Overlord
Altı Kol - 2
Bölüm 3: Altı Kol - 2
Sebas hedefe vardığında, parşömendeki talimatlardan birkaç
dakika ilerideydi. Erken olmasına rağmen, kapının önünde durdu.
Çit tarzı bir kapıydı, böylece içerisini görebiliyordu, ama
ağaçlar yüzünden, görüş hattı belirsizleşiyordu.
“Hmph, vaktinde geldin.”
Kaba bir sesle, ağaçların arasında bir adam çıktı. Elbette
Sebas adamın orada olduğunu biliyordu, çünkü belli bir yarıçaptaki tüm yaşam
biçimlerini tespit eden bir yeteneğini harekete geçirmişti. Onu fiziksel olarak
göremiyordu, ve sadece bu yeteneğe güvenmek tehlikeli olacağından, sadece özel
şartlar altında kullanırdı.
“Buraya. Beni takip et.”
Adamı takip ederek kapıdan geçtikten sonra, Sebas bahçedeki
küçük yolda yürüdü. Sekiz Parmak gibi bir yeraltı örgütünün sahip olduğu bir
bahçe için, kasvetli duygular yaymıyordu. Ağaçlar temiz bir şekilde kesilmişti ve
bahçıvanın oldukça yetenekli biri olduğunu söyleyebilirdi. Yolun ardında, eğitim
alanına benzeyen büyük bir açıklık vardı. Yere dikilmiş çok sayıda meşale vardı
veher yerde kırmızı alevler dans ediyordu. Yaklaşık 30 kişi vardı, çoğunluğu
erkek ve birkaç da kadın, ve hepsinin de yüzünde bir gülümseme vardı. Asla
kaybetmeyeceklerinden emin olan şiddete alışık kişilerinyapacağıı bir gülümsemeydi.
Sebas etrafa baktı. Uygun bir mücadele sunacak birini bulamamıştı, ama Climb'in
yoldaşından duyduğu Altı Kolu bulmuştu.
Biri kapüşonlu bir cübbe giyiyordu. Siyah renkteydi ve
kenarlarısanki bir alevi taklit edermişçesine kırmızı ipliklerle dikilmişti. Kapüşonun
içini göremiyordu, ama aurası canlı bir varlığa ait değildi. “Ölümsüz” lakabı basit
bir kelime oyunu değildi, çünkü gerçekten bir ölümsüzdü.
Altı Kol arasındaki kadın ince bir ipekle giyinmişti. El ve
ayak bileklerinde sayısız altın bilezik vardı ve her hareket ettiğinde metalik
bir ses çıkarıyorlardı. Belinde altı adet pala (eğri kılıç) asılıydı. Yanındaki
adam parıldıyordu. Bir matador gibi giyinmişti ve ince kılıcının bıçağı sanki
bir gülün içinden çıkıyormuş gibi duruyordu. Hatta bir gül gibi kokuyordu.
Son adam sıradan tam plaka bir zırhla kaplıydı ve kılıcı
kınında duruyordu. Toplam da dört kişi — ve liderleri, Zero, görünürde yoktu. Belki
de başka bir yerde sırasını bekliyordu. Dördü ileriye doğru adım attığında, adamları
Sebas'ı çevreledi.
“Yaşlı adam, oldukça güçlü olduğunu duydum. Hepsini tek bir
vuruşla yenebilirsin, değil mi?”
“Sekiz Parmak içindeki yerimizi kendi yeteneklerimizle güvenceye
almamız gerekiyor. Burada kaybedersek bizim için tehlikeli olur. Succulent? Köle
ticaret bölümünün başkanının önünde kaybedecek kadar aptaldı, her ne kadar o
bölüm şimdi düşmüş olsa bile.”
“Bu yüzden sana bir sorum var. Succulent, Brain Unglaus’a kaybettiğini
söyledi, ama aslında senin tarafından yenildi ve bunu kabul etmedi, değil mi?
“Onunla hiç doğrudan savaşmadım. Sadece malikânede onunla
selamlaştım ve onu bir dahaki görüşümde baygındı.”
“Şey, sanırım kaybetmesi doğaldı. Eğer rakibi ünlü Brain
Unglaus ise, kazanmasına imkân yok.”
“Özellikle de düellodan bu yana daha da güçlenmişse ve Gazef
Stronoff ile aynı seviyede olduğu düşünülürse, Succulent’in neden kaybettiği
belli oldu.”
Ama affedilecek bir şey değil. Daha sonra Unglaus ve o
boktan prensesle de ilgileneceğiz. Ama sen yaşlı adam, bütün bu sinir bozucu
şeylere sebep olan sen, ilk öleceksin.”
“Seni ezeceğiz ve öldüreceğiz. Eğer yapmazsak, bu bizi kötü
bir duruma sokar.”
“Oraya bak.”
Altı Kol birer birer konuştu ve binanın üçüncü katına
işaret ettiler.
“Orada üst düzey birkaç kişi var. Seni güzel ve yavaşça
öldürdüğümüzü görmek için toplandılar.”
“Zero denilen kişi de orada mı?”
“Şey, belki.”
Dördü, sanki zayıf birine bakıyormuş gibi alay edercesine
gülümsediler. Sebas binaya doğru yöneldi ve elini kaldırdı. Altı Kol ne
yaptığını merak ediyordu.
“Ne oldu? Onlarla yüzleşmek mi istiyorsun?”
“Bunun için endişelenme. Ee, o nerede?”
“Kimden bahsediyorsun?”
Cevabı açıkça ona bakan bir gülümseme ile geldi. Sebas
sertçe cevap verdi.
“Konaktan kaçırdığınız kadın, Tsuare.”
“Ya onu öldürdüğümüzü söylesem?”
“Siz beyler böyle bir nezakette bulunur musunuz?”
“Hahaha! Doğru cevap. Biz nazik değiliz. Cocco Doll için
bir hediye olacak. Onu sıkıca sardık.”
“Anlıyorum...”
Sebas aniden dörtlüden birinin binanın belirli bir yerine
baktığını hissetti. Önemli olan tek şey, baktığı yerin Tsuare'nin tutulduğu söylenen
yer olmadığıydı. Öyle olsa bile, daha sonradan bunu doğrulaması gerekiyordu.
“Herkes burada toplandığına göre, neden hepiniz bir anda
gelmiyorsunuz. Eğer Zero kaçarsa bu zaman kaybı ve rahatsız edici olur.”
“...Bu yaşlı adam sözünü sakınmıyor.”
“Astlarımın işini kolayca bitirebileceğine bu kadar emin
misin? Gerçekten güçlü bir rakiple hiç karşılaşmamışsın gibi görünüyor.”
“Bunlar gerçekten akıllıca sözler. Bu sözleri sana iade
etmek istiyorum... ama bir şey sorabilir miyim? Neden Brain’den daha zayıf
olduğumu düşünüyorsunuz?”
“Aptalca bir soru. Bizim kadar güçlü olduğunda, rakibinin
ne kadar güçlü olduğunu hissedebilirsin. Ve sen, yaşlı adam, yakınımızdan bile
geçmiyorsun.”
Deibanock hariç, diğer ikisi de aynı fikirdeydi.
“Demek öyle...”
Sebas da düşmanın gücünü yaklaşık olarak tahmin
edebiliyordu, ama yetenek ya da büyü tarafından gizlendiği zaman kişinin gücünü
tahmin etmek zordu.
“Bu yüzden sana bir şans vereceğiz. Teker teker dövüşeceğiz,
böylece—”
“—Ben güçlüyüm.”
Sebas hepsinin gelmesini istedi.
“Daha önce dediğim gibi, benimle birer birer dövüşmek gibi
can sıkıcı bir şey yapmayın. Eğer hepiniz bir anda gelirseniz, belki 10 saniye
bile dayanabilirsiniz.”
“Bizi hafife alma, insan.”
Deibanock'un omuzları sarsıldı.
“Sizi hafife almak mı? Hayır, beni hafife alan sizsiniz. Benim
adım Sebas. Bana adımı veren, en güçlü savaşçıdır. Bir Yüce Varlık olan hizmet
ettiğim efendim... ama, sizin gibi zayıf yaratıklarla onun hakkında konuşmanın
bir faydası olmadığını görüyorum. Konuşmaktan yoruldum. Bitirelim şu işi.”
Sebas ileriye doğru bir adım attı. Takma adı yüzünden Sebas'ı
en çok rahatsız eden yaratığa doğru gidiyordu.
“Ölümsüz Kral” Deibanock.
Gerçek kimliği doğal kökenli bir yaşlılich olduğu doğruydu.
Ölümsüzler normalde birçok insanın öldüğü yerlerde doğarlardıvecanlılara karşı
derin bir nefreteğilimi gösterirler ve onları öldürmeye odaklanırlardı. Yine de,
duygusuz bir kaç ölümsüz, canlılara karşı olan nefretlerini bastırabilir ve
onlarla ilişkiler kurabilirdi.
Deibanock böyle bir ölümsüzdü. Doğal olmayan yaşamının
amacı, doğduğu zaman kullanamadığıbüyüleri ustaca kullanabilmeyi öğrenmekvebüyünün
ötesinde farklı yeteneklere ulaşmaktı.
Eğer benzer bir ölümsüz olsaydı, farklı bir hikaye olabilirdi.
Aslında, sadece ölümsüz büyücülerden oluşan bir topluluk vardı, ama ne yazık ki,
Deibanock hiçbiriyle tanışma fırsatı bulamamıştı.
Ve böylece, daha fazla büyü öğrenebilmek için servet aradı.
Başlangıçta, yoldaki yolcuları öldürüp ve paralarını
alıyordu, ama cezalandırıcı bir güç olarak gönderilen maceracılara kaybettikten
sonra, bu tür eylemlerin aptallığının farkına varmış ve para kazanmak için yeni
yollar aramıştı. Böylece kimliğini gizleyerek bir paralı asker grubuna
katılmıştı ama sürekli ‘Ateş Topu’ atabildiği fark edildikten sonra, bir
ölümsüz olarak kimliği ortaya çıkmış ve kaçmak zorunda kalmıştı.
Para kazanma yolunu kaybettikten sonra, ona yaklaşan
Zero’ydu.
Deibanock'a, onabüyü öğretebilecek birini tanıştırmış ve onun
altında çalışmak karşılığında makul bir para teklif etmişti. Deibanock'un hiç
beklemediği türden bir yardımdı. Eğer büyü gücünü güçlendirmeye devam ederse, onun
gibi ölümsüz bir varlığın bir gün tüm yaşamı yok edecek güce sahip olma
ihtimali vardı.Zero, gelecekte insanlığa tehdit oluşturacak birine sponsor oluyordu.
Ancak—
Sebas ona fırtına gibi yaklaşmış, parmaklarını kapayarak
yumruğunu ortaya çıkarıp,onu yumruklamıştı. Ona kaçmak ya dakendini savunmak
için zaman tanımadan, Sebas, Deibanock'un kafasını parçalamıştı. Doğaüstü
hayatı, ne tür bir öfkeyle karşılaştığını anlayamadan sönmüştü. Sebas onun
tarzı olmayan kibirli bir tavırla tükürdü.
“Bu ünvanı kullanabilecek tek bir varlık var. Her şeyin üstünde
olan. Senin gibi zavallı biri bunu kallanmaya nasıl cürret eder.”
Sebas toza dönüşmüş kemik parçalarından kurtulmak ister
gibi sağ elini salladı, Deibanock'un bedeni parçalanmış ve giydiği çok sayıda
sihirli eşya her yöne dağılmıştı. Panik içinde donan kalabalığın arasında, sadece
Altı Kol hala hareket edebiliyordu. Çok fazla katliam yaşayan gerçek savaşçılar
olmasalardı, hala tepki gösterebilmeleri mümkün olmazdı. Bu onların adamantiumseviye
maceracılara denk olduğu söylentisinin temelsiz olmadığını kanıtladığı gibi,
övgüye değer bir şeydi.
Sebas'ın bir sonraki rakibi kadındı.
“Dans Eden Pala” Edstrom.
Palaların içinde ‘Dans’ büyüsü vardı. Tıpkı adı gibi, silahlar
saldırı sayısını birkaç kat arttırarakdans ediyormuş gibi otomatikman saldırıya
geçiyordu. Ama büyü sadece basit hareketlere izin veriyordu. Ana silah olarak
kullanmaya uygun değildiler. Sadece sürpriz saldırılar ya da destek için
yararlı olurlardı, ve eşit yeteneğe sahip biriyle savaşıyorken sadece rakibin
canını sıkarlardı. Çünkü her silaha sadece bir büyü işlenebilirdi, bu yüzden
‘Dans’ yerine farklı bir büyü kullanmak daha mantıklı bir seçim olabilirdi. Örneğin,
Mavil Gül’den Gagaran silahlarının saldırı gücünü arttıran bir büyü kullanırdı.
Ancak, Edstrom için, ‘Dans’dan daha uygun bir büyü yoktu. Bu
büyü genellikle, silah sahibi emir vermek için zihnini kullandığında harekete
geçerdi, ancak hayatını ortaya koyduğun bir savaşın ortasında dans eden bir
silaha basit hareketlerden başka bir şey yapmak için emir vermek imkansızdı.
Ama o farklıydı.
Silahlarını kolayca sanki görünmez bir savaşçı tarafından
tutuluyormuşlarcasınakontrol edebiliyordu. Bunun sebebi, beyninin kendine özgü yapısından
kaynaklanıyordu, çünkü bir yetenek yerine doğuştan gelen iki beceriye sahipti.
İlk becerisi, neredeyse anormal seviyedeki mekansal
farkındalığı,vediğeri de aynı anda farklı hareketleri gerçekleştirebilmek için
ellerini birbirinden bağımsız olarak kullanabilmesiydi. Bazı insanlar bunu
yapmayı hiç öğrenmemiş olmalarına rağmen yapabilirlerdiama o bu konuda çok daha
ustaydı vebeyni sanki iki taneymiş gibi esnekti. Eğer bu yeteneklerden sadece birine
sahip olsaydı, kılıçları rahatça kontrol edemezdi, dolayısıyla ikisine de sahip
olduğu gerçeği sadece bir mucize olarak tanımlanabilirdi.
Krallıktaki dokuz milyon vatandaş arasında, muhtemelen bu
iki yeteneğe de sahip olan başka kimse yoktu. Onun iradesidoğrultusunda, kılıçlar
kılıflarını terk etmiş ve havada süzülmeye başlamışlardı. Sadece savunmaya
odaklanmalıydı. Diğer beş kılıç da kendiliğinde saldıracaklardı. Bu bir kılıç
hapishanesiydi; ölümün kesin olduğu bir hapishane.
Ama—
Palalar saldıramadan önce, Sebas aradaki mesafeyi kapatmış veinanılmaz
bir hızdaçenesine bir yumruk atmıştı. Ki enerjisi ile geliştirilen Sebas'ın eli
herhangi bir bıçaktan daha keskindi ve kafası anında uçmuştu. Boynundan kan fışkırıyordu
ve cesedi bir süre sonra yere yığılmıştı. Yine de, beş pala hala havada
uçuyordu. Sebas'ın vuruşu çok hassas ve hızlıydı, öldüğünü hissedememişti bile.
Muhtemelen acı da çekmemişti. İradesini takip eden beş pala Sebas’a doğru
ilerliyorlardı. Onları görmezden gelerek, Sebas dik durduveövgü dolu bir ses
tonuyla kopmuş kafaya doğru konuştu.
“Kafanı kaybettikten sonra bile dövüşmek... Savaşma ruhunu
alkışlıyorum.”
Dudakları açıldı ve kapandı. Ne hakkında konuşuyordu? Anlamıyordu,
ama sanki sözlerinden bir şeyler hissediyormuş gibi, gözleri etrafına baktı ve
kafasız cesedini gördü.
Bu bir
yalan. Bir illüzyon. Kaybetmemin imkânı yok. Kaybetmedim. Hareket edememe
nedenim muhtemelen bir büyü. Biri bir şeyler söylesin.
Gerçeği kabul ettiğinde, yüzü umutsuzluğa kapıldı. Ağzı bir
kez daha açıldı ve kapandı ve Sebas'ı takip eden kılıçlar bir daha asla hareket
edemeyeceklerini gösterircesine yere düştüler.
“Birlikte gidelim. İkimiz onu indirebiliriz!”
Bir çığlık gibi ses tam plaka zırh giyen adamdan gelmişti, paniğini
zar zor bastırıyordu. Zırhı onu korkudan koruyamazdı. Sadece bedeniyle değil, aynı
zamanda tüm kalbiyle, Sebas'ın gerçeği söylediğini fark etmişti, ve o asla düşman
olmamaları gereken biriydi.
“ ‘Boyutsal Kesiğimin’ t-ta-t-tadına b-bak!”
Özünde öleceğini biliyordu. Sebas'a karşı asla kazanamazdı.
Kaçmaya çalışmamasının sebebi birkaç adım içinde öleceğini bilmesiydi. Eğer
savaşırsa, ölecek, ve eğer kaçarsa, yine ölecek. Her ikisi de bir seçenek
değildi, tutumu onun yine de bir savaşçı olduğunu gösteriyordu.
Sebas gözlerini kıstı. İlk defa rakibine karşı dikkatli
olmak gerektiğini düşünüyordu. Sebas’ın yaratıcısı, dünya şampiyonu “Touch Me”,
uzayın ve zamanın dokusunu parçalayabilecek nihai bir beceriye sahipti. Rakibinin
böyle bir saldırı kullanmasına imkan yoktu, ama ucuz bir takliti bile Sebas'a
zarar verebilirdi.
“Hükümsüz Cellat” Peysilian.
Kılıcını bir metre uzunluğundaki kılıfından çekmesiyle veüç
metre mesefeye kadar rakibine vurabilmesiyle bu takma adı almıştı, ancak bu
gerçekten boşluğu kesen bir saldırı değildi.
Sır kılıçta yatıyordu.
Urumi denilen bir tür kılıçtı. Yumuşak metalden yapılmış,
kolayca bükülebilen ve sarkabilen bir uzun kılıçtı. Sahip olduğu tek şey böylesine
aşırı bir inceliklere yapılmış bir kılıçtı, ona “İnce Cellat” demek daha uygun
olabilirdi. Belki de uzun ve ince metalik bir kırbaç daha doğru bir tanım
olurdu. Bu lakabı kılıcını yüksek hızda çekerekvesadece bir ışık parlaması ile
rakibini katlederek kazanmıştı.
Altı Kolun kalanıyla karşılaştırıldığında, bir yeteneğe
kıyasla hileye daha yakındı, ama o kadar zor bir silahla baş edebildiği
gerçeği, çok yetenekli bir savaşçı olduğunun kanıtıydı. En güçlü savaşçı olarak
da adlandırılan Gazef Stronoff bile, bu silahı Peysilian kadar ustaca
kullanamazdı. Ancak, gerçek gücü rakibin silahı görüp görmemesi değildi. Kırbaç
hakkında ki en korkunç şey onun inanılmaz hızıydı. Sadece bakarak kaçması zordu,
ya da daha doğrusu imkansız. Süper yüksek hızlı bir saldırıydı. Bunu
karşılayamayan bir insan için, boşluğu kesen bir saldırı gibi görünüyordu.
—Ama
Kılıcın kenarı, süper hızlı saldırısı iki parmağın arasında
durmuştu. Bunu doğal bir hareketle yapmıştı, sanki düşürdüğü bir şeyi alıyormuş
gibiydi. Sebas parmakları arasındaki metal nesneye baktı ve bir kaşını kaldırdı.
“Bu nedir... Boyutsal kesişten bahsediyordun...”
“Shawk!”
Tuhaf bir kuşun haykırışı gibi, ince bir kılıç ona doğru
geliyordu.
“Bin Kurban” Malmvist.
Ana silahı, “Gül Dikeni” üzerinde iki korkunç büyü vardı. İlki
‘Et Parçalama’. Kılıç deriyle temas ettiği anda, etrafındaki eti parçalardı. Eğer
kılıç deriyi delmişse, etin yırtılmasıyla birlikte daha da büyük bir yara
bırakırdı. İkincisi ‘Usta Suikastçi’. Küçük bir çiziği bile ciddi bir yaraya
dönüştüren bir büyüydü.
Bu yetenekler tek başına bile oldukça yıkıcıydı, ama bir
sırrı daha vardı. Bu sefer ki, büyü değildi, zehirdi. “Gül Dikeni” nin ucu
özellikle birkaç ölümcül zehrin karışımından oluşangüçlü bir zehir ile kaplıydı.
Malmvist aslında bir savaşçıdan ziyade bir suikastçiydı, öyle de savaşırdı. Eğer
biri öldürmek için savaşıyorsa, yöntem ne olursa olsunrakibini hızlı ve etkili
bir şekilde öldürmek en iyisiydi. Sonuç olarak, rakibini tek bir çizikte bile
öldürebilecek bir silahtı.
Eğer hedefin bunun için bir planı yoksa, kolayca
öldürülürdü, ister Gazef Stronoff isterBrain Unglaus olsun.
Fakat onun zayıflığı da buydu.
Zihniyetinden dolayı sadece rakibini çizebilirse
kazanacağını düşünüyordu, Malmvist'in kılıç becerisi oldukça eksikti. Ancak, hamle
yapma becerisi gerçektive sadece hamleler yönünden bakılırsa, Gazef Stronoff’ın
saldırılarından bile daha güçlüydü. Diğer bir deyişle, Krallığın en güçlühamle
yapıcısıydı. Ayrıca, bildiği sayısız dövüş sanatları ile eski Kara Yazıt
mensubu Clementine’yle bile eşleşebilirdi.
Ama—
Sebas kaçmadı. Kaçmasına gerek yoktu.
“...!”
Malmvist, tüm gücüyle bu hamleyi yapmıştı. Ancak, sadece
bir çizik alan herkesi öldürebileceksilahının ucuna baktığında, Sebas'ın
parmağı tarafından tutuluyordu. Bu doğruydu. Sebas kılıcının ucunu parmağıyla
engellemişti.
“...N-nasıl?”
Malmvistgözlerini defalarca kırptıktan ve sadece bir
illüzyon ya da rüya olmadığını teyit ettikten sonra bu sözleri
mırıldanabilmişti. Tek yapabildiği buydu. Sağduyusu bunun imkansız olduğunu
söylüyordu. Sebas'ın çeliğidelecek güçte bir darbeyi durdurmasının hiçbir yolu
yoktu. Tecrübesi bunun imkansız olduğunuhaykırdı, ama gerçek farklı bir hikaye
anlatıyordu. Tüm gücüyle bile, Malmvist yaşlı adamın parmağını hiç itememişti.
“Gül Dikeni” bükülmüştü. Başka bir hamle yapmak için kılıcı
çekmeye çalışmıştı, ama Sebas kılıcı baş ve işaret parmağının arasında sıkıca tutuyordu.
Kılıcını hiç kıpırdatamadı. Sanki karşısında bir dağ vardı. Malmvist yoldaşına
baktığında, o da tüm gücüyle kılıcını çekmeye çalışıyordu. Tüm bunların
ortasında, çelik gibi bir ses duyuldu.
“O zaman, işte geliyorum.”
Bir saniye sonra, Peysilian'ın kafası paramparça olmuştu.
Sebas'tan görülebilecek nadir bir saldırıydı. Şimdiye kadar
incelikle saldırmıştı, ama bu saldırı öfkeden doğan düşüncesiz bir saldırıydı.
Bakışlarını sağ yumruğuna doğru kaydırdı, kolayca kafasına
girip çıkmıştı, parçalar havada uçuyordu.
Beyaz eldiveni kanla boyanmış ve keskin metalik bir kokusu
vardı.
“Bu bana yakışmıyor...”
Sebas parmaklarıyla tuttuğu ince kılıcı bıraktı ve kanla
ıslanmış eldivenini çıkardı. Malmvisttaş zemine düştüğü andakılıcıyla eldiveni yerden
aldı.
Malmvist kuyruklu yıldız benzeri hızından gurur duyuyor
olabilirdi, ama Sebas için, gülünç derecede yavaşdı. Eldiveni geri almak için
çeşitli yolları vardı, ince kılıcı parçalamak ve Malmvist'in kafasını uçurmak
da dahil olmak üzere, ama rakibinin ne yaptığını anlamamıştı, Sebas gerçek bir merakla
sordu.
“Sen... ne yapıyorsun?”
“İşte bu!!! Bu büyülü şey seni daha güçlü yapıyor değil mi?”
Beyaz ketenden yapılmış normal bir eldivendi.
Bir çatlama sesiyle, ağzının köşesinden köpük ve
gözlerinden kan dökülüyordu. Malmkvist çoktan yarı yarıya çıldırmaya başlamıştı.
Tanık olduğu inanılmaz manzaraları idrak etmeye çalışıyordu.
“Sadece senden daha güçlü olduğumukabul etmelisin. Ne zahmetli
bir insan... Eğer istiyorsan, böyle düşünmeye devam et.”
Sebas yumruğunu deliler gibi gülen adama doğru yöneltti. Malmvist'in
kafası uçtuktan ve bedeni çöktükten sonra, sessizlik çöktü. Sebas sanki bir toz
zerreciği varmış gibi hızla yumruğunu havaya salladı. 'Demir Cild' kullandığı
parmaklarında tek bir çizik bile yoktu.
“Eğer böyle sahte bir saldırıdan bu kadar korkmasaydım,“Hükümsüz
Cellat”, bu savaş beş saniye içinde biterdi, ama bana karşı yirmi saniye
dayanmak, seni alkışlıyorum.”
Sebas, bu korkunç sahneyi izleyen insanların olduğu binayı
işaret etti vegizlenmekte olan avcıya bir emir verdi.
“Solution, önemli bilgilere sahip olabilirler, bu yüzden lütfen
onları canlı yakala. Şimdi...”
Soğuk gözlerle, etrafını saran panik içindeki dalkavuklara baktı.
“Hepiniz için on saniye.”