Beyazın Karanlığı
Şeytan, canavara karşı
“İkisi de kıpırdamıyor.” Dedi Alaz mırıldanarak.
“Bunu görebiliyoruz.” Diye karşılık verdi Boğaç. Rene ile
Kama yaklaşık bir dakikadır öylece kilitlenmiş, birbirlerine öldürücü bakışlar
gönderiyorlardı. Fakat bunun dışında iki taraf da kılını kıpırdatmıyordu.
“Sence onları ayırmalı mıyız?” diye sordu Alperen.
“Hayır… Muhtemelen birbirleri ile hala savaşıyorlar.”
“Nasıl yani?” Rima şaşkınlıkla sordu.
“Zihinden… Kama’nın anlattığına göre birbirlerinin
zihinlerine girebiliyorlarmış. Şu anda onları ayırmamız geri dönüşü olmayan
sorunlara neden olabilir…”
“Yani diyorsun ki, iki taraftan birisi kazanana kadar öylece
beklemeli miyiz?”
“Evet, aşağı yukarı…” daha sözcükler Boğaç’ın ağzından çıkar
çıkmaz Kama’nın boynuzları arasında bir enerji topu oluştu.
Hiç kimse kılını bile kıpırdatamadan bir ışık cümbüşü
meydana geldi ve ardından etrafı devasa bir toz bulutu kapladı. Birkaç saniye
içerisinde tozlar dağılarak herkesin korktuğu o korkunç manzarayı gözler önüne sermişti.
Kama, kafasının ortasında koca bir delik bulunan Rene’yi tek kolundan havaya
kaldırmış şekilde bekliyordu. Birkaç saniye boyunca cesedi süzükten sonra
Rene’yi yere bıraktı.
“Sanırım bu, kaybettiği anlamına geliyor.” Dedi sıkılı dişlerinin
arasından Alaz.
“Evet. Ve bizim de kaçmamız gerektiği…” Sessizce böyle
fısıldasa da Boğaç, adım atmaya korkuyordu. Kama hala onlara saldırmamıştı ama
sanki bir kıpırtı olsa tek taraflı bir kıyım gerçekleştirecekti.
“Bu şeyi böylece bırakırsak şehre gitmesi işten bile değil!”
diye itiraz etti Alperen. Sesini her ne kadar alçak tutmaya çalışsa da pek
başarılı değildi. Aynı anda hem fısıldıyor, hem de bağırıyor gibiydi.
“O zaman zayıf noktasını arayın.” Boğaç geriye doğru yavaş
bir adım attı.
“Zayıf nokta mı? Öyle bir şeyi var mı ki?!?” diye bağırdı en
sonunda Alaz. Sanki bu bir işaretmiş gibi Kama, anında ona doğru atladı.
Pençesini muazzam bir hızla savursa da, ejder katili de aynı anda geriye doğru
sıçramıştı. Bu bir reflexten ziyade, öngörülmüş ve planlanmış bir hareketti
sanki. “Yakındı.” Dedi nefes nefese.
“Alaz…” Kız şaşkınlıkla ejder katiline bakıyordu. Şaşırması
da oldukça normaldi çünkü açık ara savuşturduğunu düşündüğü o pençe, göğsünde 3
tane yatay kesik açmıştı. Kesikler her ne kadar derin olmasa da, ona ulaşamamış
olmaları gerekiyordu.
“Ne? Bu da ne? Savuşturmuş olması gerekmiyor mu?” diye sordu
Alperen.
Ejder katili elini göğsüne götürerek hafifçe yokladı. “Belki
de büyü kullanmıştır…”
“Hayır.” Boğaç kesin bir dille yalanladı. “Saldırdığı sırada
büyü izini izliyordum. Elinin çevresinde hiç büyü gücü yoktu. Öylese…”
“Öyleyse?” üçü birden tekrarladı. Bu sırada Kama garip bir
şekilde saldırmıyor, bakışları dördü arasında sürekli gidip geliyordu.
“Bunun olabileceğini kabul etmek bile istemiyorum ama…” Bir
an duraksadıktan sonra devam etti. Tam olarak emin olamasa da bunun başka bir
açıklaması yoktu sonuçta. “Muhtemelen pençesini o kadar hızlı savurdu ki elinin
önünde bulunan her bir hava parçacığını tek bir düzlemde ittirdi. Bu hava
parçacıkları keskin ve tek bir katman halinde kesici bir şekilde ilerleyerek
Alaz’a çarptı.”
“Böyle bir şey mümkün mü?” diye sordu Alaz.
“Teoride mümkün. Ancak pratikte gerçekleşebilmesi için
muazzam miktarda hıza ve güce ihtiyaç var. Buna karşın verimliliği oldukça
düşük olmalı. Bu yüzden bu kadar sığ bir kesik atabildi.”
Kama derinden gelen bir kükreme koyduktan sonra Boğaç’a
doğru döndü.
Boğaç, Kama’nın başka bir arındırma hazırlayacağını
düşünürken bir anda kendini yerde bulmuştu. Bu olay o kadar hızlı olmuştu ki
tepki bile veremedi. Kama, ayağını göğsüne bastırdığında birkaç kaburgasının
kırıldığını hissetti. Yerde sürüklenirken acıdan şok geçirmesine ramak kalmış
olsa da hızla kendini toparladı ve Kama’nın bacağını yakalayarak geri ittirdi; ya
da en azından bunu denemişti. Fakat aralarındaki güç farkı o kadar fazlaydı ki
kıpırdatamıyordu bile.
Kama birkaç saniye bekledikten sonra boynuzlarını, altında
kalan Boğaç’a çevirerek devasa bir arındırma hazırladı.
Boğaç ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın Kama onu kelimenin
tam manasıyla yerine çivilemişti. Aslında arındırmayı fırlatmasa bile ağırlığı
ile onu ezebilirdi. Görüşü kararırken böyle düşünüyordu.
Tam da ölümün kaçınılmaz olduğunu düşündüğü anda Kama’nın
arkasından yükselen karaltıyı fark etti. Her ne kadar görüşü çok iyi olmasa da
Kama’yı çaprazlama ikiye bölen kişinin Rene olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdi.
Kama’nın bedeninin üst yarısı çığlık atarak havada Rene’ye
doğru döndü ve hazırladığı arındırmayı saldı. Rene ise bu saldırı karşısında
yavaşlamamıştı bile. Elindeki kılıç
tırpana dönüştüğünde kendi etrafında dönerek birbiri ardına darbeler
indiriyordu. Saldırıları o kadar hızlıydı ki elindeki karanlık silahtan birkaç
tane varmış gibi arkasında ardıl görüntüler bırakıyordu. Bütün bu savaş
toplamda on saniye kadar sürmüştü…
Az önce onu öldürecek olan varlığın saniyeler içerisinde
kıymaya dönüşmesi karşısında Boğaç’ın boğazı düğümlenmişti. Çünkü ölen kişi
aynı zamanda dostuydu. “S-sen… Nasıl? Onu…”
“Ölmedim… Aynı zamanda onu da öldürmedim…” Boğaç’ın yaşadığı
bütün kafa karışıklığını Rene tek bir cümle ile özetledi. “Bu bedenler
ölmezler…” Bir an düşündükten sonra bunun tam olarak doğru olmadığını fark
etmiş olacak ki düzeltti. “Hayır… Daha doğrusu ölemezler…”
‘Bakışları buz gibi…’ Boğaç’ın o anda düşünebildiği tek şey buydu.
Önünde duran varlığın görüşünü her ne kadar Rene’ye benzese de, yaydığı hava
bambaşka bir kişiye ait gibiydi. Evet; ışığı emen gözleri ve saçları, kuzguni
siyah kanatları ile bu görünüş Rene’ye aitti fakat duruş şeklinden yüz
ifadesine, hatta ve hatta ses tonuna kadar ondan o kadar farklıydı ki Boğaç,
onun başka birisi olduğundan neredeyse emindi.
Rene’nin aniden Kama’dan Boğaç’a dönmesi onu düşüncelerinden
sıyırıp aldı. “Güneş’in çocuklarından birisi ha?” diye mırıldandı kendi
kendine. “Yardım mı edeyim? Tamam öyleyse…” Rene bir süre kendi kendine
konuştuktan sonra aniden elini Boğaç’a doğru kaldırdı.
Rene’nin avcunun içinden çıkan düzinelerce kara diken bedenine
saplandığında Boğaç tepki bile verememişti. Acıyla haykırmak için ağzını açtığı
sırada bir anlığına duraksadı. Hiç acı hissetmiyordu. Sanki bütün bedeni
uyuşmuştu. Dövüş sırasında omzunda açılan yara cızırdayarak kapanırken Boğaç,
Rene’nin ne yaptığını anlamıştı. Nasıl bir büyü kullandığını bilmiyordu ama bir
yandan onu iyileştirirken, diğer yandan hissettiği acıyı baskılıyordu.
Kolundaki yarayla birlikte kırık olan birkaç kemiğinin de acısının dindiğini
fark etti. “Te-teşekkürler.”
Rene hafifçe gülümsedi. Bu sırada bakışları, arkada duran
gençlere kaydı ve “İnsanlar?” diye sordu kendi kendine. Daha sonra dikenleri
Boğaç’tan çekerek ejder katilinin üzerine doğru yürüdü. “Zavallı şey… Benim
çocuğum olarak doğmuş olsan da Güneş’in tarafına geçmeye zorlanmışsın… Seni bu
ıstıraptan kurtaracağım…” Daha sonra tıpkı Boğaç’a yaptığı gibi elini ejder
katiline doğu kaldırdı. Bir anda fırlayan dikenler gencin birkaç santim
uzağında donakalmıştı. Ejder katili ise bu sırada kılını bile kıpırdatamadı.
“Neden bana engel oluyorsun?” diye sordu Rene dikenler kısalıp kaybolurken.
Daha sonra bir anda titremeye başladı. Hemen ardından ise tek dizinin üstüne
düştü. Birkaç kez başını yere vurduktan sonra nefes nefese kalmıştı. Alnından akan
kanlar burnunun iki yanından süzülse de bunu umursamıyormuş gibi Boğaç’a doğru
döndü. Gözleri ve ses tonu eski halini almıştı. “Kusura bakma. Ufak bir araya
girme sorunu oldu da…”
“Araya girme mi?” diye sorduysa da Boğaç karşılığında bir
yanıt alamadı.
Rene cevap vermek yerine derin bir iç çekti ve elini
Kama’nın olduğu tarafa doğru kaldırdı. Eş zamanlı olarak etraflarında silik
mavi bir küre oluşmuştu. Küre; Rene, Boğaç ve Kama’nın parçalarını içine alıyor
olsa da ejderhaları ve üç genci dışarıda tutuyordu.
Boğaç bir anlık bakışla bile bunun tek yönlü bir bariyer
olduğunu söyleyebilirdi. Nasıl olduğunu bilmiyordu fakat bir şekilde
hissediyordu. İçeriden dışarısı görülebiliyor olsa da dışarıdan içerisi
görülemiyordu. Tabii ki kimse de içinden geçemiyordu.
“Boğaç…”
“...?” Rene sesini aniden yükseltince irkildi.
“Sana bir soru
soracağım. Dürüstçe cevap vermezsen ölürsün... Verdiğin cevap beni tatmin
etmezse de… Bu durumda da Kama ölür…”
‘Bu ne saçma bir düşünce şekli?!?’ diye bağırmak istedi Boğaç.
Fakat Rene’nin yaydığı öldürme isteği o kadar yoğundu ki korkudan ağzını bile
açamadı. Boğaç, savaştan savaşa atılan bir şeytandı, krallıkları yok etmiş bir
canavar… Yine de Rene karşısında korkuyordu. Ayrıca daha demin taşıyıcıların
ölümsüz olduklarını söylemişti. Birkaç dakika öncesinde bunu kanıtlar nitelikte
kafasında açılan devasa deliği kapatmıştı da. Kama’yı gerçekten öldürebilir
miydi ki? Yerde yavaşça hareket ederek bir araya gelmeye çalışan et parçalarına
baktığında bunu yapamayacağını düşünmüş olsa da Rene’nin yeteneklerini sınamak
istemiyordu.
Boğaç düşüncelere dalmışken Rene sorusunu sordu. “Kama’nın
bu duruma gelmesi benim suçum mu?”
Boğaç öylece kalakaldı. Rene’yi herhangi bir şekilde
kızdırmak istemiyordu ve bütün bunların onun suçu olduğunu ona söylemesi Boğaç’a
pek de iyi bir fikir gibi görünmüyordu. Tamam, Kama’nın yaptığı şey –her ne
ise- belli ki Rene’yi derinden yaralamıştı fakat bu, Rene’nin yaptıklarını
haklı çıkarmazdı. Lakin bu Rene’nin olduğu kadar kendisinin de suçuydu. Başta Rene’ye
saldırmamış olsaydı Kama muhtemelen kendini kaybetmeyecekti ama Boğaç böyle
sonuçlanacağını tahmin edemezdi ki! ‘Lanet olsun, ne cevap vermeliyim?!’
Diğer taraftan düşünürsek de Rene’yi en fazla tatmin edecek
yanıtı verebilirdi. Yalan söylerse Rene onu öldüreceğini söylemişti lakin daha
önceden kurmuş olduğu çember, yalanla doğruyu ayırmasını sağlayan bir gücü
olmadığını gösteriyordu. Yani ustalıkla yalan söylerse bu durumu idare
edebilirdi. Ama…
“Evet!” deli cesaretinin nereden geldiğini kendisi bile
bilmiyordu ama Boğaç bunu Rene’nin yüzüne karşı bağırarak söylemişti. Daha
sonra gözlerini kapayarak kendisini bekleyen kadere hazırlandı.
Rene bir süre duraksadı. Gözleri ve saçları açık bir mor
rengine bürünmüştü. “Peki… Onu kurtarabilir miyim?”
“???” Boğaç şaşkın bir şekilde gözlerini açtı. Az önce onu
öldüreceğini söylüyorken şimdi de kurtarmak istediğini mi söylüyordu?
Boğaç bir süre cevap vermeyince Rene düzeltti. “Kendimi
yanlış ifade ettim. ‘Kurtarmalı mıyım?’ demek istemiştim…”
“Bunu neden bana soruyorsun?” Boğaç durumu tam olarak
anlayamıyordu. Rene, Kama’yı kurtarabilecekse neden kurtarmamayı seçecekti ki?
“Kama’yı eski haline getirsem bile bir gün tekrardan
savaşmak zorunda kalacağız. O zaman kaybedersem ben… Bütün dünya yok olacak…
Ama bir yandan da onu kurtarabilmek istiyorum…” Rene durduğu yerde titremeye
başladı. Gözleri dolmuştu. Sanki ağlamamak için direniyordu. “Kama’nın ne
olduğunu sen de biliyorsun! İçinde yaşayan şeyi biliyorsun ve… Ve Ben…!” Daha
fazla konuşmadı. Gözyaşları toprağı ıslatırken bile hala elini Kama’ya doğru
tutuyor ve silahını hazırda bekletiyordu.
“Sen… Kama’dan hoşlanıyor musun?” diye sordu şaşkınlıkla.
Rene bir süre sessiz kaldıktan sonra hafifçe başını
onayladı. “Bu sefer onu durdurmuş olabilirim ama… Bir dahakine… Belki de…” Rene
göz yaşlarını sildikten sonra devam etti. “Bu yüzden bu seçimi ben yapamam…
Kama yaşayacak mı yoksa ölecek mi… Buna ben karar veremem…”
Boğaç sonunda anlıyordu. Rene ondan hoşlandığı için
duygularının kararını etkileyeceğini düşünüyordu. Hatta yalnızca Rene değil,
Boğaç da bu şekilde düşünüyordu. Bu yüzden Boğaç’a sormuştu.
Boğaç, kısa bir süre düşündükten sonra söyleyeceklerine
karar vermişti. İleride Kama tekrardan kendini kaybedecek olursa… Eh, bunu da o
zaman düşünmeleri gerekecekti. “Sevdiğin birisini koruman bütün dünyayı karşına
almaya değer… En azından ben öyle düşünüyorum…”
“Anlıyorum…” Rene elini indirip saf karanlıktan oluşan
tırpanı yere bıraktı. Daha sonra Kama’ya doğru yürümeye başladı ve “O zaman… Ben
geri gelene kadar bedenimi korur musun?” diye sordu nazikçe. Ardından Kama’ya –ya
da ondan arta kalanlara- doğru eğilip bir parçasına dokundu. Bunu yaptığı anda
ipleri kesilmiş bir kukla gibi yere yığılıp kalmıştı.
X X X X X X
Gözlerini tereddütle açtığında düştüğünü fark etti. Geçen
seferki gibi hiçbir şeyi göremeyeceğinden ya da o kadar yolu tekrar tırmanmak
zorunda kalacağından korkmuş olsa da doğrudan hortumun üzerine düşüyordu.
Rene, hortumun üzerine çakılmadan önce dengesini sağladı ve
hasarı olabildiğince azaltmaya çalıştı. Düştüğünde ise ne canı yanmış ne de
yaralanmıştı. Bir anlığına şaşırmış olsa da buranın Kama’nın zihni olduğunu
hatırlaması hem bu tarz şeylerin normal olduğunu hem de buraya geliş sebebini tekrardan
anımsamasını sağlamıştı. Önce hafif adımlarla başlayan koşuşu birkaç saniye
içinde tam hızına ulaştı. Hedefinde, hortumun merkezinde bulunan büyük kütle
vardı. Kama orada olmalıydı. “Bu sefer işleri batırmayacağım.”
‘Az önce yaptığın şey yüzünden seni affetmeyeceğim!’ Ay’ın sesi
kelimenin tam manası ile zihninde yankılanmıştı.
“Seni durdurduğum için bana teşekkür etmelisin.” Dedi Rene.
‘O çocuğu kurtarabilirdim!’
Rene başının ağrıdığını hissederken istemsizce güldü. “Bana
sorarsan ejder katilinin gücünü alman onun hiç hoşuna gitmeyecekti.”
‘Saçmalık! Benim çocuklarımdan birisi Güneş’inkiler gibi davranmaz! O
ejderhalar kanlarını içirmek için onu zorlamış olmalı!’
“Öyleyse şöyle yapalım… Gerçek dünyaya döndüğümüzde o çocukla
konuşman için sana bir şans vereceğim. Eğer o da istiyorsa güçlerini
alabilirsin.”
‘Kabul ediyorum!’
“Ama! Kendisi istemez ise…”
‘Kabul ediyorum!’ diye tekrarladı Ay.
“Ve onunla konuşurken onu tehdit edemezsin…”
‘Tehdit etmeye ihtiyacım olmayacak. Çocuklarım her zaman benim
istediğimi yapar…’
Bu sözlerden sonra Ay’ın varlığının kaybolmasını beklemesine
rağmen orada kalmaya devam etmişti.
“Söylemek istediğin başka bir şey mi var?” diye sordu Rene.
‘Gündüzün taşıyıcısını oradan nasıl kurtaracağını biliyor musun?’
“Oraya vardığımda düşünürüm.”
‘Oraya vardığında düşünecek zamanın olmayacak.’ Diye karşılık
verdi Ay.
Garip bir şekilde Ay bugün duygusal davranıyordu. Önce
Rene’den kibarca bir şey istemesi, daha sonra hiç de ona uymayan bir şekilde
agresifleşmesi ve şimdi de verdiği bu tepkiler… Yalnızca Rene’ye mi öyle geliyordu
yoksa o… Değişiyor muydu?
“Böyle konuştuğuna göre bir yolunu biliyor olmalısın.” Dedi
Rene.
‘Hortumun enerjisini içine çekmelisin.’ Dedi Ay.
Rene bir anlığına duraksadı ve olduğu yerde kaldı. Ay az
önce yaptığı şey için ondan intikam mı almaya çalışıyordu? “Bunu denediğim anda
hortumun beni parçalayacağını biliyorsun, değil mi?”
‘Evet… Ama başka yolu yok…’
“Dedim ki, bunu yapamıyorum… Olmuyor, imkansız…”
‘İmkansız değil, yalnızca hepsini bir seferde içine çekmen gerek…’
“O daha da imkansız!” diye karşılık verdi Rene. Bir süredir
yerinde durduğundan siyah dumanlar çevresini sarmaya başlamıştı. Henüz
merkezden uzak olduğundan Rene’yi pek umursuyor gibi görünmüyorlardı fakat
yavaş da olsa onu çevrelemeye çalışıyorlardı.
‘Ortasından, Kama’nın olduğu yerden yapmalısın…’ Ay bir an
duraksadıktan sonra tekrar konuştu. ‘Sana yalan söylemeyeceğim… Bu çok ama çok
canını yakacak…’
“Ölmekten daha mı çok?” diye sordu Rene. Daha az önce
ölmüştü ve bir daha öyle bir acıyı yaşamak istemiyordu.
‘Birkaç kat daha fazla…’
“Ne?!?” Rene çığlık attı.
‘Ama sanırım Kama’yı kurtarabilmenin başka bir yolu yok…’
“Ama geçen sefer onu aşağı indirmen yeterli demiştin!”
‘O zaman enerji tamamen Kama’yı ele geçirmemişti.’ Dedi Ay
sakince. Fakat Rene, Ay’ın bundan zevk aldığını biliyordu. Şu ana kadar
söylediklerinin hiçbiri yalan olmasa da Kama’yı kurtarmanın başka bir yolu daha
olmalıydı. Yalnızca Rene bunu bilmiyordu. İşin kötü tarafı öğrenmeye ayıracak
zamanı da yoktu.
“Yani bu şekilde benden intikam alıyorsun, değil mi?” diye
sordu Rene. Bunu sorarken yüzünde istemsiz bir sırıtma belirmişti. “Kama’yı
kurtarmak için acı çekmemi istiyorsun…”
‘Belki öyle, belki de değil… Yapacak mısın?’
Rene dişlerini o kadar çok sıkmıştı ki neredeyse
kırılacaklardı. Daha sonra kendini toparlayarak derin bir nefes aldı. “Öyleyse
düşünülecek çok fazla bir şey yok… Neden olduğum sorunu çözme vakti…”
Kısa bir süre sonra Kama’nın bulunduğu yere varmıştı. Siyah
bir duman Kama’nın bütün bedenini kaplamış, hareket etmesini engelliyordu.
Yalnızca göğsünün üstü ve başı açıkta kalmıştı fakat o da gözleri kapalı bir
şekilde bekliyordu.
Rene onu görünce istemsizce adını haykırdı. “Kama!”
“Rene?” Kama yavaşça gözlerini kırpıştırdı. Sonra bir anda
panikledi. “Neden geri döndün?!?”
Rene cevap vermek yerine gücünü arttırdı ve daha da
hızlandı. Artık o kadar hızlı bir şekilde hareket ediyordu ki siyah dumanlar
ona yaklaşamıyordu bile. Birkaç saniye içerisinde Kama’ya dokunabilecek kadar yaklaşmıştı.
Tam o anda Kama’nın etrafını saran hortumdan onlarca diken uzayarak Rene’yi
şişledi. Hiçbir acı hissetmese bile yaşadığı bu sürpriz saldırı yüzünden Rene
şaşırmıştı. Fakat bu şaşkınlığı yalnızca bir an sürdü. Aslında bu durum tam da
istediği şeydi.
İki eliyle birlikte kendisine saplanan dikenlerden en
büyüğünü yakaladı ve Kama’nın sorusunu yanıtladı. “Senin için geri döndüm…”
Daha sonra bir an birle tereddüt etmeden bütün enerjiyi içine çekti.
