Overlord
Bilinmeyen Topraklara Hazırlık -1
Bölüm 1: Bilinmeyen Topraklara Hazırlık
1
İmparatorluk’tan döndükten sonra Ainz, masasına
oturdu ve geriye yaslandı.
Yeni kurduğu, Büyü Krallığı’nın Maceracılar Loncası için adam
alımlarına çoktan başlamış olmasına rağmen sonuçlar ortaya çıkana kadar bir
süre geçmesi gerekiyordu. O zamana kadar da kendini hazırlaması gerekiyordu.
Ana önceliği maceracıları eğitmek için bir okul açmaktı, ancak
şartlar izin verirse Maceracılar Loncası’nın kendisini de kullanabilirdi. Uzun
mesafeler kat edip buraya gelmiş gönüller için bir otel açmak da büyük
ihtimalle iyi bir misafirperverliğin göstergesi olurdu. Eğitmenleri de, Büyü Krallığı’nda kalmayı
seçmiş olan maceracılar olacaktı.
Albedo ve diğerlerine, bölgelerin nasıl yönetileceğini sorsam iyi
olacak... Ama ondna önce... Neden bağımlı ülke olma konusunu açtı ki? Bu Albedo
ve Demiurge için oldukça zahmetli bir iş olacak değil mi?
Ainz’in, Jircniv’in ne konuştuğuna dair hiçbir fikri yoktu. Bu iki
bilge kişiye durumu nasıl açıklayacağına dair de hiçbir fikri yoktu. Jircniv
neden böyle bir öneride bulunmuştu? Bildiği kadarıyla, bu işin arkasında
Demiurge olabilirdi.
Keşke bunların hepsini önceden Demiurge ile konuşmuş olsaydım. Ah,
ama uzak bir yerlere gitmişti ve şu anda yapabileceğim tek şey işleri Albedo
ile birlikte nasıl çözeceğimi bulmak... Düşündüğüm gibi, bu cidden de
imkansız...
İçten bir nefes verdi. İçindeki rahatsızlık ve kafa karışıklığı,
var olmayan midesine ağrılar saplıyordu. Ardından, geri döndüklerinde neler
olacağını düşündükten sonra bu ağrı daha da yoğunlaştı.
Ainz kafasını salladı, ardından onu bekleyen şeylerin
düşüncesinden kaçınmak için İmparatorluk’tayken edindiği bilgileri gözden
geçirdi.
“Rünler, ha.”
YGGDRASIL’in ilimlerinin parçaları, tıpkı gece, gökyüzünde
parlayan yıldızlar gibi bu gizemli yeni dünyanın her tarafına yayılmıştı. Başka
oyuncuların izine dair şeyler, yani Dünya Sınıfı eşyalar gibi şeyler bulmuştu.
Bu izlere şimdi de rünleri -Suzuki Satoru’nun dünyasından kalma
bir yazı formu- ekleyebilirdi.
Teokrasi’deki insanların, Suzuki Satoru’nun dünyasına ait
dinlerdeki melekleri nasıl çağırdığının cevabı büyük ihtimalle YGGDRASIL kaynaklı
büyülerdi.
Peki ya bu rünler neyin nesiydi? Nasıl bu dünyada var
olabiliyorlardı? Bu rünler, Suzuki Satoru’nun dünyasındakilerle aynı mıydı?
Yoksa bunlar, büyülü yazıtları andıran bir yazı türü müydü? Belki de bu terim
bu yüzden otomatik olarak rün diye çevrilmişti?
Cüce Krallığı Azellisia Sıradağları yakınlarında bir yerde. Bunu
iyice incelemeliyim. Tıpkı düşündüğüm gibi... Oraya gitmeden de olmayacak
sanırım.
Doğal olarak, Ainz E-Rantel’e dönmeden öne Fluder’a rünler
hakkında soru sormuştu.
Ancak onun da tek bildiği, Azellisian Cücelerinin, ründemircisi
olan bir kralının bir zamanlar İmparatorluk’u ziyaret ettiği ve İmparatorluk’un
da Cüce Krallığı’ndan silah ve zırh aldığıydı. Fakat yüz yıl kadar önce, rün
oyması tüm büyülü eşyaların izi kaybolmuştu.
Her ne kadar bu oldukça değerli bir bilgi olsa da Ainz’in bilmek
istediği şey bu değildi.
YGGDRASIL’de ründemirciliği diye bir meslek yoktu. Eğer bu meslek
bu dünyaya özel bir şeyse o zaman iki dünyadaki teknolojinin birleşmiş olma
ihtimali var. Bu sebepten dolayı bu olayı derinlemesine araştırmalıyım. Ancak,
oraya kimi göndermeliyim ki?
Tek yapmak istediği Cüce Krallığı’nı ziyaret edip rünler hakkında
soru sormaktı. Ründemirciliği mesleğine gelince... Eh, bu da büyük ihtimalle
teknik bir meseleydi ve sır olarak saklanıyordu. En kötü durumda, etkileme
büyülerini kullanıp onları konuşturabilirdi.
Eğer mesele sadece etkileme ya da hükmetme büyüleri kullanmak, ya
da insanları ışınlama büyüsü ile kaçırmak falan olsaydı bunu herkes
yapabilirdi. Ama ya bu rünlerin arkasında bir insan vardıysa? Bildiği kadarıyla
Shalltear’ın beynini yıkayan kişi orada saklanıyordu.
Gitmeden önce biraz daha bir şeyler öğrenmeliyim ancak Fluder'ın
bile bilmediği bir şeyleri öğrenmeye çalışmak kolay olmayacaktır.
Ainz yavaşça koltuğundan doğruldu.
Hemen ardından, arkasında duran kadın harekete geçti. Bir erkeğe
benzeyen saç stiliyle uyuşan bir şekilde, enerji dolu bir bakışı vardı. Bu
kişi, Ainz’in o günkü görev hizmetlisi olan Decrement idi.
Ainz, Decrement’ın beklemesini ima etmek için elini kaldırdı ve
yavaşça ofisinde yürümeye başladı.
Ainz, bu uğraşının potansiyel kazançlarını ve kayıplarını
düşünürken, aklındaki sayıların arasında
eski anıları anlattı. Bilinmeyen bölgelerde girdiği tehlikeleri, yeni
şeyler keşfetmenin verdiği keyfi, bir görevde başarısız olunca hissettiği hüznü
ve tüm bu tecrübeleri deneyimlediği yoldaşlarının yüzlerindeki ifadeyi ve
söyledikleri şeyleri hatırladı. Bunlar basit hatıralardan ibaret olsa da bu
anılar Ainz’in boş kafa tasında bir ışık gibi parladı.
Bu acı dolu anıları kalbinden yavaşça uzaklaştıran Ainz’in
düşünceleri sonunda bir şekil almaya başladı.
Her ne kadar tehlike olabilme ihtimali olduğunu bilsem de sanırım
gitmekten başka çarem yok.
Ainz Ooal Gown adlı lonca, bu prensipler üzerine kurulmuştu.
Tabii ki bazı insanlar, oyunculara hiç tehlike arz etmeyen bir
oyun ile gerçekliği karşılaştıranlara gülebilirdi. Yine de tereddüt etmek, yeni
bir ilim öğrenmeye sebep olacağı gibi bir başlangıcı kaybetmeye de yol
açabilirdi. Kim bunun imkansız olduğunu söyleyebilirdi ki?
Cüce Krallığı’nın rünlerini incelemeye karar verdikten sonra
Ainz’in aklında bir soru belirdi.
Bu da görevi alacak kişiydi.
Oraya gönderilebilecek en iyi kişi kim olurdu?
Demiurge ve Albedo’ya fikirlerini mi sorsam ki? Hayır, öyle
yaparsam en kapasiteli savaşçımı gönderemeyebilirim.
Bu da Ainz’in kendisiydi.
Ainz böbürlenmeden söyleyebilirdi ki Nazarick'in Yüce Yeraltı
Mezarı’nda, kendisinden daha iyi bir şekilde bilinmeyen fenomenlere ve büyüye
adapte olabilen birisi yoktu. Kısaca en etkili yol bizzat Ainz’in harekete
geçmesiydi. Ancak orada cidden düşman bir oyuncu varsa, bu aynı zamanda
yapabileceği en kötü hareket olurdu.
Eğer birkaç kişi olursak, kaçarken en azından onları da
indirebilirim. Bu da ben kaçışımızı hazırlarken bana zaman kazandıracak
kişileri yanıma almam gerek demek.
Aklında canlanan ilk kişiler Kat Muhafızları idi.
Seviye 100 NPC’ler olarak, başka oyunculara karşı bile olsa zaman
kazandırabilirlerdi. Ancak, eski arkadaşlarının biricik çocukları olan bu
NPC’leri kullanması doğru muydu ki?
Ya, bir namevt teğmeni tarafından yönetilen bir yüksek seviyeli
tebaa kullansam? Hayır, özenle tasarlanmış NPC’lerin aksine onların
esneklikleri çok düşük.
Tebaaların, NPC’lerin aksine, daha kolay gözden çıkarılabilmeleri
gibi bir avantajları vardı. Fakat aynı zamanda düşünce özgürlükleri yoktu ve bu
yüzden de adapte olamamaları bir zayıflıktı.
İşin duygusal tarafını da düşününce NPC’ler en ideal seçimdi. Ainz
bu konuda deney yapmamıştı, o yüzden kendinin canlandırılıp
canlandırılamayacağından emin olamazdı. Ancak NPC’lerin canlandırabildiğine
şüphe yoktu. Shalltear’a yaptığı gibi.
Ainz tekrardan sandalyesine oturdu.
“Hmm...”
Ainz parmaklarını yüzünün önünde birleştirdi ve yapılabilecek en
iyi seçimi düşünmeye başladı.
Ancak işin sonunda bir sonuca varamadı.
Bunun sebebi aptalların ne kadar düşünürse düşünsün bir cevap
bulamaması olabilir mi?
Kendini aşağılayan bir gülümseme ile, Decrement’a bakti Ainz.
“Benim için ölmeyi göze alır mıydın?”
“Elbette, Ainz-sama. Emri verin ve hemen canımı sizin için feda
edeyim,” diye cevapladı Decrement, hiç tereddüte düşmeden.
“Diğerleri de aynı şekilde mi düşünüyor? Benim acımasız bir efendi
olduğumu düşünüyorlar mıdır?”
“Bence herkes hiç düşünmeden ölümü kabullenirdi. Kimse reddetmeyi
bile düşünmezdi bile. Biz Yüce Varlıklar tarafından yapıldık, ve var oluşumuzun
tek sebebi de Yüce Varlıklardır. Bize verdiğiniz emirleri taşımaktan başka daha
büyük bir zevk olamaz bizim için.”
“Cidden de... Ayrıca, sorma sebebim tamamen meraktandı. Sorumda
öyle derin bir anlamlar falan yoktu. Bilesin.”
Decrement eğilirken Ainz tekrar aklını toparladı.
NPC’leri kullanabilirdi.
Ainz, civarı gösteren bir harita çıkarttı.
Bu harita, Aura’nın araştırmaları ile derlenmişti. Ainz, Tob’un
Yüce Ormanı’nın içini daha detaylı gösteren başka bir harita olmadığından
emindi. Ne yazık ki haritanın ölçeğinden
tam emin değildi, bu yüzden mükemmel olduğu söylenemezdi. Ancak elinde bu varken
kaybolma ihtimali pek yoktu.
Ainz parmağını E-Rantel’in üstüne koydu ve parmağını kuzeye doğru
ilerleterek Yüce Orman’dan geçirdi. Şu ana kadar bir problem yoktu. Ormanın
büyük çoğunluğu Nazarick’in kontrolü altındaydı. Düşük zekalı yaratıkları ve canavarları
hallettikten sonra birkaç yarı insan ve heteromorf yerleşkesinin kontrolünü ele
almışlardı. Büyük bir yer altı mağarası da bulunuyordu ancak Ainz’in şu an ona
bulaşmaya niyeti yoktu. Elbette ona bir kazancı olsaydı oranın da kontrolünü
alırdı.
Parmağı, ormanın kuzey ucundaki su kabağı şeklindeki ormana gitti.
Oranın da kuzeyinde Azellisia Sıradağları bulunuyordu.
Keşfedilmemiş bir bölge.
“Bilinmeyen bir bölge demek...”
Hıh, diye düşündü Ainz ve gülümsedi.
