Overlord
Bir Zanaatkar ve Pazarlık- 5
“Büyücü
Kral’ın gücünü
ödünç alıp bu konuda bir şey bilmiyormuşuz gibi davransak nasıl olur?”
“Bu,
o canavarı kışkırtabilir. Onun yerinde olsam ben bile üzülürdüm. Sonuçta bizler
kendi kazancımız için askeri güç ödünç almayı umursayan tek kişileriz.”
“Yine
de bunun zamanlaması tesadüf olmak için biraz fazla iyi. Büyücü Kral ipleri
arkadan çekiştiriyor olmasın?”
“Muhtemel,
fakat kanıtımız yok. Yapabileceğimiz tek şey tahmin etmek.
“Buradaki
önemli kısım, Büyücü Kral’ın
Quagoa yerine bizi seçmiş olması. Eğer onu tatmin etmezsek, kendi kuyumuzu
kazmış oluruz. Onu soruşturmaya çalışmak da çok tehlikeli olur.”
“...Büyücü
Kral içebiliyor mu?”
“Sence
içebiliyor mudur? ...Sanırım içemeyen bir adama gerçekten güvenemiyorsun.”
“Yine
de...”
Şimdiye dek sessiz kalan Tüccarlar Loncası Ustası,
nihayet konuştu.
“Hepimizin
Büyücü Kral’ın
dediğini kabul edebileceğini düşünüyorum. Çok mantıklı. Onun yerinde olsam ben
de Quagoa yerine Cüceleri seçerdim.”
Eğer Quagoa’yı kolayca yok edebilecek bir ordu yönetiyorsa, o zaman
Quagoaların Cüceleri öldürmesi için yardımcı olmak, ona pek bir şey
kazandırmaz.
“Bize
namevt çalışanlar vermek istediğini söyledi. Madenleri kendine alması daha
kârlı olmaz mıydı?”
“Bizi
köle olarak almasının hiçbir anlamı yok. ...Ayrıca, dağı biliyoruz, değil mi?”
“Demek
öyle. Gayet muhtemel. Dağları kendi başına keşfetmenin can sıkıcı olduğunu
düşünüyor, bu yüzden cevherleri keşfetme işini bizden istiyor. Bu yüzden bizi
tatmin etmek için güzel bir tasma verecek yani?”
“...Yine
de Büyücü Kral’la
konuştuktan sonra, eğer onunla ticaret yaparsak her şeyin yoluna gireceğini
hissettim. Yani bizi adil olmayan ticaret anlaşmalarıyla sömürmeye bile
çalışmıyor sonuçta.”
“Neden
bize bu kadar cömert şartlar sunduğunu anlayabiliyorum. Yine de teklifini kabul
etmek iyi olmaz mıydı?”
“Neden
öyle dedin?”
Çünkü birbirimize yardımcı olabiliriz. Büyücü Kral
cevherleri istediği sürece bizi koruyacak. Büyücü Kral’ı, çok fazla şarap isteyen bir
paralı asker olarak düşünebiliriz yani.”
Genel kanı “onunla uğraşmak çok tehlikeli olur”dan “değerimiz olduğu sürece güvendeyiz”e döndü. Ancak bu
değişim esnasında bir Cüce soğuk bir konuşma yaptı.
“O
namevt yaratığın dalkavukları olmaya mı niyetlisiniz?”
Tüm gözler, başından beri Ainz’e karşı olan adama, Dökümcübaşı’na döndü.
“Olay
iyilik veya kötülük değil. Şu an ülkemiz bir krizin eşiğinde. Eğer Quagoa
konusunda bir şey yapmazsak, kesinlikle yok edileceğiz.”
“...Ve
gücümüz tek başımıza Quagoa’yı
yenmemiz için yeterli değil.”
“O
hâlde İmparatorluk’tan
yardım istemeye ne dersiniz? Onlarla yıllardır anlaşma yapıyoruz. Bu daha
güvenli olmaz mı? Büyü Krallığı konusunda hiçbir şey bilmiyoruz.”
“İmparatorluk’tan yardım istesek
bile, Quagoa karşısında hiçbir şansları yok. Silah kullanan herkese karşı çok
zorlu rakipler. En önemlisi de insanlar karanlıkta göremiyorlar ve yer altı
savaşlarına uygun değiller. Onları yüzeye çekebilirsek bir şansları olabilir,
fakat bunu yapmanın imkânı yok.”
“O
hâlde Büyü Krallığı’yla
anlaşma yapmak tek şansımız. Ne olursa olsun işe yardım istemekle başlayacağız
ve ticaret anlaşmalarını Büyü Krallığı’nı gördükten sonrasına bırakacağız. Sen ne düşünüyorsun?”
Bu, bu işi yapmanın en kolay yolu olabilir. Yine de
Quagoa’yı
yenmeleri için onlarla iş yapacağız, değil mi? O hâlde onlarla anlaşma yapmasak
bile, sağlanan hizmetler için ödeme yapmamız gerekecek, değil mi? ...Bir ülkeyi
kurtarmanın fiyatının ne kadar olduğunu düşünmek bile istemiyorum.”
Cücelerin hepsinin yüzü ekşidi.
“Sanırım
ülkeyi kurtarmanın tek yolu teklifini kabul etmek. Bu, sonraki birkaç on yıl
boyunca Büyücü Kral’ın
gücüne güveneceğimiz anlamına geliyor.”
Onaylama mırıltılarının arasında, Mağara ve Madenler
Ustası, “Namevtleri
amele olarak kullanmak, on yıllar boyunca devam edebilecekleri anlamına
geliyor,” dedi ama
kimse ona dikkat etmedi. Bunun sebebi kulaklarına çalınan farklı bir bildiri
olmasıydı.
“Önemli
bir şeyi unutuyor gibi görünüyorsunuz. Buna karşı çıkıyorum. Halkımızın onun
köleleri olmasına asla izin vermeyeceğim!”
“Köleler
mi?”
“Rün
ustaları!”
“Büyücü
Kral köle olmayacaklarını zaten söylemedi mi?”
“Gerçekten
mi?! Dediklerine ciddi ciddi inanıyor musun?!”
Azarlanan cüce başını eğdi.
“Hey,
bak. Onu göz ardı edemeyiz.”
Büyücü Kral bunun gerçek olduğunu söylese bile,
canlılardan nefret eden namevtleri tanıyan herkes, buna inanmayabilir.
“Rehine
mi olacağız peki?”
“Hayır.
O zaman özellikle rün ustaları diye belirtmesine gerek kalmazdı. Onun yerine
aile üyelerimiz üzerinden istekte bulunabilirdi.”
“O
hâlde rün ustaları olayını reddedip, başka bir şekilde ödeme yapıp
yapamayacağımızı mı sormalıyız?”
“...Fikrini
değiştirebilecek başka hazinemiz var mı?”
“Hayır.
Eğer başkenti geri alırsak ve hazineye ellenmediyse, içindeki her şeyle ona
ödeme yapabiliriz.”
“Hayır,
bunu kabul etmez. Kraliyet Başkenti’ni almak için gücüne ihtiyacımız olacak, değil mi? Eğer onları
ona verirsek, ‘Bunları
sizin için geri aldığım şehrin kasalarından mı aldınız’ diye sormaz mı? Onun yerinde
olsaydınız siz nasıl bir anlaşma isterdiniz?”
“...Dürüst
olmam gerekirse, bence şartlarını kabul edersek sıkıntı olmaz.”
Dökümcübaşı, Tüccarlar Loncasının Ustası’na baktı.
“—Köleler!!”
“O
yalnızca senin görüşün! Büyücü Kral zaten onları köle olarak almayacağını
söyledi! Yapmamız gereken tek şey bunu doğrulamak için birilerini yollamak,
değil mi? Ve daha da önemlisi... Bu biraz fazla görünüyor olabilir, ama Rün
zanaati tarihi geçmiş bir teknoloji. Her an kaybolabilir zaten, ona vermemizde
bir sorun görmüyorum. Aldığımız şeye karşın oldukça ucuz bir bedel, değil mi?”
“Ama
zanaatımızın o kısmını tamamen kaybetmez miyiz?”
“Yine
de şu an satmak için en iyi an, değil mi?”
“Karşı
çıkıyorum!”
Bağırırken Dökümcübaşı’nın ağzının kenarından baloncuklar çıktı.
“Duygu
yerine mantık kullanmanın sonucu bu mu? Bana hiç de öyle gelmiyor.”
“Büyücü
Kral’a neden bu
kadar güvendiğinize dair hiçbir fikrim yok!!”
Başkumandan soğuk bir ses tonuyla konuştu. Savaşta Quagoa’yla yüzleştikten sonra,
şehrin durumunu herkesten daha iyi biliyordu. Bu yüzden gereksiz konuşmalarda
boşa laf etmek istemedi ve gözlemci olarak kenarda durdu, ama artık sınırına
ulaşmıştı.
“Güven
mevzusu bir kenara, eğer Büyücü Kral’ın gücünü ödünç almazsak, şehir kesinlikle yok edilecek.
Yaptığınız şey bizi tutan tek ipi de kesmek.”
“Ne
dedin, seni velet!”
“Bu
şehrin ordusunun başında ben varım. Ve ben de şehri korumamızın tek yolunun
Majestelerinin gücünden geçtiğini söylüyorum! Bu şehri yok etmek mi
istiyorsunuz? Eğer istemiyorsanız, bana Quagoa’yı onun gücünü kullanmadan
yenmenin bir yolunu söyleyin! Sizi ihtiyarlar!”
“Sen
var ya! Bu odaya adımını attığından beri, o canavara Majesteleri deyip deyip
duruyorsun! Ülkene ihanet mi ettin?!”
Dökümcübaşı, başkumandanı yakalarından tuttu.
“Bu
ne saçmalık, seni ahmak ihtiyar? Kavga mı istiyorsun?! Bu kadar güçlü birine
saygı göstermek gayet doğal! Esas güvenilmezler sizlersiniz! Bu ülkeyi kolayca
yok edebilirdi, farkında mısınız?! Eğer bu ülkeye ihanet ettiğimi
düşünüyorsanız, o zaman sizler de halkın güvenliğini tehlikeye atıyorsunuz!”
Başkumandan da Dökümcübaşı’nı yakalarından tuttu ve alınları
çarpıştı.
“Hop!
Farklı fikirlerde olabilirsiniz, fakat savaşmayın!”
Diğer cüceler ikiliyi ayırmak için hemen yerlerinden
kalktı.
Ancak ikisi hâlâ birbirlerine bakıyordu, sanki ikinci bir
raunda hazırlanıyor gibilerdi.
“Hadi
gelin bir oylama yapalım. Eğer karşı çıkan varsa daha sonra tartışırız. Bu,
yumruk yumruğa dövüşmekten daha yapıcı olur.”
“Neyin
oyunu kullanacağız?”
“Öncelikle,
Büyücü Kral’ın
gücünü kullanmak için rün ustalarını Büyü Krallığı’na yollayacak mıyız onu
belirleyelim. Onaylayanlar elinizi kaldırın.”
Dökümcübaşı hariç herkes ellerini kaldırdı.
“Mm.
Ardından sonraki madde: Büyü Krallığı’yla ilişki kurup ticaret yapmaya başlamak istiyor muyuz?
Onaylayanlar elinizi kaldırın.”
Sonuç öncekiyle aynıydı.
“Demek
öyle. Ardından Büyücü Kral —
Majestelerine yönelik oylamanın sonucu belli oldu. Üzgünüm başkumandan,
ama Majestelerini geri çağırabilirsin.
