Overlord

04 Şubat 2018
Çeviri: Sinan Saçoğlu
Düzenleme: Lohengramm
1630 Görüntülenme
Bu bölümü 13 Kişi beğendi.
Cilt 6

Altı Kol - 2

Bölüm 3: Altı Kol - 2


Sebas hedefe vardığında, parşömendeki talimatlardan birkaç dakika ilerideydi. Erken olmasına rağmen, kapının önünde durdu.

Çit tarzı bir kapıydı, böylece içerisini görebiliyordu, ama ağaçlar yüzünden, görüş hattı belirsizleşiyordu.

“Hmph, vaktinde geldin.”

Kaba bir sesle, ağaçların arasında bir adam çıktı. Elbette Sebas adamın orada olduğunu biliyordu, çünkü belli bir yarıçaptaki tüm yaşam biçimlerini tespit eden bir yeteneğini harekete geçirmişti. Onu fiziksel olarak göremiyordu, ve sadece bu yeteneğe güvenmek tehlikeli olacağından, sadece özel şartlar altında kullanırdı.

“Buraya. Beni takip et.”

Adamı takip ederek kapıdan geçtikten sonra, Sebas bahçedeki küçük yolda yürüdü. Sekiz Parmak gibi bir yeraltı örgütünün sahip olduğu bir bahçe için, kasvetli duygular yaymıyordu. Ağaçlar temiz bir şekilde kesilmişti ve bahçıvanın oldukça yetenekli biri olduğunu söyleyebilirdi. Yolun ardında, eğitim alanına benzeyen büyük bir açıklık vardı. Yere dikilmiş çok sayıda meşale vardı veher yerde kırmızı alevler dans ediyordu. Yaklaşık 30 kişi vardı, çoğunluğu erkek ve birkaç da kadın, ve hepsinin de yüzünde bir gülümseme vardı. Asla kaybetmeyeceklerinden emin olan şiddete alışık kişilerinyapacağıı bir gülümsemeydi. Sebas etrafa baktı. Uygun bir mücadele sunacak birini bulamamıştı, ama Climb'in yoldaşından duyduğu Altı Kolu bulmuştu.

Biri kapüşonlu bir cübbe giyiyordu. Siyah renkteydi ve kenarlarısanki bir alevi taklit edermişçesine kırmızı ipliklerle dikilmişti. Kapüşonun içini göremiyordu, ama aurası canlı bir varlığa ait değildi. “Ölümsüz” lakabı basit bir kelime oyunu değildi, çünkü gerçekten bir ölümsüzdü.

Altı Kol arasındaki kadın ince bir ipekle giyinmişti. El ve ayak bileklerinde sayısız altın bilezik vardı ve her hareket ettiğinde metalik bir ses çıkarıyorlardı. Belinde altı adet pala (eğri kılıç) asılıydı. Yanındaki adam parıldıyordu. Bir matador gibi giyinmişti ve ince kılıcının bıçağı sanki bir gülün içinden çıkıyormuş gibi duruyordu. Hatta bir gül gibi kokuyordu.

Son adam sıradan tam plaka bir zırhla kaplıydı ve kılıcı kınında duruyordu. Toplam da dört kişi — ve liderleri, Zero, görünürde yoktu. Belki de başka bir yerde sırasını bekliyordu. Dördü ileriye doğru adım attığında, adamları Sebas'ı çevreledi.

“Yaşlı adam, oldukça güçlü olduğunu duydum. Hepsini tek bir vuruşla yenebilirsin, değil mi?”

“Sekiz Parmak içindeki yerimizi kendi yeteneklerimizle güvenceye almamız gerekiyor. Burada kaybedersek bizim için tehlikeli olur. Succulent? Köle ticaret bölümünün başkanının önünde kaybedecek kadar aptaldı, her ne kadar o bölüm şimdi düşmüş olsa bile.”

“Bu yüzden sana bir sorum var. Succulent, Brain Unglaus’a kaybettiğini söyledi, ama aslında senin tarafından yenildi ve bunu kabul etmedi, değil mi?

“Onunla hiç doğrudan savaşmadım. Sadece malikânede onunla selamlaştım ve onu bir dahaki görüşümde baygındı.”

“Şey, sanırım kaybetmesi doğaldı. Eğer rakibi ünlü Brain Unglaus ise, kazanmasına imkân yok.”

“Özellikle de düellodan bu yana daha da güçlenmişse ve Gazef Stronoff ile aynı seviyede olduğu düşünülürse, Succulent’in neden kaybettiği belli oldu.”

Ama affedilecek bir şey değil. Daha sonra Unglaus ve o boktan prensesle de ilgileneceğiz. Ama sen yaşlı adam, bütün bu sinir bozucu şeylere sebep olan sen, ilk  öleceksin.”

“Seni ezeceğiz ve öldüreceğiz. Eğer yapmazsak, bu bizi kötü bir duruma sokar.”

“Oraya bak.”

Altı Kol birer birer konuştu ve binanın üçüncü katına işaret ettiler. 

“Orada üst düzey birkaç kişi var. Seni güzel ve yavaşça öldürdüğümüzü görmek için toplandılar.”

“Zero denilen kişi de orada mı?”

“Şey, belki.”

Dördü, sanki zayıf birine bakıyormuş gibi alay edercesine gülümsediler. Sebas binaya doğru yöneldi ve elini kaldırdı. Altı Kol ne yaptığını merak ediyordu. 

“Ne oldu? Onlarla yüzleşmek mi istiyorsun?”

“Bunun için endişelenme. Ee, o nerede?” 

“Kimden bahsediyorsun?”

Cevabı açıkça ona bakan bir gülümseme ile geldi. Sebas sertçe cevap verdi.

“Konaktan kaçırdığınız kadın, Tsuare.”

“Ya onu öldürdüğümüzü söylesem?”

“Siz beyler böyle bir nezakette bulunur musunuz?”

“Hahaha! Doğru cevap. Biz nazik değiliz. Cocco Doll için bir hediye olacak. Onu sıkıca sardık.”

“Anlıyorum...”

Sebas aniden dörtlüden birinin binanın belirli bir yerine baktığını hissetti. Önemli olan tek şey, baktığı yerin Tsuare'nin tutulduğu söylenen yer olmadığıydı. Öyle olsa bile, daha sonradan bunu doğrulaması gerekiyordu.

“Herkes burada toplandığına göre, neden hepiniz bir anda gelmiyorsunuz. Eğer Zero kaçarsa bu zaman kaybı ve rahatsız edici olur.”

“...Bu yaşlı adam sözünü sakınmıyor.”

“Astlarımın işini kolayca bitirebileceğine bu kadar emin misin? Gerçekten güçlü bir rakiple hiç karşılaşmamışsın gibi görünüyor.”

“Bunlar gerçekten akıllıca sözler. Bu sözleri sana iade etmek istiyorum... ama bir şey sorabilir miyim? Neden Brain’den daha zayıf olduğumu düşünüyorsunuz?”

“Aptalca bir soru. Bizim kadar güçlü olduğunda, rakibinin ne kadar güçlü olduğunu hissedebilirsin. Ve sen, yaşlı adam, yakınımızdan bile geçmiyorsun.”

Deibanock hariç, diğer ikisi de aynı fikirdeydi.

“Demek öyle...”

Sebas da düşmanın gücünü yaklaşık olarak tahmin edebiliyordu, ama yetenek ya da büyü tarafından gizlendiği zaman kişinin gücünü tahmin etmek zordu.

“Bu yüzden sana bir şans vereceğiz. Teker teker dövüşeceğiz, böylece—”

“—Ben güçlüyüm.”

Sebas hepsinin gelmesini istedi.

“Daha önce dediğim gibi, benimle birer birer dövüşmek gibi can sıkıcı bir şey yapmayın. Eğer hepiniz bir anda gelirseniz, belki 10 saniye bile dayanabilirsiniz.” 

“Bizi hafife alma, insan.”

Deibanock'un omuzları sarsıldı.

“Sizi hafife almak mı? Hayır, beni hafife alan sizsiniz. Benim adım Sebas. Bana adımı veren, en güçlü savaşçıdır. Bir Yüce Varlık olan hizmet ettiğim efendim... ama, sizin gibi zayıf yaratıklarla onun hakkında konuşmanın bir faydası olmadığını görüyorum. Konuşmaktan yoruldum. Bitirelim şu işi.”

Sebas ileriye doğru bir adım attı. Takma adı yüzünden Sebas'ı en çok rahatsız eden yaratığa doğru gidiyordu.

“Ölümsüz Kral” Deibanock.

Gerçek kimliği doğal kökenli bir yaşlılich olduğu doğruydu. Ölümsüzler normalde birçok insanın öldüğü yerlerde doğarlardıvecanlılara karşı derin bir nefreteğilimi gösterirler ve onları öldürmeye odaklanırlardı. Yine de, duygusuz bir kaç ölümsüz, canlılara karşı olan nefretlerini bastırabilir ve onlarla ilişkiler kurabilirdi.

Deibanock böyle bir ölümsüzdü. Doğal olmayan yaşamının amacı, doğduğu zaman kullanamadığıbüyüleri ustaca kullanabilmeyi öğrenmekvebüyünün ötesinde farklı yeteneklere ulaşmaktı.

Eğer benzer bir ölümsüz olsaydı, farklı bir hikaye olabilirdi. Aslında, sadece ölümsüz büyücülerden oluşan bir topluluk vardı, ama ne yazık ki, Deibanock hiçbiriyle tanışma fırsatı bulamamıştı.

Ve böylece, daha fazla büyü öğrenebilmek için servet aradı.

Başlangıçta, yoldaki yolcuları öldürüp ve paralarını alıyordu, ama cezalandırıcı bir güç olarak gönderilen maceracılara kaybettikten sonra, bu tür eylemlerin aptallığının farkına varmış ve para kazanmak için yeni yollar aramıştı. Böylece kimliğini gizleyerek bir paralı asker grubuna katılmıştı ama sürekli ‘Ateş Topu’ atabildiği fark edildikten sonra, bir ölümsüz olarak kimliği ortaya çıkmış ve kaçmak zorunda kalmıştı.

Para kazanma yolunu kaybettikten sonra, ona yaklaşan Zero’ydu.

Deibanock'a, onabüyü öğretebilecek birini tanıştırmış ve onun altında çalışmak karşılığında makul bir para teklif etmişti. Deibanock'un hiç beklemediği türden bir yardımdı. Eğer büyü gücünü güçlendirmeye devam ederse, onun gibi ölümsüz bir varlığın bir gün tüm yaşamı yok edecek güce sahip olma ihtimali vardı.Zero, gelecekte insanlığa tehdit oluşturacak birine sponsor oluyordu.

Ancak—

Sebas ona fırtına gibi yaklaşmış, parmaklarını kapayarak yumruğunu ortaya çıkarıp,onu yumruklamıştı. Ona kaçmak ya dakendini savunmak için zaman tanımadan, Sebas, Deibanock'un kafasını parçalamıştı. Doğaüstü hayatı, ne tür bir öfkeyle karşılaştığını anlayamadan sönmüştü. Sebas onun tarzı olmayan kibirli bir tavırla tükürdü.

“Bu ünvanı kullanabilecek tek bir varlık var. Her şeyin üstünde olan. Senin gibi zavallı biri bunu kallanmaya nasıl cürret eder.”

Sebas toza dönüşmüş kemik parçalarından kurtulmak ister gibi sağ elini salladı, Deibanock'un bedeni parçalanmış ve giydiği çok sayıda sihirli eşya her yöne dağılmıştı. Panik içinde donan kalabalığın arasında, sadece Altı Kol hala hareket edebiliyordu. Çok fazla katliam yaşayan gerçek savaşçılar olmasalardı, hala tepki gösterebilmeleri mümkün olmazdı. Bu onların adamantiumseviye maceracılara denk olduğu söylentisinin temelsiz olmadığını kanıtladığı gibi, övgüye değer bir şeydi.

Sebas'ın bir sonraki rakibi kadındı.

“Dans Eden Pala” Edstrom.

Palaların içinde ‘Dans’ büyüsü vardı. Tıpkı adı gibi, silahlar saldırı sayısını birkaç kat arttırarakdans ediyormuş gibi otomatikman saldırıya geçiyordu. Ama büyü sadece basit hareketlere izin veriyordu. Ana silah olarak kullanmaya uygun değildiler. Sadece sürpriz saldırılar ya da destek için yararlı olurlardı, ve eşit yeteneğe sahip biriyle savaşıyorken sadece rakibin canını sıkarlardı. Çünkü her silaha sadece bir büyü işlenebilirdi, bu yüzden ‘Dans’ yerine farklı bir büyü kullanmak daha mantıklı bir seçim olabilirdi. Örneğin, Mavil Gül’den Gagaran silahlarının saldırı gücünü arttıran bir büyü kullanırdı.

Ancak, Edstrom için, ‘Dans’dan daha uygun bir büyü yoktu. Bu büyü genellikle, silah sahibi emir vermek için zihnini kullandığında harekete geçerdi, ancak hayatını ortaya koyduğun bir savaşın ortasında dans eden bir silaha basit hareketlerden başka bir şey yapmak için emir vermek imkansızdı.

Ama o farklıydı.

Silahlarını kolayca sanki görünmez bir savaşçı tarafından tutuluyormuşlarcasınakontrol edebiliyordu. Bunun sebebi, beyninin kendine özgü yapısından kaynaklanıyordu, çünkü bir yetenek yerine doğuştan gelen iki beceriye sahipti.

İlk becerisi, neredeyse anormal seviyedeki mekansal farkındalığı,vediğeri de aynı anda farklı hareketleri gerçekleştirebilmek için ellerini birbirinden bağımsız olarak kullanabilmesiydi. Bazı insanlar bunu yapmayı hiç öğrenmemiş olmalarına rağmen yapabilirlerdiama o bu konuda çok daha ustaydı vebeyni sanki iki taneymiş gibi esnekti. Eğer bu yeteneklerden sadece birine sahip olsaydı, kılıçları rahatça kontrol edemezdi, dolayısıyla ikisine de sahip olduğu gerçeği sadece bir mucize olarak tanımlanabilirdi.

Krallıktaki dokuz milyon vatandaş arasında, muhtemelen bu iki yeteneğe de sahip olan başka kimse yoktu. Onun iradesidoğrultusunda, kılıçlar kılıflarını terk etmiş ve havada süzülmeye başlamışlardı. Sadece savunmaya odaklanmalıydı. Diğer beş kılıç da kendiliğinde saldıracaklardı. Bu bir kılıç hapishanesiydi; ölümün kesin olduğu bir hapishane.

Ama—

Palalar saldıramadan önce, Sebas aradaki mesafeyi kapatmış veinanılmaz bir hızdaçenesine bir yumruk atmıştı. Ki enerjisi ile geliştirilen Sebas'ın eli herhangi bir bıçaktan daha keskindi ve kafası anında uçmuştu. Boynundan kan fışkırıyordu ve cesedi bir süre sonra yere yığılmıştı. Yine de, beş pala hala havada uçuyordu. Sebas'ın vuruşu çok hassas ve hızlıydı, öldüğünü hissedememişti bile. Muhtemelen acı da çekmemişti. İradesini takip eden beş pala Sebas’a doğru ilerliyorlardı. Onları görmezden gelerek, Sebas dik durduveövgü dolu bir ses tonuyla kopmuş kafaya doğru konuştu.

“Kafanı kaybettikten sonra bile dövüşmek... Savaşma ruhunu alkışlıyorum.”

Dudakları açıldı ve kapandı. Ne hakkında konuşuyordu? Anlamıyordu, ama sanki sözlerinden bir şeyler hissediyormuş gibi, gözleri etrafına baktı ve kafasız cesedini gördü.

Bu bir yalan. Bir illüzyon. Kaybetmemin imkânı yok. Kaybetmedim. Hareket edememe nedenim muhtemelen bir büyü. Biri bir şeyler söylesin.

Gerçeği kabul ettiğinde, yüzü umutsuzluğa kapıldı. Ağzı bir kez daha açıldı ve kapandı ve Sebas'ı takip eden kılıçlar bir daha asla hareket edemeyeceklerini gösterircesine yere düştüler.

“Birlikte gidelim. İkimiz onu indirebiliriz!”

Bir çığlık gibi ses tam plaka zırh giyen adamdan gelmişti, paniğini zar zor bastırıyordu. Zırhı onu korkudan koruyamazdı. Sadece bedeniyle değil, aynı zamanda tüm kalbiyle, Sebas'ın gerçeği söylediğini fark etmişti, ve o asla düşman olmamaları gereken biriydi.

“ ‘Boyutsal Kesiğimin’ t-ta-t-tadına b-bak!”

Özünde öleceğini biliyordu. Sebas'a karşı asla kazanamazdı. Kaçmaya çalışmamasının sebebi birkaç adım içinde öleceğini bilmesiydi. Eğer savaşırsa, ölecek, ve eğer kaçarsa, yine ölecek. Her ikisi de bir seçenek değildi, tutumu onun yine de bir savaşçı olduğunu gösteriyordu.

Sebas gözlerini kıstı. İlk defa rakibine karşı dikkatli olmak gerektiğini düşünüyordu. Sebas’ın yaratıcısı, dünya şampiyonu “Touch Me”, uzayın ve zamanın dokusunu parçalayabilecek nihai bir beceriye sahipti. Rakibinin böyle bir saldırı kullanmasına imkan yoktu, ama ucuz bir takliti bile Sebas'a zarar verebilirdi.

“Hükümsüz Cellat” Peysilian.

Kılıcını bir metre uzunluğundaki kılıfından çekmesiyle veüç metre mesefeye kadar rakibine vurabilmesiyle bu takma adı almıştı, ancak bu gerçekten boşluğu kesen bir saldırı değildi.

Sır kılıçta yatıyordu.

Urumi denilen bir tür kılıçtı. Yumuşak metalden yapılmış, kolayca bükülebilen ve sarkabilen bir uzun kılıçtı. Sahip olduğu tek şey böylesine aşırı bir inceliklere yapılmış bir kılıçtı, ona “İnce Cellat” demek daha uygun olabilirdi. Belki de uzun ve ince metalik bir kırbaç daha doğru bir tanım olurdu. Bu lakabı kılıcını yüksek hızda çekerekvesadece bir ışık parlaması ile rakibini katlederek kazanmıştı.

Altı Kolun kalanıyla karşılaştırıldığında, bir yeteneğe kıyasla hileye daha yakındı, ama o kadar zor bir silahla baş edebildiği gerçeği, çok yetenekli bir savaşçı olduğunun kanıtıydı. En güçlü savaşçı olarak da adlandırılan Gazef Stronoff bile, bu silahı Peysilian kadar ustaca kullanamazdı. Ancak, gerçek gücü rakibin silahı görüp görmemesi değildi. Kırbaç hakkında ki en korkunç şey onun inanılmaz hızıydı. Sadece bakarak kaçması zordu, ya da daha doğrusu imkansız. Süper yüksek hızlı bir saldırıydı. Bunu karşılayamayan bir insan için, boşluğu kesen bir saldırı gibi görünüyordu.

—Ama

Kılıcın kenarı, süper hızlı saldırısı iki parmağın arasında durmuştu. Bunu doğal bir hareketle yapmıştı, sanki düşürdüğü bir şeyi alıyormuş gibiydi. Sebas parmakları arasındaki metal nesneye baktı ve bir kaşını kaldırdı. 

“Bu nedir... Boyutsal kesişten bahsediyordun...”

“Shawk!”

Tuhaf bir kuşun haykırışı gibi, ince bir kılıç ona doğru geliyordu.

“Bin Kurban” Malmvist.

Ana silahı, “Gül Dikeni” üzerinde iki korkunç büyü vardı. İlki ‘Et Parçalama’. Kılıç deriyle temas ettiği anda, etrafındaki eti parçalardı. Eğer kılıç deriyi delmişse, etin yırtılmasıyla birlikte daha da büyük bir yara bırakırdı. İkincisi ‘Usta Suikastçi’. Küçük bir çiziği bile ciddi bir yaraya dönüştüren bir büyüydü.

Bu yetenekler tek başına bile oldukça yıkıcıydı, ama bir sırrı daha vardı. Bu sefer ki, büyü değildi, zehirdi. “Gül Dikeni” nin ucu özellikle birkaç ölümcül zehrin karışımından oluşangüçlü bir zehir ile kaplıydı. Malmvist aslında bir savaşçıdan ziyade bir suikastçiydı, öyle de savaşırdı. Eğer biri öldürmek için savaşıyorsa, yöntem ne olursa olsunrakibini hızlı ve etkili bir şekilde öldürmek en iyisiydi. Sonuç olarak, rakibini tek bir çizikte bile öldürebilecek bir silahtı.

Eğer hedefin bunun için bir planı yoksa, kolayca öldürülürdü, ister Gazef Stronoff isterBrain Unglaus olsun. 

Fakat onun zayıflığı da buydu.

Zihniyetinden dolayı sadece rakibini çizebilirse kazanacağını düşünüyordu, Malmvist'in kılıç becerisi oldukça eksikti. Ancak, hamle yapma becerisi gerçektive sadece hamleler yönünden bakılırsa, Gazef Stronoff’ın saldırılarından bile daha güçlüydü. Diğer bir deyişle, Krallığın en güçlühamle yapıcısıydı. Ayrıca, bildiği sayısız dövüş sanatları ile eski Kara Yazıt mensubu Clementine’yle bile eşleşebilirdi.

Ama—

Sebas kaçmadı. Kaçmasına gerek yoktu.

“...!”

Malmvist, tüm gücüyle bu hamleyi yapmıştı. Ancak, sadece bir çizik alan herkesi öldürebileceksilahının ucuna baktığında, Sebas'ın parmağı tarafından tutuluyordu. Bu doğruydu. Sebas kılıcının ucunu parmağıyla engellemişti.

“...N-nasıl?”

Malmvistgözlerini defalarca kırptıktan ve sadece bir illüzyon ya da rüya olmadığını teyit ettikten sonra bu sözleri mırıldanabilmişti. Tek yapabildiği buydu. Sağduyusu bunun imkansız olduğunu söylüyordu. Sebas'ın çeliğidelecek güçte bir darbeyi durdurmasının hiçbir yolu yoktu. Tecrübesi bunun imkansız olduğunuhaykırdı, ama gerçek farklı bir hikaye anlatıyordu. Tüm gücüyle bile, Malmvist yaşlı adamın parmağını hiç itememişti.

“Gül Dikeni” bükülmüştü. Başka bir hamle yapmak için kılıcı çekmeye çalışmıştı, ama Sebas kılıcı baş ve işaret parmağının arasında sıkıca tutuyordu. Kılıcını hiç kıpırdatamadı. Sanki karşısında bir dağ vardı. Malmvist yoldaşına baktığında, o da tüm gücüyle kılıcını çekmeye çalışıyordu. Tüm bunların ortasında, çelik gibi bir ses duyuldu.

“O zaman, işte geliyorum.”

Bir saniye sonra, Peysilian'ın kafası paramparça olmuştu. 

Sebas'tan görülebilecek nadir bir saldırıydı. Şimdiye kadar incelikle saldırmıştı, ama bu saldırı öfkeden doğan düşüncesiz bir saldırıydı.

Bakışlarını sağ yumruğuna doğru kaydırdı, kolayca kafasına girip çıkmıştı, parçalar havada uçuyordu.

Beyaz eldiveni kanla boyanmış ve keskin metalik bir kokusu vardı.

“Bu bana yakışmıyor...”

Sebas parmaklarıyla tuttuğu ince kılıcı bıraktı ve kanla ıslanmış eldivenini çıkardı. Malmvisttaş zemine düştüğü andakılıcıyla eldiveni yerden aldı.

Malmvist kuyruklu yıldız benzeri hızından gurur duyuyor olabilirdi, ama Sebas için, gülünç derecede yavaşdı. Eldiveni geri almak için çeşitli yolları vardı, ince kılıcı parçalamak ve Malmvist'in kafasını uçurmak da dahil olmak üzere, ama rakibinin ne yaptığını anlamamıştı, Sebas gerçek bir merakla sordu.

“Sen... ne yapıyorsun?”

“İşte bu!!! Bu büyülü şey seni daha güçlü yapıyor değil mi?”

Beyaz ketenden yapılmış normal bir eldivendi.

Bir çatlama sesiyle, ağzının köşesinden köpük ve gözlerinden kan dökülüyordu. Malmkvist çoktan yarı yarıya çıldırmaya başlamıştı. Tanık olduğu inanılmaz manzaraları idrak etmeye çalışıyordu.

“Sadece senden daha güçlü olduğumukabul etmelisin. Ne zahmetli bir insan... Eğer istiyorsan, böyle düşünmeye devam et.”

Sebas yumruğunu deliler gibi gülen adama doğru yöneltti. Malmvist'in kafası uçtuktan ve bedeni çöktükten sonra, sessizlik çöktü. Sebas sanki bir toz zerreciği varmış gibi hızla yumruğunu havaya salladı. 'Demir Cild' kullandığı parmaklarında tek bir çizik bile yoktu.

“Eğer böyle sahte bir saldırıdan bu kadar korkmasaydım,“Hükümsüz Cellat”, bu savaş beş saniye içinde biterdi, ama bana karşı yirmi saniye dayanmak, seni alkışlıyorum.”

Sebas, bu korkunç sahneyi izleyen insanların olduğu binayı işaret etti vegizlenmekte olan avcıya bir emir verdi.

“Solution, önemli bilgilere sahip olabilirler, bu yüzden lütfen onları canlı yakala. Şimdi...”

Soğuk gözlerle, etrafını saran panik içindeki dalkavuklara baktı.

“Hepiniz için on saniye.”

 

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
seyirci343 (3138 puan) Üye
2021-12-31 11:34:48
Elinize emeğinize sağlık.
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-17 20:16:26
Bölüm için teşekkürler.
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-01-14 01:16:47
Çeviri için teşekkürler
Vampire (369 puan) Üye
2018-12-22 15:15:22
Aferin sebas