Overlord
Bir Zanaatkar ve Pazarlık- 7
3
Bir cüce daha geldi. Bir rün ustasıydı. Bu şehirde
kendilerine rün ustası diyen çok az kişi vardı ve o da onlardan biriydi.
Büyücü Kral, Gondo’ya bir şey vermişti ve o da tanıdığı tüm rün ustalarına
dağıtmıştı. Sonuçlar muazzamdı. Belirlenen saatten önce bile dokuz on tane rün
ustası, çoktan atölyesine yaklaşmıştı. Gerisinin de erken geleceğine şüphe
yoktu.
“Buraya!”
“Oh!
Gondo! Geliyorum!”
Yürüyen Cücelerin hepsinin yüzünde heyecanlı bir ifade
vardı.
“Pekâlâ,
şimdi anlaştığımız şeyi ver bakalım!”
Bu sözler şimdiye kadar kaç kez tekrar edilmişti? Gondo
bunu itici bulmuştu, ama bunu bir iş olarak düşünerek mantığa oturtmıştı ve
Cüceye, diğer herkese verdiği cevabın aynısını verdi:
“Büyücü
Kral’ın hepinize
bir şey söyleyecek. Ardından alacaksınız.”
“Ne?”
“Söylemiştim,
değil mii? Hani şu ufak şişeyi vermeden evvel. Majestelerinin söyleyeceği bir
şey var ve onu sonuna kadar dinleyeceksiniz, ardından da büyük şişeyi alacaksınız.”
“Ha?
Bu kulağa biraz tanıdık geliyor...”
“Pekâlâ,
eğer anladıysanız o zaman şuraya oturun.”
“Umu...
Ayrıca, ah, Gondo. O konuda...”
Gondo daha duymadan neyin geldiğini anlamıştı. Gelen
bütün ustalar aynı şeyi söylemişti.
“Majesteleri
dışında kimsede öyle bir şarap yok. Anladın mı? Öyle bir şarabın yalnızca bu
ülkede bulunabileceğini anlıyor musun?”
“Mm,
hıhı. Haklısın. O tat, ağzında tıpkı neşe gibi yayılıyor... Boğazına iniyor ve
ciğerini yakıyor...”
“Mm,
hıhı. “Pekâlâ,
eğer anladıysanız o zaman şuraya oturun.”
Gondo, tatlılar hâyâl eden demiriciyi düzgün bir yere
ittirdi.
“Hadi
ama, yapma böyle. Daha evvel tattın, değil mi? Nasıl hissettiğimi anlıyorsun,
değil mi?”
“Hiç
dokunmadım. İçmeyi pek sevmem.”
“Ah,
ne yazık! Gondo, hayatın güzelliklerini kaçırıyorsun!”
“Tamam,
tamam, hadi çabuk ol da otur artık. Şu heriflere bak, kafayı bulmuşlar, gidip
onlarla konuşmalısın.”
“Ohhh!
Gerçekten mi?!”
Aniden koşmaya başlayan heyecanlı demirci, bir anda
durdu. Ardından Gondo’ya
doğru döndü. Bir sürü demirci böyle yapmıştı.
“Baksana
Gondo.”
“Sorun
yok. Beni boş ver.”
“Gerçekten
mi? Ama...”
“Sorun
yok. Bu yüzden...”
“...Anlıyorum.
Ancak hatırlaman gereken bir şey var. Ne zaman yardıma ihtiyacın olursa yanıma
gelebilirsin.”
Bunu söyledikten sonra demirci, diğerleriyle oturmaya
gitti. Ardından neşeyle alkollü sohbete katıldı.
Gondo iç çekti, kalbi biraz ağrıyordu.
Büyücü Kral Ainz Ooal Gown, Gondo’ya bir eşya kullanarak rün
ustalarını toplaması için bir emir vermişti.
O eşya da şaraptı.
Gondo içmiyordu, ama hiçbir Cüce, leziz şarabın lezzetine
dayanamazdı. Bu yüzden damaklarını, egzotik alkolün ufak bir kısmıyla
ıslattıktan ve onlara daha sonrası için büyük bir şişenin sözünü verdikten sonra,
ustaların yarısını falan toplayabilmelilerdi. Büyücü Kral böyle yapmasını
söylemişti. Ancak—
Buradaki tüm koltukların dolması gerekiyordu.
Gondo yeniden iç çekti. Şahsen konuşacak olursa, onları
böyle ucuz numaralarla toplamak istemiyordu. Onun yerine bir zanaatkâr olarak
gururlarını alevlendirmek ve onları gaza getirmek istiyordu.
Bu daha çok Gondo’nun bencil dileğiydi.
Büyücü Kral, demircileri toplamak için en çabuk ve en
etkili yöntemi kullanmıştı. Gururlarını kullanarak onları bir araya getirmek,
şu an çok değerli olan zamanlarını boşa harcardı.
Rün ustalarının işi yaştı. Onların ve atalarının var
olduklarının kanıtlarını kaybetmişlerdi ve önlerinde olan tek şey karanlıktı.
Negatifliğe batmış hâldeyken kendilerinden umudu kesmelerine şaşılmamalıydı.
Kendilerine rün ustası diyen ve zanââtlerini yapan çok az Cüce vardı. Çoğu iş
yerlerini kapatmıştı ve yalnızca umutsuz, hayâlsiz bir hayat yaşıyoralrdı.
Onların bu hâldeki kalplerini yeniden alevlendirebilir
miydi?
Gondo Ainz’in yapacaklarını ve daha sonra yaşanacakları dört gözle
bekliyordu.
Belirlenen vakit geldiğinde, Gondo gelen cücelerin
sayısını kontrol etti. Hepsi buradaydı.
“Hazır
mı? Ainz-sama başlayıp başlayamayacağını sordu.”
Gondo’nun
yanına gelen kişi Büyücü Kral’ın
sadık hizmetkârlarından Aura’ydı.
“Oh,
Majestelerine herkesin toplandığını söyler misin?”
“Anlaşıldı~”
Kız gitti. Onun gidişini izlerken Gondo, başını yatırdı.
O kızın tam olarak ne olduğundan emin değildi. Neden o
her şeye gücü yeten namevt lordu, ona bu kadar güveniyordu? O kız, Kara
Elflerle olan dostluğunun bir kanıtı mıydı?
Gondo bu meseleye kafa yorarken, Ainz Ooal Gown, yükselen
bir platformda ileri çıktı. Yanındaki kişi, hizmetkârı olan kızdan başkası
değildi.
“Ohhhhhhh!”
“Namevt
bu!”
“Düşman
mı?!”
Cüceler kargaşa içindeydi. Bu gayet beklenilen bir şeydi.
Namevtler, yaşayan her şeyin düşmanıydı.
“Bu—”
“—Sessizlik.”
Kadın —
Shalltear Bloodfallen —
elindeki şişeyi kaldırdı.
Herkesin gözleri yaydığı kehribar rengi ışıltıyı
seçebiliyordu. Aşırı pratik zekâlı bir topluluklardı, bu yüzden dikkatleri Ainz’in namevt suratı yerine
şişeye çekildi ve hepsi sessizleşti.
“Ainz-sama,
isteğiniz nedir?”
“Hayır,
yok bir şey. Sıkı çalışman için teşekkür ederim, Shalltear. ...Pekâlâ, gelen
herkese teşekkür ederim. Herkese yetecek kadar şarap var, bu yüzden bundan
sonra, herkes giderken bir şişe alsın. O zamana dek umarım sessiz kalıp beni
dinlersiniz. Tabii ki bir namevtin sözlerini dinlemeye değer bulmuyorsanız,
burayı hemen terk edebilirsiniz. Fakat o zaman da şarap şişesini alamazsınız.”
Büyücü Kral, Cüceleri süzdü.
Varlığının her parçası — tavırlarından diksiyonuna kadar olan her şey — ezici bir gücü olduğunun
kanıtıydı. Bir de onları karşısında korkudan sindirten mağrur, krallara layık
duruşu vardı. Sanki parmaklarındaki her eklem güç doluydu.
“O
hâlde herhangi bir itiraz yoksa, konuşmaya başlayabilir miyim?”
Cüceler sessiz bir biçimde kafa salladı.
“Öncelikle
bendeniz Büyücü Kral Ainz Ooal Gown. Bu dağlık alanın güneyindeki Tob’un Yüce Ormanı bana
ait. Siz saygıdeğer rün ustalarıyla tanışmak, beni çok mutlu ediyor. Pekâlâ:
Bugün sarf edeceğim kelimeler basit bir teklif hatta bir istek olacak. Ülkeme
gelin. Siz rün ustalarını, büyülü eşya geliştirmede bir devrim başlatmak için
kullanmak istiyorum.”
Büyücü Kral’ın sözlerini duyar duymaz hayal kırıklığından ve umutsuzluktan
doğan bir acı dikeni, Gondo’nun
kalbini delmişti.
Gondo başını salladı.
Babasını ve dedesini boş verip yanındaki ustaların
yüzlerine baktı. Hepsinin yüzünde acı bir ifade vardı. Cevapları pek de
pozitifmiş gibi durmuyordu.
“Affedersiniz
fakat sormak istediğim bir soru var.”
Elini kaldıran Cüce, Gondo’ya baktı.
“Neden
zanaatimizi istiyorsunuz? Açık konuşmak gerekirse, bu, bu ülkede de ölmek üzere
olan bir sanat.”
Konuşan cüce, oradaki cücelerden daha yaşlı olanlardan
biriydi.
“Çok
basit. Sanatınızın kayıp sırlarını yeniden keşfetmenizi istiyorum.”
“Kayıp
mı?”
Rün ustalarının gözleri ona bakarken, Büyücü Kral,
cebindeki boyuttan bir kılıç yaptı.
Cücelerin hepsi şaşırıp kaldı.
Yoktan bir kılıç çıkması hepsini şaşırttı. Ayrıca kutsal
olmayan ışıkla kaplı olan iskelet kralı elinde kılıç tutarken görmek, herkes
için dehşet verici bir görüntüydü.
Ama Gonzo ve diğer herkesin şaşırmasının sebebi başka bir
şeydi.
Ainz’in
çıkardığı kılıç, olağanüstü bir kaliteye sahip kara bir kılıçtı. İnanılmaz
derecede sivriydi ve büyülü bir ışıkla parlıyordu.
“Ne
kadar... Müthiş bir kılıç...”
“İnanılmaz...
Hayatımda böyle bir şey görmedim...”
“Bu
Cüce mitolojisindeki kılıç mı?”
“Ohhh!
Bu ne güzel bir manzara...”
Büyücü Kral, kılıcı sanki Cücelere gösterirmişçesine
kaldırdı. Gondo’nun
gözleri de içgüdüsel olarak parıltıyı takip etti.
“Pekâlâ
beyler, kılıcın sapına dikkat edin.”
Gondo, Büyücü Kral’ın gösterdiği yeri takip etti ve ağladı. Diğer demirciler de
aynı şeyi yaptı.
Üstüne yontulmuş 20 tane mor rün vardı.
Ancak Gondo, kılıçtaki rünlerden birinin Büyücü Kral’ın tüneldeki
karşılaşmalarında tarif ettiğine benzediğini fark etti.
Demek öyle. Demek bu yüzden rünler hakkında çok şey
biliyordu.
O kılıcı dikkatlice inceleyerek bilgi edinmiş olmalı.
“O
hâlde sizlere bir sorum var beyler. Bu kılıçta 20 tne rün var; böyle bir şey
mümkün mü?”
Cevap hiç şüphesiz imkânsız olduğuydu. Buradaki kimse ne
kadar çok denerse denesin bunu yapamazdı. Ve bir de karşılarında sanki
yeteneksizlikleriyle dalga geçermiş gibi duran bu kılıç vardı.
Demirciler, koltuklarından kalktılar hepsinin gözleri
alev alev yanıyordu. İçlerinde içkilerden konuşurken olmayan bir tutku vardı.
Ardından kalabalık, tıpkı mezardan çıkan zombiler gibi Büyücü Kral’ın ayaklarına geldi.
“Bakmama
izin verin!”
“Lütfen!
Dokunmama izin verin!”
“Bir
şeyler öğrenebilirim! Yalvarırım!”
“Küstahlık!”
Gümüş saçlı kız, gözlerinde korkutucu bir bakışla kılıcı
gasp etmeye çalışan cüce kalabalığına baktı. Cücelerin hepsi oracıkta
donuverdiler, sanki buzdan kılıçlara oturtulmuş gibilerdi. Ardından —
“—Fazla
gürültü yapıyorsunuz. Sessiz olun.”
Gerçek bir hükümdârın karşısında olduklarına hiç şüphe
yoktu.
Aurası, pozisyonundan ötürü kendine çok güven duyan bir
liderinki gibiydi. Ancak bunun sebebi, ölüm ustalığında eşi benzerinin olmaması
da olabilirdi.
Gondo bunu, o tünelde Ainz’le tanıştığından beri biliyordu,
ama Ainz o zaman bu yanını göstermemişti. Gondo’nun korkudan ciyaklamasını
engellemek için öyle yapmış olmalıydı. Büyücü Kral’ın esas doğası bu olmalıydı.
Nasıl bir ifadeye büründüğünü göremiyordu, ama tatmin
olmuş görünüyordu. Bunun sebebi her şeyin planladığı gibi ilerliyor olması
olmalıydı.
