Overlord

26 Ocak 2018
Çeviri: Sinan Saçoğlu
Düzenleme: Lohengramm
5687 Görüntülenme
Bu bölümü 20 Kişi beğendi.
Cilt 6

Kraliyet Başkentindeki Kargaşaya Giriş - 1

Cilt 6 Bölüm 6- Kraliyet Başkentindeki Kargaşaya Giriş

 

Part 1

Misafir odasının kapısı yavaşça açıldı.

Menteşeleri düzenli olarak yağlanmıştı ve sorunsuz şekilde açılmalıydı, ama nedense, kapının hareketi alışılmadık derecede durgun ve hantal görünüyordu, sanki kapı odanın içi ile dışı arasındaki basınç farkıyla savaşıyormuş gibiydi. Sanki hızı Sebas'ın hissettiklerine uyuyor gibiydi.

Eğer kapı gerçekten kalbini okusaydı, o zaman hiç açılmamış olmayı isterdi. Ancak, açılmıştı, misafir odasının içini Sebas’ın gözlerinin önüne seriyordu.

Oda her zamanki gibiydi, ama genelde olduğu gibi değil, içeride dört heteromorfik varlık bekliyordu.

Bir tanesi açık mavi bir savaşçıydı. Dondurucu bir aura yayıyordu ve elinde bir baltalı kargı tutuyordu, ama bunun dışında hareketsizdi.

Diğer biri bir şeytandı. Alaycı görünümünün altında ne planladığını söylemek mümkün değildi.

Onların dışında, şeytanın ellerinde tuttuğu, fetüs şeklinde bir melek vardı.

Ve sonuncusu—

“Gecikmemi bağışlayın. Sizi beklettiğim için çok üzgünüm.”

Sebas sadece irade gücüyle, sesindeki titremeyi bastırdı. Sonra odada oturuyor olan tek varlığın önünde saygıyla eğildi, ibadet edermiş gibi.

Sebas baş kahya ve hizmetçilerin başıydı, ve Nazarick'in hiyerarşisinin tepesine yakın bir konumdaydı. Sadece bir kişi Sebas'ın önünde korku ve dehşet içinde eğilmesini sağlayabilirdi. Ondan başka kimse olamazdı.

Bu varlık emirlerine itiraz edilmeden sadakatle uyulan, 41 Yüce Varlıktan biriydi.

—Ainz Ooal Gown.

Bu yüce savaş gücü aynı zamanda Nazarick'in Büyük Yeraltı Mezarının hükümdarıydı. Ainz Ooal Gown’ın elindeki asadan siyah bir aura yayılıyordu.

İçi boş göz yuvalarındaki sönük kırmızı noktalar hafifçe oynadılar. Sebas eğik pozisyonundan bile, o ışıkların onu tepeden tırnağa süzdüğünü hissedebiliyordu.

Havanın hareketleri ona Ainz'ın muazzam ve yavaş bir şekilde elini kaldırdığını söyledi.

“...Bu kadarı yeterli. Önemli değil, Sebas. Hata bende, geleceğimi önceden haber vermedim. Ama şu latifeleri bırakalım. O şekilde kafan eğikken nasıl konuşabileceksin? Kalkmana izin veriyorum.”

“Evet.”

Sebas ağırbaşlı bir ses tonuyla cevap verirken başı hala eğikti. Başını kaldırdı, veyavaş yavaş bir adım atıp ilerlediğinde — sırtından aşağı inen bir soğukluk hissetti.

Çünkü keskin hisleri ona dikkatle gizlenmiş düşmanlık ve öldürme niyetini hissettiriyordu.

Yavaşça bakışlarını yana kaydırdı. Önündeki iki Muhafız Sebas'a fazla önem vermiyor gibi görünüyordu. Yine de, bu normal bir insanın bakış açısına göreydi.

Sebas bunu çok iyi biliyordu.

Bu gergin atmosferde samimiyet izi yoktu. Aksine, tam tersi gerçerliydi. Tedbirlilikleri bir müttefike verilecek bir tepki değildi.

Sebas neden böyle hissettiklerini anlamıştı. Üzerinde ağır bir baskı hissetti ve herkesin kalbinin sesini duyacağından korkuyordu.   

“Bence orada durmalısın.”

Demiurge'nin rahat sesi havada yankılandı ve Sebas’ın ilerleyişini durdurdu.

Sebas efendisinden biraz uzaktaydı. Bu konuşmayı zorlaştırmıyordu, veodanın boyutları ve görüştüğü üstün kişi düşünüldüğünde, mesafe oldukça uygundu. Yine de, normal şartlar altında, Ainz, Sebas'ın çok uzakta olduğunu düşünür ve ona yaklaşmasını söylerdi. Bu sefer, Ainz bunu söylemedi. Bu ayrılık hissi, Sebas’ı artık nefes alamayacağı kadar eziyordu.

Aynı zamanda, bu mesafe savaşçı Cocytus’ın saldırabilmesi için ideal bir menzildi. Bu da onun için başka bir gerginlik kaynağıydı.

Bu arada Solution,Sebas ile birlikte odaya girmişti, ama kapının yanında duruyor ve emirleri bekliyordu.

“O zaman—”Ainz kemikli parmaklarını içi boş bir ses çıkarttı, ama nasıl yaptığı belli olmuyordu.

“Sana bir soru, Sebas. Neden burada olduğumu açıklamama gerek var mı?”

Bunun tek bir sebebi olabilirdi.Mevcut durum çok açıktı.

“...Hayır, buna gerek yok.”

“O zaman, kendi sözlerinle cevap vermeni istediğim bir sorum var, Sebas. Bu konuda senden bir rapor almamış olsam da, son zamanlarda sevimli bir evcil hayvan aldığın doğru mu?”

— Düşündüğü gibiydi.

Sebas sırtında birkaç buz parçası varmış gibi hissetti. O an, efendisinin sorusunu cevaplamadığını fark etti. Aceleyle cevap verdi:

“—Evet!”

“...Cevabın biraz geç oldu, Sebas. Tekrar sormama izin ver — son zamanlarda sevimli bir evcil hayvan bulup onunla ilgilenmeye karar verdiğin doğru mu?”

“Evet! Bir evcil hayvan aldım!”

“Çok iyi. O zaman, konuyu neden bana rapor etmediğini açıklayabilir misin?”

“Evet…”

Sebas’ın omuzları titredi ve yere baktı. Durumun en kötü şekilde gelişmesini önlemek için ne söyleyebilirdi?

Ainz, sessiz Sebas'ı izlerken geri yaslandı. Koltuğu o kadar gıcırdattı ki, odanın sınırları içinde olağanüstü yüksek sesler çıkıyordu.

“Sorun ne, Sebas? Çok terliyor gibisin. Sana bir mendil ödünç vereyim mi?”

Büyük bir gösteriş ile, Ainz saf beyaz bir mendil ortaya çıkardı. Ardından mendili orta parmakları arasında kavradı ve Sebas'a doğru fırlattı. Mendil açıldı ve havada yayılarak, yavaş yavaş yere indi.

“Bunu kullanabilirsin.”

“Evet! Teşekkürler, Efendim!”

Sebas, Ainz’e doğru bir adım attı ve mendili aldı. Ardından, dondu.

“...Üzerinde evcil hayvanının kanı gibi bir şey yok. Sadece terle kaplanmanın çirkin olduğunu hissettim.”

“Evet… Lütfen utanç verici görüntümü bağışlayın, Ainz-sama.”

Sebas mendili açtı ve kaşlarının arasındaki soğuk terleri sildi. Mendil inanılmaz miktardaki nemi emdikçe rengi değişti.

“O zaman, konuya dönelim, Sebas. Seni Kraliyet başkentine gönderdiğimde, büyük veya küçük her olayı kaydetmeni, ve detaylı bir şekilde Nazarick'e göndermeni emrettiğime inanıyorum. Yine de, bir kişinin toplanan bilgilerin değerini belirlemesi zordur. Açık konuşmak gerekirse, raporlarını gönderirken bir ayrıntıyı atladığından şüpheliyim. Doğrumuyum?”

“Evet. Dediğiniz gibi.”

“O zaman, Demiurge, sana bir soru sormama izin ver. Sonuçta, Sebas’ın raporlarını sen de okudun. Raporlarda bu sevimli küçük hayvandan bahsetmiş miydi?”

“Hayır, Ainz-sama. Onları defalarca okudum, ama bu konu ile ilgili bir şey görmedim.”

“Çok iyi. O zaman, bu noktayı bir sonraki sorum için bir öncü olarak kullanalım, Sebas. Neden bu konuyla ilgili bir rapor göndermedin? ... Neden verdiğim bir emre uymadığını sormak istiyorum. Ainz Ooal Gown’un sözleri görevlerini yerine getirmek için yeterli değil mi?”

Bu sözler odadaki havayı sarsdı.

Sebas aceleyle cevap verdi:

“Kesinlikle hayır! Sadece böyle küçük bir konuyla ilgili bir raporla sizi rahatsız etmeye hiç gerek olmadığını düşündüm, Ainz-sama.”

Sessizlik havayı doldurdu.

Sebas dört kaynaktan gelen öldürme niyetleriyle yıkandı. Bunlar Cocytus, Demiurge, Demiurge’nin elindeki melek, ve Solution’dan geliyordu. Eğer efendileri emretse anında Sebas’a saldıracaklardı.

Sebas ölümden korkmuyordu. Nazarick için ölmek onun için büyük bir sevinç olurdu. Yine de, bir hain olarak idam edilme düşüncesi korkusuz Sebas'ı bile dehşete düşürmüştü.

Çünkü 41 Yüce Varlık tarafından yaratılanlar için bir hain olarak sayılmak ve idam edilmekten daha büyük bir utanç yoktu.

Bir süre sonra, ve Sebas’ın alnından yeterince ter döküldükten sonra, Ainz konuştu.

“...Diğer bir deyişle, tüm bunlar aptalca bir karardı… Doğru mu?”

“Evet. Söylediğiniz gibi, Ainz-sama. Lütfen benim aptal hatamı affedin!”

“...Hm. Anlıyorum… Sanırım şimdi anlıyorum.”

Sebas özür dileyerek kafasını indirirken, Ainz'ın duygusuz sesi kulaklarına süzüldü. Ainz’ın konuyu tekrar özet geçmeyi emretmemesi odadaki gerginliği biraz olsun hafifletti.

Ancak, Sebas rahatlayamazdı. Bunu yapmadan önce, Ainz, Sebas’a kalbinin şiddetle çarpmasına neden olan bir şey söyledi.

“Solution. Sebas'ın evcil hayvanını getir.”

“Anlaşıldı.”

Emri yerine getirmek için harekete geçtiğinde kapı sessizce Solution’un arkasından kapanmıştı. Sebas'ın keskin hisleri ona Solution’un kapıdan uzaklaştığını söyledi.

Sebas duyulabilir bir sesle yutkundu.

Ainz, Cocytus, Demiurge veo garip melek, odada dört heteromorfik varlık vardı. Demiurge insan gibi görünüyordu, lakin diğer üçü için aynı şey söylenemezdi.

Hiçbiri kendi formlarını gizlemekle ilgilenmediği için, bu başkalarının onları görmelerini umursamadıkları anlamına mı geliyordu?

Nazarick sakinlerinin sırlarının yayılmasını engellemek için tek bir yöntemi vardı — onları tanıyan herkesi öldürmek.

Eğer bunun olacağını bilseydi, daha önceden o kızın gitmesine izin verirdi.

Sebas zihninde başını iki yana salladı. Bunu düşünmek için artık çok geçti.

Çok geçmeden, Sebas iki kişinin yaklaştığını hissetti. Uzaktan bu odaya yaklaşıyorlardı.

— Ne yapmalıyım?

Sebas'ın gözleri değişti ve havaya odaklandı. O buraya geldiğinde, Sebas bir seçim yapmak zorunda kalacaktı. Ve verebileceği tek bir cevap olabilirdi.

Sebas'ın bakışları onu izleyen Demiurge'ye taşındı. Sonra da Ainz'e. Ve sonra, bakışları tekrar yere yöneldi.

Kapı çaldı ve ardından açıldı. Beklendiği gibi, orada iki kadın vardı.

Solution ve Tsuare.

“Onu getirdim.”

Sebas’ın sırtı Tsuare’ye dönüktü, ancak girişteki nefesini duyabiliyordu. Demiurge’yi görünce şok olmuş muydu, bir şeytanı? Cocytus'u gördüğünde sarsıldı mı, devasa mavi bir böceği? O korkunç fetüs görünümlü meleği görünce korkmuş muydu? Yoksa ölümün kendisi olan Ainz tarafından mı korkutulmuştu? Ya da yukarıdakilerin hepsi miydi?

Tsuare göründüğünde Muhafızların hoşnutsuzlukları arttı. Çünkü bir ölçüde, Tsuare, Sebas’ın günahlarının fiziksel vücut bulmuş haliydi. Sanki ona yöneltilen düşmanlık yüzünden titriyordu.

Bu dünyadaki en güçlü varlıklardan olan Muhafızların düşmanlığı, zayıfların kalplerinde ilkel bir teröre neden olabilirdi. Tsuare'nin şimdiye kadar gözyaşı dökmemiş olması şaşırtıcıydı.

Sebas arkasına bakmadı, ama Tsuare’nin bakışlarının arkasındaolduğunu hissedebiliyordu. Tsuare tüm cesaret birikimini Sebas’ın kendisinden elde ediyordu.

“Demiurge, Cocytus, kendinizi dizginleyin. Victim’i örnek alın.”

Ainz'in sakin sesi odada yankılandığında, odanın havasında bir değişiklik oldu. Hayır, Tsuare’ye karşı olan düşmanlığın ortadan kaybolduğunu söylemek daha iyi olurdu. İki Muhafızı azarladıktan sonra, Ainz yavaşça sol elini Tsuare'ye uzattı. Sonra avucunu tavana çevirdi, ve onu çağırdı.

“Gir, Sebas'ın aldığı evcil hayvan — Tsuare.”

Sanki bu sözler tarafından kontrol edilmiş gibi, Tsuare titreyen bacakları ile ileri doğru bir adım attı.

“Kaçmayı seçmemen cesaretini gösteriyor. Ya da Solution sana bir şey mi söyledi? Sebas'ın kaderinin senin ellerinde olduğunu mu söyledi?”

Tsuare’nin her yeri titriyordu ve cevap veremedi. Sebas sırtındaki bakışların daha da güçlendiğini hissetti. Bu bakışlar Tsuare’nin iradesini herhangi bir kelimeden daha fazla açıklıyordu.

Odaya girdikten sonra, Tsuare hiç tereddüt etmeden Sebas’ın yanına kadar yürüdü. Cocytus, Tsuare'nin arkasında durmak için pozisyonunu değiştirdi, emirleri bekliyordu.

Tsuare, Sebas'ın ceketinin köşesini tuttu. Sebas aniden o sokakta giysilerine nasıl sarıldığını hatırladı. Aynı zamanda, pişmanlıkla doldu. Eğer işleri daha iyi idare etseydi, durum bu hale gelmezdi.

Demiurge soğukkanlı bir şekilde Tsuare'ye baktı —

“[Diz çö-”

— Ve bir parmak şıklatma sesi duyuldu.

Demiurge konuşmak üzere olan efendisinin isteğini anladı ve söylemek istediği kelimeleri yuttu.

“Bu kadarı yeterli, Demiurge. Benden kaçmadan yüz yüze gelme cesaretine karşılık, Nazarick'in Hükümdarı olarak gösterdiği kabalığı bağışlayacağım.”

“İçtenlikle özür dilerim.”

Ainz, Demiurge özür dilerken başını salladı.

“Ah, evet.”

Ainz gıcırdatarak koltuğa yaslandı.

“Kendimi tanıtmama izin ver. Ben Ainz Ooal Gown, Sebas’ın efendisiyim.”

Aslında. Ainz Ooal Gown — 41 Yüce Varlıktan biri — Sebas'ın yaşamı ve ölümü de dahil varoluşunun her yönünü kontrol eden büyük bir varlıktı.

Mutlak sadakatini sunduğu efendisi tarafından hitap edilmesi, onun için en büyük zevkdi. Yine de, bazı sebeplerden dolayı, Sebas'ın neşesi hayal ettiğinden daha azdı. Bu sefer sadece omurgası sızlamıştı. Tsuare yüzünden değildi, çünkü Efendisi tarafından hitap edildiğinde, Sebas varlığını neredeyse unutmuştu. Bunun başka bir nedeni daha vardı —

Sebas bu konuyu düşünürken, her iki taraf da hala konuşuyordu.

“Ah...  B, Ben…”

“Sorun değil, Tsuare. Senin hakkında biraz şey biliyorum, ve daha fazlasını öğrenmekle ilgilenmiyorum. Orada bekle ve sessiz ol. Yakında neden çağrıldığını öğreneceksin.”

“Ah… evet.”

“Şimdi…”

Ainz'in göz yuvalarındaki kırmızı ışık noktaları Sebas’a doğru kaydı.

“...Sebas, sana bir sorum var. Size eylemlerinizle dikkat çekmemenizi söylemiştim, değil mi?”

“Evet.”

“Ve açık talimatlarıma rağmen, bu anlamsız küçük kadın yüzünden başını belaya soktun — yanlış mıyım?”

“Hayır, değilsiniz.”

"Anlamsız" sözcüğü Tsuare'yi ürpertti, ama Sebas yalnızca soruyu yanıtladı ve başka cevap vermedi.

“O zaman… Verdiğim emirleri görmezden geldiğini düşünmedin mi?”

“Evet. Düşüncesizliğim sizi rahatsız etti, Ainz-sama. Günahlarımı düşüneceğim, gelecekte daha dikkatli olacağım, ve aynı hatayı tekrar yapmayaca —”

“Bu kadarı yeter.”

“Huh?”

“Dedim ki, bu kadarı yeter.”

Ainz geriye yaslandı, ve koltuk bir kez daha gıcırdadı.

“İnsanlar mükemmel değildir, ve hatalar beklenebilir. Sebas. Bu küçük hatanı affedeceğim.”

“Teşekkürler, Ainz-sama.”

“Ancak, hatalar düzeltilmelidir — ölümle.”

Odadaki hava aniden gerginleşti, ve sanki sıcaklık birkaç derece düşmüş gibiydi. Hayır, öyle değildi. Sadece Sebas böyle hissetti. Diğerleri — Nazarick sakinleri — hala sakin ve hareketsizdi.

Sebas yutkundu.

Efendisi ‘’ölüm’’ ile ne demek istedi? Hayır, söylemeye gerek yoktu. “Beklediğim gibi” ve “Umarım değildir” düşünceleri Sebas’a ağır geldi, ama yine de, sordu:

“...Ne… demek istiyorsunuz…”

“Hm… Demek istediğim hatanı temizlemek için hatanın kaynağını ortadan kaldırmanı bekliyorum. Hatanın kaynağına dokunmadan bıraktığında nasıl diğer herkese örnek olabilirsin? Sen Nazarick’in Baş Kahyası, ve hizmetçilerin başında duran kişisin. Eğer meseleyi uygun bir şekilde ele almazsan…”

Sebas nefes verdi. Sonra bir daha nefes aldı. Güçlü bir düşmanla karşılaştığında bile, Sebas’ın nefesi sakin ve düzenli kalırdı. Yine de, bu çılgıncaydı, avcıya doğru koşan küçük bir hayvan gibi.

“Sebas. Sen benim yüce benliğimin emirlerine itaat eden sadık bir köpek misin? Yoksa kendi iradenin doğru olduğuna inanan bir adam mısın?”

“Bu —”

“— Cevabını duymaya ihtiyacım yok. Bana kararını göster.”

Sebas gözlerini kapattı, ve sonra tekrar açtı.

Bir an tereddüt etti. Hayır, bütün bir dakikasını tereddüt ederek geçirdiğini söylemek daha iyi olurdu. Kararsızlık içinde geçirdiği bu sefer, Yüce Olana sadakatle bağlı olan Cocytus, Demiurge ve Solution’dan kınamanın ötesinde elle tutulur bir öfke kazanmak için yeterliydi.

Bu uzun, sonsuz anın ardından, Sebas nihayet kararını verdi.

♦ ♦ ♦

Sebas, Nazarick'in Baş Kahyasıydı.

O bundan başka hiçbir şey değildi. Onun aptalca tereddütü bu sonuçları doğurmuştu. Eğer efendisine daha önceden haber verseydi, sonuç daha farklı olabilirdi.

Tüm bunlar onun hatasıydı.

♦ ♦ ♦

Sert bir parıltı Sebas’ın gözlerini doldurdu. Cilalı çelik gibi parıldıyordu. Ardından, Tsuare'ye döndü. Sebas onu tutan eli salıverdi. Düşmeden önce bir an tereddüt ederek havada süzüldüler.

Tsuare, Sebas'ın yüzüne baktı. Muhtemelen kararını tahmin etmişti. Gülümsedi, ve gözlerini kapadı.

Bu umutsuzluk ya da korku gibi görünmüyordu. Olacakları kabul etmişti, ona yaklaşan kaderini bir şehit olmanın lütfuyla kabul etmişti.

Sebas hareketlerinde tereddüt etmedi. Kalbi yerini uzun zaman önce dipsiz bir kuyu almıştı. Onun yerinde, Nazarick'e en büyük sadakatini vaat eden onurlu bir hizmetkar duruyordu. Bu durumda, efendisinin verdiği mutlak emre uymamak için hiçbir nedeni yoktu.

Kafasındaki karışıklığı engellemişti. Geriye sadece sadakati kalmıştı.

Sebas elini yumruk haline getirdi, ve sonra ona ani bir ölümün merhametini verebilmek için, Tsuare'nin kafasını hedefleyerek saldırdı.

Ve sonra —

♦ ♦ ♦

— Sert bir şey yumruğunu yakaladı.

“—Ne yapıyorsun? Neden bana müdahale ediyorsun?”

“— !”

“...”

Tsuare'nin kafatasını parçalayacak olan yumruğu bir şey engellemişti.

Cocytus, Tsuare'nin arkasından bir el uzatmış — Tsuare'nin gözleri hala kapalıyken — ve Sebas’ın yumruğunu durdurmuştu.

Yüce kişinin emrettiği bir saldırıyı engellediğini göz önüne alırsak, Cocytus bir hain miydi?

Ve ardından, Sebas'ın kalbindeki şüpheler hemen yanıtlandı.

“Sakin ol, Sebas.”

Sebas endişeli ve şüpheliydi, ama Ainz'in emrini duyarken ikinci bir yumruk daha atıyordu. Ellerinde topladığı güç bir anda dağıldı.

Efendisi Cocytus'a bir şey dememişti, ancak Sebas'a durmasını söylemişti. Bu durum Cocytus’ın, Sebas’ın saldırısını engellemeye hazırlıklı olduğunu gösteriyordu.

Gerçekten, tüm bunlar önceden planlanmıştı. Nitekim efendisi Sebas'ın niyetlerini doğrulamak istemişti.

Tsuare dikkatle gözlerini açtı, ve onu bekleyen celladın baltasının çoktan gittiğini gördü. Artık hayatı tehlikede değildi, içini kaplayan duygular artık gitmişti. Tsuare'nin vücudu gözlerinden akan gözyaşları gibi titriyordu.

Neredeyse bacaklarının titremesinden çökecekti, ama Sebas onu desteklemek için uzanmadı. Hayır, yapamazdı.

Başka ne yapabilirdi ki, şimdi işler nasıl bir hale gelmişti? Onu kaderine terk ettiğini düşünürsek, ne yapacaktı ki?

Ainz, Tsuare'in korkusunu görmezden geldi ve Cocytus'la konuşmaya başladı.

“Cocytus. Bu darbe o kadının hayatını almak için miydi?”

“Hiç. Şüphe. Yok. Ki. Anında. Ölürdü.”

“O zaman artık Sebas'ın sadakatini tartışmayacağız. Teşekkürler, Sebas.”

“Ben cesaret edemezdim!”

Sebas eğildi, yüzü her zamanki gibi sertti.

“Demiurge, herhangi bir itirazın var mı?”

“Yok.”

“Cocytus?”

“Yok.”

“...Victim?”

“Derif er'uoy. (Yok.)”

“Çok iyi. O zaman, bir sonraki konuya geçelim.”

Ainz parmaklarını şıklattı ve ayağa kalktı. Elbisesinin kolunun ihtişamla havada süzülmesine izin verdi.

“Sebas ve diğerlerinin çabaları sayesinde, yeterince bilgi topladığımızı hissediyorum. Burada oyalanmak için bir neden yok. Burayı derhal boşaltıp Nazarick'e geri döneceğiz. Sebas, bu kadınla ilgilenmeyi sana bırakıyorum. Sadakatini zaten doğruladığım için, kararına itiraz etmeyeceğim — ya da en azından, böyle söylemek istiyorum, ama onu serbest bırakmadan önce bazı hususlar yerine getirilmeli. Serbestçe gitmesine ve başkalarına Nazarick’den bahsetmesine izin vermek bize sorun çıkarırdı, sen de katılmıyor musun, Demiurge?”

“Söylediğiniz gibi. Hâlâ bilinmeyen düşmanlar varken, yapabileceğimiz en iyi hizmet hakkımızdaki bilgilerin yayılmasına izin vermemek olurdu.”

“O zaman, ne yapmalıyız?”

“...Öncelikle onu test etmeyi önerebilir miyim?.”

“Kesinlikle… Sebas, Tsuaren'in kaderine sonra karar vereceğiz. Onu öldürmemeyi tercih ederim, ancak bunu garanti edemem. Lütfen bunu unutma.”

Sebas şaşkınlığını gizlemekte zorlandı. Bu sözler Tsuare'nin kaderinin hâlâ belirsiz olduğu anlamına geldiğinden, bu Nazarick’in Büyük Hükümdarının bile derhal bir karar veremediği anlamına mı geliyordu.

“Ainz-sama. Bu evden — Kraliyet başkentinden — ayrılıyor muyuz, benim hatam yüzünden?

“...Belki. Belki de değil. Az önce dediğim gibi, bu bölgeden öğrenebileceğimiz her şeyi öğrendiğimizi hissediyorum. Burada kalmaya devam etmenin bir yararı olmaz. Hesaplarıma göre bu daha güvenli bir hareket. Demiurge, Victim’i ben götürürüm. Onu bana ver.”

Demiurge‘dan fetüs meleği — Victim’i —  aldıktan sonra, Ainz bir büyü yaptı.

“[Üstün Işınlanma].”

Ainz büyü yaparken pelerini sanki tiyatrodaki bir aktörmüş gibi dalgalanıyordu. Sonra karanlık bir küre tarafından yutuldu, ve ortadan kayboldu.

Bir an için, Sebas bu aşırı çıkışa aptalca baktı (daha önce hiç görmemişti) ama sonra aniden aklı başına geldi.

“Doğru, biraz yorgun görünüyor. Onu dinlenmesi için odasına geri götürmek istiyorum. Onu odasına götürmemin sorun olmayacağına inanıyorum, Demiurge?”

“...Kesinlikle. Haklısın, Sebas.”

Demiurge’nin yüzünde ince ve şeytani bir gülümseme belirdi, ve zarifçe kapıyı gösterdi, sanki, “Lütfen, devam et.” dermiş gibi

“Ancak, koşullar göz önüne alındığında, Ainz-sama'nın seni tekrar çağırması mümkün. Umarım buna hazır olursun. Bu konuda endişelenmeye gerek olmadığını düşünüyorum, Kraliyet başkentinde bir tilki avına çıkmak istemiyorum.”

“Lütfen benimle gel.”

“...Evet,”

Tsuare kısık bir sesle cevap vererek Sebas’ı arkasından takip etti.

Odadan ayrıldıktan sonra, koridor ayak sesleri ile yankılandı. İkisi sessizce yürüdüler, ve kısa süre içinde Tsuare'nin odasının kapısına ulaştılar. Yakındı, ancak yolculuk çok uzun sürmüş gibiydi.

Kapıya vardıklarında, Sebas sonunda kararını verdi ve sessizce şöyle dedi:

“Özür dilemeyeceğim.”

Sebas, Tsuare’nin onu arkasından titreyerek takip ettiğini hissetti.

“Ancak, efendimin senden kurtulmamı emretmesi benim suçumdu. Eğer konuyu daha iyi bir şekilde ele alsaydım, bu durum yaşanmazdı.”

“...Sebas-sama.”

“Ben 41 Yüce Varlıktan biri olan Ainz-sama'nın sadık bir kuluyum. Aynı şey tekrar olsa bile, aynı şekilde cevap veririm… Umarım insan dünyasında kalır ve orada mutluluğu bulursun. Ainz-sama'dan anılarını değiştirmesini isteyeceğim. Bırak Ainz-Sama hoş olmayan anılarını silsin ve iyi bir hayat yaşa.”

“...Peki sizle ilgili anılarım, Sebas-sama?”

“...Ainz-sama'dan benimle ilgili anılarını da silmesini isteyeceğim. Sonuçta, beni hatırlamanın sana bir faydası olmaz. ”

“Ve benim için iyi olan ne?”

Sebas, Tsuare'nin sesinde şiddetli bir kararlılık hissetti, ve arkasını döndü.

Sebas önündeki kadına meydan okurcasına baktı, ve gözleri gözyaşlarıyla dolup taşsa da, dayanılmaz bir bakışları vardı. Sebas kalbinin titrediğini hissetti, ve onu nasıl ikna edeceğini düşündü.

Nazarick'in harika bir yer olduğu doğruydu, ve tanrılar tarafından kutsanmış bir toprak olduğu söylenebilirdi. Ama bu şekilde düşünenler sadece Sebas ve 41 Yüce Varlık tarafından yaratılmış Nazarick'in Büyük Yeraltı Mezarının kulları olan diğerleriydi.

Sebas, oranın yeteneksiz ve kabiliyetsiz insanoğlunun hayatta kalabileceği bir yer olmadığını biliyordu. Nazarrick’de insanlar gibi düşük yaşam formları hoş karşılanmazdı. Kesinlikle, yüce efendisinin koruması olmadan orada yaşayamazdı. Bu yüzden, Sebas ona şöyle dedi:

“...İnsan dünyasında mutluluğu bulmanı istiyorum.”

“Mutluluğu zaten buldum. Senin yanında, Sebas-sama. Lütfen, beni de götür.”

Sebas, Tsuare’nin ironik ifadesini duyduğunda çok acınası olduğunu hissetti.

“...Geçmişte ruhunu uyuşturan cehennem yüzünden en küçük şeyde bile mutluluğu buluyor gibisin.”

Dünyanın sunabileceği en kötü şeyi gördü, bu yüzden biraz daha az perişan bir ortamda neşelenmişti. Hepsi bu. Yine de, Tsuare onun gözlemine güldü.

“...Buranın cehennem olduğunu düşünmüyorum. Burada yemek yiyebilirim ve düzgün bir işim var… Küçük bir köyde büyüdüm, ve orada hayat zordu.”

Bir an için, Tsuare uzaklara baktı. Sonra kendine geldi, ve doğrudan Sebas'a baktı.

“Midemiz açlıktan haykırırdı, ve tarlalarda ne kadar çalışırsak çalışalım, lordumuz neredeyse her şeyi alır ve bizi çok az bir şeyle bırakırdı. Üstelik, lordumuzun oyuncaklarından başka bir şey değildik. Ne kadar ağlasam da çığlık atsam da, bana tecavüz ederken gülüyordu. Bana gülüyordu. O—”

“—Anlıyorum.”

Sebas katı bir gülümsemeyle kollarını omzuna hafifçe saran Tsuare’ye sarıldı. Sebas o an ki gözyaşlarının sanki bir su deposu açılmış gibi aktığını hissetti.

Dünyadaki herşeyi yaşayıp görmesinin imkanı yoktu. Yine de, Tsuare için, insan dünyası bundan ibaretti.

Sebas düşünmeye başladı.

Ne yapmalıydı? Nasıl düşünürse düşünsün, tek bir cevap vardı. Fakat bu cevap efendisini öfkelendirirdi. Hatta Tsuare'in ölüm emrini bile vermesine sebep olabilirdi.

“Ölebilirsin.”

“Sebas-sama'nın eliyle ölmem gerekirse, o yerde ölmem gerekirken bana nezaket gösteren kişinin elinden…”

Tsuare ona baktı. Yüzündeki ifade Sebas’ın da karar vermesine yardımcı oldu.

“Anlıyorum, Tsuare. Ainz-sama’ya seni Nazarick'e götürmeme izin vermesi için rica da bulunacağım.”

“Teşekkürler.”

“Bana teşekkür etmek için henüz erken. Eğer senin için ricada bulunursam, Ainz-Sama seni öldürmemi emredebilir —”

“—Buna zaten hazırım.”

“Öyle… mi.”

Sebas kollarını gevşetip ondan ayrılmaya çalıştı, ancak Tsuare ayrılmayı reddetti. Nemli gözlerle ona bakarak, Sebas'ın giysilerine sıkıca sarıldı.

Bu gözlerde bir beklenti vardı. Sebas'ın içgüdülerinin söylediği buydu, ama Tsuare’nin ne umduğunu bilmiyordu. Yine de, ilk önce bir şeyi doğrulamak zorunda olduğunu hatırladı.

“Bir şeyden emin olmama izin ver. İnsan dünyasıyla artık bir bağlantın yok mu? Evine dönmek istemiyor musun?”

Nazarick'e götürülse bile insan toplumundan tamamen ayrı olmak zorunda değildi. Çünkü Tsuare'yi oraya tutsak olarak götürmüyordu. Ancak bu ihtimal tamamen göz ardı edilemezdi.

“...Ben… Küçük kız kardeşimi tekrar görmek istiyorum. Ama bunun dışında, geçmişteki hiçbir şeyi hatırlamak istemiyorum…”

“Anlıyorum. O zaman, odana git. Gidip Ainz-sama'yla bir kez daha görüşeceğim.”

“Evet—”

Tsuare, Sebas'ın giysilerini bıraktı, ve sonra kollarını Sebas'ın boynuna sardı.

Sebas'a sarılmak, yaptığı şey konusunda kafası karışmış bir şekilde, ayak parmaklarının ucunda duruyordu. Bir an için, Sebas ve Tsuare'in dudakları birbirleriyle buluştu. Bu samimiyet anı son derece kısa sürdü. Tsuare'nin dudakları kısa süre de onunkinden ayrıldı.

“Biraz ileri gittim.” Tsuare iki elinin parmaklarıyla dudaklarına dokunarak, geri adım atarken böyle dedi.

 “İlk kez öpüldüğüm için çok mutluyum.”

Sebas'ın söyleyeceği hiçbir şey yoktu. Ancak, Tsuare, Sebas'a dikkatle baktı, ve daha sonra tatlı tatlı gülümsedi.

“O zaman, burada bekleyeceğim. İlginiz için teşekkürler, Sebas-sama.”

“Er, oh… A, Anlıyorum. Lütfen bir süre burada bekle.”

“Bir sorun mu var? Yüzün kızarmış gibi görünüyor?”

Sebas odaya döndüğünde duyduğu ilk şey buydu. Birinin yüzünün kızarıklığına dair yorumunu duyduktan sonra, Sebas derin bir nefes aldı ve sakinliğine geri döndü. Eğer şaşkınlığını şu anda yüzünde gösterseydi, efendisinin hizmetkarı olarak nasıl görünürdü? Sebas dudaklarına dokunma dürtüsüne karşı koydu, bunun yerine yüzüne kusursuz hizmetçinin ifadesini koydu.

“Bir sorun yok, Demiurge-sama.”

“Bana bu kadar resmi bir şekilde hitap etmene gerek yok, Sebas. Tıpkı Ainz-sama'nın önündeydeymiş gibi — eşsiz değerdki Efendimizin önündeymiş gibi — bana sadece ismimle hitap edebilirsin. Peki ya sen, Cocytus?”

“Umurumda. Değil.”

İki Muhafızı dinledikten sonra, Sebas anladığını belirtti.

Yaklaşık beş dakika sonra, odadaki alan bozulmaya başladı.

Bozulma sona erdiğinde, birisi orada duruyordu. Doğal olarak, bu kişi Ainz'dı. Daha önce elindeki Ainz Ooal Gown’un Asası ve Victim artık yanında değildi.

Sebas, Cocytus, Demiurge ve Solution diz çöküp onu selamladılar.

“Bu sıcak karşılama için teşekkürler.”

Ainz masanın arkasına yürüdü ve oturdu.

“Kalkabilirsiniz.”

Dördü de Ainz’a bakarak aynı anda doğruldular. Çok iyi bir ruh hali içinde gibi görünüyordu.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
seyirci343 (3138 puan) Üye
2021-12-31 11:35:26
Elinize emeğinize sağlık.
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-17 16:39:43
Bölüm için teşekkürler.
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-01-14 01:13:27
Şöyle başa sarayım dedim seriyi. Keşke çevirilmeyen ciltler de çevirilse. Elinize sağlık yinede
Superbia (12 puan) Üye
2020-04-17 11:32:58
Hehehe animesini izleyeli bayağı olmuştu. Az çok birşeyler hatırlasam da ileride daha da çözerim :3 re zerodan sonra böyle bir mükemmelliğin novelini bulduğum için çok mutluyum teşekkürler, elinize sağlık.
deden18 (428 puan) Üye
2019-10-22 10:10:30
FENAYIZ BAŞA DA BELAYIZ
deden18 (428 puan) Üye
2019-10-22 10:09:59
deden18 (428 puan) Üye
2019-10-16 08:30:26
Kız kalpten gidiyor du zaten
Lucifer (14 puan) Üye
2018-12-30 09:49:24
Ooooo geçen sezonun bölümlerinden çok iyiymiş ya baya ayrıntı var :D Küçük hatanı affedeceğim ancak hatalar düzeltilmelidir ölümle baya iyiydi ya
Vampire (369 puan) Üye
2018-12-20 16:56:53
İyi korkuttular ama