Beyazın Karanlığı

20 Eylül 2020
Çeviri: .K
Düzenleme: .K
808 Görüntülenme
Bu bölümü 0 Kişi beğendi.
Cilt 2

Savaştan Sonra

“Lanet olsun, bu da ne!?!” Alaz tiksintiyle sordu.

“Yolculuk edeceğimiz gemi.” Diye cevapladı Boğaç.

“Bekle,  bununla mı? Güvertesinin üzerinde onlarca ceset var!” Rima herkesin zaten görmüş olduğu şeyi dile getirdi. Aslında güvertedekinden daha fazla ceset geminin etrafına saçılmış ve batan gemilerin parçalarına takılmıştı

“Evet, o konuda sizin yardımınıza da güveniyoruz.” Boğaç şeytani bir gülümseme ile karşılık verdikten sonra ekledi. “Tabi Kara ejder ile konuşmak istemiyorsanız o ayrı bir konu.”

Alperen Boğaç’a yaklaşarak fısıldadı. “Merak ediyorum da, bütün bu insanları da şu anda üzerine bindiğimiz şey mi öldürdü?”

“Kama.” Diye belirtti Boğaç sesini alçaltma gereği duymadan.

“Efendim?”

“Alperen bu insanları senin öldürüp öldürmediğini soruyor, ona ne cevap vermek istersin?” Boğaç konuşurken Alperen onu engellemek istercesine elini öne uzatmıştı. Ama Boğaç ve Rene, Kama’nın boynunda diğerleri ise sırtında olduğundan bunu yapamamıştı.

Kama’nın boğazından kahkahaya benzer bir ses çıktı. “Bütün bu insanların ölümüne kısmen ben sebep olmuş olsam da hiçbirini bizzat ben öldürmedim.”

Boğaç bir an bir şey söyleyecekmiş gibi durduktan sonra ileriye döndü.

Kama geminin güvertesine indiğinde önce üçü, sonra Boğaç kucağında Rene ile Kama’nın sırtından indi. Ancak ondan sonra Kama eski insan biçimine tekrardan büründü.

Boğaç, Rene’yi Kama’ya verdikten sonra kamaranın iç kısımlarına, mutfağın arkasına ilerledi. “Rene’yi getir, nacotlarını yiyeceklerin olduğu tarafta tutuyordum.” Boğaç, sözünü ettiği yere girdiğinde şaşkınlığa uğradı. “Bu da ne böyle!?”

Yolculuğa çıkmadan önce oldukça fazla miktarda erzak depolamış olmasına rağmen doğrudan yenilebilecek hemen hemen her şey kaybolmuştu. Meyveler, bazı sebzeler, kurutulmuş etler… ‘Bunu o yapmış olamaz değil mi?’ diye düşündü istemsizce. Aklındaki kişi daha küçücük bir kız çocuğuydu çünkü. Ayrıca bu kadar kısa sürede bitirebilmesi imkansızdı.

“Şey, sen istediğin kadar yiyebilirsin deyince…” Diye açıklamaya çalıştı Kama.

“Ne yani, bütün hepsini sen mi yedin?” Boğaç şaşkınlıkla sordu. Orada bir insana iki hafta yetecek kadar erzak vardı.

Kama bakışlarını kaçırdı. “Çok acıkmıştım, tamam mı? Elimden bir şey gelmezdi. Ayrıca…”

“Hayır, yanlış anladın. Yani, yemen iyi bir şey ama bu kadar şeyi bir kerede yiyebilmiş olmana şaşırdım yalnızca.” Bir an duraksadıktan sonra ekledi. “İyi yanından bakacak olursak en azından nacotlarını yememişsin.” Eğilip yerde pırasaya benzeyen bitkiden birkaç demet aldı ve mutfağa geri döndü. Nacotunu geniş bir tencerenin içine attıktan sonra kaynatmaya başladı. Hemen ardından hızlıca kamaralara çıktı ve kalınca bir yorgan alarak yere serdi. “Rene’yi buraya yatır, on dakika kaynadıktan sonra soğumasını bekle ve başını hafifçe kaldırarak ona içirt. Ben dışarıda olacağım.”

“Bekle, ben mi içireceğim?”

“Tabi ki.”

“Ama ben nasıl yapacağımı…” Kama bir cevap bile veremeden Boğaç dışarıya çıktı.

“Sanırım bu işi de halletmiş oldum.” Boğaç kapıyı kapattıktan sonra güverteye ilerledi. Rene’nin tedavisine olabildiğince hızlı başlayabilmek için Alperenleri onca cesedin arasında bırakmıştı.

Tam kamaraların ağzına geldiği sırada Alaz’ın sesini duyduğu gibi olduğu yerde durdu. Konuşmalarına biraz kulak misafiri olsa çok da kötü olmazdı, değil mi? “O şeytanın dediklerini ciddiye almadın, değil mi?”

“Bilmiyorum, bana doğruyu söylüyormuş gibi görünüyordu.” Diye cevapladı Alperen.

“Dalga geçiyor olmalısın! Kral birinci bilmemkimmiş.”

“Neden ona karşı bu kadar sinirlisin ki?”

“Ben ona karşı değil, size karşı sinirliyim!” bir an duraksadıktan sonra. “Şeytanlar insanların düşmanıdır.” Diye ekledi.

“Belki bu değildir. Bir şekilde bu güne kadar savaştıklarımızdan farklı olduğunu hissediyorum. Ayrıca kara ejder de onun yanında.”

“Ben diğerlerinden farkını söyleyeyim mi? Daha düzgün konuşuyor, daha zeki ve ha bir de kara ejderi ölümün kıyısına getirebilecek kadar güçlü ki bu onu öldürmemiz için başka bir neden aynı zamanda.”

Boğaç, Kama’ya onları da getirmesini söylerken hata edip etmediğini düşünmeye başladı. Bununla birlikte istediği an onları denize atıp ilerleme seçeneğini de düşünmüyor değildi. Üçünün de savaş yeteneklerini Kama’ya karşı yaptıkları savaş sırasında incelemişti ve üçü birlikte gelse bile Boğaç için zorlayıcı bir karşılaşma olmazdı. Bunu, henüz büyü gücü yarısına kadar bile dolmamış olmasına rağmen söyleyebilirdi.

Ortama çöken kısa süreli sessizliğin ardından Rima ilk defa konuştu. “Böyle söylüyor olsan bile onu yenebileceğimizi düşünmüyorum.”

“Onun tarafını mı tutacaksın?” diye sordu Alaz.

“Ben taraf tutmuyorum. Yalnızca gerçeği söylüyorum.”

“Boğaç, o şeyle yaptığımız savaşta bizi koruyabilmek için kaç kez canını tehlikeye attı! Ve siz de böyle karşılık veriyorsunuz. Onu nasıl öldüreceğinizi planlayarak!” Alperen resmen hırlayarak karşılık verdi.

“O konuya gelirsek, bir de Kama denen canavar var.” Dedi Alaz. “Daha önce onun gibi bir yaratık görmemiştim…”

“Bilemiyorum, bana sorarsan kara ejdere çok benziyor.” Dedi Rima. “Hatta aynısı demek bile mümkün.

“Bütün güverteyi bu hale getiren kana susamış bir canavardan fazlası değil bana sorarsanız.” Diye yorum yaptı Alaz.

“Aşırı güçlü.” Diye ekleri Rima.

“Ama kara ejder onun tarafında. İkisi birbirini oldukça yakından tanıyor gibiler…”

“Ayrıca o kızın kara ejder olduğundan emin miyiz ki?” diye devam etti Alaz. “Hikayelerde anlatılanlar kadar güçlü görünmedi bana.”

“Bakın, ne olursa olsun Boğaç bize yardım etti. Şeytan veya başka bir şey olması bunu değiştirmez. Aksi bir şey olana kadar ben…” sözleri, Boğaç’ın güvertede ilerlediğini görünce kesildi.

Boğaç doğruca pruva tarafına ilerleyerek direğin önündeki sandığı açtı ve içindeki anahtarları aldı. Daha sonra kamaralara geri döndü. İçeriye girmeden önce bir an duraksayarak “Sol taraftaki iki oda karaya varana kadar sizin olacak.” Dedi.

“Sizce bizi duymuş mudur?” diye fısıldadı Alaz. Boğaç gözden kaybolunca.

“Bence…”

Boğaç hızlıca geri dönerek “Duydum.” Diye belirtti ve alt kata indi. ‘En azından Rima’nın da beni savunmasını bekliyordum.’ Sonuçta kız, Kama ile yaptıkları savaşta Boğaç’ı korumaya çalışan –Rene hariç- tek kişi olmuştu. ‘Cidden, insanlar neden bu kadar önyargılı ki?’ diye sordu kendi kendine. Böyle dese de aslında bunun sebeplerinden birisi bizzat kendisiydi. Zamanında insanlarla şeytanların savaşında sayısız şehri elleri ile yıkmıştı.

Boğaç kendi düşüncelerine dalmışken fark etmeden odasının önüne kadar gelmişti. Hiçbir karşılık gelmeyeceğini bildiği halde kapıyı hafifçe tıklattı. İçeriden Boğaç’ı şaşırtan kısık sesli bir ciyaklama gelmişti. ‘Yoksa?!’ Aniden içeriye daldığında kalbi güm güm atıyordu.

Fakat odaya attığı hızlı bir bakış rahatlamasını sağladı. “Öyle çığlık atmasana, birinin içeriye girdiğini ve sana saldırdığını sandım.”

Kız, masanın arkasına soktuğu başını hafifçe çıkardı. İlk bakışta göze çarpan kedi kulaklarını kahverengi-kumral saçları süslüyor; minik bedeni arkasından fırlayan uzun, tüylü bir kuyrukla sonlanıyordu. “Ö-ö-özür d-dilerim efendim, bir daha bağırmayacağım. Bu yüzden lütfen...!”

Boğaç sesini alçaltarak nazikçe sözünü kesti. “Sakin ol, bir şey yapmayacağım.” Kızın başından geçenleri az çok tahmin edebiliyordu.

Onu, Kama ayrıldıktan sonra gemi enkazının arasında bulmuştu. Giydiklerine bakıldığında ilk söyleyebileceği şey bir köle olduğuydu. Onun yaşında birinin köle olabilmesi için ya bir suçtan hüküm giymiş ya savaşta, genellikle ailesi katledildikten sonra, esir düşmüş veya başka bir köleden doğmuş olması gerekiyordu. Bütün bu durumların ortak noktası da acı dolu bir hayata yönelmeleriydi.

Boğaç ileriye doğru bir adım atınca bile kız korkudan geri çekilmeye çalıştı fakat bacağındaki zincirden ötürü yere düştü. Attığı ikinci adımda ise hemen kıvrılıp kollarıyla başını korumaya çalıştı.

“O zincirler… Canını acıtmıyor mu?”

“Hı?” kız şaşkınlıkla sımsıkı kapattığı gözlerini açtı.

“Zincirler diyorum, canını yakmıyor mu?”

Kız kısa bir süre duraksadıktan sonra cevapladı. “Şey… Biraz.”

“Senin için çıkarmamı ister misin?” Boğaç hafifçe gülümseyerek sordu.

“Ama, ama…” Kız telaşla cevapladı. “Bu sorun olmaz mı? Ben, şey…  Bir köle…”

“Bu günden sonra değilsin.” Diye Boğaç sözünü kesti. “Şimdi tekrardan soruyorum, zincirlerini çıkarmamı istiyor musun?”

“E-evet…” Kız bakışlarını kaçırarak cevapladı.

Boğaç zincirlere uzaktan bir bakış attığında kızın bacağına neredeyse tam oturduklarını fark etti. Parmağını sokabileceği bir boşluk yoktu ve bükerek çıkarmaya çalışırsa da kızın bacağını kırabilirdi.

“Tamamdır. Şimdi göreceğin şey seni biraz korkutabilir ama lütfen tekrar çığlık atma, tamam mı?” Kız hızlı hızlı kafa sallayınca Boğaç gücünün ufak bir kısmını salarak boynuzlarını ortaya çıkardı. Kızın boynuzlarını görünce hiç korkmadığını fark etti. Bunun üzerine eğilerek bacağını sabit bir şekilde tuttu ve kilidin olduğu yere nişan aldı.

“Hiikk!” Kız çığlığını zar zor bastırdığında Boğaç çoktan aşırı küçük bir arındırma toplamış ve salmıştı. Arındırma kilidi doğrudan delip geçtikten sonra ahşap zemini hafifçe delmişti. Bu bile yıllardır yapmış olduğu enerji kontrolünün bir sonucuydu. Eğer bütün o antrenmanları yapmamış olsa yanlışlıkla gemiyi batırması işten bile sayılmazdı.

Birinci kilidi bitirdikten sonra diğer bacağına geçerek işlemi tekrarladı. Bu sefer kız gözlerini kapamış ve kendini sıkmış, buna karşın en ufak bir ses çıkarmamıştı.

Boğaç en sonunda dönüşümünü geri aldı. “Tamam, bitti.” Kilit yere düştüğünde kız rahat bir nefes vermişti. Zincirlerin az önce bulunduğu yerler morarmış ve yer yer yara olmuştu. Boğaç bakışlarını kızın yüzüne çevirdi. Kızın yüzü hala şaşkınlık doluydu. Sanki ‘Neden bana bu kadar iyi davranıyorsun?’ diye sorar gibi bakıyordu.

‘Şu anda onu rahatlatacak bir şeyler söylemem iyi olur muhtemelen…’ Fakat ne söyleyebilirdi ki? Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Kızın karnının guruldaması ile birlikte acıkmış olabileceğini fark etti ve elini uzatarak ayağa kaldırdı. “Gel, acıkmış olmalısın.”

Kız hiçbir itiraz göstermeden onu takip etti. Mutfağa girdiğinde Kama onu fark ettiğine dair bir tepki bile vermemişti. Bakışlarını Rene’ye kilitlemiş öylece yanında oturuyordu. Boğaç’ta onu rahatsız etmeyerek mutfağın arkasına ilerledi ve yemekte kullanabileceği birkaç çeşit sebze alarak mutfağa geri döndü. Malzemeleri düzgünce hazırladıktan sonra hala çalışmakta olan büyülü ocağın üstündeki boş tencerenin içine boşalttı. Rene’nin içtiğinden arta kalan az miktardaki Nacotu suyunu kullanmasında bir sakınca olmadığını düşünüyordu. Büyü zehirlenmesine iyi gelmesinin yanı sıra az miktarda kullanıldığında sinirleri yatıştırmaya ve insanı rahatlatmaya da yarayan bir bitkiydi bu. Kızın ihtiyacı olan şey de tam olarak buydu.

İki saatten biraz daha uzun bir sürede yemek pişmişti. Bu sırada Boğaç vaktini güvertedeki cesetleri temizlemekle harcamıştı. Ölü bedenleri tek tek toplamış ve denize atmıştı. İşin kötü yanı kız da bu sırada peşinden gelmiş ve yaptıklarını izlemişti. Boğaç onu peşinden sürüklemek istemiyordu fakat kızı odaya geri göndermek istediğinde gözlerinde oluşan korku onu engellemişti. Belli ki cesetleri atarken Boğaç’ın yanında kalmayı tek başına Boğaç’ın odasında kalmaya tercih ediyordu.

 Kısa bir sürenin ardından Boğaç bir şey söylemeden kız, bir korsanın cesedini bacağından tutarak sürüklemeye çalıştı. Birkaç dakikada ancak geminin küpeştelerine ulaştırabilmiş fakat değil gemiden atmaya adamın bedenini yerden kesmeye bile gücü yetmemişti. Bu sırada Boğaç gelmiş ve yalnızca “Kendini zorlama.” Demişti. Aslında demek istediği şey ‘Senin yaşındaki bir kız çocuğu bu tarz bir işi yapmamalı!’ydı ama bunu söylemek yerine işine devam etti. Kız da bundan sonra kopmuş kol veya bacak gibi küçük parçaları atmıştı. Daha sonra denizden çektiği suyla güverteyi boydan boya yıkamış ve temizlemişlerdi. Gene ilk birkaç seferi Boğaç kendi başına yapmış, suyu çekmiş ve yere dökerek süpürmüştü. Daha sonra ne zaman suyu doldurmak için arkasını dönse kova yarı dolu bir şekilde kendisini bekliyordu. Muhtemelen çoğunu yukarıya çekerken dökmüştü.

‘Hala anlayamıyorum; neden bütün bu kan ve ölü bedenler onu korkutmuyor?’ Bunu ne kadar merak etmiş olursa olsun onun yaşındaki bir kıza böyle bir soru soramazdı.

İşlerini bitirdikten sonra mutfağa giderek hazırladığı yemeği tabaklara böldü ve iki tabağı ve kaşığı Kama’nın önüne bıraktı. Daha sonra kendisine ve kıza birer tabak alarak masaya koydu. Kız bir şey söylemesine gerek kalmadan masanın karşı tarafına geçti. Boğaç da onun oturduğunu görünce yemeğe başladı. Fakat kendisi yemesine karşın kız yemeğe dokunmuyordu. “Aç değil misin?”

“E-eski sahibim onun izni olmadan yememe çok ama çok kızardı. Yoksa… Sizin için sorun değil mi?”

“Yemeğe istediğin zaman başlayabilirsin, hatta doymazsan başka bir tabak daha…”

“B-böyle bir şeyi yapmaya cesaret edemem!”

Boğaç iç çekti. “Bak, daha önce birlikte yaşadığın insanlar nasıldı bilmiyorum. Fakat benim yanımdayken hiçbir şeyden korkmana gerek yok. Ayrıca beni yeni sahibin gibi görmekten de vazgeçmelisin.”

“Y-yoksa… Yoksa beni onlara geri mi götüreceksiniz?” Kız korkuyla sordu.

“Öyle bir şey…”

Kız hızla masanın üzerindeki bıçağı alarak sandalyeden fırladı ve sırtını duvara vererek bıçağı Boğaç’a doğrulttu. “Hayır! Oraya geri dönmek istemiyorum! Her şey olur ama, lütfen! Beni oraya geri götürmeyin!”

“Hey, sakin ol! Kimse…”

“B-ben size zarar vermek istemiyorum. Ama… Lütfen…” Kız hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Daha sonra içinde bulunduğu durumdan başka bir çıkış yolu olduğunu daha fark ederek bıçağı kendi boğazına çevirdi. Çok daha kolay bir yol…

“Bekle!”

“Oraya geri dönmektense…”

Boğaç aniden atılarak bıçağı yakaladığında çoktan enerjisini koluna yönlendirmişti. Elinin altında hamur gibi ezdiği metal parçasını fırlatıp attı ve bağırarak “Bir saniye olsun beni dinleyecek misin?” diye sordu.

Kız korkuyla geriye fırladı ve cenin pozisyonunda kıvrıldı. “Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim!”

Boğaç neyden bu kadar korktuğunu anlayamıyordu. Bir saniye sonra uzaklaşan ayak sesleri dikkatini çekti. Arkasına baktığında Kama, Rene’nin yanına geri dönüyordu. ‘Yani ben durdurmasam bile onu durduracak mıydın?’ Kama’nın sandığı kadar değişmediğini görünce Boğaç bir parça daha mutlu hissetti kendini. Adadaki savaştan sonra ejderhalar ile yaptığı konuşmadan ötürü artık ‘Vicdan’ ismi verilen şeye sahip olmayabileceğini düşünmüştü. Sonuçta ucu kendisine dokunmayacak olsa ejderhaları öldürmekten geri durmayacaktı. Ama belli ki bu yalnızca o durum için geçerliydi. İşte bu yüzden mutlu olmuştu. Az önceki sinirli hali bile geçmişti.

Tekrardan kıza dönerek eğildi. “Şimdi, sözümü kesmeden beni dinleyecek misin?”

Kız önce bir cevap verecek gibi ağzını açtı sonraysa kapayarak başını hızlıca salladı.

“Şu andan itibaren, ne olursa olsun, kimse sana zarar veremeyecek ve kimse istemediğin bir şeyi sana yaptıramayacak. Kimsenin kölesi değilsin ve bundan sonra da olmayacaksın. Bu, benim sana sözümdür. Ve sözümü bozmaya cüret eden her kim olursa… Onu… Yok edeceğim…” Boğaç sözlerinin kendi kulağına bile garip geldiğini ancak son kısmında fark etti. Bununla birlikte başı dönmeye başlamıştı. Kızla arasında beliren ipince zinciri fark edince şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Her an kırılacakmış gibi görünen zincir mor ve karanlık bir renge sahipti ve havada öylece süzülüyordu. Bu tıpkı Kama’nın anlattığına benziyordu. ‘Yani bunun anlamı… Az önce ben… Kadim dili mi konuştum?’

Kama’ya bir bakış attığında o da kendisi kadar şaşkındı. Yerinden kalkarak yavaşça Boğaç’ın yanına geldi.

Aynı zamanda başının dönmesinin sebebini de anlamıştı. Gemiye indiğinde büyü gücü miktarını kontrol etmişti ve o zaman yarıya kadar doluydu. Şu anda ise bitme noktasına yaklaşmıştı ve yavaşça azalmaya devam ediyordu. Öyle ki artık bilincini korumakta bile zorlanıyordu.

Gözleri hafifçe kararmaya başladığında Kama çoktan yanına gelmişti. Elini kaldırarak Boğaç’ın sırtına koydu. Yediği ani enerji darbesiyle birlikte Boğaç kendine gelmişti. Büyü gücüne tekrar baktığında sonuna kadar dolu olduğunu fark etti. ‘Başkalarına büyü gücü de mi verebiliyor?’ diye sordu kendi kendine. Birine saf enerji fırlatmak yalnızca büyü zehirlenmesine sebep olurdu, gücünün yenilenmesine değil. Ama Kama’nın az önce yaptığı şeyle Boğaç’ın bütün büyü gücü tamamen dolmuştu.

Olayı dışarıdan izleyen birisi Kama’nın hiçbir şey söylemeden Rene’nin yanına döndüğünü zannedebilirdi fakat Boğaç, onun sesini zihninde duymuştu. ‘Bugün çok fazla kişi öldü, bir de dostumu kaybedemem…’

“Efendim! Efendim iyi misiniz?” kız korkuyla sordu.

“Evet, sanırım iyiyim. Bu arada bana efendim demeyi bırakırsan iyi olur, artık bir köle olmadığını biliyorsun…”

“O zaman size nasıl seslenmeliyim?”

“Boğaç yeterli.” Bunu söylediği anda kızın yüzü kızarmıştı. ‘Yoksa… Hayır imkanı yok, kaç yaşında çocuk sonuçta.’ Çocukların kendinden çok daha büyük kişilere âşık olduklarını duymuştu daha önce ve Boğaç, kendisinin birçok hemcinsine göre yakışıklı sayılabileceğini biliyordu. ‘Fakat 10 yaşından büyük durmuyor. Artı, ben zaten evliyim lan!’ Boğaç, durum daha da karışık bir hal almadan düzeltmesi gerektiğini bilecek kadar zekiydi.

Fakat kız bütün tahminlerini boşa çıkardı. “S-size öylece adınızla seslenemem!”

Boğaç sonunda rahatlamıştı. ‘Yani saygıdan ötürü mü?’ Eğer böyle olacaksa işler onun için oldukça kolaylaşırdı. “Madem öyle diyorsun, istediğin şekilde seslenebilirsin.”

“Ta-tamam…” kız cevapladığında kuyruğu neşeyle sağa sola sallanıyordu.

“Bu arada, senin adın neydi?”

“Tanya. Benim adım Tanya.”

Boğaç kendini gelebilecek gözyaşı ve hıçkırık seline hazırladıktan sonra sordu. “Pekala Tanya. Ebeveynlerinin nerede olduğunu biliyor musun?” Ne olursa olsun bunu sorması gerekiyordu. Eğer hala hayattalarsa kızı onlara geri götürebilirdi.

Tanya, Boğaç’ın tahmin ettiği cevabı hiç tahmin etmediği şekilde verdi. “Öldüler.” Dedi basitçe. Ne bir sarsılma, ne bir göz yaşı… Hiçbir tepki vermemişti bunu söylerken.

Yine de Boğaç önceden kafasında planlamış olduğu cevabı verdi. “Üzgünüm, bunu sormamam gerekiyordu…”

“Özür dilerim!”

“Niçin?”

“Sizi üzdüğüm için…” Tanya yerlere kadar eğilmişti.

“Hayır. Yani böyle bir şey için özür dilemene gerek yok. Bu biraz…” Aptalca diyecekken son anda kendini tuttu.

“Özür dilerim!”

“Bu sefer neden özür diliyorsun?” Boğaç sıkılmış bir şekilde sordu.

“Aptallığım için…”

Boğaç derin bir iç çektikten sonra ciddi bir şekilde “Bir daha gereksiz yere özür dilersen seni gemiden atacağım.” Dedi.

“Özür… Hiiik!” Tanya kendisine zar zor hakim olmuştu.

‘Bunu yapmak istemiyordum ama sürekli özür dilemeye devam ederse hiçbir yere varamayacağız.’ Bunu düşünürken Tanya’yı baştan aşağıya süzmüştü. Kölelerin genelde giydiği tek parça keçeden oluşan bir giysi vardı üzerinde ve yer yer parçalanmıştı.

Boğaç ayağa kalktıktan sonra mutfaktan dışarıya çıktı. Tanya’nın onu takip ettiğini zaten biliyordu. “Karaya çıktığımızda sana giyebileceğin birkaç şey almalıyız.” Dedi onun da duyabileceği şekilde.

“Ha-hayır. Benim gibi bir köle…” Boğaç’ın bakışlarını fark ettiği anda kendini düzeltti. “Yani yarı insana bir şey almanıza gerek yok…”

“Ve yanımda bu şekilde gezmene izin mi vereyim?” Boğaç, Tanya’nın kişiliğini az çok çözmeye başlamıştı. Ona karşı sürekli nazik olmaya çalışırsa sonunda dönüp dolaşıp aynı yere geliyorlardı. Kendi kararlarını verebileceği yaşa gelene kadar biraz daha emrivaki ve biraz daha sert olması daha iyi olabilirdi.

Tanya’nın kişiliğini çözmesiyle birlikte onun biraz olsun bencil olmasını ve kendini düşünmesini istiyorsa izlemesi gereken yolu açıkça görebiliyordu. “Böyle bir paçavrayla benim yanımda gezmene hayatta izin vermem. İnsanların kötü bakışlarını üzerime çekeceksin.”

“…?” Tanya merak ve korkuyla karışık bir şekilde Boğaç’a bakıyordu. Onun tam olarak ne demek istediğini merak ediyor ve bir yandan da kendisini bırakacağından korkuyordu.

“Eğer bundan sonra benimle gelmek istiyorsan kendine, yediğine-içtiğine ve giydiğine dikkat edeceksin. Yoksa seni…” Boğaç bir an Tanya’nın dolan gözlerini fark edince duraksadı. Fakat iradesini zorlayarak söylemesi gereken şeye devam etti. “Terk ederim… Anladın mı?”

Tanya hızla ileri atılarak Boğaç’ın bacağına yapıştı. “Lütfen! Dediğiniz her şeyi yapacağım. Lütfen beni terk etmeyin!”

Boğaç az önce yaptığı konuşmadan resmen utanç duysa da duygularını gizledi. “Anladıysan sorun yok.” Ancak bunu söyledikten sonra Tanya, kendisini bırakmıştı.

Tanya bacağını bıraktıktan sonra Boğaç ilerleyerek kendi odasının karşısında bulunan kapıya geldi. “Karaya çıkana kadar burası senin odan olacak.”

“Benim mi?” odanın kapısı önünde açılırken Tanya şaşkınlıkla sordu. “Daha önce hiç bana ait bir şeyim olmamıştı…”

Yalnızca bu sözleri bile Boğaç’ın kalbini yaralamaya yetiyordu. Bununla birlikte zihninin bir köşesine not aldı. Gittiği ve fethettiği her yerde köleliği yasaklayacaktı. İllea zaten adil bir şekilde yönetilen bir ülkeydi ve köleliğe karşıydı. Fakat Karmen başa geçtiğinden beri fethettikleri birçok ülkeye özerklik tanımış, kendilerini yönetmelerine izin vermişti. Sistemlerinde zaten kölelik gibi bir şey varsa buna da engel olmamışlardı. ‘Sanırım geri döndüğümde bu konuyu Karmen ile tartışamam gerek.’

Bu sırada Tanya odanın içine girmiş neşeyle etrafa bakıyordu. “Woooo!!! Kendime ait yastığım, kendime ait yatağım, kendime ait kitaplarım! Aynam bile var!”

Onun böylesine bir şeye bile bu kadar sevinmesine Boğaç’ın içi burkuldu resmen.

“Efenim, bunlar şimdi gerçekten benim mi?” Tanya kuyruğunu sallayarak sordu.

“Evet… Ve tekrar söylüyorum, bana ‘efendim’ demekten de vazgeç.” Boğaç kesin bir dille söyledikten sonra Kama’nın yanına ilerlemeye başladı. “Bana ihtiyacın olursa…” Sözünün devamını getiremeden Tanya tekrardan ona yapışmıştı.

“Beni bırakmayacaksınız değil mi?”

“Dediğim gibi, yalnızca gemide biraz gezineceğim.”

“O zaman ben de sizinle gelebilirim değil mi?” Kız bir an duraksadıktan sonra ekledi. “Ayrıca ben artık özgür biri olduğuma göre… İstersem gelebilirim, değil mi?”

“…”

“Değil mi?” Tanya daha da ısrarcı bir şekilde sorunca Boğaç sonunda pes etti.

“Tamam, tamam. Gelebilirsin.”

Tanya sevinçle gülümseyerek Boğaç’ı takip etti. Boğaç ise başlangıçta Kama’yla konuşmaya gidiyor olsa da bunu yanında Tanya yokken yapmasının daha iyi olacağını düşünüyordu. Bu yüzden güverteye çıkarak küpeştelere yaslandı ve günbatımının keyfini çıkardı.

Yukarıya çıktığında üçlünün hiçbirini görememişti. Muhtemelen onlara göstermiş olduğu odada kalıyorlardı.

‘Merak ediyorum da, o ada nasıl o şekilde uçabiliyordu?’ Boğaç, Kama’nın sırtındayken bu soruyu kendisine onlarca kez tekrarlamış olsa da bir cevap alamamıştı. Başlangıçta bunu Kama’nın yapıyor olduğunu düşünmüştü fakat Kama ile o ada arasında hiçbir büyü izi yoktu. Yani…

“Efendim. Bütün bu insanları siz mi öldürdünüz?” Tanya’nın sesi Boğaç’ın dikkatini dağıtmıştı.

“Evet…” Boğaç yalan söylemedi. “Çoğunluğunu ben öldürdüm…”

Tanya şaşkınlıkla “Çok güçlü olmalısınız.” Dedi.

Normal birisi bu övgüyü olduğu gibi kabul ederdi. Hatta birkaç gün önce Boğaç’a sorulsaydı, kendisinin bu dünyadaki en güçlü varlık olduğunu gururla söyleyebilirdi. Fakat Kama ve Rene’nin savaşı ona aslında ne kadar güçsüz olduğunu hissettirmişti.

Boğaç bir süre düşüncelere daldıktan sonra iç çekerek Tanya’yı cevapladı. “Hayır…  Ben… Çok güçsüzüm…”

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar