Beyazın Karanlığı
Düşmanını seçmek
Kama, dün gece rüyasında gördükleri hakkında Boğaç’a tek
kelime dahi etmemişti. Boğaç ise bir şeylerin olduğunu anlamış fakat üzerine
gitmemişti ki Kama da bundan oldukça memnundu.
Aklı hala Rene’nin karşılaştığı insanlardaydı. Rene onları
öldürmüş müydü, yoksa söz verdiği gibi onlara dokunmayarak kaçmış mıydı? Kama
bunu hala öğrenememişti.
Evet, Rene ile bir şekilde konuşabiliyor ve -kendisi bunu
nasıl yapabildiğini anlamasa da- hissettiği bütün şeylerin aynısını
hissedebiliyordu. Ama bunların yalnızca Rene ona izin verdiğinde
gerçekleştiğini anlaması çok sürmemişti. Aynısı Kama için de geçerliydi.
İsterse düşüncelerini Rene’ye kapayabiliyordu. Bunu nasıl yaptığını tam olarak
kendisi de bilmiyordu. Elini ya da ağzını nasıl kullanacağını bildiği gibi bunu
da içgüdüsel olarak yapabiliyordu.
Son uykusunda zihnindeki adamla -ki kendisine Gündüzün ilk
taşıyıcısı diyordu- tekrardan karşılaşmasa da çok kötü kâbuslar görmüştü. Bir
gecede birden fazla kez. Uyandığı her seferde terlemiş ve yorgun hissediyordu.
Sanki içinde çok büyük bir savaş oluyordu da, Kama buna müdahale edemiyordu.
Boğaç’ın “Bir gelişme var mı?” diye sorması, zihnine tekrar
girmek için topladığı bütün dikkati dağıtmıştı.
“Çık dışarı!” diye bağırdı Kama öfkeyle. Bedeninde
sebepsizce dolaşan olumsuz duyguları hissediyordu.
Boğaç ise bu ani çıkışı karşısında gözlerini şaşkınlıkla
kırpıştırmakla yetindi. Sanki Kama’nın dediğini yapmakla yapmamak arasında
karar vermeye çalışıyor gibiydi.
“Afedersin.” dedi Kama sonra. “Nedenini bilmiyorum ama garip
bir şekilde öfkeli hissediyorum.”
“Bilirsin, dertler paylaştıkça azalır.” dedi Boğaç. Kama
onun aç bakışlarındaki merak duygusunu gayet net bir şekilde görebiliyordu.
Sanki bütün Dünya’yı bir kütüphane gibi görüyordu. Buna Kama da dahildi.
“Bilmiyorum... Bazı şeyleri kendim için açıklığa kavuşturmam
gerek.” dedi Kama. “Ama söz veriyorum, sonra öğrendiğim her şeyi sana
anlatacağım.”
Boğaç pek kırılmış gibi görünmüyordu. Belki de yalnızca
edineceği yeni bilgilerin beklentisi onun -Kama’nın ona bağırması yüzünden
duyduğu- kırgınlığını baskılıyordu. Sonunda omuz silkerek kamarada Kama’yı
yalnız başına bıraktı.
Kama da adamla tekrar konuşabilmek için akşama kadar
uğraştı. Sonuçta eline hiçbir şey geçmedi.
Sonra aniden, tıpkı geçen sefer olduğu gibi bedenine
kuvvetle hücum eden uyuma isteğini hissetti...
X X X X X X
Kama buraya geleceğini uyumadan önce anlamıştı. Fakat ilk
taşıyıcının bu değişimi kelimenin tam manası ile şok ediciydi.
Önceden sırtında saf bir beyaz tonuna sahip olan ve hafifçe
parlayan bir çift kanadı vardı. Şimdi ise bunlardan birinin tamamı, diğerinin
ise büyük bir bölümü kopmuştu. Paramparça olmuş beyaz giysilerinin ardından,
kanatları ile aynı tonda parıldayan açıklıklar görünüyordu.
Kama bunları yalnızca açıklık olarak nitelendirebilirdi. Bir
bıçak ya da kılıçla açılmış olabilecek kadar pürüzsüz, ama bir kılıcın sebep
olabileceğinden çok daha zikzaklı kesiklerden bir damla bile kan akmıyor,
yalnızca hafif mavi bir pırıltı yayıyorlardı. Sanki o kısımlar önceden var
olmamış gibi, tamamen silinmişe benziyorlardı. Bunu yapan her kim -ya da ne-
ise oldukça ince bir iş çıkarmıştı.
Sadece bu da değil. Eskiden bembeyaz ve pürüzsüz olan zemin,
simsiyah bir sıvıyla kaplıydı ve şiddetli bir deprem olmuş gibi yer yer
parçalanmıştı.
Kama ilk başta konuşmadı. Konuşamadı. Aklındaki onlarca söz
arasından tek bir tanesini seçmekte zorlanıyordu. Bir süre daha bakışmaya devam
ettikten sonra ağzından çıkan tek şey “Burada ne oldu böyle?” olmuştu.
Bu gülünç denecek kadar saçma bir soruya adam oldukça ciddi
bir şekilde cevap verdi “Bu hiçbir şey. Sen bide Rene’yle savaştığımız zaman
olanları görecektin. Dağlar yerinden oynar, fırtınalar kopardı.”
“Onları görmüştüm.” dedi Kama. “Rene’yle savaştığın anıları.
Ama buradaki… Bambaşka bir şey.” Belki de ilk taşıyıcı, burada ne olduğunu
Kama’nın bilmesini istemiyordu. “Tekrar soruyorum. Burada ne oldu?”
Adam elini umursamazca salladı. “Yalnızca Dünya üzerindeki
bütün yaşamı yok edebilecek kadar güçlü ve kötücül bir şeyi durdurmakla
meşguldüm o kadar. Bu sırada etrafı biraz dağıtmış olabilirim.” Ses tonundan
bunun komik olmaktan çok uzak bir espri olduğu anlaşılıyordu.
“Şey... Yardım edebileceğim herhangi bir şey var mı?” diye
sordu Kama yaralarını kastederek.
“Beni merak etme.” diye cevapladı ilk taşıyıcı. “Olduğundan
çok daha kötü görünüyor.”
Kama bir yandan adamın vereceği cevaptan korkarken, bir
yandan da öğrenmek istiyordu. “Bunu sana o mu yaptı?”
“O?” diye sordu ilk taşıyıcı.
“O işte.” dedi Kama işaret etmek için dönerken. Fakat
aradığı beyaz kapılardan eser yoktu.
Adam aniden farkına varmışçasına “Ondan bahsediyorsun.”
dedi. “Ama onun bir adı var... Güneş...”
“Güneş mi? Dünya üzerindeki yaşamı yok etmek isteyen bir şey
için, Dünya’ya yaşam veren yıldızın adı oldukça ironik bir isim.” Güneş’in bunu
nasıl yaptığını -ya da onun bir yıldız olduğunu nereden bildiğini- tam olarak
bilmiyordu lakin beyninde böyle minik bilgi kırıntıları vardı. Benzer şekilde
Ay’ın gelgitler üzerindeki etkisini ve bitkilerin, etraflarındaki havayı
temizlediğini de biliyordu. Bütün bu bilgiler muhtemelen ilk taşıyıcıya aitti.
“Bence oldukça yerinde bir isim.” dedi ilk taşıyıcı yarısı
kopuk kanadını hafifçe oynatarak. “Güneş sana uzaktan oldukça güzel
görünebilir. Ama güzelliğine aldanıp da ona yaklaşmaya çalışanları küle
çevirir. ”
Madem konu isimlere gelmişti. Kama’nın bunu sormasının tam
zamanıydı. “İlk karşılaştığımızda bana yalan söyledin.” Adam şaşkınlıkla tek
kaşını kaldırdı. “Bana bir isminin olmadığını söylemiştin. Ama en azından bir
tane var.”
“Sana yalan söylemedim. Benim bir ismim yok.” dedi
karşısındaki adam.
“Sen gündüzün taşıyıcısı değil misin?” diye sordu Kama.
“Hayır. Sen gündüzün taşıyıcısısın.” Adam sanki hayati bir
bilgiyi öğretmeye çalışırcasına her kelimeyi özenle söyledi. “ Önceden benim
sahip olduğum bütün isimler artık senin... Bunu sakın unutma. Anladın mı?”
Adamın yüzündeki ifade o kadar ciddiydi ki Kama’nın ağzından
kısık bir “Evet.” den başka bir şey çıkmadı.
İlk taşıyıcı tatmin olmuş bir şekilde başını salladı. “Tamam
o zaman.”
X X X X X X
Kama aniden “Bir isminin olup olmaması o kadar da önemli
mi?” diye sordu.
“Kadim dilde kelimelerin içinde güç saklı olduğu gibi,
isimler de bu güçleri yönetir. Bir şeyin ismini ne kadar iyi tanırsan o şeyi de
o kadar iyi tanıyorsun demektir. Bir şeyi ne kadar iyi tanırsan da onun
üzerinde o kadar gücün olur.” Bir an duraksadıktan sonra devam etti. “Alex de
Rene’nin üzerinde böyle bir güç kullanmıştı, hatırladın mı?”
“Ama Alex Rene’nin gücünü bağladığında onu tanımıyordu ki.”
dedi Kama.
“Rene onun anılarına bakarken, Alex de Rene’nin anılarına
bakabilme şansı buldu. Bu, birbirlerini tanımaları için önayak olmuş olabilir
belki de.” dedi ilk taşıyıcı. Kama’nın yüz hatlarının bir anlığına kıskançlıkla
gölgelendiğini zannetti... Ya da öfke ile. Bir an sonra ise yine, sakin haline
geri dönmüştü. “Hemen kızma öyle.” dedi Kama’yı sakinleştirmeyi umarak.
“Kızmıyorum ki. Hem neden kızayım.” dedi Kama aceleyle.
“Ben yalnızca seni uyarıyordum. Bu gibi olumsuz duygular,
Güneş’in zihnini ele geçirmesi için ideal bir ortam hazırlar.” Kama’yı bu
konuda fazla korkutmak istemiyordu ama ilerde dikkatli olması gereken şeyleri
bilmesi lazımdı. İlk taşıyıcı gittiğinde, Güneş ile yalnız başına savaşmak
zorunda kalacaktı.
“Beni buraya getirmekteki amacın neydi?” diye sordu Kama
birden. “Muhabbet etmek için değil sanırım.”
Bütün gün boyunca Kama buraya gelmeye çalışmış, fakat İlk
taşıyıcı bunu engellemişti. Çünkü buraya gelir ve Güneş’in gerçek formunu
görürse bunu aklından kolay kolay atamayacaktı. Üstelik Güneş, Kama’yı ele
geçirmeye çalışabilirdi. Kama ise onunla zihinsel bir savaşa girmeye daha hazır
değildi.
‘Hazır olduğunu nereden anlayacağım ki?’ diye düşündü İlk
taşıyıcı. Kama bir gün kaçınılmaz bir şekilde Güneş ile karşılaşacak ve onunla
savaşacaktı. İlk taşıyıcı’nın yaptıkları yalnızca bunu ertelemeye yönelikti.
İlk taşıyıcı düşüncelerinden sıyrıldığında Kama’nın hala bir
cevap beklediğini fark etti. “Bilmiyorum... Belki de bilgi alışverişine
kaldığımız yerden devam ederiz, diye düşünmüştüm.” dedi sonunda.
Kama gözlerini hafifçe kısarak “Gerçek amacını sormuştum.”
dedi.
İlk taşıyıcı, Kama’nın bunu nasıl fark ettiğini
anlayamıyordu. Yalan söylerken mimiklerinin normalden farklı bir şekilde
hareket etmemesine dikkat etmiş, az da olsa mantıklı bir açıklama bulmuş, hatta
ve hatta yalan söylerken göz bebeklerinin gereğinden fazla büyümemesini
sağlamak için bedenini manipüle etmişti. Dışarıya hiçbir fiziksel belirti
vermemişti. Bütün bunlarla birlikte Kama nasıl oluyordu da yalan söylediğini
anlayabiliyordu?
“Madem cevap vermek istemiyorsun, o zaman ben gidiyorum.”
dedi Kama.
Buraya ilk geldiğinde İlk taşıyıcı ona yolunu bulması için
yardım etmiş, hatta Güneş onu ele geçirmeye çalıştığında onu geri göndermişti.
Kama’nın kendi kendine buradan çıkması neredeyse imkânsızdı... Birisinin, kendi
zihni içerisinde böyle bir dünya oluşturması ve buraya girebilmesi üstün bir
zihinsel çalışma gerektirirdi ki Kama böyle bir çalışma yapmamıştı. Bunun
anlamı İlk taşıyıcı izin vermeden buradan çıkamazdı. Blöf yapıyordu.
Lakin Kama gidecekmiş gibi geri döndüğünde İlk taşıyıcı
anlık bir şüpheye düştü.
İlk taşıyıcı neredeyse hayatı boyunca bu tarz zihinsel
çalışmalar yapmıştı. Şu an için Kama ile aynı zihni kullanıyorlardı... Belki de
Kama’nın böyle bir çalışma yapmasına hiç gerek yoktu. Bütün işi onun yerine İlk
taşıyıcı çoktan yapmış, zihnini güçlendirmiş olabilirdi.
X X X X X X
“Bekle.” diye bağırdı İlk taşıyıcı aniden. “Tamam...
Söyleyeceğim. Ama önce bir söz vermen gerekiyor.”
“Söz mü?” diye sordu Kama. Rene’yle yaptığı antlaşma ve
aralarındaki bağın üzerine bir de bu söz? Kesinlikle Kama’yı kısıtlayacak bir
şeyler içerecekti. Veya çok daha kötüsü...
“Evet söz.” diye yanıtladı adam. “Yalnızca bir ya da iki
saat daha burada kalmanı istiyorum.”
‘Bu garip istek de nesi?’ diye düşündü Kama. Lakin birkaç
saniyelik bir beyin fırtınasının ardından bu isteğin tek bir anlama
gelebileceğini fark etti. Dışarıda bir şeyler olacaktı ve İlk taşıyıcı Kama’nın
buna karışmasını istemiyordu.
“Eee? Ne diyorsun?” diye sordu İlk taşıyıcı.
Dışarı çıkması gerekiyordu!
Kama’nın bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu ama ilk
taşıyıcı bunu bilmiyordu. En azından elini sonuna kadar zorlayabilirdi. “Burada
kalırım ama benim de bir şartım var.”
İlk taşıyıcının kaşları şaşkınlıkla kalktı.
“Bana büyü yapmayı öğreteceksin.” İlk taşıyıcı’nın büyü
yapabildiğinden adı kadar emindi. Gerçi kendi adı bile tam olarak kesinleşmemiş
bir konuydu ama...
“Bunu yapamam.” dedi İlk taşıyıcı birden.
“O zaman ben gidiyorum.” diye karşılık verdi Kama.
“Hayır, yanlış anladın. Öğretmem demedim, öğretemem.”
“Ne yani, gücünle o kadar övündükten sonra büyü yapmayı bile
bilmediğini mi söyleyeceksin?”
İlk taşıyıcı kızgınlıkla “Tabiki büyü yapmayı biliyorum.”
dedi. “Sorun şu ki, şu anda senin zihninin içerisindeyiz ve burayı yöneten kişi
de sensin. Ufak tefek dokunuşlar hariç seni ele geçirmeden müdahalede bulunamam
ki bunu yaparsam da sana büyü yapmayı öğretmemin hiçbir mantığı kalmaz. Çünkü
senin anıların benimkilerin içinde boğulur.”
“Benim anılarım ne olur?” Kama’nın kafası tekrar karışmıştı.
Birisinin anıları boğulabilir miydi ki? Boğulmaktan kastı tam olarak neydi ki
burada?
“Sen beni dinlemiyor musun? Biz başta tek bir varlıktan
oluştuysak, şu anda neden ayrıyız bunu anlayamadın mı?”
Kama kafasını olumsuzca salladı.
“Çünkü Güneş’e karşı sürekli bir savaş veriyorum. Çünkü
bedenin ve aklın üzerindeki gücümden feragat ederek zihinlerimizin birleşmesini
önlüyorum. Çünkü bunu yapmazsam ikimizin de hatıraları birleşir, senin birkaç
yıllık anıların, benim birkaç milyar yıldan oluşan anılarımın baskısı altında
ezilir ve sen yok olursun... Tamamen. Geri dönüşü olmaksızın.” İlk taşıyıcı
birkaç saniye derince nefes aldıktan sonra bakışlarını doğrudan Kama’nın
gözlerinin içine dikti. Öfkeli gibi durmuyordu lakin Kama, üzerindeki zihinsel
baskıyı hissedebiliyordu. Bu baskı büyü kaynaklı değildi, telepati veya
düşüncesel herhangi bir yolla da değildi. Bu baskı güçlü bir kişiliğin, bir
kralın, bir katilin ve bir kahramanın önünde durmaktan kaynaklanan baskıydı; ve
belli ki bu baskı Kama’nın iradesinin her zerresini ezmeye kararlıydı. “Şimdi
anladın mı neden öğretemeyeceğimi.”
Kama hızla kafasını salladı.
“Güzel. Eğer gerçekten anladıysan sorun yok.” dedi İlk
taşıyıcı gülümseyerek. “Neden buradan ayrılmaman gerektiğine gelecek olursak.
Rene’nin bir şekilde buraya gelmeye çalışacağını düşünüyorum. Ama bunun için
senin uyuyor olman veya en azından uyuyor gibi gözükmen gerekiyor.”
“Neden? Geçen sefer ben onun zihnine girmiştim ve ikimiz de
uyanıktık.” Gerçi Rene’nin zihnine girdiği sırada gerçek hayattaki bedenine ne
olduğundan tam olarak emin değildi. Yine de o zaman içinde olduğu durumu uyku
olarak tanımlamak pek doğru olmazdı.
“Çünkü sen uyanık olursan Rene buraya gelmez.”
“Benim uyanık olup, olmamam neyi değiştiriyor ki?” diye
sordu Kama.
“Rene, sana anlattığım şeyleri bildiğini bilmiyor. Yani
senin hala ondan nefret ettiğini düşünüyor. Bir taşıyıcı olduğunu sen
biliyorsun, ama o bunu bildiğini bilmiyor. Bu yüzden yapabilirse gece gizlice
yanına gelecek ve sen uyuyorken girmeye çalışacak. En azından benim tahminlerim
bu yönde.
Eğer buraya gelirse çift taraflı bir bilgi alış verişi
gerçekleştirmeyi düşünüyorum. Uzun zamandır uyuyordum ve eminim ki bu süre
içerisinde bir şeyler değişmiştir. Yeni bilgiler yeni anılar demektir. Yeni
anılarsa...”
“Daha fazla güç demektir.” Diye ilk taşının sözünü tamamladı
Kama.
“Güç demektir.” diye tekrarladı İlk taşıyıcı hafif bir
tebessümle. “Hızlı öğreniyorsun.”
Kama, İlk taşıyıcının Rene ile neden buluşmak istediğini
anlamıştı lakin ortada bir sorun vardı. Bu ikili Kama’dan gizli bir şekilde,
Kama’nın istemsizce dahil olabileceği bir plan yapabilirdi. Böyle bir şeyin
olmayacağını garanti altına almak için Kama’nın tek bir şeye ihtiyacı vardı.
“Eğer sorun değilse Rene’yle yapacağın konuşmayı ben de dinleyebilir miyim?”
“Neden olmasın?” diye karşılık verdi İlk taşıyıcı. “Böylece
aynı zamanda iki katı güç kazanabiliriz.”
‘Güç kazanmaya neden bu kadar meraklı ki?’ diye düşündü Kama
istemsizce. Cevabını çok sonra öğreneceği bu soruyu şu anda üstelemenin bir
anlamı olmadığını fark ettiğinde Rene’nin gelmesini beklemeye başladı.
X X X X X X
Rene’nin gemiyi bulması, adadan ayrıldıktan itibaren
yalnızca iki saatini almıştı. Buna karşın gemiyi bulduğu anda inmek yerine
ejderha biçiminde uzaktan takip etmişti. Kama’nın uyuduğunu hissettiğinde ise
kanatlı bir insana benzeyen ırkın biçimine büründü. Gündüzün taşıyıcısı ile
yaptığı büyük savaşta onları durdurmaya çalışan tek ırk bu olmuştu.
Ejderhalarla neredeyse eşit güce sahip olan bu ırkı insanlardan ayıran tek
özellikleri, dişilerinde bellerinin hemen üzerinden, erkeklerinde ise iki kürek
kemiğinin arasından çıkan devasa kanatlarıydı. Diğer bütün ırkların büyü
güçleri bedenlerindeyken durağan halde olmasına karşın, bu ırkın bedenindeki
enerji tamamen hareketliydi. Bu sayede insanlardan ve şeytanlardan, hatta ve
hatta ejderhalardan bile daha hızlı bir şekilde büyü yapabiliyorlardı. Lakin
bütün bu özelliklerine rağmen soyları tamamen tükenmişti. Uzun zaman önce en
son bireyi de ölmüş olan bu ırkın ne bir ismi, ne de bilinen tarihte bir yeri
vardı. Yalnızca birkaç ejderha ve Rene, onların bir zamanlar var olduğunu
biliyordu.
“Yok olmaları benim suçum değildi.” dedi kendi kendine.
“Kibirlerine yenik düşerek savaşımıza karışmamaları gerekiyordu.” Bu sözleri
yüz binlerce yıllık yaşamında kendi kendine defalarca söylemişti lakin ne kadar
söylerse söylesin, üzerindeki suçluluk duygusu zerre azalmıyordu. Gündüzün
taşıyıcısı ile olan savaşını kazanabilmesini bir sebebi var ise, o da bu ırkın
Rene’ye yardım etmiş olmasıydı.
Şiddetli rüzgar yüzünü yalarken zihnini şimdiki zamanı
düşünmeye zorladı. Olan olmuştu...
Geminin güvertesine yavaşça alçalmaya başladı. Boğaç
ortalıkta görünmüyor olsa da Rene onun uyuyup uyumadığından emin olamıyordu.
Çıplak ayakları geminin güvertesine temas ettiği anda üzerine yöneltilmiş olan
güçlü bir öldürme isteği tüylerini diken diken etti.
“Selam.” Boğaç küpeşteye yaslanmış bir şekilde Rene’ye
bakıyordu. Yüzünde sevecen olmayan, lakin öfke veya nefretle de
bağdaştırılamayacak bir tebessüm vardı. Rene bu tebessüme aynı şekilde karşılık
verdikten sonra kamaraya doğru ilerlemeye başladı. Kama’nın orada olduğunu
hissediyordu.
“Neden geç kaldığını söylemeyecek misin?” diye sordu Boğaç
birden.
“Sana hesap vermek zorunda olduğumu hatırlamıyorum.” dedi
Rene.
“Belki bana vermek zorunda değilsin ama Kama kesinlikle
soracaktır. Bir cevap bulabildin mi?”
“Bundan sana ne?” diye karşılık verdi Rene. “Belki Kama’ya
bir şey söyleyebilirim ama seninle konuşacak tek kelimem yok.” Tekrardan
dönerek kamaraya doğru yürümeye başladı. Boğaç ile daha fazla konuşarak onun
aklını karıştırmasına izin vermeyecekti. Şeytanlar kötü oldukları kadar
kurnazdırlar da, ve bu kurnazlıklarını çok iyi kullanırlar.
“Benden korkuyor musun?” dedi Boğaç sakin bir ses tonu ile
Rene kamaraya girmek üzereyken.
Korkmak mı? Rene mi? Hem de böylesine düşük seviyeli bir
yaşam formundan... Hayır! Rene ondan korkmuyordu, yalnızca her hamlesine karşı
dikkatliydi. Karşısındaki varlık bizzat eğitmiş olduğu kişiyi, Karmen’i
öldürebilecek kadar güçlüydü. Karmen’i öldürecek kadar zalimdi... Karmen...
Rene onu ne kadar düşünürse o kadar öfkeleniyordu. Sırf
Kama’ya söz verdiği için birkaç adım ötesindeki kişiyi öldüremiyordu. Rene asla
sözünü bozmazdı. Yine de... “Yerinde
olsam şansımı fazla zorlamazdım. Hayatım boyunca verdiğim hiçbir sözden
caymadım lakin sen bunun ilk istisnası olabilirsin.” Gemiye ilk ayak bastığında
Boğaç’ın üzerine yollamış olduğu öldürme isteğine karşılık olarak birkaç
mislini geri gönderdi. Birkaç saniye önce kibirli bir şekilde konuşan Boğaç’ın
ayakta durmak için küpeştelerden destek almak zorunda olması Rene’nin kanının
zalim bir mutlulukla kaynamasını sağladı. “Az önce sorduğun soruyu sana iade
ediyorum. Benden korkuyor musun?”
“Korkmalı mıyım?” diye karşılık verdi Boğaç doğrulmaya
çalışarak. Lakin Rene buna fırsat vermeden Boğaç’ın üzerine gönderdiği öldürme
isteğini yoğunlaştırarak onu geminin güvertesine yapıştırdı.
“Herkes ölümden korkar.” diye yanıtladı Rene sakince. “Ölüme
bu kadar yakın olan senin, benden korkmandan daha doğal bir şey yok.” Boğaç’ın
bütün bu yolladığı öldürme isteğine hiç direnmemesi Rene’nin garibine gitmişti.
“Yine de şu anda bir gram bile korku hissetmiyorum.” dedi Boğaç dişlerinin arasından. “Neden
biliyor musun?” Rene’nin karşılık vermeye, Boğaç’ın ise onun karşılığını
beklemeye niyeti yoktu. “Çünkü sen Kama’ya bir söz verdin. Beni, Karmen’ in
öldüğünden emin olana kadar öldürmeyeceğini söyledin. Eğer sözünü tutmazsan
Kama’nın güvenini kaybedeceksin. Ve şu ana kadar senin hakkında öğrendiğim her
şey, onun güvenini kazanmaya çalıştığını gösteriyor. Bunun olmasını isteme...”
Rene sahip olduğu bütün öldürme niyetini Boğaç’ın üzerine
saldığında sözü yarım kaldı. “Dediğin gibi, belki seni şimdi öldürmeyebilirim.
Ama bunu yapacağım zaman çok uzakta değil. Her şey bittiğinde Kama da sana
güvenmekle hata ettiğini fark edecek. Senin o iğrenç yalanlarına...”
Üzerindeki öldürme niyetini aniden geri çektiğinde Boğaç
yavaşça doğrulmaya başladı. “Her şey bit...”
“Kes sesini.” Ses tonu kısıktı. Fakat bu, sözlerinin
istediğinden daha az tehditkâr olmasını sağlamıyordu.
“Hayır! Konuşacağım.” diye karşılık verdi Boğaç. “Her şey
bittiğinde ve Karmen’in yaşadığını öğreneceksin. Yanıldığını anlayacaksın.”
“Kapa çeneni!” diye bağırdı Rene. Karmen yaşamıyordu. Boğaç
ne kadar yalan söylerse söylesin bu gerçek değişmeyecekti. Lakin garip bir
şekilde Boğaç, onun yaşadığını her söylediğinde, içinden bir duygunun
kıpraştığını hissediyordu. Mutluluk veya sevgi değildi bu duygu. Umut da değil.
Yalnızca acıydı.
“Belki değişeceksin ve bana karşı yaptığın bütün yanlışları
göreceksin. Beni haksız yere suçlamış olduğunu fark edeceksin. Ama...”
Rene bütün öldürme isteğini tekrardan saldı. Artık daha
fazla yalanlarını dinlemek istemiyordu. Bunun onu susturacağını ummuştu.
Lakin Boğaç durmak yerine kendini daha da zorlayarak kesik
kesik konuşmaya devam etti. “Kimi kandırıyorum ki? Sen gücünü yalnızca
başkalarını susturmak için kullanmayı biliyorsun.” Rene’nin üzerine uyguladığı
aşırı baskıdan ötürü nefes nefese kalmıştı. “Ne kadar bilge olduğunu düşünürsen
düşün, karşındakinin söylediklerini dinlemiyorsun.”
‘Neden beni inandırmak için bu kadar uğraşıyor ki?’ diye
düşündü Rene. ‘Gerçek karşıma geldiğinde daha fazla acı çekmem için mi? Zaten
öleceğini bildiği için benden bu şekilde mi intikam almaya çalışıyor?’ Diğer
seçenek ihtimal dışıydı.
Aniden Rene’nin aklına bir fikir geldi. Bu şekilde Boğaç
ölecekti. Hem de bolca acı çekerek. Lakin onu öldüren kişi Rene olmayacaktı.
Kendi ipini kendi boynuna kendisi geçirecek ve yine kendi çekecekti. Böylece
Kama’ya verdiği sözü de çiğnemiş olmayacaktı.
X X X X X X
“Antlaşma yapalım.” Dedi Rene. Üzerindeki bütün öldürme
isteği bir anda yok olmuştu.
“Kama’yla yaptığınki gibi mi?” diye sordu Boğaç.
“Bir bakıma evet ve bir bakıma hayır.” Dedi Rene. “Bu
antlaşma tek taraflı olacak. Koşullarıysa gayet basit. Eğer bozarsan,
öleceksin.”
“Peki bu antlaşma bana ne kazandıracak?” Aslında Rene ile
antlaşma yapmayı çok istiyordu. Kadim dili bir kere daha duymak için… Yine de
hayatını Rene’nin eline öylece teslim etmeyecekti.
“Güvenimi.” Diye cevapladı Rene.
Rene’nin Bedenini saran siyah giysiden ufak bir parça koptu
ve geminin güvertesine doğru ilerlemeye başladı. Güverteye indiğinde ise
inanılmaz bir hızda bir çember şeklini aldı ve kendi içinde ikinci bir çember
daha oluşturdu. İki çemberin arasında zikzaklar çizerek içini garip sembollerle
donattıktan sonra birden duman çıkarmaya ve cızırdamaya başladı. Duman ortadan
kalktığında ahşap güvertenin üzerinde, iç içe geçmiş iki çember ve iki çemberin
arasını dolduran bir dizi garip şekil davetkâr bir şekilde bekliyordu.
Boğaç yalnızca “Bu da ne?” diyebildi.
“Antlaşma için bir çember.” dedi Rene. “Doğruluk çemberi de
diyebilirsin. Bunun içine giren birisi yalan söyleyemez. Söylerse…”
“Ölür?”
“Aynen öyle.”
Rene’nin burada yapmak istediği açıktı. Boğaç’ın çembere adımını
atmasını sağladıktan sonra Karmen’in hala yaşadığını doğrulayacaktı. Lakin
Boğaç ona güvenebilir miydi ki? Rene yere, doğruluk çemberi dediği şey yerine
Boğaç’ı aniden öldürebilecek ve Kama’nın bundan haberinin olmamasını sağlayacak
bir şey de çizmiş olabilirdi.
Bakışlarını tekrardan Rene’ye çevirdiğinde, çoktan kazanmış
edası ile gülümseyen bir yüzle karşılaştı. Eğer antlaşmayı kabul etmezse, bu
Rene’nin kazanacağı anlamına gelirdi. Bu, Boğaç’ın antlaşmayı kabul etmesi için
oldukça yeterli bir nedendi.
“Bu çemberden bir tane daha çiz.” Dedi Boğaç.
“Bunu neden yapayım?” diye karşılık verdi Rene.
“İkimiz birden buraya sığamayız da ondan.”
“Benim girmeme gerek yok. Yalnızca senin girmen yeterli.”
Rene bunu, dört yaşındaki bir çocuğa anlatır gibi heceleyerek söylemişti.
Boğaç’ı kızdırmak için elinden gelen her şeyi yaptığı barizdi.
“Hayır. Sen de gireceksin.” Dedi Boğaç kararlı görünmeye
çalışarak. “Senin bana sorduğun her bir soruya karşılık ben de sana bir soru
soracağım.”
Rene bir süre düşündü. Daha sonra gözlerini kısarak Boğaç’ı
bir süre süzdü. Sanki bakışları ile öldürmeye çalışıyordu.
“Kabul.” Dedi birden. Birkaç saniye içerisinde ilkinin
yanına ikinci bir çember çizmişti. Boğaç’a, yerine geçmesini işaret ederken.
“Ama neden iki tane çember kullandığımızı anlamadım. Aynı çemberi sırayla da
kullanabilirdik.”
Rene, yeni çizdiği çembere adımını atacakken Boğaç hızlı
davranarak onun yerine geçti. Rene ise onun bu hareketi karşısında şaşırmak bir
yana dursun, onaylayan bir ifade ile diğer çemberde yerini aldı.
Risk çok büyüktü. Rene, yaptığı her şeyi tahmin etmiş
olabilirdi. Onu öldürecek simgeleri ilk çizdiği yerine ikinci çizdiği çembere
işlemiş olabilirdi. Düşüncelerini bile tahmin edebilen birisi için böyle bir
şey neydi ki? Fakat bu antlaşma ile kazanabileceği bilgi çok büyüktü. Buna
kesinlikle değecekti.
X X X X X X
Rene, Boğaç’ın çembere girmeyi reddedeceğinden kesinlikle
emindi. Fakat Boğaç, onun bütün tahminlerini boşa çıkararak ikinci çizdiği –ki
Rene bunu kendisi için çizmişti- adımını attı. ‘Bana bu kadar mı güvenmiyor?
Gerçi ben de ona güvenmiyorum ki…’
Rene, ilk çizdiği çembere girdikten sonra Boğaç’ın
gözlerinde gördüğü kararlılık karşısında şüpheye düştü. Ya gerçekten doğru
söylüyorduysa? Ya Boğaç’ın söylediği gibi Karmen hala hayattaysa? Kaçırdığı bir
şey mi vardı ki?
Karmen ile Boğaç’ın aynı anda hayatta olması imkânsızdı. En
azından Rene bu şekilde düşünüyordu. Öyleyse Boğaç’ın gözlerindeki bu kararlı
bakışlar da ne oluyordu? Sanki kendisinden o kadar emindi ki… Acaba yanılıyor
olabilir miydi? Her ikisi de şu anda
yaşıyorsa; o zaman Rene ona böyle davranmakla hata etmiş olmaz mıydı?
‘Hayır! Öyle bile olsa, bu onun yüzlerce masum insanı katleden şeytan
kral olduğu gerçeğini değiştirmez.’
O anda Ay’ın sesinin zihnini doldurduğunu hissetti. ‘Aynı
masum insanları sen de öldürmüştün Rene. Yoksa kendinden de mi nefret
ediyorsun?’
‘Ama o…’
‘Unutma! Sen bu dünyadaki hayatı korumak için varsın. Onu bir zamanlar
yok etmek isteyen birisi bile, şimdi yaşamın yanındaysa senin düşmanın olamaz.’
‘Peki…’ Ay’ın karşısında duramazdı. Onu belki bir süreliğine
zapt edebilir veya yenebilirdi. Ama tamamen yok edemezdi. Tamamen yok olmadığı
sürece de Ay her zaman bir karşı saldırı gerçekleştirebilirdi. Bekli bunun
olması ayları, yılları hatta yüzyılları alabilirdi; lakin o karşı saldırı elbet
gelirdi. Bu riski almak yerine onun söylediklerini yapmak çok daha mantıklı bir
seçenekti.
“Öyleyse başlayalım. İlk soruyu senin sormana izin
veriyorum.” Sonuçta birkaç dakika sonra ölecek olan birinin herhangi bir şey
öğrenmesinde bir sakınca yoktu.
X X X X X X
Boğaç hiç düşünmeden sorusunu sordu. “Bir taşıyıcı olmak ne
demek? Tam olarak neyi taşıyorsunuz?”
“Bir taşıyıcı olmak: Her ırka ait olmak, lakin aynı zamanda
hiçbirine ait olamamak demek. Taşıdığımız şeyse gayet basit… Güç.” Diye
yanıtladı Rene.
Bu nasıl bir cevaptı ki? Rene’nin vereceği cevapların tamamı
bu şekilde bilmece gibi olacaksa işi biraz zordu.
“Şimdi benim sıram.” Rene bir süre düşünüyor gibi durduktan
sonra konuştu. “Karmen hala hayatta mı?”
Boğaç, Rene’nin Karmen hakkında bu kadar endişelenmesinin
ardından bu soruyu sormasını bekliyordu. Cevabı tereddütsüz yapıştırdı. “Evet.”
İlk başta Rene’nin yüzünü kaplayan şaşkınlıkla karşılaştı,
daha sonra ise merakla. Rene, Boğaç’ın üzerinde durduğu çembere eğilerek daha
yakından baktı. Daha sonra başını kaldırarak Boğaç’ın gözlerinin içine baktı.
“Doğru mu söylüyorsun?”
“Evet.”
“Nasıl ikiniz birden yaşıyorsunuz?”
“Şu anda benim sıram değil mi?”
“Üzgünüm. İstediğin soruyu sorabilirsin.” Rene öyle demiş
olsa da hala Boğaç’ın dibinde, kendi çemberinin ise dışındaydı.
Boğaç, boğazını temizler gibi yaparak çemberi işaret etti.
“Afedersin…” Rene çemberine geri girdikten sonra “Şimdi,
sormak istediğin başka bir şey var mı?” dedi.
‘Bir anda nasıl da kibarlaşıverdi.’ Madem onun ilgisini
çekmeyi başarmıştı, belki biraz şansını zorlayabilirdi. “Bu soruma da cevabın
az önceki gibi olacaksa başka soru sormayı düşünmüyorum.”
“Az önceki gibi derken?” diye sordu Rene.
“Bilmece gibi. Eğer karşılıklı bilgi alış verişi yapacak isek,
bunu açık bir şekilde yapmalıyız.”
“Ben bilmece gibi konuşmadım ki. Bizden biri olmayan sen,
bizi yalnızca bu şekilde anlayabilirsin. Cevabım gayet anlaşılırdı.”
Boğaç gerçekten sinirlenmeye başlıyordu. “Her ırka ait
olmanın neresi anlaşılır? Onu da geçtim, taşıdığınız şey, güç mü; bu kadar
basit mi?”
Rene başını salladı. “Her ırka ait olmak…” Bir anda
belindeki devasa kanatlar yok oldu. “Bu demek.” Daha sonra insan kulaklarının
yerini bir kedininkine benzer kulaklar aldı ve arkasından bir kuyruk fırladı.
“Ve bu demek.” Sonra tekrardan önce insan haline döndü. Daha sonra ise başının
tepesinden bir çift boynuz fırladı. İki kürek kemiğinin arasından fırlayan
yarasaya benzer kanatları ve pençeli bacakları ile yüksek seviye bir şeytanın
biçimine büründü. “Ve de bu demek… Bir ırkın şeklini aldığında, aynı zamanda o
ırkın bütün özelliklerini de alırsın...”
“Dalga geçiyor olmalısın. Bu nasıl bir güç?”
“Biz taşıyıcılar bütün ırklardan bir parça taşırız, fakat bu
bizi onlardan biri yapmaz.” Rene bir an duraksadı. “Yine de bizim taşıyıcı
ismini almamızın sebebi, bütün ırklardan bir parça taşımamız değil. Bu
Dünya’nın kaderini değiştirebilecek gücü taşımamız.”
“Dünya’nın kaderini değiştirmek derken… Böyle bir güç var mı
ki?”
Rene hınzır bir şekilde gülümsedi. “Şu anda benim sıram.”
“Ama ben daha soru sormadım ki!”
“Sordun ya. ‘Bu nasıl bir güç?’ dedin; ben de cevapladım.
Yani soru sorma sırası bende.”
Boğaç, Rene ile çatışmasının ona bir fayda getirmeyeceğinin
farkındaydı. Nasılsa sıra tekrardan kendisine gelecekti. Rene’den
öğrenebileceği bilgileri düşündükçe bile heyecandan titriyordu.
Başını hafifçe sallayarak “İstediğini sorabilirsin.” Dedi
Boğaç.
“Bilgiye oldukça aç birisin değil mi…” dedi Rene
gülümseyerek. Boğaç, onun zihnini okuyup okumadığını; dahası böyle bir gücün
var olup olmadığını gerçekten merak ediyordu.
“Sana zihnini okumadığımı söyledim.” Dedi Rene dalga
geçercesine. “Öğrenmek için, için için yanan ateşi gözlerinde görebiliyorum.”
Daha sonra Rene bir süre bekledi.
“Soru sormayacak mısın?”
“Tam olarak ne soracağımı düşünüyordum… Ve sanırım buldum.”
Dedi Rene. “Karmen’in seni öldürmüş olması gerekiyordu; veya senin onu. Buna
Rağmen nasıl ikiniz de hayatta kaldınız?”
“Gayet basit. Birbirimizle ölümüne savaştık. Daha sonra
Karmen gücünü neredeyse son damlasına kadar kullandı ve bayıldı. Ben de kaçtım.
Böylece beni öldürdüğünü zannetti.”
“Kaçtım derken. Neden kaçtın ki?”
Sıra Boğaç’ta olmasına rağmen Boğaç, Rene’nin bu sorusunu
yanıtlamaya karar verdi. “Çünkü sıkılmıştım. Her gün sebepsiz yere savaşmaktan,
kasabaları yıkmaktan ve insanları öldürmekten.”
“Sonuçta sen bir şeytan değil misin? Böyle şeyler yapmak
senin için doğal olmalı.” Dedi Rene soğuk bir ses tonu ile.
“Bizim hakkımızda ne kadar yanıldığını tahmin bile
edemezsin.” Dedi Boğaç.
Rene tam karşılık verecekti ki, bir anda unuttuğu bir şeyin
farkına varmış gibi doğruldu. “Güneş doğmak üzere.” Diye sessizce
mırıldandıktan sonra doğrudan kamaralara doğru hızlı adımlarla yürümeye
başladı. “Gitmeliyim. Yarın devam ederiz.”
Önemli bir işi var gibi görünüyordu. Boğaç’ın da gitmesine
engel olması için bir nedeni yoktu. Sonra birden Kama’ya olan borcu aklına
geldi. Kama hayatını kurtarmıştı ve şu anda Boğaç’ın elinde, Kama’nın öğrenmek
istediği sorunun anahtarı duruyordu. “Rene!”
“Efendim.” Rene bir anlığına durmuştu fakat oldukça sabırsız
görünüyordu.
“Kama senin için tam olarak ne ifade ediyor?”
Rene koşar adımlarla çemberine geri döndü. “Bu dünyadaki en
iyi arkadaşım olabilecek kişi.”
“Yalnızca arkadaş mı?” diye ısrar etti Boğaç. Her ne kadar kendine ‘Bunu yalnızca Kama için
yapıyorum.’ dese de, bir yandan da Rene’nin, Kama’ya bu kadar ilgi
göstermesi altındaki nedeni kendisi de merak ediyordu.
“Hayır… En iyi arkadaşım olabileceği gibi; aynı zamanda en
büyük düşmanım olabilecek kişi.”

