Overlord
Ayaz Ejder Lordu- 8
Cüce medeniyetinin en altın çağlarında inşa edilmiş,
etkileyici ve haşmetli eski Kraliyet Başkenti
Feoh Berkanan’da,
Kraliyet Sarayı dışındaki en büyük yapı Tüccarlar Loncası’ydı çünkü toplantılarda birçok oda
kullanılıyordu ve erzak depolamak için geçici birçok kasaya ihtiyaç
duymalarıydı.
Bu bina birçok cüce tarafından kullanılmıştı ve şehirdeki
diğer tüm yapılardan daha büyüktü. Ancak şu anda, Quagoa Klanlarının Lordu Pe
Riyuro buraya yerleşmişti.
Yozu döndüğü sıralarda, Riyuro büyük ve yumuşak bir
mindere oturmaktan çok gömülmüştü. Tutumları, Yozu olanları aldıktan sonra bile
normal kalmıştı ve yüzünde hiç nefrete ya da endişeye dair bir şey yoktu.
Yozu eğildi ve ne olduklarını anlattı.
Önemli detayları çoktan bir elçi ile göndermişti fakat şu
anda detayları açıklamak için buradaydı. Cüce Krallığı’nın elindeki kozu detaylarıyla
anlatması gerekiyordu. Yani kendi gözleriyle tanık olduğu kara zırhlıları.
Riyuro sessizce dinledi, ardından elini yavaşça
kaldırarak yanındaki kafese uzandı. Çığırtan bir kertenkele yakaladı. Bir krala
yaraşır, etli ve sulu bir atıştırmalık.
Riyuro, kertenkeleyi tuttuğu elini Yozu’ya doğru uzattı.
“Bir
ısırık ister misin?”
“Hayır,
hayır teşekkürler.”
“Sen
bilirsin,” diye
homurdandı Riyuro. Ardından çenesiyle kertenkelenin kafasını kopardı. Yozu,
kanın ve organların kokusunu alabiliyordu.
20 santimetrelik kertenkelenin tümü, Riyuro’nun ağzında üç ısırıkta
kayboldu.
Riyuro yakındaki bir havluya kanla kirlenmiş ellerini ve
ağzını sildi.
“Yani
sen de geri çekildin. Ya sizi takip edenler?”
“Onlardan
pek emin değiliz. Ancak...”
Asma köprü düştüğü için düşmanın takip edebileceğini
sanmıyordu. Açık konuşmak gerekirse de, cücelerin ümüklerini sıkmışlardı.
Cücelerin tek yapabildiği, savunmalarını desteklemek, kaçmak için bir rota
aramak ve belki de bir karşı saldırı yapmaktı.
O iki kara zırhlıya başvurma sebepleri ya kuvvetlerini
bölecek kadar aptal olmaları, ya da tüm askeri güçlerinin o olmasıydı.
Bu, Yozu’nun Riyuro ile paylaştığı fikriydi.
“Onlardan
bir ya da iki tane daha varsa çok da şaşırtıcı olmaz.”
Riyuro, Yozu’nun bilinçsiz bir şekilde şaşırdığını fark etmiş olmalıydı.
Kafesteki kertenkeleleri dürtüklerken tembel bir şekilde ne demek istediğini
açıkladı.
Cüceler, kalelerinin savunmasına oldukça güveniyordu.
Eğer düşerse, şehrin fethedileceğini düşünüyor olma olasılıkları oldukça
fazlaydı. Bu sebepten dolayı, gönderdikleri kara zırhlıların tüm kuvvetlerin
belirli bir parçası olduğunu varsaymak yanlış olmazdı.
Ancak, kalenin nasıl fethedildiğini tam olarak
bilmediklerinden dolayı, tüm kuvvetlerini ön cepheye yığmak tehlikeli bir
kumardı. Eğer birden fazla yerden sızmış olsalardı kaybedebilirlerdi.
Her ne kadar durum, güçlerini yavaş yavaş kırmak için
uygun olmasa da tüm kuvvetlerini bir karşı saldırıya verecek bilgilere de sahip
değillerdi.
Bu yüzden, daha fazlası varsa bile, en fazla bir, belki
de iki tane olurdu. Demek istediği tam olarak buydu.
Yozu da tıpkı Lord’un dediği gibi olduğunu hissetti ve lordunun bilgeliği
karşısında dehşete düştü.
“Peki,
o golemleri kimin yenebileceğini düşünüyorsun?”
“Eminim
ki siz yenebilirsiniz, Lordum!”
Riyuro, sekiz quagoa klanı arasındaki en güçlü kişiydi.
Elbette emsal olacak kadar iyi bir dövüş yeteneği vardı.
Tüm quagoa ırkı ile tek başına savaşıp yine de galip
gelebilirdi. Quagoa tarihinde onun kadar güçlü olan kimse yoktu.
Yozu, geçmişte Riyuro’nun canavarlarla savaştığı görüntüsünü hatırladı. Riyuro’nun o golemlerden çok
daha güçlü olduğuna kesinlikle emindi.
“Hoş
sözleri geç şimdi. Cidden öyle mi düşünüyorsun?”
“Evet!
Öyle düşünüyorum!”
Riyuro acı bir şekilde kıkırdadı, ancak Yozu cevabını
verirken dürüsttü. Bunun dışında başka bir şey söylemedi.
“Hangi
klanda doğdun?”
Şaşırtıcı bir soru. Yozu doğduğu klanı söyledikten sonra
Riyuro bir kez daha düşüncelere daldı.
“Anladım...
Bu durumda, cidden kazanacağımı düşünüyor olmalısın, o zaman.”
“B-Bu
ne anlama geliyor?”
“Basitçe,
bunun beni ortadan kaldırmak için bir şans olarak gördüğünden şüpheleniyorum.
Tüm ırk arasında herkesten daha güçlü olduğum doğru. Bu yüzden de golemleri
küçük görerek beni onlarla savaşmaya itiyor olabilirsin. O zaman da golemler
beni öldürmüş olacak. Eh, eğer öyle yaparsan kimse golemleri yenmeyi başaramaz...
Ancak benimle olan savaşlarında hasar alabilirler, ardından sen de onları sayı
üstünlüğü ile ezebilirsin.”
Her ne kadar sadakat yemini ettiği Lordu ondan
şüpheleniyor olsa da Yozu'nun kalbi saygıyla dolmuştu.
Eğer kendisi Riyuro’nun yerinde olsaydı bu sorunu bu kadar derinlemesine
düşünemeyebilirdi.
Yozu, Riyuro’nun, quagoaların gerçek lordu olduğunu düşünüyordu ve sadakati
daha da artmıştı.
Riyuro, karşısında duran adamı tam olarak anlayamıyordu,
o yüzden Yozu’ya
bir soru sordu.
“Neden
hemen böyle bir niyetinin olmadığına dair bir cevap vermedin?
“Evet!
En... En derin özürlerimi sunuyorum! Sadece, sizin bu derin öngörünüzden
etkilenmiştim, Lord’um!
Dediğiniz gibi, öyle niyetlerim yok!”
Riyuro kahkaha attı.
“Ne
kadar da ilginç birisin sen! Senin emrine verdiğim adamlar boşu boşuna öldü, o
yüzden bunun için bir ceza olmalı. Ancak gelecekteki gelişimini
etkileyebileceğinden fiziksel bir hasar vermeyeceğim. İşin aslı, golemler
hakkında bilgi topladın ve bunun önemli olduğunu düşünerek hemen geri döndün.
Ek olarak, beklentilerin düşmanların takip edeceği yönündeydi ve birliklerinden
bir kısmını şehri koruması için bırakman ne kadar keskin düşüncelerin olduğunu
gösteriyor.”
“Çok
teşekkür ederim!”
Yozu derin bir şekilde eğildi.
“Şimdi,
senin gibi harika bir lider için bir başka sorum var. Bu golemler hakkında
nasıl daha fazla bilgi toplayabiliriz?”
“Kısa
adamların ülkesine saldırarak.”
Bu bir yolu. Eğer öyle yaparsan başka golemleri olup
olmadığını öğrenebiliriz.”
“Evet!
Eğer daha fazla yoksa, verdiğimiz kayıplar ne olursa olsun o zaman şehri
olabildiğince çabuk bi şekilde fethetmeliyiz.”
“Umu,” diye kafa salladı
Riyuro.
Eğer olay hayatlardan ibaret olsaydı, onları yetiştirmek
ve geliştirmek için çok zaman gerekirdi. Fakat golemleri inşa etmeleri
gerekiyordu. Zaman onların değil, düşmanlarının tarafındaydı.
“Başka
ne yöntemler olabilir?”
“Affedin
beni fakat şu anda başka bir yol düşünemiyorum.”
Riyuro ellerini kertenkele kafesine sokarak başka bir
kertenkele çıkarttı.
“Bir
tane ister misin?”
Aç gibi mi
görünüyorum?
Tüm gücüyle buraya kaçtığı ve doğru dürüst yemek yiyip
uyumadığı doğruydu. Ancak bir kralın masasındaki yemek için yalvaracak kadar da
aç ya da susuz değildi.
“Hayır,
teşekkür ederim.”
“Sen
bilirsin,” diye
cevapladı Riyuro. Ardından bir öncekine yaptığı gibi kertenkelenin kafasını
aynı şekilde çiğnedi. Tıpkı önceki gibi kertenkeleyi paramparça ettikten sonra
Yozu, Riyuro’ya
bir soru sordu.
“Pek,
Lord’um. Sizin
aklınıza başka yöntemler geldi mi?”
“Ah,
evet. O elemana sorabiliriz. Onun bilgeliği benimkinden çok daha fazla... Her
ne kadar bunun için talep edeceği ödeme de o kadar yüksek olacaktır.”
“Ödemeden
kastınız... Yoksa...”
Yozu anında ne demek istediğini anlamıştı.
“Doğru.
Ejderhalara vermemiz gereken şey...”
Riyuro tam konuşmasına devam edecekken dışarıdan rahatsız
edici sesler geldi ve kapılar büyük bir çarpmayla açıldı.
“Klan
Lordu!”
Bu, muhafızlardan biriydi.
“Acil
bir şey var sanırım. Ne oldu?”
“Evet!
Bu şehre doğru gelen birileri var gibi duruyor!”
“Nereden
geliyorlar?”
Muhafıza göre, Yozu’nun birliklerini konuşlandırdığı yerden geliyordu. Bir başka
deyişle, cüce ulusundan.
“Yani
cidden de arkamızdan birlikler yollamışlar... Kısa adamları fazla hafife
almışım.”
Bu dedikten sonra Riyuro ayağa kalktı.
Yozu’nun
gözleri sanki nereye gideceğini sorarmış gibi bakıyordu. Riyuro bunu anlamış
olmalıydı ki cevap verdi:
“Görünüşe
göre vermemiz gereken çok fazla karar var. Şimdi gidip ejderhalar ile
görüşeceğim.”
“Onlara
golemleri mi soracaksınız?”
“Hayır,
onları buraya gelen bodurlarla uğraşması için ikna edeceğim. Bodur oldukları
için beraberinde golemleri de olacaktır. O yüzden onları ejderhalarla
savaştırıp iki tarafı da birbirine kırdırtacağız. Hıh. Ganimetleri de onlara
kalır.”
Klan Lordu, ejderhaların şehirdeki en iyi yeri, Kraliyet
Sarayı’nı, ele
geçirmelerine içten içte çok sinirliydi. Bu sadece onun en güvendiği
sırdaşlarının bildiği bir şeydi. Klan Lordu zekice bir şekilde bu duygularını
saklamış ve ejderhalara diz çökmüştü.
Ejderhalar ve quagoalar arasında uçurum gibi bir güç
farkı vardı.
Bu yüzden de onların güçlerini kırana kadar onlara servis
ediyormuş numarası yapmak zorundalardı. Ancak bu dağda, ejderhalar ile eşit
şartlarda savaşabilecek çok az sayıda canlı vardı. Bir istisna hariç, bunlardan
birisi büyük ihtimalle Ayaz Devleri olurdu.
Ve şimdi şansları gelmişti.
“Yozu,
bir şey olacağından değil ama ne olur ne olmaz harabe bölgesine ilerlemeye
başlayın. Ejderhaların savaşına bulaşmanızı istemiyorum.”
Cüce Kraliyet Başkenti’nin bir bölgesi, quagoalar gelmeden önce tamamen yok
edilmişti. Quagoalar bu bölgeyi tekrardan inşa etmemişti çünkü büyük ordularını
toplamak için bir bölge olarak kullanmak istemişlerdi.. Sonunda da
kullanacaklardı.
“Anlaşıldı!”
“O
zaman, ejderhalar ile buluşmamız için biraz adak hazırlayabilir misin?
Mücevherleri seviyorlar, o yüzden biraz onlardan hazırla. Ayrıca, çok aç gözlü
olduklarını ve ödemeyi hemen olarak kabul etmeyeceklerini bildiğini
varsayıyorum. Kesinlikle ödemeyi artıracaklardır. Bunu aklında bulundurarak
değeri düşük eşyalar da hazırla.”
Riyuro’yu
anladığını belirtmek için kafasını sallayan Yozu hemen hazırlıklara başladı.
***
