Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

03 Mayıs 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1354 Görüntülenme
Bu bölümü 31 Kişi beğendi.
Cilt 10

Kalenin İçindeki Savaş - Kısım 3

Kalede ilerlerken, Nell’in yüzünde sessiz bir hoşnutsuzluk vardı.

 

“Onun için endişeleniyor musun?” En sakin halinin bu olmadığını bilen Carlotta, kızı yanına çekmişti.

“Evet. Endişeliyim.” Nell, soruyu cevaplayıp başını sallamadan önce bir anlık tereddüt etmişti. “Nasıl olmayayım? Bize saldıran, şu an savaştığı adam orikalkum sınıfından bir maceracı değil mi?”

 

O anda dövüşe girmiş olan maskeli adamı düşünmek, Carlotta’nın tüm operasyonu bir bütün olarak görmesine neden olmuştu. Şu ana kadar her şey sorunsuz gidiyordu, gayet sorunsuz. Kendini daha kötüsüne hazırlamıştı. O ve ona eşlik eden şövalyeler, biricik kraliyet kalesine yapılan saldırının ortasındalardı. Elbette onları “sıcak bir şekilde” karşılamaları gayet mantıklıydı. Ve hatta ironik bir şekilde, tam olarak bunu yaşamışlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, henüz hiçbir düşman askerle karşılaşmamıştı. Kalenin duvarları içinde bulunanların yarısından fazlasının hala krala sadık olan müttefikler olduğu ortaya çıkmıştı.

 

İçlerinden sadık olanların çıkacağını bekliyordu zaten ama sayıca bu kadar fazla olacaklarını düşünmemişti. Beklenmedik sadık insan sayısının bu kadar fazla olmasının, şanslı bir hesap hatası olduğunu düşünmüştü. Düşündüğü kadar adamını kaybetmeyecekti.

 

Bu beklenmedik patlama, vatandaşların kalenin ön kapısına yaptıkları hücumdan kaynaklanıyordu. Prensin asi güçlerinin, Alshir’in insanlarının başlattığı bu ayaklanmayı bastırmaktan başka seçeneği yoktu. Ve sonuç olarak, onun her emrine uyan ve onu tahta geçirmek isteyen prensin köpekleri, sahnenin dışında çıkmıştı.

 

İsyanın başlamasına ön ayak olan tabii ki de Carlotta’dan başkası değildi. Umursamıyordu da. Olay hakkında düşünceleri şu şekildeydi: Kulağa hoş gelen birkaç söz düşmanın yenilmesine sebep olacaksa, varsın olsun. Gerek gördüğüm sürece defalarca söylerim.

 

Carlotta’ya göre bu tanrının bir lütfuydu. O, zafere ulaşabilmek için elindeki her kartı kullanan tipte bir insandı. Aslında esnekliği, en baştan bu operasyonun baş komutanı olarak seçilmesinin iki sebebinden biriydi. Diğeri ise gücüydü, kudretli biri olmasıydı.

 

İlginç bir şekilde, kral çoktan güvendeydi. Görevin en zor kısmı, adamları bu işin zorluğunun daha anlayamadan, bitmişti. Düşman gözlemcisini kovalaması gereken maskeli adam, çoktan ilerlemiş ve nedendir bilinmez, kralı kurtarmıştı.

 

Ve her ne kadar bu harika bir haber olsa da görünüşe göre her şey umduğu kadar sorunsuz ilerlemeyecekti. Majesteleri, görevin geri kalanında ona ve takımına eşlik etmek istediğini söylemişti. Ve gerçekten de böyle olmuştu. Doğrusu Carlotta, hükümdarın bu kararını can sıkıcı bulmuştu. Kararına uymak dışında başka çaresinin olmaması, ona koca bir baş ağrısı veriyordu. Ona bağırıp, güvenli bir yere gitmesini söylemek istiyordu, ama yapamazdı. Kararı kesindi ve fikrini değiştirmeye çalışmanın inanılmaz zor olduğu da belliydi. O ve şövalyelerinin, kendi güvenliklerine mal olsa bile, ona eşlik etmekten başka seçenekleri yoktu. Bu kararının eninde sonunda adamlarından birkaç tanesinin hayatına mal olması muhtemeldi. *

 

Carlotta’nın bir diğer hesap hatası da saldırganın görünüşü, yanındaki kızın kendi kadar endişelenmesine neden olmuştu. Maceracılar Loncası, başından beri tüm bu politik duruma müdahil olmayan bir yaklaşım takınmıştı. Ve tarafsız kalmaları gerekiyordu. Ama görünüşe göre, kalmamışlardı.

 

“Eğer maskeli adam gözlemlerimden anladığım kadar güçlüyse, sanırım o zaman en azından mücadele edebilir.” İçinden iyice bir düşündükten sonra, Carlotta sonunda yanıt verebilmişti. “Ve eğer taşıdığı silah en alışkın olduğu silahsa, dedikleri muhtemelen doğru. Ona yardımcı olmaya çalışmak, ona ayak bağı olmak olur.”

 

Dev kılıç, Carlotta’nın ilgisini çekebilecek kadar iyi bir parçaydı. Kavisli, tek taraflı kılıç, ona bakan herkesi büyüleyebilecek kadar güzeldi. Boyutunun avantajları olduğu kadar dezavantajları da vardı, ki bunlardan biri de destek alamıyor olmaktı. Karşısındaki rakibine yapacağı bir saldırı sırasında, ona yardım edenlerden birini yanlışlıkla ikiye böldüğü bir senaryoyu kafasında kolaylıkla hayal edebiliyordu.

 

Saldırganı halletmesi için onu maskeli müttefiklerine bırakmaktan başka çare yoktu. Her ne kadar onu maceracıyla başa çıkması için tek başına göndermiş olsa da Carlotta Nell’in endişesini yine de anlayabiliyordu.

 

Yüzü, bütün Allysialı savaşçıların tanıyacağı bir yüzdü. O, yani Savaş Delisi, o kadar meşhurdu. Diğer orikalkum seviye maceracılar gibi, sadece efsanevi kahramanların dolanmasına izin verilen diyarlara ayak basabilecek kadar güçlüydü. Lonca bile ona pek fazla söz geçiremiyordu. Onu kontrol edemiyorlardı ve kuşkusuz, etraftaki en güçlü savaşçılardan biri olduğu için onu atamıyorlardı da. Lakabı, savaştan aldığı anormal derecedeki hazdan geliyordu. Katılabildiği her savaş alanında, sonucu ya da amacı ne olursa olsun, boy gösteriyordu. Savaş Delisi’ne yürüyen kaos da denebilirdi.

 

***

 

Savaş manyağının kılıcı bana doğru gelirken bir anlık bir ışık belirdi. Ondan kaçınmak için vücudumu çevirdim ve saldırıya Zaien’i savurarak karşılık verdim. Kılıçlarımız her çarpıştığında, saldırılarımın anormal bir şekilde ağır olduğunu fark etmişti, bu yüzden doğrudan saldırmak yerine, kılıcımı savuşturarak kendini savundu. Kılıcım onu ıskaladı ve onun yerine yanındaki toprağı yardı. Saldırım, altında bir çukur açarken, etrafa toz ve küçük taşlar saçılmıştı.

 

Saldırıma bir başka saldırıyla devam etmeye çalıştım ama fırsatım engellendi. Sapık herifin kılıcı enseme doğru usul usul ilerliyordu ve neredeyse onu kesecekken, ondan uzağa sıçrayıp saldırıdan kaçındım.

 

“Hahahaha!” Gevrek gevrek gülmüştü. “Sağlam bir kaba kuvvetin var! Ve tepkilerin de gayet iyi. Güzel bir av olacaksın.”

“Çeneni kapa ve o iğrenç yüzünle bana bakmayı kes, seni lanet sapık!” Adam tüylerimi diken diken ettiği için, bir taraftan aşağılayıcı küfürler savururken, bir taraftan da boş olan elimle orta parmağımı ona doğru kaldırmıştım.

 

Adamın statları bayağı yüksekti.

 

***

 

Genel Bilgiler

İsim: Legillus

Irk: İnsan

Sınıf: Gaddar Kılıç Ustası

Seviye: 84

HP: 2331/2331

MP: 1018/1018

Kuvvet: 704

Can: 703

Çeviklik: 767

Büyü: 398

Maharet: 1122

Şans: 105

 

Eşsiz Yetenekler

Direnç

Kötü Şans

 

Yetenekler

Kılıç Ustalığı VII

Dövüş Sanatları Ustalığı IV

Düşman Saptama IV

Kriz Saptama V

 

Unvanlar

Dövüş Meraklısı

Ruh Hastası Kılıç Ustası

Orikalkum Maceracı

Ölümle Dans Eden

 

***

 

Yani, yuh artık. Bu adam sahiden güçlü. Her ne kadar statlarım onunkilerden oldukça fazla olsa da, kılıç dövüşü konusunda beni tamamen saf dışı bırakmıştı. Savaşın ortasında olduğumuz için eşsiz yeteneklerini kontrol edecek durumda değildim. Ama isimlerinden anlaşılacağı üzere bu yetenekler muhtemelen en zor anında ya da ölmek üzereyken aktifleşiyordu.

 

Neyse ki, kılıçlarımızın çarpışmalarından, teknik yeteneğini sadece kaba kuvvetimle süpürebildiğimi anlamıştım. Hala dayanabiliyor olmamın tek sebebi, vücut özelliklerimdi. Eğer statlarım biraz bile az olmuş olsaydı, başsız bir kan fıskiyesi ya da kılıcının ucuna takılmış bir başka ceset olacağından emindim. Neyse ki bir İblis Lordu’ydum. Zindan, sana büyük borçlandım. Sen adamsın.

 

Bir Uğursuz Orman sakini olarak, birçok kez savaşa girmiştim. Sürekli avlanırdım. Ama bunun aksine, gerçekten korkunç diyebileceğimiz bir şeyle karşılaşmayı nadiren tercih ederdim. Sebebi belliydi. Karşımdaki sapık herifin aksine ben, sadece potansiyel bir zafer hazzı için canımı tehlikeye atacak biri değildim.

 

Canavarları avlıyor olmamın sebebi sadece DP kazanabilmekti, o yüzden kendimi riske atmama gerek yoktu. Ve tehlikeye düşsem bile yalnız değildim. Rir, benim vefalı dostum, her zaman benim yanımda olurdu. Offf. Yüzümü Rir’in yumuşak tüylerine gömmek ve bütün bu ölümcül dövüş saçmalığını unutmak istiyordum Karşımda bana bakan ve düşündükleri ya da muhtemelen tuhaf ya da sıkıntılı olan herifi unutup, yanaklarımı onun uzun, kabarık kürküne durmadan sürmek istiyordum. Lanet olsun. Neden böyle sapkın, garip bir soysuzla savaşmak zorunda kalmıştım ki ya? Sikeyim. Hepsi şu siktiğimin salak prensinin hatası. Onu öldüreceğime yemin ederim. Şahsen.

 

“Neden bu kadar soğuk davranıyorsun?” Sapık herif yüzünü asmıştı. “Senin için nasıl da yanıp tutuşuyorum göremiyor musun?”

 

Menzile girebilmek için bir adım attı ve saldırdı. Saldırıyı savuşturmak için Zaien’i kullandım ama yetişememiştim. Onun yüzünden, saldırıyı göremeyecek kadar, dalmış ve dikkatim dağılmıştı ki karnıma doğrudan bir yumruk yemiştim.

 

Ağır bir acı bilincimi bulandırırken inlemiştim. Ama tam ona kayetmek üzereyken, göz ucundan, kılıcının kalbime doğru ok gibi fırladığını görünce kendimi odaklanmaya zorladım ve vücudumun üst kısmını ondan kaçabilecek kadar döndürebildim.

 

“Siktirip gidebilirsin!” Dönme hareketimin momentumunu kullanarak dikkatsiz bir döner tekme attım. Saldırımın başlangıcında herhangi bir duruşa geçmediğim için onu hazırlıksız yakalamış gibiydim. Saldırım ona vurmuştu. Ayağım doğrudan omzuna isabet etmiş ve onu kalenin duvarına uçurmuştu. “Ve hazır başlamışken, geber!”

 

Sonra büyü enerjimi yönlendirmeye başladım ve kendime özgü büyülerimden olan su ejderhasını sapığa fırlattım. Her ne kadar tekmem, kısa süreliğine de olsa donup kalmasına sebep olsa da, ejderhadan kaçıp yolundan uzaklaşabilmeyi başarmıştı. Yılanın sudan yapılma çeneleri duvara toslamış ve her yere saçılarak sapığın görüşünü engellemişti.

 

Ve bu benim şansımdı. Rakibimin iki eşsiz yeteneği de aktifleşmeden dövüşü bitirecek mükemmel bir fırsat yaratmıştım.

 

Çünkü, henüz mana aktarımını kesmemiştim.

 

Onu kılıcımın ağzına aktardım ve bütün gücümle yerden sıçradım. Göremiyordu. Engel yüzünden tepki verebilme yetisi gecikiyordu, ama yine de kılıcını tam zamanında savurup saldırımı engelleyebilmişti. Ya da eğer gerçekten vurmak isteseydim engelleyebilirdi. Kestiğim o değil, önündeki zemindi. Yerden, etrafımızı kırmızının en koyu tonlarına boyayan bir ateş kabarmaya başlamıştı.

 

“Ne!?” Sapık şaşırmış bir şekilde bağırdı.

 

Şaşırmasının nedeni, Leila’dan istediğim, kılıca işlenmiş bir büyü halkasının etkisiydi. Halka, ona mana aktarıldığında aktifleşen türden bir halkaydı. Silahtan alevler saçılmasına ve kestiği her şeyi ateşe vermesine sebep oluyordu. Yarattığı alev miktarı, tükettiği mana miktarına göre değişiyordu. Sapık herifi şaşırtan devasa alevler, yolun ortasında bir yerlerde çıkan bir şey yüzündendi.

 

Başta kendi büyü halkalarımı yapmayı düşünüyordum. Ama biraz daha düşündükten sonra, bunun pek bir manası olmadığını fark ettim. Leila’nın onlarla daha haşır neşir olduğu ortadaydı, bu yüzden berbat olduğum bir şeyi öğrenmek için kıçımı yırtacağıma, onun yapmasını istedim. O da dünden razıydı zaten. Galiba, sürekli çalıştığı alanla ilgili bir tür yeni teknoloji gibi bir şey olan üç boyutlu büyü halkalarını denemek için bir şans arıyordu. Tam olarak istediğim halkayı yaratmayı başarınca, gayet becerikli olduğunu kanıtlamıştı. Ve böylece bunu kılıcıma kazıdım. Adını Kızıl Alaz koymuştum. Muhtemelen Zaien’in diğer iki yuvasına koyacağım halkaları da ona yaptıracağım. Gerçi doğru düzgün bir şey bulana kadar beklemek zorundayım.

 

Kılıcı bırakıp ateşlerin arkasına baktım. Savaş delisi manyak, aniden ortaya çıkan ısıdan dolayı sarsılmış ve yine görüşü engellenmişti. Kalbinin olduğu yeri saptayabilmek için büyülü gözümü kullandım, büyülü tabancamı belimdeki kılıftan çıkardım, elime aldım ve ateş ettim.

 

Bir ıslık gibi gibi geçmişti. Ve bir anlık gecikmenin ardından, bir patlayarak açılma sesi onu takip etti.

 

Zaien’in ateşleri sakinledi. Yavaş yavaş azalmaya başladılar ama birden tekrar hayat buldular, sanki bir hareket yüzünden yellenmiş gibilerdi. Kriz saptama harekete geçip bütün vücudumu kötü bir şey olacağı hissiyle doldurdu. Yan tarafımdan geliyordu. Boynumun hemen yanında bir şey vardı.

 

Baktığımda, sapığın tam orada dikildiğini gördüm. Oraya ne zaman ya da nasıl gittiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu, ama bir tarafında, arkasından dışarı açık olduğu görülen bir delik vardı. Hay sıçayım! Bu onun işini bitirmemişti!

 

“Hahahahaha!” Ağzından kanlar saçılıyordu. Ağır bir biçimde yaralıydı, ama yine de gülüyordu. “Fena değilsin! Hiç fena değilsin!”

 

Ve aniden kılıcı hareket etmeye başladı. Doğrudan kafama doğru.

 

Sanki zaman durma noktasına gelmişti. Sanki kılıç kare kare ilerliyor gibi hissediyordum. Yavaş yavaş gözlerime yaklaştığını görebiliyordum. Sikeyim. Bunu savuşturamam.

 

Verdiğim karar sanki içgüdüsel bir davranışı harekete geçirmişti. Silahın bulunduğu kolum ben istemeden hareket etmiş ve kendini, yüzümle, gelen kılıcın arasına koymuştu.

 

Zaman tekrar hız kazandığında onu duydum. Kılıç kolumu delip geçti ve keskin bir acının bütün sinirlerimde yankılanmasına neden olmuştu. Canım öyle çok yanıyordu ki, kendimi kaybedip bir çocuk gibi ağlamaya başlayacaktım.

 

Ama canı yanan ben olduğumdan, biliyordum. Hala hayatta olduğumu biliyordum.

 

Kolumu delen kılıcın yönü değişmişti. Ve bu sayede beynimi şişlemek yerine sadece kafamın yanını sıyırmıştı.

 

Hemen boş olan diğer elimi kılıç şekline getirip adamın göğsüne sapladım. Kemiğin sert hissiyatının hemen ardından, elimin çiğ etin içinde ham, hoş olmayan bir his gelmişti.

 

Doğru nişan almıştım.

 

Kalbi yok olmuştu.

 

Elim adamın sırtından çıkarken çıkan taze kan, rüzgarda uçuşan çiçekler gibi etrafa saçılmıştı.

 

Sonunda kılıcını savurmayı kesen rakibim, yavaşça aşağı baktı ve kolumun içinden geçtiğini doğruladıktan sonra bakışlarını tekrar yukarı kaldırdı.

 

“Bu... aşırı eğlenceli... bir dövüştü…” Ağzından litre litre kan geliyor olmasına rağmen, savaşın sonucundan memnun bir şekilde gülümsüyordu.

 

Bilinci yavaş yavaş yok oldu.

 

Sessizlik.

 

Boşlukla bir olmuştu.

 

Adam dizlerinin üzerine düştü ve her yerine kan bulaşmış kolumu göğsünden dışarı çıkarırken yere yığılmıştı.

 

“Muhtemelen daha çok çalışmalıydın.” Ona tepeden baktım ve gülümsemesine yarım gülümsememle karşılık verdim. “İblis Lordu gibilerine meydan okuman için biraz erkenmiş.”

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Damocles (222 puan) Üye
2020-07-31 12:50:58
Güç dengesi çok bozuk
Yaoi'den_nefret_ederim (137 puan) Üye
2023-03-22 22:54:35
@Damocles, şöyle düşün bizimki ham -deneyimsiz ve teknikten yoksun ama güçlü , karşısındaki adam ise insan ırkının ortalamasının çok çok üstünde hem deneyimli hemde teknik açisindan üstün
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-27 01:17:54
Bölüm için teşekkürler
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-05-04 04:22:21
Az daha iblis lordunun amel defteri kapanıyordu.
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-05-03 20:26:34
Çeviri için teşekkürler
Kiriyodx (69 puan) Üye
2020-05-03 18:36:33
Yazarın saçmalıkları kaharaman 200 seviye ve bu savaş manyağı 80 seviyede kahramandan daha iyi istatistik lere sahip
DeliDana (2871 puan) Üye
2020-05-03 18:26:50
Çeviri için teșekkürler.