Overlord
Bir Zanaatkar ve Pazarlık- 8
“Bir
dakika, güzel demirciler. Lütfen laflarımı sonuna dek dinleyin. Ardından kılıca
dokunabilirsiniz. Hepiniz yerlerinize oturana dek devam etmeyeceğim ve
hiçbiriniz bu kılıcı alamayacaksınız.”
Keyifsiz — hükümdarın gücünden ötürü sinmiş hâlde — demirciler yerlerine döndüler.
“Teşekkür
ederim. O hâlde kaldığım yerden devam edeceğim. Sorum hâlâ geçerli — üstüne 20 rün oyulmuş
bir kılıç yapmak, sizin yetenekleriniz dahilinde mi?”
Herkes en yaşlı ve deneyimli demircilere baktı. Kafasını
aciz bir şekilde salladı ve yanıtladı:
“Değil.
En fazla altı tane oyulduğunu duydum.”
Bir soru sağanağı patladı.
“Ne?” Altı mı? Ben en fazla
beş duydum!”
“Demek
öyle. Çok azı bunu biliyordu, ama 200 yıl önce, kralın oyduğu çekiçte, altı
tane rün oyuluydu. Rün ustalığı sanatının gizli hazinesi işte buydu.”
Gondo, dedesini hatırladı.
İki yüz evvel, silah dövmede deneyimli olan bir adamın
yüzünü düşündü.
“Ohhhh!
Dünyayı sarsabilecek savaş çekici mi o? Onunla ilgili bir şarkı duymuştum
sanki...”
“Doğru.
O zamanın deha ve mucize olarak takdir edilen rün ustaları bile, üstünde 20
tane rün olan bir silah üretemezlerdi...”
“Demek
öyle. O hâlde bu kayıp tekniklerle yapılmış bir silah olmalı.”
“Ha?” Siz de mi bilmiyorsunuz
Majesteleri?”
“Bu
kılıcın nasıl yapıldığından emin değilim. Dürüst olmam gerekirse benim malım
bile değil. Ve yaratıcıları artık bu dünyada değil.”
“Yani...
Daha fazla değerli teknik kayıp mı oldu?”
Demircilerin yüzünü acı kapladı. Gondo da öyle hissetti.
“Bu
yüzden—”
Herkes Büyücü Kral’ın sözlerine açtı kulağını.
“Bu
yüzden, o teknikleri diriltmek istiyorum. Bu yüzden gücünüze ihtiyacım var.
Sizden ne pahasına olursa olsun bu kılıç gibi bir şey yapmanızı istiyorum.”
Ortama sessizlik çöktü.
Bunu söylemek gereksizdi, fakat sebebi demircilerin
hepsinin bunun ne kadar imkânsız bir görev olduğunun farkında olmasıydı.
Şu anki en yetenekli demirciler bile, tek seferde en
fazla dört rün oyabilirlerdi. Büyücü Kral’sa bunun beş katını istiyordu. Ancak hiçbiri “imkânsız”olduğunu söylemedi. Hepsinin zanaatkar olarak bir gururu vardı ve
geçmişteki bir zanaatkârın ustalık eserini gördükten sonra bunun mümkün
olduğunu reddedemezlerdi.
Gondo bunun o zamanın demircileriyle şimdiki demirciler
arasında bir karşılaşma olduğunu düşündü.
“Bunu
yapmak istiyorum.”
Biri bu sözleri fısıldadı.
Kısa süre sonra, o ses artık yalnız değildi.
“Ben
de.”
“Denemek
istiyorum.”
“Mm,
dünyaya gerçek bir efsanenin nasıl göründüğünü göstermek istiyorum.”
“Hayır,
efsane olarak övülecek olan benim.”
“Bu
nasıl bir saçmalık. O ağır yükü sırtlayacak olan ben olacağım.”
Havada alkış sesleri yükseldi. Bunun sebebi, sahnedeki
Büyücü Kral’dı.
Her ne kadar kemikli elleriyle bunu nasıl yaptığını anlamasalar da, büyü
kullanıcıları için her şey mümkündü.
“Büyüleyici.
Ancak bunu kendi başınıza yapabilir misiniz? Sesinizi yükseltip bir efsane
olmak için zorluklarla yüzleşebilir misiniz? Bu mümkün olabilir. Mümkün
olmayabilir de. Bu yüzden sizden ülkeme gelmenizi ve hayatlarınızı yeni
teknikler yaratmaya adamanızı istiyorum.”
Ortama bir kez daha sessizlik çöktü.
Gondo, hislerinin gayet farkındaydı.
Büyücü Kral’ın — yaptıkları
sanatın Cüce ulusunda resmen ölü olduğunun farkında olan bu kişilere — yaptığı teklif,
parlayan bir fırsat sunmaktı.
Hayatlarını bu karşılaşma için ortaya koymamalılar mıydı?
“O
hâlde bu kılıcı size emanet ediyorum.”
Büyücü Kral sahneden indi, kabzayı ihtiyar demircilerden
birine sundu. Belki tesadüftü, belki de önceden araştırmıştı, ama kabzayı
sunduğu kişi, Gondo’nun
merhum babasından sonraki en dahi kişi olarak görülen biriydi ve rün ustaları
arasında daha önemliydi.
Ona uzanmadı.
Böyle yüce bir kılıç sunulduğunda kafasının karışması
gayet doğaldı.
“B-Bunda
sorun yok mu? — hayatım
boyunca bir daha asla göremeyeceğim bir kılıcı bana vermenizde bir sorun yok
mu?”
“Şu
an sizler şarap tarafından cezbedilmiş Cüceler değil, bir zorluğa göğüs gerecek
rün ustalarısınız. Buna güvenebilirim. Ayrıca bir süreliğine şehri terk
edeceğim. Bu yüzden bunu size yalnızca ödünç veriyorum.”
Cüce kendini doğrulttu.
“...Demek
öyle. O hâlde lütfen ödünç almama izin verin Majesteleri.”
İçtenlikle eğildi ve kılıcı büyük bir saygıyla aldı.
“Yine
de rün ustalığının tekniklerini pek anlamadığımı söylemem gerek. Kılıca rün
oyduktan sonra onu büyüyle geliştirmek mümkün mü?”
“O
işler öyle yürümüyor Majesteleri. Rünler, manayla dolu karakterlerdir. Bu
yüzden oyulmuş rünler ve büyüler birbirlerini iterler. Eğer güçlü bir büyücü,
büyü yapmayı denerse, rünler bozulur.”
“Demek
öyle...”
“Feoh
Gēr’i terk
edeceğinizi söylemiştiniz, nereye gideceksiniz?”
“Ah,
eski Kraliyet Başkentinize gideceğim.”
Cücelerin hepsi inledi.
“O
mahvolmuş—” “Öyle
tehlikeli bir yere mi—” “Quagoa’nın hâlâ hükmettiği
yere mi” tarzı
şeyler dediklerini duyabiliyordu.
Gondo bu kadarını biliyordu, ama aralarında görmezden
gelemeyeceği bir mesaj vardı.
“Buradan
oraya gitmeyi bekleyenleri üç tane sınavın beklediğini söylüyorlar. Bir sorun
olmaz mı?”
“Üç
afetin geçilmesinin imkânsız olduğu söylenir. İlkini geçseniz bile... Ölüm
Labirenti geçilmezdir.”
Bütün konuşanlar yaşlı Cücelerdi. İhtiyar ve tecrübeli
olanların Gondo’nun
bile bilmediği şeyler bilmesi gayet doğaldı. Bu konuyu onlara sorup Büyücü Kral’a bilgi vermek en iyisi
olur.
Kendini doğrultan rün ustası, Büyücü Kral’a tavsiye verdi.
“Majesteleri,
orası devasa Ejderin yuvası olmalı. Oranın lordu Ayaz Ejderlerden, Beyaz Ejder
Lordu, orada olabilir. Feoh Tiwaz’ın yok edilme sebebi oydu. Majestelerinin büyük bir güce sahip
olduğunu biliyorum, ancak şahsi kanaatimce Ejder Lordu da eşit derecede güçlü.
Umarım kendinize iyi bakarsınız.”
“Bir
Ejder demek. Kesinlikle çok ilginç bir rakip. O hâlde ona çok dikkat edeceğim
ve itinayla yaklaşacağım.”
Ardından birkaç tane daha basit soru soruldu ve toplantı
bitti. Bunun sebebi herkesin toplantı ne kadar çabuk biterse, Büyücü Kral’ın başkentlerini o
kadar çabuk alacağını bilmesiydi. Buna engel olmayı göze alamazlar diye düşündü
Gondo.
Belki de aldıkları kılıcı incelemek içindi.
Gondo, hangi cevabın doğru olduğunu bilmiyordu, ama Cüce
zanaatkârların gözlerindeki aleve bakılırsa, cevap muhtemelen sonuncusuydu.
***
Ainz’in
içinde “Yihhuu!” diye bağırma isteği
vardı.
Sunumunu bitirdiği andan beri böyle hissediyordu. Suzuki
Satoru olduğu zamankinden farklı değildi. Başarılı da olsa başarısız da olsa,
her zaman bir özgürlük ve rahatlama hissiyle ağlamak istiyordu.
“Bu
müthişti, Ainz-sama! Kalabalığı cidden gaza getirdiniz!”
“Bu
gerçekten inanılmazdı. Nazarick’te bunu yapabilecek tek kişi sizsiniz, Ainz-sama!”
Ainz, Aura ve Shalltear onu överken utanarak “Ah, hayır ya~” demek istiyordu. Eğer
Demiurge veya Albedo olsalardı, acaba onunla dalga geçiyorlar mı diye
bakabilirdi. Ama söz konusu Aura ve Shalltear olunca, onların sözünün
samimiyetine güvenebilirdi. Belki eğer Suzuki Satoru olsaydı, “Pestilim çıktı resmen, bir şeyler
içmek ister misiniz?” diyebilirdi
ve bir otomata doğru gidebilirlerdi, ama Nazarick’i ve Büyü Krallığı’nı yöneten adam böyle
şeyler diyemezdi.
“—Hımm,
şey, önemli bir şey değildi. Demiurge veya Albedo’nun daha iyi bir iş
çıkarabileceğine eminim.”
“Hiç
de bile!”
“Aynen,
yynen! O ikisi o Cücelerle o kadar iyi oynayamazdı!”
Ainz hiç öyle hissetmiyordu, fakat durumun bu kadar iyi
gelişmesini beklemiyordu. Ardından bunun iyi bir şey olup olmadığına dair
korkutucu bir suçluluk hissi onu sarmaya başladı.
Cücelere gösterdiği eşya tabii ki bir YGGDRASIL
eşyasıydı.
YGGDRASIL’de rün sistemi yoktu. Oyunun verilerinde olabilirlerdi, ama
sonuna dek kimse tarafından keşfedilmemişlerdi. Bu yüzden o kılıca oyulan
rünler yalnızca dekorasyon amaçlıydı.
En başta o kılıcı görünce ilgilerini çekebileceğini
düşünmüştü. Ama eğer içten tepkilerinden ötürü şaşıp kalmıştı hatta onlardan
öyle bir kılıç yapmalarını istediği için pişmanlık duyuyordu.
Ancak Ainz bu histen kurtuldu.
Nazarick’in Büyük Yer Altı Mezarlığı’nı güçlendirmesi gerekiyordu. Gelecekte karşısında Dünya
seviyesi eşyası olan bir düşman çıkabileceğinden ve onunla savaşabilecek gizli
oyuncular olabileceğinden, dövüş gücünü artırması gerekiyordu.
Ainz, Shalltear’a baktı.
O, utançtan kızarıyormuş gibi görünen bir Vampir kızdı.
Aslında bu da düşününce oldukça şaşırtıcıydı. O, Peroroncino’nun geride bıraktığı bir tohumdu.
En başta öldürmekten başka bir seçeneği olmayan bir NPC’di.
His bastırma, sonrasında gelen nefreti iptal etmişti, ama
yine de unutamıyordu. Onu böyle yüce bir varlık hâline getiren Dünya Seviyesi
Eşyanın sahibinin gölgesini unutamazdı.
Hedefine ulaşmak için, insanları yalanlarıyla perişan
hâle getirmek umursanmaya bile değmezdi. Bu dünyadaki en önemli şey Nazarick’in sakinleriydi. Diğer
bütün canlılar onlardan iki veya üç basamak aşağıdaydı.
Tüm canların eşit olduğu, deli zırvasından başka bir şey
değildi.
Eğer hayat eşit olsaydı, insanlara işkence eden birini
bir elektrikli sandalyeye ve bu eşitlik zırvalarından bahseden kişiyi de başka
bir sandalyeye oturtmak, ardından kimin ölmesi gerektiğine karar vermesini
isterdi. Kaderlerini bir zara emanet edebileceğini söyleyenler, gerçekten
inananlardı.
Ancak Ainz, ilk sıradaki kişiyi iki kez düşünmeden
gebertirdi. Çünkü Ainz canların eşit olmadığını biliyordu. Nazarick içindeki
NPClerin hayatlarıyla, dışındaki insanların hayatlarını kıyaslamıyordu bile.
“İşte
Ainz-sama!”
“Haklısınız!”
Daha düşüncelerini tamamlayamadan, Aura ve Shalltear’ın övgüleri kalbini
delip geçti. Ne olursa olsun—
“Oynandıklarını” söylemeyin. Onlara
yalnızca gerçekleri söyledim.”
Bunları arkasında olması gereken Gondo için söylemişti.
Ancak arkadan bir cevap gelmeyince, şaşırmış Ainz
arkasını döndü.
Gondo, Ainz’i göndermeye hazırlanıyordu.
“...Ne
oldu Gondo?”
Ona seslenilince Gondo, elini kaldırdı.
“...Majesteleri.
Onlara bu konuşmayı yaptığınıza göre bunu, Konseyin rün ustalarını göndermeyi
kabul ettiği şeklinde yorumlayabilir miyim?”
“Kesinlikle.
Rün ustalarına köle gibi davranmadığımızı doğrulamak için bir de müfettiş ekibi
göndereceklerini söylediler, ama sonuç olarak kabul ettiler.”
“Demek
öyle... Yani o yüce insanlar artık rün ustalarına ihtiyaç olmadığını mı
düşünüyorlar?”
Gondo’nun
yanaklarından yaşlar süzüldü.
Ainz şaşırmıştı, çocuk olmayan bir erkeğin ağlaması çok
nadir bir şeydi.
O gözyaşları, o çok sevdiği ve gurur duyduğu sanatın,
ülkesi tarafından değersiz görülüp terk edilmesinden ötürü akıyor olmalıydı.
Ama gerçekten öyle oldu diye düşündü Ainz. Cüce ulusunun
durumuna bakılırsa, onlar için onlara destek yollamayı teklif eden bir ülkenin
isteğini reddetmek zordu.
Çoğunluğun ihtiyacı, azınlığınkinden önemlidir. Ulusların
gerçeği buydu.
Ainz, Nazarick’tekiler için yüz milyonlarca kişiyi gebertirdi.
Ancak bunları Gondo’ya söylemesine gerek yoktu.
“Kesinlikle
Gondo. Bu ülke rün ustalarını elden çıkarılabilir görüyor. Onlardan bunu
istediğimde, bana hiç direnmeden verdiler.”
Gondo ve ondan bunu duyabilecek rün ustalarının,
ülkelerini bir nebze terk etmelerini gerekiyordu. Kişinin doğduğu ulusu terk
etmesi çok zordu, ama yine de Büyü Krallığı’na kendilerini tamamen adamaları için gerekli bir adımdı.
Ainz, Gondo’nun omzunu nazikçe okşadı.
“Ancak
aynısı benim için geçerli değil. Ben rün ustalarının potansiyelini görüyorum.”
Gondo’nun
hayalleri gerçek olamayacak olsa bile, bu yetenekli insanları alıp,
araştırmalarını rünik silahlara sahip düşmanlara karşı önlem almak için
kullanabilirdi.
Bilgi güçtü.
“...Kendi
ülken tarafından gözden çıkarılmış olsan bile, başka biri sana ihtiyaç duyduğu
sürece işin bitmemiştir, değil mi?”
Ainz, Gondo’nun omzunu birkaç kez okşadı. Gondo yüzünü sildi.
“...Çok
teşekkür ederim Majesteleri. Lütfen tüm gücümle beklentilerinizi karşılamama
izin verin.”
“Umu,
umu. Bunu dört gözle bekliyorum.”
Ainz gülümsedi — her ne kadar yüzü kımıldamamış olsa da — sanki “Sana güveniyorum” der gibiydi.
Ardından Ainz yine düşüncelere daldı.
Eğer Cüce Başkenti hakkında bir şeyler öğrenebilirse iyi
olurdu. Muhtemelen daha fazla bilgi edinmek için Gondo’ya ayak işi yaptırması
gerekecekti. Ardından başkumandanla konuşması.
YGGDRASIL’deki Ejderler sonsuza dek yaşayabilirdi. Akla hayale sığmaz
güçleri olan varlıklar olmaları hiç de tuhaf olmazdı. Demek beni bekleyen bir
Ayaz Ejderi var...
Aniden anılarından genç bir adamın — hayır, genç bir kadının yüzü
belirdi.
“Şimdi
aklıma geldi de, bana onlar hakkında daha fazla şey öğrenmem için yardım etmek
istemişti... Ne kadar yazık.”

