Beyazın Karanlığı
Düşmanını seçmek
“Gelmiyor.” Dedi Kama.
“Aydınlattığın için teşekkürler.” Dedi ilk taşıyıcı asabi
bir şekilde.
İlk taşıyıcı ile birlikte Neredeyse iki saattir
bekliyorlardı ve ikisi de yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyordu. İşin en kötü
tarafı ise Kama’nın bu konuda yapabileceği hiçbir şeyin olmamasıydı. Onu buraya
getiren kişi her zaman İlk taşıyıcı olmuştu. O istemezse geri dönemiyordu.
“Sıkıldım.”
“Ben de… Bekle, sanırım geliyor.”
“Gerçekten mi?”
“Evet.”
“Beni burada görmesi
sorun olmaz mı? Sonuçta ben uyanık olursam buraya gelmeyebileceğini
söylemiştin.”
“Haklısın.” Dedi İlk taşıyıcı. Elini uzatmasıyla birlikte
Kama’nın etrafında yarı şeffaf bir küp oluşmaya başladı. “Bunun içinde kaldığın
sürece hem bizi görebilir, hem de duyabilirsin. Ama Rene ne seni görebilecek,
ne de duyabilecek.”
Kama gerçek olup olmadığını kontrol etmek istercesine küpün
yüzeylerinden birine doğru uzandı. Fakat eli herhangi bir engelle karşılaşmadan
içinden geçip gitmişti. Bu, istediği an buradan çıkabileceği anlamına
geliyordu. “Peki sen beni duyabilecek misin?”
“Evet. Ayrıca Rene buraya geldiği an bağlanmış olacaksınız.
Yani istersen dış dünyaya dönebileceksin.” İlk taşıyıcının sözlerindeki ima
oldukça barizdi. ‘Madem ki kendin dönebiliyorsun, bunu istediğin zaman
yapabilirsin.’
“Böyle söylesen bile…”
İlk taşıyıcı, Kama’nın sözünü kesti. “Geldi.”
Kama’nın beklediğinin aksine Rene ne pırıltılar eşliğinde
ortaya çıkmış, ne de bir bedenin baştan oluşması gibi parça parça oluşmamıştı.
Bir an önce orada olmamasına rağmen, yalnızca bir göz kırpmasıyla birlikte
orada belirmişti.
Rene bir an tereddüt içindeymiş gibi göründü “Kama?”
“Hayır.” İlk taşıyıcı kollarını iki yana açarak hafif bir
tebessümle yanıtlayınca Rene koşarak İlk taşıyıcıya sarıldı. Ağlıyordu.
“Sanırım artık bana ilk taşıyıcı olarak seslenmen gerekiyor… Sonuçta, artık
onun yeni bir taşıyıcısı var.”
Rene’nin gözyaşları Kama’yı ailesinden koparırken göstermiş
olduğu gibi rol icabı değil, tamamen gerçekti. Demek ki İlk taşıyıcı ile
aralarında gerçekten özel bir ilişki vardı.
Kama, içinde kabaran kıskançlık duygusunu zar zor
bastırabildi. “Eğer Güneş’in beni ele geçirmesini istemiyorsam sakin
kalmalıyım.” Devasa mermerlerden oluşmuş gibi duran kapıya bakarken bunları
tekrarlıyordu kendi kendine.
“Yanlış hatırlamıyorsam en son görüştüğümüzde benden bu
kadar hoşlanmıyor gibiydin.” Dedi İlk taşıyıcı.
Rene, başını İlk taşıyıcının göğsünden bir anlığına ayırarak
yanıtladı. “Senden hala hoşlanmıyorum.”
Kama, Rene’nin sözlerinin doğru olduğunu hissediyordu. Hatta
bir şekilde Rene, İlk taşıyıcıdan nefret ediyor gibiydi. Öyleyse neden…
“Öyleyse neden bana böyle sarılıyorsun?” diye sordu İlk
taşıyıcı muzipçe.
“Yalnızca, geri döndüğünü görmek güzel. Sensiz bu dünya çok
sıkıcı bir hal almıştı. Ciddi bir şekilde dövüşebileceğim tek bir kişi bile
yok!”
Kama bir anda Rene ile İlk taşıyıcı arasındaki ilişkiyi,
hatta ve hatta Rene’nin ondan hem bu kadar nefret ederken, hem de neden ondan
bu kadar hoşlandığını anladı. Rene dövüşmekten zevk alıyordu. Bu onun için
yalnızca bir eğlence değil, yaşamsal bir olay gibiydi. “Gelen bütün saldırıları
emebilsem ben de dövüşmekten zevk alabilirdim.” Dedi Kama kendi kendine.
“Ya Kama? Biliyorsun, o da benim gibi.”
“Kama daha kendi gücünü bile kontrol edemiyor.” Dedi Rene
üzgün bir şekilde.
“Bunu duysa Kama
senin hakkında neler düşünür.” Diye takıldı İlk taşıyıcı.
Rene birkaç saniye duraksadıktan sonra gözlerini hafifçe
kısarak sordu. “O burada, değil mi?”
Kama bir anda kendini gerçek dünya da buldu.
Gözleri ışığa alışmadan önce kendi sesinin, ki bu aynı
zamanda İlk taşıyıcının sesi de oluyordu, zihninde yankılanan tek kelimesi İlk
taşıyıcının neden onu gerçek dünyaya gönderdiğini anlamasını sağlıyordu. ‘Hayır…’
Yalnızca Rene’ye yalan söylememiş olmak için onu buraya
yollamayı düşünmüş ve de bu planı anında uygulamıştı. “Zekice.” Diye mırıldandı
kendi kendine. Ama bu aynı zamanda ikisinin konuştuklarını duyamayacağı
anlamına geliyordu.
Herhangi bir ses çıkarmamak için yavaşça doğruldu. Tahmin
ettiği gibi Rene’nin bedeni hemen yanı başında duruyordu. Üzerinde,
ayrıldıkları zamanki beyaz elbise değil simsiyah bir kumaştan yapılmış olan ve ayaklarının
ucuna kadar uzanan bir tunik vardı. Giydiği şey garip bir şekilde Kama’nın
huzursuz hissetmesini sağladı. Canlı gibiydi. Kama hareket ettikçe
dalgalanıyor, Rene ile Kama’nın arasında durabileceği en uygun şekle bürünüyor
ve öylece kalakalıyordu. Sanki kendi bilinci vardı da Rene’yi, Kama’dan
korumaya çalışıyordu.
Üzerindeki battaniyeyi Rene’nin üzerine örttükten sonra
geminin güvertesine çıktı.
X X X X X X
Boğaç küpeştelere yaslanmış, Güneş’in doğuşunu izliyordu.
Kamaradan çıkan adımların sesi dalgaların arasına karışıyordu.
“Günaydın.” Dedi arkasından Kama. Daha sonra o da Boğaç’ın
yanındaki küpeştelere yaklaşarak bakışlarını Güneş’e kitledi.
“Günaydın.” Rene, Kama’nın en büyük düşmanı olabileceğini
söylerken oldukça ciddi görünüyordu. Bir süre söyleyeceklerini düşünse de, tam
olarak nereden başlayacağını bilmiyordu. Rene’yle doğruluk çemberine girdikleri
kısım mı daha önemliydi, yoksa Kama’nın yanına aceleyle gitmeye çalıştığı kısım
mı? İçeriye girince Kama’ya bir şey yapmış mıydı? “Kama…”
“Efendim?”
“Dün gece Rene’yle konuştum.”
“Ve?” Kama’nın ses tonu devam etmesini işaret ediyordu.
“O kız beni cidden korkutuyor.”
Kama birden kahkaha atmaya başladı.
Kama’nın bu tavrına sinirlenen Boğaç ise öfkeli bir şekilde
“Dalga geçmeyi bırak. Ben ciddiyim. Bir şeytan olarak hayatım boyunca hiçbir
canlıdan böyle bir his almamıştım… O, tehlikeli. Hem de çok.”
Kama gözünde biriken yaşları elinin tersi ile silerken “Anlıyorum.”
Dedi.
“Hayır, anlamıyorsun!” dedi Boğaç bağırarak. Kamaralara
doğru bir bakış attıktan sonra içinden sessizce küfür etti. Rene az önceki
sesleri duymamışsa bile bunu kesin duymuştu.
“Rene gelmeyecek, merak etme. Ayrıca ondan korkmana hiç
gerek yok.” Kama’nın kendinden bu kadar emin olması Boğaç’ı garip bir hisse
büründürüyordu. Daha dün Rene’nin tehlikeli olmadığına Kama’yı ikna etmeye
çalışan kişi kendisi iken işler şu anda tam tersine dönmüştü.
“Kama… Dün akşam Rene’yle konuştum.”
“Bunu az önce de söylemiş…”
“Sözümü kesme!” dedi Boğaç. “Senin, onun için ne anlam ifade
ettiğini sordum.”
“Ne cevap verdi?” diye sordu Kama umursamaz bir ses tonu
ile.
“Aslında yalnızca sana karşı olan hislerini öğrenmek
istemiştim. Herhangi bir şekilde…”
“Ne dedi?” diye tekrarladı Kama. Sesindeki umursamazlık
kabolmuş, yerini büyük bir ilgiye bırakmıştı.
“Onun en büyük dostu olabileceğini söyledi.”
Kama hayal kırıklığına uğramış gibi. “Yalnızca bir dost ha…”
dedi. Fakat yalnızca bir saniye sonra kararlı bir şekilde. “Orası hiç belli
olmaz.” Diye ekledi. Belli ki o kızın peşinden gitmekte kararlıydı.
“Yalnızca dost değil.” Kama, şaşkın bir bakışla arkasını
döndüğünde Boğaç, Kama’ya daha da yaklaşarak sesini alçalttı. “Onun en büyük
düşmanın olabileceğini de söyledi.”
“Haklı…” dedi Kama. Ses tonu, içinde bulunduğu duyguları ele
vermiyordu.
“Haklı mı?” Kama’ya bir şeyler olmuştu. Geçen akşam
konuştuğu kişi ile şu an konuştuğu aynı olamazdı. Demek ki Rene onun yanına
gittiğinde bir şeyleri değiştirmişti. “Kama… Sen Kama mısın?” doğru soru “Rene
beynini falan mı yıkadı?” olmalıydı, lakin bunu söylemeye dili varmamıştı.
“Tabiki de benim. Yalnızca daha bilgiliyim. Dün gece
kendimle uzun bir sohbet yaptım.” Dedi Kama başparmağını göğsüne götürerek. Sözlerinde
gizli bir mana vardı.
“Onunla görüştün…” Boğaç sonunda neden böyle bir değişim
yaşadığını anlamaya başlıyordu.
“Evet.”
“Peki ne tür bir yaratıktı?” diye sordu Boğaç birden.
Kama iç çekerek “Anlatsam da inanmazsın…” diye cevapladı.
X X X X X X
“O burada, değil mi?” diye sordu Rene.
“Hayır.”
‘Cevap vermeden önce tereddüt etti.’ Rene, karşısındaki adamı
ilk defa bir konuda tereddüt ederken görmüştü. Fakat bu aynı zamanda ilk defa
onun zihnine girişiydi. Aralarında bulunan bağ her ne kadar birbirlerinin
düşüncelerini duyabilmelerini sağlasa bile, bu yalnızca iki taraf da istediği
zaman mümkün olabiliyordu.
Rene, Aralarındaki bağa odaklanarak sorusunu zihinden
tekrarladı. ‘Kama burada mı?’
‘Hayır dedim ya.’ Bu seferki cevap tereddütsüz gelmişti. “Şimdi
bana inandın mı?”
Rene buna tam olarak bir cevap veremezdi. Düşünceler yalan
söyleyemezdi, lakin burada doğru olmayan bir şeyler vardı… Bunu hissediyordu.
“Hem, o burada olsa ne olacak ki?” diye devam etti
karşısındaki adam. “Sonuçlar senin düşünd…”
“Ne olacağını tahmin edemiyor musun?” diye tısladı Rene.
“Eğer Kama gerçekte kim olduğunu, ne olduğunu öğrenirse çok üzülecek, bunu biliyorsun.
Ve bu gibi duyguların, Güneş’in onu parmağında oynatması için bulunmaz bir
fırsat olduğunu da!” Giderek öfkeleniyordu. İçine dolup taşan bu hiddet, her
saniye sebepsiz bir şekilde katlanıyordu.
“Bir de bana sakin kalmamı söylerdin…” dedi ilk taşıyıcı.
“Sen neden bahsediyorsun?” Rene, daha soruyu sorduğu anda
cevabı almıştı. Bacaklarının altında dolanan siyah duman, giderek daha koyu bir
hal alıyor ve katılaşıyordu. “Demek beni ele geçirmeye çalışıyor ha?”
“Bu mümkün değil tabi ki…” İlk taşıyıcı espri ile karışık
bir tonda söylemişti bunu. “Yalnızca seninle olan konuşmamı bölmeye çalışıyor.
Beden ve zihin bir olmadığı sürece seni ele geçiremez. Yine de duygularına gereğinden
fazla kapılırsan aramızdaki bağ kopabilir. Bu da senin gerçek dünyaya geri
dönmenle sonuçlanır.”
Rene derin bir nefes aldıktan sonra birkaç saniye hareketsiz
kaldı. Siyah madde tekrardan duman halini alarak yavaşça dağılmaya başlayınca
nefesini kademeli olarak verdi. “Bazen sana acıyorum… Sürekli onunla savaşmak
zorunda olmana yani.”
“Merak etme. Onunla mücadele etmeye alıştım artık. Beni ele
geçirebilmesinin imkânı yok.” Sözlerindeki ima açıktı.
“Lakin aynısını Kama için söyleyemezsin değil mi?”
“Rene… O senin sandığından daha güçlü.” Dedi İlk taşıyıcı.
“Eğer ona düzgün bir şekilde anlatmış olsaydın…”
“Bunu yapamayacağımı söyledim!” diye bağırdı Rene. İçinde ne
zaman minicik bir öfke ortaya çıksa, bu öfkenin bir şey tarafından hızla
körüklendiğini hissediyordu. “Bunu yapamam.”
“Ben yapabilirim.”
“Hayır.” İlk taşıyıcı neden anlamıyordu ki?
“Ben…” İlk taşıyıcı biraz bekledikten sonra kararsız bir
halde durdu.
“Ne oldu? Çıkar ağzındaki baklayı.”
İlk taşıyıcı “Ben ona her şeyi anlattım.” Dedi birden
“Ne!” Rene yanlış duymuş olmalıydı. ‘İlk taşıyıcının…’
“Ona bildiğim her şeyi anlattım.” diye tekrarladı.
‘Böyle bir şey yapmış olmasına imkânı yok!’ Rene, içinden bir
düzine farkı dilde küfür ederken, kelimenin tam manası ile öfkeden çıldırıyordu.
Onun gibi düşünmeden hareket etmeyen birisi böyle aptalca bir şeyi nasıl yapmış
olabilirdi ki?
Aniden etrafı kararmaya başladı. Yalnızca bir saniye sonra
kendisini tekrardan gerçek dünya da bulmuştu. ‘Lanet olsun!’ Öfkesini
kontrol edemediği için bağlantısı kopmuştu.
Gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra yavaşça doğruldu.
Kama yanında değildi. ‘Acaba orada kaç saat kaldım?’
Normal dünyanın aksine bir kişinin zihninde geçirdiği zaman, gerçek hayatta çok
daha fazla ya da çok daha az bir zamana denk olabilirdi. Kapıdan içeriye doğru
sızan güneş ışığına bakılırsa en azından üç ya da dört saattir içeride
olmalıydı.
Ayağa kalktıktan sonra temkinli adımlarla kapıya doğru
yürümeye başladı. Tam açmak üzereyken Kama’nın sesini duyarak aniden yerinden sıçradı.
“Yani anlayacağın Rene’yle ben zamanın başından beri düşmanmışız. Savaşmak
kaderimizde yazılı…”
‘Biliyordum! İlk taşıyıcı ona her şeyi anlatarak büyük bir hata yaptı.’
Aralarındaki zihinsel bağa odaklanarak güverte üzerindeki yerini tam olarak
bulmaya çalıştı. Bunu yaparken uyandığını anlamaması için düşüncelerini ona
göndermek yerine, yalnızca ondan gelen düşünceleri kullanıyordu. Bilgi alış
verişi tek taraflı olduğu içinse tam yerini bulmak biraz zaman alıyordu.
Kama kalkarken, Rene’nin ona verdiği kılıcı kamarada
bırakmıştı. Rene de onun gücünü kullanarak kılıcı, tahtaların içinden geçirecek
ve Kama’yı etkisiz hale getirecekti. Daha sonra geriye yalnızca onu mühürlemek
kalıyordu. Uzun zaman önce İlk taşıyıcının kendisi öğretmişti. O zamanki
sözleri Rene’nin zihninde hala yankılanıyordu. ‘Eğer olur da bir gün kendime
hakim olamazsam ve Güneş beni ele geçirirse, o zaman bu büyüyle beni
mühürleyebilirsin…’
Rene, Kama’nın yerini ararken Boğaç konuşmayı devam ettirdi.
“Ama bu senin için kötü bir şey değil mi? Sonuçta onunla düşman olduğun sürece
aranızda istediğin türde bir ilişki olması pek de mümkün değil.”
“Biliyorum.” Diye karşılık verdi Kama.
‘Buldum yerini.’ Rene saldırmaya hazırlandı. Kılıcı kınından
çıkardıktan sonra mızrağa benzer bir şekil almasını sağladı. Bu onun için nefes
almaktan farksız bir olaydı. Sadece Tan katilinin şeklinin değişmesini
istiyordu, o da değişiyordu.
Zihninde olayı binlerce kez canlandırmıştı. Mızrak halindeki
Tan katili kamaranın tahta duvarını delip geçecek ve doğrudan Kama’nın kalbine
saplanacaktı. Tam mızrağı fırlatmak için gerildiği sırada Kama tekrardan
konuştu. “Bu yüzden Güneş’i yeneceğim!”
Kama tam olarak neyden bahsediyordu? Güneş’i yenmek o kadar
olsaydı, ilk taşıyıcı ve Rene bunu çok önce yapmış olurdu. Lakin ne olursa
olsun sözleri, Rene’nin bir şeyi anlamasını sağladı. ‘Yani herkes gibi sen de bana
sırtını dönmeyeceksin, öyle mi?’ Gözlerinde biriken yaşlar akmamak için
direnirken tam olarak bu şekilde düşünüyordu.
“Böyle söylesen bile bunu nasıl başaracaksın ki? Sonuçta
karşındaki şey senden önceki taşıyıcının bile savaşmakta zorlandığı bir
varlık.”
‘Doğru. Söyle ona Boğaç!’
“Onunla savaşacağım demedim. Onu yeneceğim.” Kama’nın
sözleri mantıksız gibi görünse bile, içlerinde insanı merakta bırakan bir vurgu
vardı.
“Onunla savaşmadan nasıl yenmeyi düşünüyorsun?” diye sordu
Boğaç, Rene’nin aklındaki soruyu dile getirerek.
“Onunla savaşmayarak…” diye yanıtladı Kama. Uzun bir
sessizlik dalgasının ardından Boğaç’ın anlamadığını düşünmüş olacak ki
açıklamaya girişti. “Benden önceki taşıyıcı ve Rene onu öldürmeyi denediler ve
başarısız oldular.”
“Bunu nereden biliyorsun ki?”
“İlk taşıyıcı ile ilk konuştuğumda bana, Güneş’in benim
gücümün bir yansıması olduğunu söylemişti. Kişiliği, anıları ve düşünceleri
olan bir güç…”
“Ve?”
“Başka ne söyledi biliyor musun? Gücü boyunduruğun altına
alabileceğini, kontrol edebileceğini ve hapsedebileceğini; ama
öldüremeyeceğini.”
“Yani…”
Daha Boğaç konuşmaya başlayamadan Kama onun yerine devam
ettirdi. “Yani Daha önce onunla savaşmışlardı. Onu öldürmeye çalıştılar fakat
bunun imkansız olduğunun farkına vardılar.”
Kama’nın sözlerinin birçoğu doğruydu. Daha önce bunu
denemişlerdi ve başarısız olmuşlardı. ‘Bu konuşma ilginç bir yöne doğru gidiyor.’
Kama bunların hepsini tahmin etmiş olamazdı değil mi? Birisinin böylesine
tutarlı tahminler yapması, hele ki hiç bilmediği bir olay karşısında, imkânsızdı.
‘Hayır, hiç bilmediği bir olay karşısında değil. İlk taşıyıcı ona birçok şey
anlatmış olmalı.’ Asıl sorun ne kadarını anlattığı.
Rene kendi düşüncelerinin karmaşasında boğulurken Kama
konuşmayı sürdürdü. “Aslında onu öldürmeye o kadar odaklanmışlardı ki, onu
yenmenin, öldürmekten başka hiçbir yolu olmadığına inanmışlardı.”
‘Başka bir yol mu? Öyle bir şey var mı ki?’ Rene ile İlk
taşıyıcının bulduğu çözüm çok basit ve bir o kadar da etkiliydi. Güneş’i
mühürlemişlerdi.
Boğaç, sanki Rene’nin sorularını duyuyormuşçasına aynı
soruyu sordu. “Onu mühürlemeyi mi düşünüyorsun?”
“O da bir yol ama benim aklımda daha farklı bir şey var…
Hiçbir şey yapmamak.”
“Ne?”
‘NE?!?’
Rene’nin zihninde çığlık olarak yankılanan bu söz, Boğaç’ın
ağzından neredeyse sakin denilebilecek bir tonda çıkmıştı.
“Dalga geçiyor olmalısın.”
“Mademki Güneş, benim duygularımdan beslenerek güçleniyor, o
zaman sakin kalırım olur biter.”
“Bu kadar basit
olsaydı…”
Kama kararlı bir şekilde Boğaç’ın sözünü kesti. “Bu kadar
basit.”
‘Bu kadar basit mi gerçekten?’ Kama’nın söylediği şeyi şu ana
kadar neden denememiş olduklarını Rene de merak ediyordu.
“Ne olursa olsun Rene’nin karşısında yer almayacağım. Bu onunla…”
Aniden durdu. “Rene. Uyandın mı?”
Kama’nın seslendiğini duyunca Rene’nin yüreği ağzına geldi.
Ne yapması gerekiyordu? Nasıl bir tepki vermeliydi ki? ‘Her ne yapacaksam, öncesinde
şunu geri koymalıyım.’ Tan katilinin şeklini eski hale getirirken tahta
kabzanın içine dolmasını sağladı ve kını üzerine kapattı. Daha sonra hafif
adımlarla yatağa, daha doğrusu yere serilmiş birkaç parça yorgan ve yastıktan
oluşmuş yığına, doğru yürüdü. Olabildiğince sessiz hareket ederek yatağa girdi.
Tam Kama içeri girdiği sırada gerinerek “Günaydın.” Dedi.
Kama, yüzünde bir gülümseme ile karşılık verdi. “Günaydın.”
‘Neden gülümsüyor? Daha da önemlisi ben nasıl bir tepki vermeliyim?
Onunla en son görüştüğümüzde bana aşırı sinirliydi. Hatta benden nefret ediyor
gibi görünüyordu. Fakat az önceki konuşmasından anlaşılıyor ki, benden zerre
nefret etmiyor. Yani gülümseyerek hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam etmem
en iyi seçenek olabilir. Ama böyle davranırsam da ona her şeyi açıklayacağımı
söylememe rağmen hiçbir şey açıklamamış olacağım. Az önceki konuşmalara kulak
misafiri olduğumu anlaması işten bile değil!’ Bu düşüncelerle birlikte
yüzüne, çok ta samimi olmayan çarpık bir gülümseme yerleştirmişti. Eğer bir
taşıyıcı olup olmadığını sorarsa ona ne cevap verecekti ki? “Şey…”
“Rene!”
Hızla ayağa kalkarak “Evet!” diye yanıtladı. Kama aniden
konuşunca, içinde bastırmakta olduğu heyecanın etkisi ile bağırmıştı.
Kama şaşırmış gibi “Tam olarak neye evet?” diye sordu.
“…”
“İyi misin? Yüzün kıpkırmızı kesildi.”
“İyiyim! Onu boş ver de senden önceki taşıyıcı tam olarak ne
kadarını anlattı?”
“Ne?”
“Yalnızca bir taşıyıcı olduğunu mu söyledi? Yoksa her ırkın
şekline bürünebildiğini mi? Peki ya Benim aslında bir…” Sesi giderek kısılırken
Rene kendisini zar zor durdurabilmişti. ‘Neler diyorum ben böyle. Eğer
konuşmaya devam edersem İlk taşıyıcı ona hiçbir şey söylememiş olsa bile her
şeyi benden öğrenecek!’ Böylece Rene’nin koca bir gününü harcadığı konuşma da
mahvolmuş oluyordu.
“Sakin ol.” Kama bir adım ileriye atarak Rene’yi, kamaranın tahta
duvarları arasına kıstırmıştı.
“Yaklaşma!” Rene, içgüdüsel olarak avcunun içinde büyü
gücünü odakladıktan sonra oluşan enerji topunu doğrudan Kama’nın göğsüne
yolladı. Her şey bir anda olup bitmişti. Bütün enerji Kama’nın bedenine
çarparak içine işlerken, Rene’nin tek yapabildiği şey izlemekti.
Böylesine saf bir enerji normal bir insana çarpmış olsaydı,
o insanın büyü gücü birden hareketli hale geçer ve kendi içinde patlardı.
Enerjinin çarptığı kişi büyü gücünü kontrol edemez, onu sürekli dışarıya kaçırırdı.
Sonuçta hızlı bir ölüm yaşamaktan daha ileri gitmezdi. Fakat durum Kama’da
biraz farklı işliyordu. Eğer bedenindeki hareketli enerji belli bir sınırın
üzerine çıkarsa, Kama’nın gücü onu daha fazla büyü gücüne sahip olan bir ırka dönüştürecekti.
Belki bir şeytana, belki isimsiz ırklardan birisine, belki de bir ejderhaya… Ne
olursa olsun, Kama birazdan bir dönüşüm geçirecekti ve bunun sonucu hiç iyi
olmayacaktı.
X X X X X X
Rene aniden saldırdıktan sonra Kama’nın tepki verebilecek
bir zamanı bile olmamıştı. Bir anda kendini, odanın öbür ucuna doğru uçarken
bulmuştu. Sırtı duvara çarptıktan sonra yüz üstü yere düştü. ‘Birden
bire… Bu da neydi şimdi?’
Yavaş yavaş bedenini saran karıncalanma hissi, bir şeylerin
yolunda olmadığını anlaması için yeterliydi. Ayağa kalkmaya çalışmasına rağmen
sanki bir güç bütün enerjisini ondan çekiyordu. ‘Hayır, bu doğru değil.’
Aslında oldukça enerji dolu hissediyordu. Hem de fazlasıyla. Fakat kolları,
bacakları, hatta bütün bedeni verdiği emirleri dinlememekte direniyordu. ‘Rene’nin
yaptığı büyü yüzünden olmalı.’
“Bu gürültü de neydi?” Kapının açılmasıyla birlikte Boğaç
içeriye daldı. “Ne yaptın sen!?!”
“Beni suçum değildi, aniden üstüme gelince…” diye kendisini
savunmaya çalıştı Rene.
“Senin suçun değil miydi?”
İkisi tartışırken içinde yavaş yavaş kıpırdanan bir dürtünün
uyandığını hissetti. ‘Öldür onları!’ Ses, ne Rene’ye, ne
de içindeki adama aitti; Kama’nın daha önce hiç duymadığı birisinindi. Bütün
bedenini kaplayan güç, yavaş yavaş sırtında yoğunlaşmaya başladı. Kürek
kemiklerinin üstünde oluşan gerilme, sanki derisinin yırtılıyormuş gibi
hissetmesine neden oluyordu. Fakat bu hisle birlikte Kama artık hareket
edebiliyordu. “Neden durduk yere vurdun ki şimdi?” diye sordu Rene’ye.
“Affe-der-sin?” Rene bunları söylerken her hecede sesi
kısılmıştı. Bunun tam aksine gözleri şaşkınlıktan ardına kadar açılmıştı.
Boğaç temkinli bir şekilde sordu. “Kama… İyi misin?”
“Evet… Neden iyi olmayayım ki?” diye sorsa da, daha birkaç
saniye önce Rene’nin saldırısını doğrudan almıştı. İyi olması oldukça garipti
yani.
“Hiç.” Diye cevapladı Boğaç. “Yani sırtından bir çift devasa
kanat çıkan kişi ben olsaydım muhtemelen senin kadar sakin kalamazdım.”
“Sen neyden bahsediyorsun? Benim sırtımda…” daha lafını
tamamlayamadan omuzlarının üstünden önüne doğru bir çift kanat sarkmıştı. Kama korkuyla
karışık bir merakla kanatlara bakakaldı. Tıpkı İlk taşıyıcının kanatlarına
benziyordu; tıpkı Rene’nin kanatlarına benziyordu…
Yavaşça elini kaldırarak kanatlarından birine tereddütle
dokundu. Dışarıdan ne kadar yumuşak görünürlerse görünsünler, kenarları kılıç
gibi keskin olan kanatlar çelik kadar da sert ve sağlamdı.
Bir taşıyıcı olduğunu öğrendiğinden beri Rene gibi dönüşüm
geçirebileceğinden neredeyse emindi. Yine de bunun kendi isteği dışında gerçekleşebileceğini
hiç hesaba katmamıştı. Fakat neden böyle bir zamanda dönüşüm geçirmişti ki? ‘Rene’nin
bana yolladığı enerji topu ile bağlantılı olduğunu anlıyorum ama asıl sebebi
başka bir şey olmalı…’ İçine dolup taşan enerji ile titrerken bunları
düşünüyordu.
Bakışlarını, kanatlarından ayırarak Rene’ye kaydırdığında,
kızın yüzündeki dehşete düşmüş ifade karşında söyleyebilecek bir şey bulamadı.
Rene, tarih boyunca kara ejder olarak insanların kalplerine korku salan Rene,
şimdi Kama’dan korkuyordu. Bu sahne Kama’nın içini garip bir heyecanla kapladı.
Bir sebebi olmaksızın… Ve durmaksızın… İçindeki heyecan giderek büyüdü…
‘Yardım etmeyi düşünmüyorsan bile artık beni engellemeyi bırak!’
Zihnine gelen İlk taşıyıcının sesi aniden irkilmesine neden oldu.
‘Engellemek derken?’ diye düşündü Kama.
‘Güneş… Uyandı… Eğer böyle yapmaya devam edersen... Onu durdurmam pek
de mümkün…’
‘Ne yapmaya devam edersem?’ diye sormasına rağmen cevap
gelmedi. Kama hiçbir şey yapmıyordu ki. Güneş uyanırsa tam olarak ne olacaktı?
Bilincini kaybedip deli gibi etrafa saldırması aklındaki en muhtemel şey olsa
bile kim gerçekten neler olacağını kim bilebilirdi ki? ‘Neyse, önce sakinleşmeliyim.’
Daha bu düşünce aklına girdiği anda ilk taşıyıcının neyden bahsettiğinin
farkına vardı. ‘İşte bu! Yalnızca sakin kalmam gerek! Kendi bulduğum yöntemi bile
uygulayamazsam yoluma nasıl devam edebilirim ki?’ Bunları söylerken
bile içinde coşan duyguları dizginleyemiyordu.
Kama, Rene ve Boğaç’ı umursamadan yere oturdu ve gözlerini
kapattı. Daha sonra derin bir nefes aldı ve aklını boşaltmaya çalıştı. Bunları
yaparken Rene’nin tekrardan saldırmamasını ummaktan başka yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Oynadığı kumara karşılık Rene, Kama’nın yapmaya çalıştığını
anlamış olacak ki Boğaç’la tartışmayı bıraktı.
Rene’nin adımlarının yavaşça yaklaştığını duymasına rağmen
Kama gözünü açamıyordu.
“Hey!” diye bağırdı Boğaç.
“Noldu?”
“Bir adım daha yaklaşmayı denersen…”
“Denersem?” diye tekrarladı Rene sert bir sesle.
“Sonuçlarına katlanırsın.” Boğaç’ın ses tonu da,
Rene’ninkinden daha az tehditkar değildi. Yine de onun, Rene’ye karşı olduğu
bir savaşta kazanma ihtimali sıfırdı. Yani, kim bütün saldırıları absorbe
edebilen birisine karşı kazanabilirdi ki?
‘Sonuçta bir şekilde dostum oldu.’ Diye düşündü Kama. Boğaç onu
Rene’den korumaya çalışıyordu; burası açıktı. Fakat Rene’nin yapacağı şey
Kama’ya, daha doğrusu İlk taşıyıcıya yardımcı olabilirdi. Veya tam tersi bir
şekilde Kama’yı öldürebilirdi. Fakat Kama Rene’ye güvenmeyi seçti. Bu yüzden
duygularını olabildiğince kontrol altında tutmaya çalışarak seslendi. “Boğaç!”
“…”
“Bırak… Gelsin…”
Rene’nin adımları yaklaşmaya devam ederken Kama, gözleri kapalı bir şekilde derin derin nefes almayı sürdürüyordu. Aniden Rene, iki omzunu birden hafifçe kavradığında çığlık atmamak için kendini zor tuttu. ‘Her ne yapıyorsa, umarım işe yarar…’ diye düşündü Rene’nin sıcak nefesini yüzünde hissederken...
.