüzi seviyede tutmaya
çalışın.”
“Anlaşıldı!”
Shallter anında [Geçit] büyüsünü yaptı ve Nazarick’e açılan bir portal yarattı.
“Buraya
gelin.”
Quagoa kumandanı tarafından yönetilen diğerleri, birbiri ardına
onu takip ettiler. Quagoalardan bazıları korkudan donmuş hâlde oracıkta kaldı,
ama Shalltear onları aldı ve [Geçit]e atıverdi.
Hepsini gönderdikten sonra Shalltear da Nazarick’e
geri döndü. Efendisi’nin emirlerini, orada duran Eski
Muhafızlara tekrarladı ve hâlâ açık olan [Geçit]ten geçti.
Geçitin öbür yanında Shalltear’ın Efendisi
vardı. Kollarını kavuşturmuştu ve onu bekliyor gibi görünüyordu.
“Topladığın
bilgiler çok detaylıydı Shalltear.”
Söylediği ilk şey onu övmek içindi! Shalltear’ın
tahta göğsü, alev gibi yandı.
“Evet!”
Shalltear refleks olarak dizlerinin üstüne çöktü. Bu, Efendisi’nin övgüsü karşısında alması gereken tek uygun pozisyondu.
“—Mm,
umu. Gelecekteki asil hizmetlerini dört gözle bekliyorum.”
“Anlaşıldı,
Ainz-sama.”
“Öyle
kalma. Ayağa kalk. Gondo’yla konuşmamız gereken şeyler
var. ...Bu, bize büyük bir iyilik borçlanması için iyi bir fırsat olabilir.”
“Ne
şanslıyız. Ainz-sama, yaptığınız her şey nimet gibi.”
Gözleri buluştu ve gülümsediler.
Efendisinin yüzü kımıldamamıştı, ama Shalltear güldüğünü
kesinlikle hissedebiliyordu.
“O
hâlde, hadi gidelim.”
“Emredersiniz!”
Mmmm~ Bu harika! İkimiz, yan
yana yürüyoruz... Haaa, çok mutluyum.
Shalltear, mutluluk hissini tadarken binayı terk etti.
“Gondo,
beklettiğim için özür dilerim. Şimdi ne yapmak istiyorsun?”
“Ne
yaparsak yapalım bir şey değişir mi ki? Yer altından şehre gitmek altı gün
sürüyor. Bilgiyi şehre ulaştırmamız için arada çok fazla mesafe var.”
Shalltear’ın biraz rahat yüzü gerildi ve
Aura’yla bakıştılar. Efendisi ve Cüce konuşmalarına
başladı. Bunu hatırlaması gerekiyordu, bu yüzden bunu not defterine
kaydedebilirdi.
Söz konusu kişi yüce Efendisi olunca, muhtemelen hedefi Cücenin
kalbini paramparça etmekti. Ya öyle yapacaktı ya da boynuna ağır bir pranga
bağlayıp bir daha ihanet etmediğinden emin olacaktı. Öyle bir şeyler işte.
“Öyle
mi? Madem oraya vaktinde varamayacaksın, o zaman ne yapabilirsin? Neden benim
ülkeme gelmiyorsun? Kendi başına bir şeyler yapamazsın, değil mi?”
“Mmm...
umu.”
“Rün
demircilerini kurtarmak isterim, ama onlara yardım etmek için hızla oraya
gitsek bile, pazarlık esnasında avantajlı taraf olabilir miyiz ki? Cüceler
onlara gösterilen nezaketin değerini bilen bir ırk mı?”
“Umu,
sanırım öyleler. Eğer Cüceleri, Quagoa tehdidinden kurtarırsan, görüşmelerin
iyi geçeceğine eminim.”
“Madem
öyle, o zaman mevzuya dalmak için doğru anı kollamalıyız.”
Efendisi bu deneysel duyuruyu yaptıktan sonra Cüce omuz silkti,
sanki diyecekleri her şey ona uyarmış gibiydi.
“Çoktan
lordumun... Majestelerinin önerisini benimsedim.”
Shalltear’ın bu sözlerle ne kastedildiğine
dair hiçbir fikri yoktu, ama nedense Cücenin, Efendisi’ni
ırkına tercih ettiğini biliyordu.
Shalltear, Efendisi’nin, Cücenin ruhunu bu
denli kontrol altına alabilmesine hem şaşırdı hem de korktu.
Yüce Varlıklar’a itaat etmesinin sebebi,
Efendisi’nin karizması olmalıydı.
“...Sanırım
acele etmemiz gerek. Sonuçta rün ustalarının ölmesini istemiyoruz ve yer altına
inersek neler olacağının garantisi yok. Bu yüzden dışarıdan işimizi
halledeceğiz. Bize rehberlik etmen için sana güvenebilir miyim?”
“Kendime
pek güvenmiyorum, fakat elimden geleni yapacağım.”
“Pekala,
o hâlde çıkmaya hazırlanın!”
2. Bölümün Sonu


