Beyazın Karanlığı

29 Ekim 2018
Çeviri: .K
Düzenleme: .K
1451 Görüntülenme
Bu bölümü 3 Kişi beğendi.
Cilt 1

Düşmanını seçmek

Kama, dün gece rüyasında gördükleri hakkında Boğaç’a tek kelime dahi etmemişti. Boğaç ise bir şeylerin olduğunu anlamış fakat üzerine gitmemişti ki Kama da bundan oldukça memnundu.

Aklı hala Rene’nin karşılaştığı insanlardaydı. Rene onları öldürmüş müydü, yoksa söz verdiği gibi onlara dokunmayarak kaçmış mıydı? Kama bunu hala öğrenememişti.

Evet, Rene ile bir şekilde konuşabiliyor ve -kendisi bunu nasıl yapabildiğini anlamasa da- hissettiği bütün şeylerin aynısını hissedebiliyordu. Ama bunların yalnızca Rene ona izin verdiğinde gerçekleştiğini anlaması çok sürmemişti. Aynısı Kama için de geçerliydi. İsterse düşüncelerini Rene’ye kapayabiliyordu. Bunu nasıl yaptığını tam olarak kendisi de bilmiyordu. Elini ya da ağzını nasıl kullanacağını bildiği gibi bunu da içgüdüsel olarak yapabiliyordu.

Son uykusunda zihnindeki adamla -ki kendisine Gündüzün ilk taşıyıcısı diyordu- tekrardan karşılaşmasa da çok kötü kâbuslar görmüştü. Bir gecede birden fazla kez. Uyandığı her seferde terlemiş ve yorgun hissediyordu. Sanki içinde çok büyük bir savaş oluyordu da, Kama buna müdahale edemiyordu.

Boğaç’ın “Bir gelişme var mı?” diye sorması, zihnine tekrar girmek için topladığı bütün dikkati dağıtmıştı.

“Çık dışarı!” diye bağırdı Kama öfkeyle. Bedeninde sebepsizce dolaşan olumsuz duyguları hissediyordu.

Boğaç ise bu ani çıkışı karşısında gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırmakla yetindi. Sanki Kama’nın dediğini yapmakla yapmamak arasında karar vermeye çalışıyor gibiydi.

“Afedersin.” dedi Kama sonra. “Nedenini bilmiyorum ama garip bir şekilde öfkeli hissediyorum.”

“Bilirsin, dertler paylaştıkça azalır.” dedi Boğaç. Kama onun aç bakışlarındaki merak duygusunu gayet net bir şekilde görebiliyordu. Sanki bütün Dünya’yı bir kütüphane gibi görüyordu. Buna Kama da dahildi.

“Bilmiyorum... Bazı şeyleri kendim için açıklığa kavuşturmam gerek.” dedi Kama. “Ama söz veriyorum, sonra öğrendiğim her şeyi sana anlatacağım.”

Boğaç pek kırılmış gibi görünmüyordu. Belki de yalnızca edineceği yeni bilgilerin beklentisi onun -Kama’nın ona bağırması yüzünden duyduğu- kırgınlığını baskılıyordu. Sonunda omuz silkerek kamarada Kama’yı yalnız başına bıraktı.

Kama da adamla tekrar konuşabilmek için akşama kadar uğraştı. Sonuçta eline hiçbir şey geçmedi.

Sonra aniden, tıpkı geçen sefer olduğu gibi bedenine kuvvetle hücum eden uyuma isteğini hissetti...

X                     X                     X                     X                     X                     X        

Kama buraya geleceğini uyumadan önce anlamıştı. Fakat ilk taşıyıcının bu değişimi kelimenin tam manası ile şok ediciydi.

Önceden sırtında saf bir beyaz tonuna sahip olan ve hafifçe parlayan bir çift kanadı vardı. Şimdi ise bunlardan birinin tamamı, diğerinin ise büyük bir bölümü kopmuştu. Paramparça olmuş beyaz giysilerinin ardından, kanatları ile aynı tonda parıldayan açıklıklar görünüyordu.

Kama bunları yalnızca açıklık olarak nitelendirebilirdi. Bir bıçak ya da kılıçla açılmış olabilecek kadar pürüzsüz, ama bir kılıcın sebep olabileceğinden çok daha zikzaklı kesiklerden bir damla bile kan akmıyor, yalnızca hafif mavi bir pırıltı yayıyorlardı. Sanki o kısımlar önceden var olmamış gibi, tamamen silinmişe benziyorlardı. Bunu yapan her kim -ya da ne- ise oldukça ince bir iş çıkarmıştı.

Sadece bu da değil. Eskiden bembeyaz ve pürüzsüz olan zemin, simsiyah bir sıvıyla kaplıydı ve şiddetli bir deprem olmuş gibi yer yer parçalanmıştı.

Kama ilk başta konuşmadı. Konuşamadı. Aklındaki onlarca söz arasından tek bir tanesini seçmekte zorlanıyordu. Bir süre daha bakışmaya devam ettikten sonra ağzından çıkan tek şey “Burada ne oldu böyle?” olmuştu.

Bu gülünç denecek kadar saçma bir soruya adam oldukça ciddi bir şekilde cevap verdi “Bu hiçbir şey. Sen bide Rene’yle savaştığımız zaman olanları görecektin. Dağlar yerinden oynar, fırtınalar kopardı.”

“Onları görmüştüm.” dedi Kama. “Rene’yle savaştığın anıları. Ama buradaki… Bambaşka bir şey.” Belki de ilk taşıyıcı, burada ne olduğunu Kama’nın bilmesini istemiyordu. “Tekrar soruyorum. Burada ne oldu?”

Adam elini umursamazca salladı. “Yalnızca Dünya üzerindeki bütün yaşamı yok edebilecek kadar güçlü ve kötücül bir şeyi durdurmakla meşguldüm o kadar. Bu sırada etrafı biraz dağıtmış olabilirim.” Ses tonundan bunun komik olmaktan çok uzak bir espri olduğu anlaşılıyordu.

“Şey... Yardım edebileceğim herhangi bir şey var mı?” diye sordu Kama yaralarını kastederek.

“Beni merak etme.” diye cevapladı ilk taşıyıcı. “Olduğundan çok daha kötü görünüyor.”

Kama bir yandan adamın vereceği cevaptan korkarken, bir yandan da öğrenmek istiyordu. “Bunu sana o mu yaptı?”

“O?” diye sordu ilk taşıyıcı.

“O işte.” dedi Kama işaret etmek için dönerken. Fakat aradığı beyaz kapılardan eser yoktu.

Adam aniden farkına varmışçasına “Ondan bahsediyorsun.” dedi. “Ama onun bir adı var... Güneş...”

“Güneş mi? Dünya üzerindeki yaşamı yok etmek isteyen bir şey için, Dünya’ya yaşam veren yıldızın adı oldukça ironik bir isim.” Güneş’in bunu nasıl yaptığını -ya da onun bir yıldız olduğunu nereden bildiğini- tam olarak bilmiyordu lakin beyninde böyle minik bilgi kırıntıları vardı. Benzer şekilde Ay’ın gelgitler üzerindeki etkisini ve bitkilerin, etraflarındaki havayı temizlediğini de biliyordu. Bütün bu bilgiler muhtemelen ilk taşıyıcıya aitti.

“Bence oldukça yerinde bir isim.” dedi ilk taşıyıcı yarısı kopuk kanadını hafifçe oynatarak. “Güneş sana uzaktan oldukça güzel görünebilir. Ama güzelliğine aldanıp da ona yaklaşmaya çalışanları küle çevirir. ”

Madem konu isimlere gelmişti. Kama’nın bunu sormasının tam zamanıydı. “İlk karşılaştığımızda bana yalan söyledin.” Adam şaşkınlıkla tek kaşını kaldırdı. “Bana bir isminin olmadığını söylemiştin. Ama en azından bir tane var.”

“Sana yalan söylemedim. Benim bir ismim yok.” dedi karşısındaki adam.

“Sen gündüzün taşıyıcısı değil misin?” diye sordu Kama.

“Hayır. Sen gündüzün taşıyıcısısın.” Adam sanki hayati bir bilgiyi öğretmeye çalışırcasına her kelimeyi özenle söyledi. “ Önceden benim sahip olduğum bütün isimler artık senin... Bunu sakın unutma. Anladın mı?”

Adamın yüzündeki ifade o kadar ciddiydi ki Kama’nın ağzından kısık bir “Evet.” den başka bir şey çıkmadı.

İlk taşıyıcı tatmin olmuş bir şekilde başını salladı. “Tamam o zaman.”

X                     X                     X                     X                     X                     X

Kama aniden “Bir isminin olup olmaması o kadar da önemli mi?” diye sordu.

“Kadim dilde kelimelerin içinde güç saklı olduğu gibi, isimler de bu güçleri yönetir. Bir şeyin ismini ne kadar iyi tanırsan o şeyi de o kadar iyi tanıyorsun demektir. Bir şeyi ne kadar iyi tanırsan da onun üzerinde o kadar gücün olur.” Bir an duraksadıktan sonra devam etti. “Alex de Rene’nin üzerinde böyle bir güç kullanmıştı, hatırladın mı?”

“Ama Alex Rene’nin gücünü bağladığında onu tanımıyordu ki.” dedi Kama.

“Rene onun anılarına bakarken, Alex de Rene’nin anılarına bakabilme şansı buldu. Bu, birbirlerini tanımaları için önayak olmuş olabilir belki de.” dedi ilk taşıyıcı. Kama’nın yüz hatlarının bir anlığına kıskançlıkla gölgelendiğini zannetti... Ya da öfke ile. Bir an sonra ise yine, sakin haline geri dönmüştü. “Hemen kızma öyle.” dedi Kama’yı sakinleştirmeyi umarak.

“Kızmıyorum ki. Hem neden kızayım.” dedi Kama aceleyle.

“Ben yalnızca seni uyarıyordum. Bu gibi olumsuz duygular, Güneş’in zihnini ele geçirmesi için ideal bir ortam hazırlar.” Kama’yı bu konuda fazla korkutmak istemiyordu ama ilerde dikkatli olması gereken şeyleri bilmesi lazımdı. İlk taşıyıcı gittiğinde, Güneş ile yalnız başına savaşmak zorunda kalacaktı.

“Beni buraya getirmekteki amacın neydi?” diye sordu Kama birden. “Muhabbet etmek için değil sanırım.”

Bütün gün boyunca Kama buraya gelmeye çalışmış, fakat İlk taşıyıcı bunu engellemişti. Çünkü buraya gelir ve Güneş’in gerçek formunu görürse bunu aklından kolay kolay atamayacaktı. Üstelik Güneş, Kama’yı ele geçirmeye çalışabilirdi. Kama ise onunla zihinsel bir savaşa girmeye daha hazır değildi.

‘Hazır olduğunu nereden anlayacağım ki?’ diye düşündü İlk taşıyıcı. Kama bir gün kaçınılmaz bir şekilde Güneş ile karşılaşacak ve onunla savaşacaktı. İlk taşıyıcı’nın yaptıkları yalnızca bunu ertelemeye yönelikti.

İlk taşıyıcı düşüncelerinden sıyrıldığında Kama’nın hala bir cevap beklediğini fark etti. “Bilmiyorum... Belki de bilgi alışverişine kaldığımız yerden devam ederiz, diye düşünmüştüm.” dedi sonunda.

Kama gözlerini hafifçe kısarak “Gerçek amacını sormuştum.” dedi.

İlk taşıyıcı, Kama’nın bunu nasıl fark ettiğini anlayamıyordu. Yalan söylerken mimiklerinin normalden farklı bir şekilde hareket etmemesine dikkat etmiş, az da olsa mantıklı bir açıklama bulmuş, hatta ve hatta yalan söylerken göz bebeklerinin gereğinden fazla büyümemesini sağlamak için bedenini manipüle etmişti. Dışarıya hiçbir fiziksel belirti vermemişti. Bütün bunlarla birlikte Kama nasıl oluyordu da yalan söylediğini anlayabiliyordu?

“Madem cevap vermek istemiyorsun, o zaman ben gidiyorum.” dedi Kama.

Buraya ilk geldiğinde İlk taşıyıcı ona yolunu bulması için yardım etmiş, hatta Güneş onu ele geçirmeye çalıştığında onu geri göndermişti. Kama’nın kendi kendine buradan çıkması neredeyse imkânsızdı... Birisinin, kendi zihni içerisinde böyle bir dünya oluşturması ve buraya girebilmesi üstün bir zihinsel çalışma gerektirirdi ki Kama böyle bir çalışma yapmamıştı. Bunun anlamı İlk taşıyıcı izin vermeden buradan çıkamazdı. Blöf yapıyordu.

Lakin Kama gidecekmiş gibi geri döndüğünde İlk taşıyıcı anlık bir şüpheye düştü.

İlk taşıyıcı neredeyse hayatı boyunca bu tarz zihinsel çalışmalar yapmıştı. Şu an için Kama ile aynı zihni kullanıyorlardı... Belki de Kama’nın böyle bir çalışma yapmasına hiç gerek yoktu. Bütün işi onun yerine İlk taşıyıcı çoktan yapmış, zihnini güçlendirmiş olabilirdi.

X                     X                     X                     X                     X                     X

“Bekle.” diye bağırdı İlk taşıyıcı aniden. “Tamam... Söyleyeceğim. Ama önce bir söz vermen gerekiyor.”

“Söz mü?” diye sordu Kama. Rene’yle yaptığı antlaşma ve aralarındaki bağın üzerine bir de bu söz? Kesinlikle Kama’yı kısıtlayacak bir şeyler içerecekti. Veya çok daha kötüsü...

“Evet söz.” diye yanıtladı adam. “Yalnızca bir ya da iki saat daha burada kalmanı istiyorum.”

‘Bu garip istek de nesi?’ diye düşündü Kama. Lakin birkaç saniyelik bir beyin fırtınasının ardından bu isteğin tek bir anlama gelebileceğini fark etti. Dışarıda bir şeyler olacaktı ve İlk taşıyıcı Kama’nın buna karışmasını istemiyordu.

“Eee? Ne diyorsun?” diye sordu İlk taşıyıcı.

Dışarı çıkması gerekiyordu!

Kama’nın bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu ama ilk taşıyıcı bunu bilmiyordu. En azından elini sonuna kadar zorlayabilirdi. “Burada kalırım ama benim de bir şartım var.”

İlk taşıyıcının kaşları şaşkınlıkla kalktı.

“Bana büyü yapmayı öğreteceksin.” İlk taşıyıcı’nın büyü yapabildiğinden adı kadar emindi. Gerçi kendi adı bile tam olarak kesinleşmemiş bir konuydu ama...

“Bunu yapamam.” dedi İlk taşıyıcı birden.

“O zaman ben gidiyorum.” diye karşılık verdi Kama.

“Hayır, yanlış anladın. Öğretmem demedim, öğretemem.”

“Ne yani, gücünle o kadar övündükten sonra büyü yapmayı bile bilmediğini mi söyleyeceksin?”

İlk taşıyıcı kızgınlıkla “Tabiki büyü yapmayı biliyorum.” dedi. “Sorun şu ki, şu anda senin zihninin içerisindeyiz ve burayı yöneten kişi de sensin. Ufak tefek dokunuşlar hariç seni ele geçirmeden müdahalede bulunamam ki bunu yaparsam da sana büyü yapmayı öğretmemin hiçbir mantığı kalmaz. Çünkü senin anıların benimkilerin içinde boğulur.”

“Benim anılarım ne olur?” Kama’nın kafası tekrar karışmıştı. Birisinin anıları boğulabilir miydi ki? Boğulmaktan kastı tam olarak neydi ki burada?

“Sen beni dinlemiyor musun? Biz başta tek bir varlıktan oluştuysak, şu anda neden ayrıyız bunu anlayamadın mı?”

Kama kafasını olumsuzca salladı.

“Çünkü Güneş’e karşı sürekli bir savaş veriyorum. Çünkü bedenin ve aklın üzerindeki gücümden feragat ederek zihinlerimizin birleşmesini önlüyorum. Çünkü bunu yapmazsam ikimizin de hatıraları birleşir, senin birkaç yıllık anıların, benim birkaç milyar yıldan oluşan anılarımın baskısı altında ezilir ve sen yok olursun... Tamamen. Geri dönüşü olmaksızın.” İlk taşıyıcı birkaç saniye derince nefes aldıktan sonra bakışlarını doğrudan Kama’nın gözlerinin içine dikti. Öfkeli gibi durmuyordu lakin Kama, üzerindeki zihinsel baskıyı hissedebiliyordu. Bu baskı büyü kaynaklı değildi, telepati veya düşüncesel herhangi bir yolla da değildi. Bu baskı güçlü bir kişiliğin, bir kralın, bir katilin ve bir kahramanın önünde durmaktan kaynaklanan baskıydı; ve belli ki bu baskı Kama’nın iradesinin her zerresini ezmeye kararlıydı. “Şimdi anladın mı neden öğretemeyeceğimi.”

Kama hızla kafasını salladı.

“Güzel. Eğer gerçekten anladıysan sorun yok.” dedi İlk taşıyıcı gülümseyerek. “Neden buradan ayrılmaman gerektiğine gelecek olursak. Rene’nin bir şekilde buraya gelmeye çalışacağını düşünüyorum. Ama bunun için senin uyuyor olman veya en azından uyuyor gibi gözükmen gerekiyor.”

“Neden? Geçen sefer ben onun zihnine girmiştim ve ikimiz de uyanıktık.” Gerçi Rene’nin zihnine girdiği sırada gerçek hayattaki bedenine ne olduğundan tam olarak emin değildi. Yine de o zaman içinde olduğu durumu uyku olarak tanımlamak pek doğru olmazdı.

“Çünkü sen uyanık olursan Rene buraya gelmez.”

“Benim uyanık olup, olmamam neyi değiştiriyor ki?” diye sordu Kama.

“Rene, sana anlattığım şeyleri bildiğini bilmiyor. Yani senin hala ondan nefret ettiğini düşünüyor. Bir taşıyıcı olduğunu sen biliyorsun, ama o bunu bildiğini bilmiyor. Bu yüzden yapabilirse gece gizlice yanına gelecek ve sen uyuyorken girmeye çalışacak. En azından benim tahminlerim bu yönde.

Eğer buraya gelirse çift taraflı bir bilgi alış verişi gerçekleştirmeyi düşünüyorum. Uzun zamandır uyuyordum ve eminim ki bu süre içerisinde bir şeyler değişmiştir. Yeni bilgiler yeni anılar demektir. Yeni anılarsa...”

“Daha fazla güç demektir.” Diye ilk taşının sözünü tamamladı Kama.

“Güç demektir.” diye tekrarladı İlk taşıyıcı hafif bir tebessümle. “Hızlı öğreniyorsun.”

Kama, İlk taşıyıcının Rene ile neden buluşmak istediğini anlamıştı lakin ortada bir sorun vardı. Bu ikili Kama’dan gizli bir şekilde, Kama’nın istemsizce dahil olabileceği bir plan yapabilirdi. Böyle bir şeyin olmayacağını garanti altına almak için Kama’nın tek bir şeye ihtiyacı vardı. “Eğer sorun değilse Rene’yle yapacağın konuşmayı ben de dinleyebilir miyim?”

“Neden olmasın?” diye karşılık verdi İlk taşıyıcı. “Böylece aynı zamanda iki katı güç kazanabiliriz.”

‘Güç kazanmaya neden bu kadar meraklı ki?’ diye düşündü Kama istemsizce. Cevabını çok sonra öğreneceği bu soruyu şu anda üstelemenin bir anlamı olmadığını fark ettiğinde Rene’nin gelmesini beklemeye başladı.

X                     X                     X                     X                     X                     X

Rene’nin gemiyi bulması, adadan ayrıldıktan itibaren yalnızca iki saatini almıştı. Buna karşın gemiyi bulduğu anda inmek yerine ejderha biçiminde uzaktan takip etmişti. Kama’nın uyuduğunu hissettiğinde ise kanatlı bir insana benzeyen ırkın biçimine büründü. Gündüzün taşıyıcısı ile yaptığı büyük savaşta onları durdurmaya çalışan tek ırk bu olmuştu. Ejderhalarla neredeyse eşit güce sahip olan bu ırkı insanlardan ayıran tek özellikleri, dişilerinde bellerinin hemen üzerinden, erkeklerinde ise iki kürek kemiğinin arasından çıkan devasa kanatlarıydı. Diğer bütün ırkların büyü güçleri bedenlerindeyken durağan halde olmasına karşın, bu ırkın bedenindeki enerji tamamen hareketliydi. Bu sayede insanlardan ve şeytanlardan, hatta ve hatta ejderhalardan bile daha hızlı bir şekilde büyü yapabiliyorlardı. Lakin bütün bu özelliklerine rağmen soyları tamamen tükenmişti. Uzun zaman önce en son bireyi de ölmüş olan bu ırkın ne bir ismi, ne de bilinen tarihte bir yeri vardı. Yalnızca birkaç ejderha ve Rene, onların bir zamanlar var olduğunu biliyordu.

“Yok olmaları benim suçum değildi.” dedi kendi kendine. “Kibirlerine yenik düşerek savaşımıza karışmamaları gerekiyordu.” Bu sözleri yüz binlerce yıllık yaşamında kendi kendine defalarca söylemişti lakin ne kadar söylerse söylesin, üzerindeki suçluluk duygusu zerre azalmıyordu. Gündüzün taşıyıcısı ile olan savaşını kazanabilmesini bir sebebi var ise, o da bu ırkın Rene’ye yardım etmiş olmasıydı.

Şiddetli rüzgar yüzünü yalarken zihnini şimdiki zamanı düşünmeye zorladı. Olan olmuştu...

Geminin güvertesine yavaşça alçalmaya başladı. Boğaç ortalıkta görünmüyor olsa da Rene onun uyuyup uyumadığından emin olamıyordu. Çıplak ayakları geminin güvertesine temas ettiği anda üzerine yöneltilmiş olan güçlü bir öldürme isteği tüylerini diken diken etti.

“Selam.” Boğaç küpeşteye yaslanmış bir şekilde Rene’ye bakıyordu. Yüzünde sevecen olmayan, lakin öfke veya nefretle de bağdaştırılamayacak bir tebessüm vardı. Rene bu tebessüme aynı şekilde karşılık verdikten sonra kamaraya doğru ilerlemeye başladı. Kama’nın orada olduğunu hissediyordu.

“Neden geç kaldığını söylemeyecek misin?” diye sordu Boğaç birden.

“Sana hesap vermek zorunda olduğumu hatırlamıyorum.” dedi Rene.

“Belki bana vermek zorunda değilsin ama Kama kesinlikle soracaktır. Bir cevap bulabildin mi?”

“Bundan sana ne?” diye karşılık verdi Rene. “Belki Kama’ya bir şey söyleyebilirim ama seninle konuşacak tek kelimem yok.” Tekrardan dönerek kamaraya doğru yürümeye başladı. Boğaç ile daha fazla konuşarak onun aklını karıştırmasına izin vermeyecekti. Şeytanlar kötü oldukları kadar kurnazdırlar da, ve bu kurnazlıklarını çok iyi kullanırlar.

“Benden korkuyor musun?” dedi Boğaç sakin bir ses tonu ile Rene kamaraya girmek üzereyken.

Korkmak mı? Rene mi? Hem de böylesine düşük seviyeli bir yaşam formundan... Hayır! Rene ondan korkmuyordu, yalnızca her hamlesine karşı dikkatliydi. Karşısındaki varlık bizzat eğitmiş olduğu kişiyi, Karmen’i öldürebilecek kadar güçlüydü. Karmen’i öldürecek kadar zalimdi... Karmen...

Rene onu ne kadar düşünürse o kadar öfkeleniyordu. Sırf Kama’ya söz verdiği için birkaç adım ötesindeki kişiyi öldüremiyordu. Rene asla sözünü bozmazdı. Yine de...  “Yerinde olsam şansımı fazla zorlamazdım. Hayatım boyunca verdiğim hiçbir sözden caymadım lakin sen bunun ilk istisnası olabilirsin.” Gemiye ilk ayak bastığında Boğaç’ın üzerine yollamış olduğu öldürme isteğine karşılık olarak birkaç mislini geri gönderdi. Birkaç saniye önce kibirli bir şekilde konuşan Boğaç’ın ayakta durmak için küpeştelerden destek almak zorunda olması Rene’nin kanının zalim bir mutlulukla kaynamasını sağladı. “Az önce sorduğun soruyu sana iade ediyorum. Benden korkuyor musun?”

“Korkmalı mıyım?” diye karşılık verdi Boğaç doğrulmaya çalışarak. Lakin Rene buna fırsat vermeden Boğaç’ın üzerine gönderdiği öldürme isteğini yoğunlaştırarak onu geminin güvertesine yapıştırdı.

“Herkes ölümden korkar.” diye yanıtladı Rene sakince. “Ölüme bu kadar yakın olan senin, benden korkmandan daha doğal bir şey yok.” Boğaç’ın bütün bu yolladığı öldürme isteğine hiç direnmemesi Rene’nin garibine gitmişti.

“Yine de şu anda bir gram bile korku hissetmiyorum.”  dedi Boğaç dişlerinin arasından. “Neden biliyor musun?” Rene’nin karşılık vermeye, Boğaç’ın ise onun karşılığını beklemeye niyeti yoktu. “Çünkü sen Kama’ya bir söz verdin. Beni, Karmen’ in öldüğünden emin olana kadar öldürmeyeceğini söyledin. Eğer sözünü tutmazsan Kama’nın güvenini kaybedeceksin. Ve şu ana kadar senin hakkında öğrendiğim her şey, onun güvenini kazanmaya çalıştığını gösteriyor. Bunun olmasını isteme...”

Rene sahip olduğu bütün öldürme niyetini Boğaç’ın üzerine saldığında sözü yarım kaldı. “Dediğin gibi, belki seni şimdi öldürmeyebilirim. Ama bunu yapacağım zaman çok uzakta değil. Her şey bittiğinde Kama da sana güvenmekle hata ettiğini fark edecek. Senin o iğrenç yalanlarına...”

Üzerindeki öldürme niyetini aniden geri çektiğinde Boğaç yavaşça doğrulmaya başladı. “Her şey bit...”

“Kes sesini.” Ses tonu kısıktı. Fakat bu, sözlerinin istediğinden daha az tehditkâr olmasını sağlamıyordu.

“Hayır! Konuşacağım.” diye karşılık verdi Boğaç. “Her şey bittiğinde ve Karmen’in yaşadığını öğreneceksin. Yanıldığını anlayacaksın.”

“Kapa çeneni!” diye bağırdı Rene. Karmen yaşamıyordu. Boğaç ne kadar yalan söylerse söylesin bu gerçek değişmeyecekti. Lakin garip bir şekilde Boğaç, onun yaşadığını her söylediğinde, içinden bir duygunun kıpraştığını hissediyordu. Mutluluk veya sevgi değildi bu duygu. Umut da değil. Yalnızca acıydı.

“Belki değişeceksin ve bana karşı yaptığın bütün yanlışları göreceksin. Beni haksız yere suçlamış olduğunu fark edeceksin. Ama...”

Rene bütün öldürme isteğini tekrardan saldı. Artık daha fazla yalanlarını dinlemek istemiyordu. Bunun onu susturacağını ummuştu.

Lakin Boğaç durmak yerine kendini daha da zorlayarak kesik kesik konuşmaya devam etti. “Kimi kandırıyorum ki? Sen gücünü yalnızca başkalarını susturmak için kullanmayı biliyorsun.” Rene’nin üzerine uyguladığı aşırı baskıdan ötürü nefes nefese kalmıştı. “Ne kadar bilge olduğunu düşünürsen düşün, karşındakinin söylediklerini dinlemiyorsun.”

‘Neden beni inandırmak için bu kadar uğraşıyor ki?’ diye düşündü Rene. ‘Gerçek karşıma geldiğinde daha fazla acı çekmem için mi? Zaten öleceğini bildiği için benden bu şekilde mi intikam almaya çalışıyor?’ Diğer seçenek ihtimal dışıydı.

Aniden Rene’nin aklına bir fikir geldi. Bu şekilde Boğaç ölecekti. Hem de bolca acı çekerek. Lakin onu öldüren kişi Rene olmayacaktı. Kendi ipini kendi boynuna kendisi geçirecek ve yine kendi çekecekti. Böylece Kama’ya verdiği sözü de çiğnemiş olmayacaktı.

X                     X                     X                     X                     X                     X

“Antlaşma yapalım.” Dedi Rene. Üzerindeki bütün öldürme isteği bir anda yok olmuştu.

“Kama’yla yaptığınki gibi mi?” diye sordu Boğaç.

“Bir bakıma evet ve bir bakıma hayır.” Dedi Rene. “Bu antlaşma tek taraflı olacak. Koşullarıysa gayet basit. Eğer bozarsan, öleceksin.”

“Peki bu antlaşma bana ne kazandıracak?” Aslında Rene ile antlaşma yapmayı çok istiyordu. Kadim dili bir kere daha duymak için… Yine de hayatını Rene’nin eline öylece teslim etmeyecekti.

“Güvenimi.” Diye cevapladı Rene.

Rene’nin Bedenini saran siyah giysiden ufak bir parça koptu ve geminin güvertesine doğru ilerlemeye başladı. Güverteye indiğinde ise inanılmaz bir hızda bir çember şeklini aldı ve kendi içinde ikinci bir çember daha oluşturdu. İki çemberin arasında zikzaklar çizerek içini garip sembollerle donattıktan sonra birden duman çıkarmaya ve cızırdamaya başladı. Duman ortadan kalktığında ahşap güvertenin üzerinde, iç içe geçmiş iki çember ve iki çemberin arasını dolduran bir dizi garip şekil davetkâr bir şekilde bekliyordu.

Boğaç yalnızca “Bu da ne?” diyebildi.

“Antlaşma için bir çember.” dedi Rene. “Doğruluk çemberi de diyebilirsin. Bunun içine giren birisi yalan söyleyemez. Söylerse…”

“Ölür?”

“Aynen öyle.”

Rene’nin burada yapmak istediği açıktı. Boğaç’ın çembere adımını atmasını sağladıktan sonra Karmen’in hala yaşadığını doğrulayacaktı. Lakin Boğaç ona güvenebilir miydi ki? Rene yere, doğruluk çemberi dediği şey yerine Boğaç’ı aniden öldürebilecek ve Kama’nın bundan haberinin olmamasını sağlayacak bir şey de çizmiş olabilirdi.

Bakışlarını tekrardan Rene’ye çevirdiğinde, çoktan kazanmış edası ile gülümseyen bir yüzle karşılaştı. Eğer antlaşmayı kabul etmezse, bu Rene’nin kazanacağı anlamına gelirdi. Bu, Boğaç’ın antlaşmayı kabul etmesi için oldukça yeterli bir nedendi.

“Bu çemberden bir tane daha çiz.” Dedi Boğaç.

“Bunu neden yapayım?” diye karşılık verdi Rene.

“İkimiz birden buraya sığamayız da ondan.”

“Benim girmeme gerek yok. Yalnızca senin girmen yeterli.” Rene bunu, dört yaşındaki bir çocuğa anlatır gibi heceleyerek söylemişti. Boğaç’ı kızdırmak için elinden gelen her şeyi yaptığı barizdi.

“Hayır. Sen de gireceksin.” Dedi Boğaç kararlı görünmeye çalışarak. “Senin bana sorduğun her bir soruya karşılık ben de sana bir soru soracağım.”

Rene bir süre düşündü. Daha sonra gözlerini kısarak Boğaç’ı bir süre süzdü. Sanki bakışları ile öldürmeye çalışıyordu.

“Kabul.” Dedi birden. Birkaç saniye içerisinde ilkinin yanına ikinci bir çember çizmişti. Boğaç’a, yerine geçmesini işaret ederken. “Ama neden iki tane çember kullandığımızı anlamadım. Aynı çemberi sırayla da kullanabilirdik.”

Rene, yeni çizdiği çembere adımını atacakken Boğaç hızlı davranarak onun yerine geçti. Rene ise onun bu hareketi karşısında şaşırmak bir yana dursun, onaylayan bir ifade ile diğer çemberde yerini aldı.

Risk çok büyüktü. Rene, yaptığı her şeyi tahmin etmiş olabilirdi. Onu öldürecek simgeleri ilk çizdiği yerine ikinci çizdiği çembere işlemiş olabilirdi. Düşüncelerini bile tahmin edebilen birisi için böyle bir şey neydi ki? Fakat bu antlaşma ile kazanabileceği bilgi çok büyüktü. Buna kesinlikle değecekti.

X                     X                     X                     X                     X                     X

Rene, Boğaç’ın çembere girmeyi reddedeceğinden kesinlikle emindi. Fakat Boğaç, onun bütün tahminlerini boşa çıkararak ikinci çizdiği –ki Rene bunu kendisi için çizmişti- adımını attı. ‘Bana bu kadar mı güvenmiyor? Gerçi ben de ona güvenmiyorum ki…’

Rene, ilk çizdiği çembere girdikten sonra Boğaç’ın gözlerinde gördüğü kararlılık karşısında şüpheye düştü. Ya gerçekten doğru söylüyorduysa? Ya Boğaç’ın söylediği gibi Karmen hala hayattaysa? Kaçırdığı bir şey mi vardı ki?

Karmen ile Boğaç’ın aynı anda hayatta olması imkânsızdı. En azından Rene bu şekilde düşünüyordu. Öyleyse Boğaç’ın gözlerindeki bu kararlı bakışlar da ne oluyordu? Sanki kendisinden o kadar emindi ki… Acaba yanılıyor olabilir miydi? Her ikisi de şu anda  yaşıyorsa; o zaman Rene ona böyle davranmakla hata etmiş olmaz mıydı?

‘Hayır! Öyle bile olsa, bu onun yüzlerce masum insanı katleden şeytan kral olduğu gerçeğini değiştirmez.’

O anda Ay’ın sesinin zihnini doldurduğunu hissetti. ‘Aynı masum insanları sen de öldürmüştün Rene. Yoksa kendinden de mi nefret ediyorsun?’

‘Ama o…’

‘Unutma! Sen bu dünyadaki hayatı korumak için varsın. Onu bir zamanlar yok etmek isteyen birisi bile, şimdi yaşamın yanındaysa senin düşmanın olamaz.’

‘Peki…’ Ay’ın karşısında duramazdı. Onu belki bir süreliğine zapt edebilir veya yenebilirdi. Ama tamamen yok edemezdi. Tamamen yok olmadığı sürece de Ay her zaman bir karşı saldırı gerçekleştirebilirdi. Bekli bunun olması ayları, yılları hatta yüzyılları alabilirdi; lakin o karşı saldırı elbet gelirdi. Bu riski almak yerine onun söylediklerini yapmak çok daha mantıklı bir seçenekti.

“Öyleyse başlayalım. İlk soruyu senin sormana izin veriyorum.” Sonuçta birkaç dakika sonra ölecek olan birinin herhangi bir şey öğrenmesinde bir sakınca yoktu.

X                     X                     X                     X                     X                     X

 

Boğaç hiç düşünmeden sorusunu sordu. “Bir taşıyıcı olmak ne demek? Tam olarak neyi taşıyorsunuz?”

“Bir taşıyıcı olmak: Her ırka ait olmak, lakin aynı zamanda hiçbirine ait olamamak demek. Taşıdığımız şeyse gayet basit… Güç.” Diye yanıtladı Rene.

Bu nasıl bir cevaptı ki? Rene’nin vereceği cevapların tamamı bu şekilde bilmece gibi olacaksa işi biraz zordu.

“Şimdi benim sıram.” Rene bir süre düşünüyor gibi durduktan sonra konuştu. “Karmen hala hayatta mı?”

Boğaç, Rene’nin Karmen hakkında bu kadar endişelenmesinin ardından bu soruyu sormasını bekliyordu. Cevabı tereddütsüz yapıştırdı. “Evet.”

İlk başta Rene’nin yüzünü kaplayan şaşkınlıkla karşılaştı, daha sonra ise merakla. Rene, Boğaç’ın üzerinde durduğu çembere eğilerek daha yakından baktı. Daha sonra başını kaldırarak Boğaç’ın gözlerinin içine baktı. “Doğru mu söylüyorsun?”

“Evet.”

“Nasıl ikiniz birden yaşıyorsunuz?”

“Şu anda benim sıram değil mi?”

“Üzgünüm. İstediğin soruyu sorabilirsin.” Rene öyle demiş olsa da hala Boğaç’ın dibinde, kendi çemberinin ise dışındaydı.

Boğaç, boğazını temizler gibi yaparak çemberi işaret etti.

“Afedersin…” Rene çemberine geri girdikten sonra “Şimdi, sormak istediğin başka bir şey var mı?” dedi.

‘Bir anda nasıl da kibarlaşıverdi.’ Madem onun ilgisini çekmeyi başarmıştı, belki biraz şansını zorlayabilirdi. “Bu soruma da cevabın az önceki gibi olacaksa başka soru sormayı düşünmüyorum.”

“Az önceki gibi derken?” diye sordu Rene.

“Bilmece gibi. Eğer karşılıklı bilgi alış verişi yapacak isek, bunu açık bir şekilde yapmalıyız.”

“Ben bilmece gibi konuşmadım ki. Bizden biri olmayan sen, bizi yalnızca bu şekilde anlayabilirsin. Cevabım gayet anlaşılırdı.”

Boğaç gerçekten sinirlenmeye başlıyordu. “Her ırka ait olmanın neresi anlaşılır? Onu da geçtim, taşıdığınız şey, güç mü; bu kadar basit mi?”

Rene başını salladı. “Her ırka ait olmak…” Bir anda belindeki devasa kanatlar yok oldu. “Bu demek.” Daha sonra insan kulaklarının yerini bir kedininkine benzer kulaklar aldı ve arkasından bir kuyruk fırladı. “Ve bu demek.” Sonra tekrardan önce insan haline döndü. Daha sonra ise başının tepesinden bir çift boynuz fırladı. İki kürek kemiğinin arasından fırlayan yarasaya benzer kanatları ve pençeli bacakları ile yüksek seviye bir şeytanın biçimine büründü. “Ve de bu demek… Bir ırkın şeklini aldığında, aynı zamanda o ırkın bütün özelliklerini de alırsın...”

“Dalga geçiyor olmalısın. Bu nasıl bir güç?”

“Biz taşıyıcılar bütün ırklardan bir parça taşırız, fakat bu bizi onlardan biri yapmaz.” Rene bir an duraksadı. “Yine de bizim taşıyıcı ismini almamızın sebebi, bütün ırklardan bir parça taşımamız değil. Bu Dünya’nın kaderini değiştirebilecek gücü taşımamız.”

“Dünya’nın kaderini değiştirmek derken… Böyle bir güç var mı ki?”

Rene hınzır bir şekilde gülümsedi. “Şu anda benim sıram.”

“Ama ben daha soru sormadım ki!”

“Sordun ya. ‘Bu nasıl bir güç?’ dedin; ben de cevapladım. Yani soru sorma sırası bende.”

Boğaç, Rene ile çatışmasının ona bir fayda getirmeyeceğinin farkındaydı. Nasılsa sıra tekrardan kendisine gelecekti. Rene’den öğrenebileceği bilgileri düşündükçe bile heyecandan titriyordu.

Başını hafifçe sallayarak “İstediğini sorabilirsin.” Dedi Boğaç.

“Bilgiye oldukça aç birisin değil mi…” dedi Rene gülümseyerek. Boğaç, onun zihnini okuyup okumadığını; dahası böyle bir gücün var olup olmadığını gerçekten merak ediyordu.

“Sana zihnini okumadığımı söyledim.” Dedi Rene dalga geçercesine. “Öğrenmek için, için için yanan ateşi gözlerinde görebiliyorum.”

Daha sonra Rene bir süre bekledi.

“Soru sormayacak mısın?”

“Tam olarak ne soracağımı düşünüyordum… Ve sanırım buldum.” Dedi Rene. “Karmen’in seni öldürmüş olması gerekiyordu; veya senin onu. Buna Rağmen nasıl ikiniz de hayatta kaldınız?”

“Gayet basit. Birbirimizle ölümüne savaştık. Daha sonra Karmen gücünü neredeyse son damlasına kadar kullandı ve bayıldı. Ben de kaçtım. Böylece beni öldürdüğünü zannetti.”

“Kaçtım derken. Neden kaçtın ki?”

Sıra Boğaç’ta olmasına rağmen Boğaç, Rene’nin bu sorusunu yanıtlamaya karar verdi. “Çünkü sıkılmıştım. Her gün sebepsiz yere savaşmaktan, kasabaları yıkmaktan ve insanları öldürmekten.”

“Sonuçta sen bir şeytan değil misin? Böyle şeyler yapmak senin için doğal olmalı.” Dedi Rene soğuk bir ses tonu ile.

“Bizim hakkımızda ne kadar yanıldığını tahmin bile edemezsin.” Dedi Boğaç.

Rene tam karşılık verecekti ki, bir anda unuttuğu bir şeyin farkına varmış gibi doğruldu. “Güneş doğmak üzere.” Diye sessizce mırıldandıktan sonra doğrudan kamaralara doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. “Gitmeliyim. Yarın devam ederiz.”

Önemli bir işi var gibi görünüyordu. Boğaç’ın da gitmesine engel olması için bir nedeni yoktu. Sonra birden Kama’ya olan borcu aklına geldi. Kama hayatını kurtarmıştı ve şu anda Boğaç’ın elinde, Kama’nın öğrenmek istediği sorunun anahtarı duruyordu. “Rene!”

“Efendim.” Rene bir anlığına durmuştu fakat oldukça sabırsız görünüyordu.

“Kama senin için tam olarak ne ifade ediyor?”

Rene koşar adımlarla çemberine geri döndü. “Bu dünyadaki en iyi arkadaşım olabilecek kişi.”

“Yalnızca arkadaş mı?” diye ısrar etti Boğaç.  Her ne kadar kendine ‘Bunu yalnızca Kama için yapıyorum.’ dese de, bir yandan da Rene’nin, Kama’ya bu kadar ilgi göstermesi altındaki nedeni kendisi de merak ediyordu.

“Hayır… En iyi arkadaşım olabileceği gibi; aynı zamanda en büyük düşmanım olabilecek kişi.”


Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-22 00:15:38
Emekleriniz için teşekkürler.