Beyazın Karanlığı
Şeytan, canavara karşı
Yaklaşık bir saatin sonunda Rene hariç herkes bitap
düşmüştü. Rene ise Ay’ın sağladığı destekle daha terlememişti bile. Daha önce
Gündüzün taşıyıcısı ile aylar süren bir savaşa girmişti. Lakin kondisyonunun
buna izin veriyor olması tekrar böylesi bir şey yapmak istediği anlamına gelmiyordu.
Özellikle de Rene kadar güçlü olmayan birileri bu savaşa dahilken…
Normal şartlarda dövüşmekten zevk alan Rene için şu anda
işler hiç de iyi gitmiyordu. Boğaç ve diğer üçü ayrılmayı reddettiği için
onların yanında tüm gücünü kullanamıyordu. Ayrıca bir yandan da diğerlerini
korumaya çalıştığı için Kama ile olan dövüşüne odaklanamıyordu.
‘Her şeye rağmen… Kırmızı ha?’ diye düşündü kendi kendine.
Taşıyıcıların göz ve saç rengi içinde bulundukları aşırı duygusal durumları
belirtirdi. Beyaz, sakinlik; mor, korku; pembe, tutku; kırmızı, öfke gibi.
Gözlerden başlayan bu renk değişiminin saçlarına kadar çıkabilmesi için
Kama’nın öfkeden delirmiş olması gerekiyordu.
Rene’de ise durum daha farklıydı. Dışarıdan gelen ışığı
emmesinin yanı sıra büyü gücü sızdırmamak için ışık bile yaymadığından saçları
her zaman siyah renkliydi. Bu durum yalnızca tamamen saldırmaya odaklandığında
değişiyordu. Yani tamamen saldırıya odaklanmadığı sürece dışarıdan bakan biri
Rene’nin duygularını saçlarına yada gözlerine bakarak söyleyemezdi.
“Dikkat et!” diye bağırdı Boğaç.
Kama’nın boynuzları arasında oluşturduğu başka bir enerji
topu üzerine gelirken Rene, kısa bir kılıç şeklindeki Tan katilini savurarak
büyüsünü dağıttı. Gözleri ışıktan tamamen kör olmuş olsa bile etrafındaki
enerjiyi algılayarak arkasından gelen ikinci büyüyü de diğer eliyle engelledi. ‘Fazla
hızlı hareket ediyor.’ Diye düşündü kendi kendine. ‘Onu yavaşlatmam gerek.’
“Gördün mü?” diye fısıldadı arkalarından Alperen.
“Evet. Tıpkı Rima’nın dediği gibi…” Alaz bir anlığına geri
çekilerek yanıtladı.
“Eğer sizi duymamam için fısıldıyorsanız bunu daha kısık
sesle yapın.” Dedi Rene Kama’ya saldırırken. Az önce emmiş olduğu büyünün
enerjisini boştaki eline aktararak bir yumruk savurmuş olsa da Kama bu
saldırıdan birkaç metre geriye doğru bir sıçrama büyüsü yaparak kurtuldu. Fakat
Rene’nin kaçmasına izin vermek gibi bir niyeti yoktu. İleriye doğru atılırken
Tan katilini mızrak-balta karışımı bir silaha dönüştürerek havaya doğru
savurdu. Muazzam bir hızda dönen silahın iki zıt noktasındaki enerjiyi aniden
emince Tan katili ileriye bir ok gibi fırlayarak Kama’yı kıl payı kaçırdı ve
yere saplandı. Altındaki zemin parçalanan Kama daha kendini toparlayamadan
Rene, yere saplanmış Tan katilini bir direk olarak kullandı ve etrafında
dönerek Kama’ya doğru bir tekme savurdu. Silahın etrafında ikinci turunu
tamamlamadan aniden onu yerden kopardı ve başka bir saldırı zincirini başlattı.
Fakat Kama, her nasılsa bilinçsizken bu saldırılardan yara almadan
kaçınabiliyordu.
‘Bu iş daha ne kadar uzayacak?’ diye sordu Tan katilini
tekrardan tırpana dönüştürerek.
Ay, ‘İkinizden biri düşene kadar.’ diye
yanıtladığında Rene, tırpanı kendi etrafında bir tur attırıp Kama’ya doğru
savurmuştu. Kama eğilerek bu saldırıyı savuşturunca Rene, devinimini kullanarak
dönmeye devam etti ve çaprazlama iki darbe daha savurdu. Kama bunları da yara
almadan savuşturduğunda Rene bu fırsatı daha agresif bir saldırı için kullandı.
Dönüşünü aniden durdurarak tırpanın yakın olan arka tarafını savurdu. Sonuçta
Tan katilinin tamamı Rene’nin gücünden oluşuyordu. Vurduğu kısmı keskin olsun
olmasın Kama’yı durdurabiliyor olmalıydı.
Fakat Kama, Rene’nin bütün tahminlerini boşa çıkararak
tırpanın sapını yakaladı.
‘İmkansız!’ Şu ana kadar bu silah her zaman Gece’nin taşıyıcısı
tarafından Gündüz’ün taşıyıcısına karşı koz olarak kullanılmıştı. Enerjiyi
durağanlaştıran bu silah, normal birisine değdiği anda o kişinin kalbi dururdu.
Kama’nın ise en azından hareketsiz bir şekilde kalıyor olması gerekiyordu. ‘Nasıl?!’
Kama, aniden elini, Rene’nin elinin üzerine kaydırarak
bileğini kavradı ve kaçmasını engelledi. Rene de karşılık olarak Tan katilinin
şeklini bir mızrağa çevirerek Kama’ya doğru uçurdu. En azından yapmaya
çalıştığı bu olmuştu… Fakat silah onun emirlerini duymazcasına tırpan halinde
kaldı ve hareket etmedi. ‘Bana dokunduğu için mi?’ diye
düşündü. Bileğini ne kadar kurtarmaya çalışırsa çalışsın Kama onu bırakmıyordu.
Kama’nın boynuzlarının arasına girdaplanan hava ile bir
enerji topu oluşunca Rene, kaçışı olmadığını anlamıştı. Gelen enerji topunu
engellemek için gücünü başının ön kısmına yönlendirdi hemen.
Fakat Kama, enerji topunu hemen salmadı. Kızılın açık bir
tonuna bürünmüş gözleri ile Rene’yi izliyordu. Rene de Kama’nın bakışlarına
karşılık vererek gözlerinin içine baktı. Kızıl rengi ile güç ve öfke tarafından
ele geçirilmişti…
‘Onu nasıl durduracağımı bilmiyorum.’
‘Onu kurtarabilirsin.’ Dedi Ay’ın sesi zihninde. Fakat Rene
buna cevap vermedi. Zaten şu anda yapmaya çalıştığı şey de çok farklı değildi.
Yani en azından onu durdurmaya çalışıyordu. Bunun yolu da muhtemelen Kama
durana kadar onu kıymaya çevirmek olacaktı. İyileştiğinde hala kendinde
değilse, eh o zaman aynı şeyleri bir kez daha tekrarlayacaktı.
‘Lütfen, Rene…’ Ay bunu söyleyince Rene şaşkınlıkla kalakaldı.
Bütün hayatı boyunca hep ona “Şunu yap, bunu öldür, bunu koru.” Şeklinde
emirler veren Ay, Rene’den ilk defa bir şeyi bu kadar nazik bir şekilde
istiyordu. Ve tüm bu zamanın aksine düşüncelerine giren bu ses duygusuz değildi
bu sefer. Üzüntüyle çalkalanıyordu...
Rene, zihnini boşaltıp gözlerini kapadı. Eğer bu işi nazikçe
bitirmezse Kama’nın sahip olduğu güç tarafından tüketilmesi işten bile değildi.
Bunu engellemek içinse onun zihnine girip güç ile arasındaki bağı koparması
gerekiyordu. Zaten Kama’nın bileğini tutuyor olması, zihinsel bağlantı için
gerekli ilk şartı yerine getiriyordu. Bedensel temas… İkinci şart ise iki
tarafın da dikkatini karşısındakine vermesini gerektiriyordu; veya taraflardan
birinin bilinçsiz durumda olmasını. Kama da şu anda tamamen güç tarafından
tüketilmişti.
‘Sanırım şu anda yeteri kadar bilinçsiz bir durumda…’ Bunu
düşünmesiyle etrafının kararması bir oldu. Bedeni suyun altında gibi
ağırlaşmıştı. Hareket etmekte bile zorlanıyordu. Daha önce buraya ne zaman
gelmiş olursa olsun bembeyaz bir boşlukla karşılaşmıştı. Fakat şimdi her taraf
zifiri karanlıktı.
“Hey, Kama? Orda mısın?” Sesi istemsizce titremişti. Etrafta
oldukça ürpertici bir hava olmasının yanı sıra önünü bile görebilecek durumda
değildi.
“Rene, sen misin?” Kama’nın sesi boşlukta yankılandığında
Rene onu bulmuş olduğunu düşündü. Birkaç saniye içerisinde bembeyaz parlayan
saçlarıyla çevresindeki karanlığı dağıtan bir siluet belirdi önünde. “Umudunu
kırdığım için kusura bakma ama yanlış kişi…”
“Burası da neresi?” diye sordu Rene İlk taşıyıcıya.
“Kama’nın zihni, daha önceden de gelmiştin.”
“Ama o zamanlar etraf çok daha… Beyazdı.
“Evet, Kama seni korumak için Güneş’in gücünü aldığında o
güç tarafından tüketildi.”
“Ne? Beni korumak için derken…”
“Sen… Hala anlamadın, değil mi? Boğaç sana saldırdığı sırada
seni korumak için her şeyi yapabileceğini düşünmüştü.”
“Ama Boğaç’ın bana saldırmasının sebebi…”
“Sebebi önemli değil; Boğaç’ın bunu Kama’nın dikkatini
çekebilmek için yaptığını ben de biliyorum. Ama Kama bunu bilmiyordu… Sonuç da
gördüğün gibi.” Dedi İlk taşıyıcı eliyle boşluğu işaret ederek.
“Hiçbir şey göremiyorum ki.”
“Üzgünüm, bu yardımcı olmalı.” İlk taşıyıcı elini Rene’nin
omzuna bir anlığına dokundurduğunda etraf aniden aydınlandı. Daha doğrusu etraf
hala karanlıktı ama Rene o karanlığın arasından her şeyi görebiliyordu. Sanki
her şey siyahtan oluşan bir gökkuşağı gibiydi. ‘Bu çok mantıksız…’ diye
düşünürken buldu kendini istemsizce.
Kapkara, devasa bir
hale bir araya toplanarak bir kule oluşturmuş, kendi içinde girdaplanıyordu.
Kulenin en uç noktasında tıpkı İlk taşıyıcı’nın saçları gibi parlayan bir nokta
vardı. Üzerine güneş oturtulmuş karanlıktan oluşan bir hortum gibiydi.
“Kama orada mı?”
“Evet…”
Rene cevabı aldığı gibi karanlık hortuma doğru yürümeye
başladı.
“Ne yapıyorsun?”
“Onu oradan çıkaracağım.” Diye cevapladı Rene. “Sonuçta
Dünya’yı Güneş’ten korumak benim görevim…” İçgüdüsel olarak enerjisini
bacaklarına yönelttiğinde büyü yapabildiğini fark etmişti. ‘Eğer büyü yapabiliyorsam
güçlerimi de kullanabilirim…’
Hortuma yaklaştığında karanlıktan yayılan enerji tüylerini
ürpertmişti. ‘Demek bu şey de enerjiden oluşuyor ha? O zaman hepsini içime
çekeceğim!’ Gücünü yönelttiği elini hortumun içine soktuğu anda parmak
uçlarından omzuna kadar müthiş bir acının yayıldığını hissetti. Anında geri
çekilmişti. “Bu da ne böyle?” diye bağırdı. Kolundaki derinin tamamı soyulmuş,
ardında kanlı bir et parçası bırakmıştı.
Enerjiden yapılmış olsa bu hortum, onu emebilmiş olması
gerekiyordu. Fiziksel bir şey olsaydı da hiçbir şey olmamalıydı bu denemesinin
sonucunda. Ama hortum kolunu neredeyse parçalamıştı.
“Enerji.” Diye yanıtladı İlk taşıyıcı uzaktan. Kollarını
bağlamış Rene’yi izliyordu.
“Ama… Ama!” diye itiraz etti Rene.
“Burada güçlerin gerçek dünyada olduğu gibi işlemez.” İlk
taşıyıcı ilerleyerek hortuma dokundu. O ana kadar dumandan yapılma gibi görünen
madde aniden katılaşarak elinin içine girmesini engellemişti. “Gördün mü?”
“Bu şeye benziyor…”
“Tan katiline?” diye sordu İlk taşıyıcı. “Evet, hatta
aslında aynısı.”
“Nasıl yani?”
“Güneş’in ve Ay’ın güçleri birbirine benzer olmakla kalmıyor
aslında… Onların güçleri şu anda birbirinin aynısı. Ve her birinin iki tane
gücü var. Durağan enerjiyi hareketli hale geçirmek ve onu absorbe etmekle
hareketli enerjiyi durağanlaştırmak ve onu absorbe etmek…”
“Bunu daha önce hiç söylememiştin.”
İlk taşıyıcı Rene’nin sözlerini duymamış gibi açıklamaya
devam etti. “Zamanın başlangıcından önce güçlü varlıklar birbirlerini
isimlendirirdi. Cennet, Deniz ve Gök… Bu varlıklar birbirlerine verdikleri
isimlerle bağlanmışlardı. Ve her birisi içlerinde, üstlerinde ve altlarında
yaşayan ırkları isimlendirdi. İnsanlar, Melekler, Ejderhalar, Kedyanlar ve daha
pek çoklarını. Bütün bu ırklar isimleri sayesinde onlara bağlanmıştı. Ama bu
bir bakıma onların gücünü azalttı. Yalnızca biz, Gündüz ve Gece… Biz yalnızca
birbirimizi isimlendirmiştik. Yalnızca bir varlığı isimlendirmiş olmamız bizi
birçok isim veren Cennet, Deniz ve Gök’ten daha güçlü kıldı. Aynı zamanda bu
isimler birbirimizin gücünü bir silah olarak kullanmamızı sağladı. Tan katili
ve Şafak katili gibi…”
“Ama… İsimlendirme ruhtan ruha yapılmaz mı?” Rene şaşırmış
bir şekilde sordu. “Neden bir silah şekilde bedenimin dışında duruyor? Neden
onu doğrudan kullanamıyorum?”
“Senden önceki Gece’nin taşıyıcısı ile yaptığım savaşın bir
sonucu.” Dedi İlk taşıyıcı. “O savaşın sonunda ikimizin de bir gücü zihnimizden
gerçek dünyaya çekildi. Diğeri ise zihnimizde tutulmaya devam ediyor…”
“Sonuç olarak?”
“Sonuç olarak zihninde tuttuğun gücü gerçek bedeninden fazla
uzaklaştıramazsın.” Dedi İlk taşıyıcı. “Bu gücü zihninden gerçek dünyaya
aktarabilirsin belki. Ama ondan çok uzaklaşırsan yine ait olduğu yere
dönecektir.” Avcunu hortumdan çektiğinde hortum tekrardan dumansı bir şekle
büründü. “Öte yandan Tan katilini, yani zihninin dışındaki gücü de uzun süre
içinde tutamazsın.” Diye belirtti.
‘Tan katilini içime alabilmek derken?’ Böyle bir şey mümkün
müydü ki? Rene, enerjiyi emmesini sağlayan gücünü dışarıya çıkararak istediği
gibi yönlendirebiliyor, hatta kendisine karanlıktan oluşmuş gibi görünen bir
giysi bile yapabiliyordu. Ama daha önce hiç Tan katilini bedenine almayı
denememişti.
‘Sanırım gerçek dünyaya döndüğümde bunu deneyebilirim. Ama şimdi şu
hortumun tepesine çıkmalıyım.’ Rene, bu sefer hortumun enerjisini
emmeye çalışmadı. Yalnızca İlk taşıyıcının yaptığı gibi elini ona doğru uzattı.
“Neden tereddüt ediyorsun?”
Rene gözlerini kapatarak kendini acıya hazırladığında Tan
katilinin tanıdık dokusuyla buluştu eli. Fakat geçen seferki gibi canını
yakmamıştı. Bundan cesaret alarak fırtınayı kavradı ve kendini yukarıya doğru
çekti. Daha sonra biraz daha ve biraz daha… Kısa sürede az önceki yerinden
metrelerce yükseğe çıkmıştı. Kendine cesaret vermek için “Buraya kadar geldin,
devamını da getirebilirsin.” Diye mırıldandı.
Aslında bütün bu tırmanmaya karşın nefesi kesilmemişti.
Gerçek dünyada sürekli olarak Ay’ın desteğini aldığı için normal birisinden kat
be kat daha dayanıklıydı; buradaysa ona yardım eden şey bambaşka bir güçtü.
Anlayamadığı bir güç…
Yukarıya doğru çıktıkça kolları ve bacakları hortumun içine
yavaşça batmaya başladı. Sanki fırtına onu içine çekmeye çalışıyordu. Bununla birlikte
hortum yukarıya doğru inceldiğinden artık etrafında savrulmaya başlamıştı.
“Böyle devam ederse kusacağım.” Dedi kendi kendine.
“Bu dünyada kusamazsın.” İlk taşıyıcının sesi hemen yanından
geldi. Kendisi gibi o da hortuma tutunmuş Rene’yi izliyordu.
“Sen, ne? Nasıl bir anda buraya kadar çıkabildin?”
“Uçarak.”
“Madem uçabiliyorsun neden beni yukarıya doğrudan
taşımadın?” diye öfkeyle sordu Rene. Büyüyle uçmak çok fazla enerji
tükettiğinden böyle bir şeyi denememişti bile. Başka bir kanatlı ırkın şekline
bürünmeyi ise becerememişti.
“Ama böyle yaparsam hiç eğlenceli olmazdı.”
“Kama gerçek dünyada kendini kaybetmiş durumda ve sen onu
durdurmayı bırak, bana yardım bile etmiyorsun! Derdin ne senin?!?”
“Hey, bana haksızlık ediyorsun ama. Sen burada eğlenirken
ben bu durumu çözmeye çalışıyordum.” İlk taşıyıcı Rene’nin anlamadığını fark
ettiğinde “Sanırım bunu kendin görmelisin.” Dedi. Daha sonra Rene’yi belinden
kavrayarak hortumdan ayrıldı. Birkaç saniye içerisinde hortumun en üst
noktasına varmışlardı.
Kama görüş açılarına girdiği anda Rene’nin şaşkınlıktan dili
tutulmuştu. O ana kadar bir gram savaşma yeteneğinin olmadığını düşündüğü kişi
birbiri ardına üstüne akın eden siyah dalgaların arasında dans ediyordu resmen.
Hortumdan aniden fırlayan dumansı dalgalar Kama’ya yaklaştıkça incelip
sivrilerek ince birer diken şeklini alıyordu. Fakat Kama kendisine saldıran
onlarca dikeni savuştururken zorlanıyor gibi görünmüyordu bile.
“O gerçekten Kama mı?” diye sordu istemsizce.
“Evet, günlerdir bu şekilde savaşıyor…”
“Günlerdir derken?”
“Bildiğin gibi, bu dünyada geçen zaman gerçek dünyada geçen
zamana her daim eşit olmuyor. Şu anda da bu kural geçerli; Burada geçirdiğin
iki saat gerçek dünyada yaklaşık bir dakikaya denk geliyor. Zaman, Kama’ya
yaklaştıkça daha fazla bükülüyor ki bu onun için her zaman iki saatin bir
dakikaya eşit olması demek…”
“Dalga geçiyor olmalısın.”
“Ne yazık ki hayır.”
“Ama şu ana kadar bütün enerjisi bitmiş olmalıydı.” Dedi
Rene. Bu dünya her ne kadar farklı işlerse işlesin herkesin taşıyabileceği bir
enerji sınırı vardı sonuçta. Ayrıca gerçek dünyada Kama kendini kaybettiğinden
beri neredeyse bir saat geçmişti. Bu da onun yaklaşık beş gündür durmaksızın o
dikenleri savuşturduğunu gösteriyordu.
“Üzerinde durduğun bu hortum enerjiden yapılma, bunu
biliyorsun değil mi?” dedi İlk taşıyıcı. “Belki sen onu ememiyorsun ama bu
durum Kama için geçerli değil.
Enerji, Kama’nın içine girmeye çalışıyor ama şu anda
Kama’nın onu kontrol edebilecek yeteneği yok. Bu yüzden kendini tamamen
kaybetmemek için onunla savaşıyor. Aksi halde gerçek dünyada giriştiğiniz savaş
birkaç saniye içinde sonlanırdı… Gece’nin taşıyıcısının ruhu birkaç parçaya
bölünmüşken kaybedecek olan tarafın kim olduğunu söylememe gerek yok sanırsam.”
“Biliyor muydun?” Rene şaşkınlıkla sordu.
İlk taşıyıcı ise bu sorusunu görmezden gelerek devam
etmişti. “Bununla birlikte Kama, üzerinde durduğu enerjiyi de azar azar içine
çekmeye devam ediyor. Yani bir yandan onunla savaşırken bir yandan da onu
kullanıyor aslında.”
“Peki, neden ona yardım etmiyorsun?”
“Asıl görmeni istediğim şey de buydu.” Dedi İlk taşıyıcı.
Rene’yi tek kolunun altına alarak boştaki elinde mavi bir enerji topu
oluşturmuştu. Enerji topu aniden ileriye doğru hareket etse de görünmez bir
duvara çarparak yok oldu. “Bu bariyeri geçemiyorum…”
“Peki Kama neden böyle bir bariyer kurdu buraya?”
“Bariyeri kuranın Kama olduğunu nereden çıkardın ki?” diye
sordu İlk taşıyıcı. “Ona gücü veren de bariyeri kuran da bizzat Güneş’ti…”
“Bu sırada sen ne yapıyordun?”
“Kama ile anılarımızı ayırıyordum. Geçen sefer Güneş’i
yenebilmek için onun anılarını benimkilerle birleştirdim.”
“Neden böyle bir şey yaptın!” diye bağırdı Rene aniden.
Kama’nın bunu düşünmeden yapmasını anlayabilirdi ama İlk taşıyıcının onu
uyarması gerekliydi. Tanıdığı kişi, Kama’nın böyle aptalca bir şey yapmasına
izin vermeyecek kadar zekiydi.
“Bunu teklif eden Kama’ydı.” Diye karşılık verdi İlk
taşıyıcı sakince.
“Deli misiniz siz?!?”
“Aynısını ben de söyledim ama onun umurunda olmadı. Belli ki
dışarıda kendisinden daha fazla önemsediği bir şeyler vardı.”
Rene, İlk taşıyıcının demek istediğini anlamış olsa da geri
adım atmayacaktı. “Ne yani, suçlu ben miyim?” diye sordu asabi bir şekilde.
“Ben öyle bir şey söylemedim. Her ne kadar Kama o zaman bunu
senin için yapmış olsa da sonuçta kendi seçimiydi; tıpkı bu seferki gibi. Ama
işler her zaman iyi sonuçlanmayabiliyor… Rene, bunun suçlusu sen olmayabilirsin
ama sebebi sensin…”
Rene bir süre Kama’nın savaşmasını izledikten sonra Kama’nın
onları göremediği kanısına vardı. Muhtemelen bariyer, dışarıdan içeriye ışık
geçirmeyecek şekilde oluşturulmuştu. “Bir şeyi merak ediyorum. Madem Kama
hortumun enerjisini emebiliyor, ben neden bunu başaramıyorum?”
“Tam olarak nedenini bilmesem de yine Kama ile alakalı
olduğunu biliyorum. Sonuçta bu onun dünyası ve onun istedikleri olur.”
“O zaman bütün bunların yok olmasını istesin.” dedi Rene.
“O kadar kolay değil, bütün bu enerji Kama’ya bağlanmış
durumda.” Dedi İlk taşıyıcı. “Kama bu hortumun üzerinde durduğu sürece de bu
şekilde kalacak…”
“Yani tek yapmam gereken onu aşağı atmak, değil mi?”
“Evet, yani öyle tahmin ediyorum.” İlk taşıyıcı bir an
duraksadıktan sonra ekledi. “Sen Kama’yı oradan çıkardığında anda oluşacak
enerji patlamasını dert etme. Doğrudan gökyüzüne doğru yönlendireceğim. Böylece
gerçek dünyada da büyük bir hasara sebep olmayacak.
Bununla birlikte şu siyah şeyler sana oldukça zorluk
çıkaracaktır. Onlara dikkat etmelisin.” İlk taşıyıcı hortumdan fırlayarak
sürekli Kama’ya saldıran ince, mızrağımsı şekilleri işaret etti. “Bir süredir
gözlemliyorum, Kama bariyerin kıyısına yaklaştıkça dikenler de onunla bariyer
arasında yoğunlaşıyor. Sanki onun bariyere yaklaşmasını istemiyor gibiler.”
“Yaklaşırsa ne olur ki?”
“Bilmiyorum, ama muhtemelen bizim için iyi bir şey.”
“O kadar zamandır Güneş ile savaşıyorsun ve hakkında hiçbir
şey bilmiyor musun?” diye sordu Rene.
“Hey, üstüme bu kadar çok gelme. Ben daha önce güç
tarafından yalnızca bir kez ele geçirildim ve o zaman da beni kurtaran kişi sen
olmuştun. Gerçi işin sonunda resmen bir kıymaya dönüşmüştüm ama…”
Rene, İlk taşıyıcının ne demek istediğini az çok anlasa da
detayları bilmiyordu. Tıpkı Kama’nın olduğu gibi Rene’nin de bedeninin daha
önceden bir sahibi vardı. Rene, bildiği pek çok şeyi –konuşmayı, sahip olduğu
bilgileri ve zamanın öncesine dair her şeyi- kendinden önceki taşıyıcının
parçalanmış anılarından öğrenmişti. Kendine ait olan anılarının en başında da
önünde duran şahısla yaptığı savaş vardı. ‘Aslında savaşı tam olarak nasıl kazandığımı
ben bile hatırlayamıyorum. Yalnızca Tan katili sayesinde olduğunu hatırlıyorum
ama… O bile Kama’ya karşı bir işe yaramadı.’ Onu düşündüğünde Rene’nin
içini bir üzüntü kaplamıştı. Kama’nın yaptıkları yanlıştı ama Rene’nin
yaptıkları da pek doğru sayılmazdı. ‘Acaba…’
“Dolayısıyla ne yapmam gerektiğinden de Kama’nın ne yapması
gerektiğinden de tam olarak emin değilim.” Diye konuşan İlk taşıyıcı, Rene’yi
içinde bulunduğu zihin fırtınasından çekti.
Rene kısa bir an duraksadıktan sonra Ay’a danışmaya karar
verdi. ‘Orda mısın?’
‘Evet…’ Ay, anında cevaplamıştı.
‘Burada ne yapmam gerektiğini biliyor musun?’
‘Kama’yı hortumdan koparman gerekiyor.’ Ay bir an duraksadıktan
sonra ekledi. ‘Veya gerçek dünyada onu durdurman.’
‘Bunu yapabilecek kadar güçlü değilim.’
‘Eğer bedenini bana sunarsan onu yenerken zorlanmayız bile. Kendine
gelene kadar dövebilir, geçen seferin de acısını çıkarabiliriz.’ Bu
düşüncelerle birlikte zihnini öyle bir öfke ve zevk dalgası kaplamıştı ki Rene
korkmuştu. Bu öyle bir şeydi ki bütün bedenini kasıp kavuruyor gibiydi. Sanki
dakikalardır içinde olduğu bir kavgadan yeni çıkmıştı ve teri henüz
soğumamıştı.
‘Hayır! Onu öldürmek istemiyorum! Ayrıca başta onu ‘Kurtarmamı’
söyleyen sen değil miydin?!’
‘Zaten ölmez değil misiniz? Birkaç kere öldürsem de bunun bir önemi
olmaz.’ Dedi Ay umursamazca. Bir an sonra ise sıkıntıyla cevapladı. ‘O
ahmak bana meydan okudu.’
‘Kim?’
‘Kim olduğunu biliyorsun! Güneş! Nasıl buna cesaret edebilir?!’
‘Güneş’e güçlü olduğunu kanıtlamak için Kama’yı öldürecek olduğunun
farkında değil misin?’ diye sordu Rene.
‘Bu önemli değil!!!’
Ay’ın normalde duygusuz bir şekilde konuşmasına alışmış olan
Rene için bugün oldukça garip geçiyordu. Önce Ay ondan üzgün bir şekilde
Kama’yı kurtarmasını istemişti. Şimdiyse öfkeyle onu öldürmesini söylüyordu.
‘Kama’yı öldürmek istemiyorum.’ Dedi Rene kesin bir dille. Belki
bir saat önce farklı düşünüyor olabilirdi ama şu anda öfkesi biraz yatışmıştı
ve biraz daha mantıklı düşünebiliyordu. Ayrıca artık kalbinde ihanete karşı
duyduğu öfkeden başka duygular da vardı. Her ne kadar bunları nasıl
tanımlayacağını tam olarak bilmese de…
‘İyi… Madem öyle istiyorsun…’ Nedendir bilinmez Rene aniden
üstüne soğuk bir kova su atılmış gibi hissetti. Sanki Ay’ın bütün öfkesi bir
anda sönmüştü.
‘Bir şey daha soracağım.’ Dedi Rene, Ay’ın varlığı zihninden
silinmek üzereyken.
‘Hmm?’ Ay’ın zihnindeki sesi tekrardan duygusuzlaşmıştı.
‘Sence… Sence işlerin buraya gelmesinin suçlusu ben miyim?’
‘Ben… Bilmiyorum…’
‘Kama’ya karşı aşırı mı tepki gösterdim?’
‘Bilmiyorum…’
Rene, Ay’ın duygusal şeylere cevap vermemeyi seçeceğini
düşündüğünden sorusunu değiştirdi. ‘Şu anki gücümle siyah şeyleri atlatıp
Kama’yı hortumdan koparabilir miyim?’
‘Bilmiyorum.’
‘Neyi biliyorsun ki?!?’
‘En azından denemen gerektiğini…’ Düşünceler zihnine akmayı
kestiği anda Ay’ın varlığı silindi. Her zamanki gibi hiçbir işe yaramamıştı.
“Bariyer tam olarak nerede?” diye sordu Rene.
“Nerede derken?”
“Onu göremiyorum…”
İlk taşıyıcı ileriye doğru biraz daha süzüldükten sonra
durdu. “Tam olarak önünde.”
Rene derin bir iç çekti. “Beni yere bırak.”
“Hemen mi? En azından bir plan falan…”
“Şimdi.”
“Şaka yapıyorsun, değil mi?”
Ay’ın kendisi bile Rene’ye bir tavsiye vermemişti. Yalnızca
denemesini söylemişti. Böyle bir durumda nasıl bir plan yapabilirdi ki? “Keşke
şaka yapıyor olsam.”
İlk taşıyıcı bir anlığına duraksadıktan sonra “Dikkatli ol.”
Diye uyardı. “Burası senin zihnin olmasa bile böylesi bir enerjiyle zarar
görebilirsin…”
“Dikkatli olacağım.” Rene hortumun üstüne düştüğü anda sahip
olduğu büyü gücünün yarısını yumruğuna yöneltti ve önüne doğru savurdu.
Önündeki görünmez bariyerin parçalanmasını beklerken hiçbir engel olmadan
yumruğu ilerlemiş ve dengesini kaybederek sendelemesine sebep olmuştu. “Hey!
Bariyer önümdeydi hani?”
İlk taşıyıcı şaşkın bir şekilde “Az önce içinden geçtin.”
Dedikten sonra ekledi. “Belki de yalnızca bana karşı işliyordur…” İlk taşıyıcı
biraz ilerledikten sonra elini uzattığında boşlukta donakaldı. “Aynen öyle,
yalnızca bana karşı işliyor.”
‘Bunun anlamı: Güneş buraya gelebileceğimi tahmin etmedi.’ Rene
yavaş yavaş hızını arttırırken böyle düşünmüştü.
Kama’ya yaklaşmaya devam ederken dikenlerin bir kısmı
Rene’ye doğru yöneldi. Rene ise engin savaş tecrübesi ve refleksleri ile bu
saldırılardan kolayca kurtuldu. “Kama!”
“Rene?” Üzerinde saldırılar hafifleyince Kama, Rene’yi fark
edebilmişti. “Burada ne işin var?!?”
‘Ne işim mi var? Bunu cidden soruyor olamaz, değil mi?’ Rene
bir anlığına ters bir cevap verecek olduysa da Kama’ya karşı duyduğu öfkeyi
bastırdı. Her ne kadar Kama, onun yeminini bozmasına sebep olsa da, şu anda
içinde bulundukları durum büyük çoğunlukla kendi suçuydu. Bunu kendisine itiraf
etmesi çok zor olsa da, Gece’nin taşıyıcısı olarak sorumluluklarını, kendi
duyguları için terk etmişti.
“Daha sonra açıklarım. Şimdilik bu hortumdan aşağı inmeye
odaklan.”
“Bunu yapması o kadar da… Dikkat et!” Kama aniden üstüne
atlayarak Rene’nin kolundan yakalamış ve onu ileriye fırlatmıştı.
Rene daha havada uçarken yapmış olduğu hatanın farkına
vardı. Kama’nın Sırtından giren devasa, siyah bir diken göğsünden çıkıyordu.
Eğer Kama onu kurtarmamış olsaydı, şu anda onun yerinde Rene olacaktı. “Kama!”
“Gelme!” Kama iki eliyle göğsünden çıkan dikeni kavramaya
çalışıyordu. “Burada yapabileceğin bir şey yok. Onu dışarıdan yenmen
gerekiyor!”
“Ama..!”
“Tan katilini kullan! Onunla bütün enerjimi çek!” Kama bir
anlığına duraksadıktan sonra “İlk taşıyıcı onun beni öldüremeyeceğini söyledi…”
diye ekledi. “Ama en azından durdurabilir…”
Aniden Rene’ye doğru bir enerji topu attı ve onu hortumun
dışına fırlattı.
Rene aşağıya doğru düşerken Ay’ın sesi zihninde belirdi. ‘Benim
sıram mı?’
‘Hayır…’ Rene bir anlığına kontrolü tamamen ona vermeyi düşünse
de bundan hemen vaz geçti. Eğer bütün kontrolü ona verirse Ay, sorunu çözmek
yerine Kama’nın enerjisi yatışana kadar onu biçmeye devam ederdi. Rene’nin ise
daha az önce hiç düşünmeden onu kurtaran Kama’yı böyle bir kadere terk
etmesinin imkânı yoktu. Bu düşüncelerle birlikte kararını verdi. ‘Bizim
sıramız…’
