Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

01 Şubat 2021
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
810 Görüntülenme
Bu bölümü 19 Kişi beğendi.
Cilt 20

Yan Hikaye: Sürükleniş

Hem güneşin göz kamaştırıcı ışınları hem de etrafımdaki tuzlu denize çarptığında yarattıkları pırıltılı yansımaları gözlerime giriyordu. Keskin, delici ışığı bir kenara bırakırsak, tek görebildiğim şey mavilikti. Nereye bakarsam bakayım... İki sona ermeyen genişlik mevcuttu. Acımasız bir bulutsuzlukta olan gökyüzü yukarıda uzanırken, şiddetli deniz aşağıdan beni bir ileri bir geri sallıyordu.

 

Tek başımaydım. Mahsurdum.

 

Nereye bakarsam bakayım hiç kara yoktu, sadece mavi, mavi ve daha da mavi...

 

Mavinin sakinliği ifade etmesi gerekirdi. Ama benim için bu renk, gözlerimin önünde serili olan gaddar gerçeklik galine gelmişti.

 

Sürükleniyordum.

 

Ve zihnim bulanık olsa da öleceğimi biliyordum.

 

Yukarı ve aşağı.

 

Ve yukarı ve aşağı.

 

Dalgalar hareket kabiliyetime tamamen hükmediyordu.

 

Ve bunu etkileyebilecek hiçbir şeyim yoktu. Çok bitkindim. Boğazım öyle kuruydu ki içindeki deri çatlamaya başlamıştı. Ve karnım o kadar boştu ki, kendi kendini sindirmeye başlamıştı. Tüm vücudum, onu bunaltan ve hareket etme yetisini ondan alan devamlı bir ağrıyla dalgalanıyordu. En kötüsü bacağımdı. Kırıktı. Dalgalar küçük cankurtaran filikamı her sarstığında keskin bir acıyla kıvranıyordum.

 

Sadece güneşin beni kurutmasını kesmesini istiyordum. Ve tuzlu deniz esintisinin sayısız yaramın batmasını kesmesini de... Çünkü sahip olduğum ufacık yaşam kırıntısını benden koparıyorlardı. Geçen her an hayata tutunmamı daha da, daha da zorlaştırıyordu.

 

Şans benim yanımdaydı. Denize düştüğüm zaman ipinden kurtulmuş bir cankurtaran filikası bulacak kadar şanslıydım. Ve öfkeli dalgaların onu alabora edeceği kesin gibi görünse de beni içinde tutmayı ve gemimin başına gelen kaderden beni kaçırmayı başarmıştı. Kader tüm dostlarımı bulmuştu. Ama artık tükenmişti.

 

Şansım daha fazla dayanamayacaktı.

 

Fazla zamanımın kalmadığını biliyordum.

 

Ölüm beni çağırıyordu. Tatlı fısıltıları, gemide kazandığım dostlarıma katılacağıma dair bana söz veriyorlardı.

 

Ve elini kabul etmeye hazırdım.

 

Onlar en yakın arkadaşlarımdı. Hepsi, nezaket kırıntısı bile barındırmayan kaba saba aptallardı, ama yine de iyi adamlardı. Onlarla sonsuzluğu paylaşmak kulağa çok da kötü gelmiyordu. Hatta yeniden bir araya gelmemizi iple çekiyordum.

 

Tek pişmanlığım Camella’ydı.

 

Onu tekrar görebilmeyi diledim. Son bir kez. Ama bunun gerçekleşmeyeceğini biliyordum. Ölüm nihayet bizi ayıracaktı.

 

Artık tek yapabileceğim beklemekti. Ta ki ona katılana kadar. Ondan sonra özür dileyecekti ve kaybettikleri zamanı telafi etmek için elinden gelen her şeyi yapacaktı.

 

“Evet... ben... yakında... size... katılacağım... beyler...” son sözlerim bunlardı. Dileğim budur. “Ben... gelmeden... bütün... romları... içmeyin...”

 

Tam ölüm elimi tuttuğunda filikanın bir şeye çarptığını hissettim. Şaşırmıştım. Ne bekleyeceğimi bilmiyordum, o yüzden gözlerimi açmaya zorlamak için tüm gücümü kullandım.

 

Bulanıklığın ardında gördüğüm şey bir gemiydi. Bir gemi filosu. Benim gibi, her biri tamir edilebilmekten çok uzaktı. Garipti. Yüzmeyi nasıl başarabildiklerini anlamamıştım. Denize düşmeden önce üzerinde olduğum gemi kadar hasarlıydılar.

 

Kafamın içinde ölüme şapkamı çıkardım.

 

Mükemmel bir hazırlıktı bu.

 

Ölüler diyarına mükemmel bir eşlikti.

 

Acı içinde, kuru kuru güldüm.

 

Son gülüşüm.

 

Ya da ben öyle düşünüyordum.

 

“Pekala... bu kadar istila yeter. Görünüşe göre sadece bir adam gemi kazası falan geçirmiş.”

 

Gemilerden birinin üzerinden bir ses duydum.

 

Bu, ölümün sesi değildi.

 

Bir başkasınındı. Genç bir adamın...

 

“Bu her şeyi açıklıyor. Ölümün kıyısında olan bir adamın birden beni saldırmaya çalışacağını biraz garip bulmuştum. Bir bakalım... O bir iblis, ortalama statları var ve aşağı yukarı sıradan birisi.”

 

Başını saran kara saçları seçebilmiştim.

 

Ama yüzünü seçemedim.

 

Gözlerim çok bulanıktı ve güneşin sebep olduğu gölge onu görmemi engelliyordu.

 

“Pekala dostum, bugün senin şanslı günün. Eğer tesadüf eseri yenileme, tadilat için burada olmasaydım muhtemelen ölmüş olurdum. Ve dürüst olmak gerekirse, eğer süper güçlü falan olsaydın, muhtemelen sağlama almak için seni burada çürümeye bırakırdım.

 

Filikama inmek için bir bağlama halatı kullandı.

 

“Al bakalım, iç şunu, bendensin. Bunu, inanılmaz şansına karşılık bir saygı ifadesi olarak düşün.”

 

Yanıma çömeldi, bir şey, ufak bir şişe almak için bir tür büyü kullandı, ve içindekileri ağzıma döktü.

 

Muhtemelen bir tür ilaç falandı.

 

Acı tatla birlikte çaresizce arzuladığı nemle boğazımı doldurmuştu.

 

Susuzluk hissim dinince vücudumun enerjiyle dolduğunu hissettim.

 

Sanki yeniden hayat buluyormuş gibiydim.

 

Ben.. canlılık hissediyordum.

 

Vücudum neşeyle titredi.

 

Beni kurtarıyordu.

 

Benim hakkımda tek bir şey bilmemesine rağmen.

 

Zihnim gittikçe bulanıklaşmaya başladı.

 

Güçlükle düşünebiliyordum.

 

Ama ona teşekkür etmek zorunda olduğumu biliyordum.

 

Çocukluğumdan beri yanımda taşıdığım hançeri çantadan alabilmek için kendimi zorladım.

 

Bu birisine öylece verebileceğim türden bir şey değildi. Değerli bir aile yadigarıydı.

 

Ama şu anda sunabileceğim tek şey buydu.

 

“Teşekkür... ederim... Bunu... nezaketine... karşılık... bir... ödeme... olarak... düşün...”

“Ha? Şeyy, yok dostum, böyle iyiyim. Sana sadece böyle hissettiğim için yardım ediyorum. Bir dakika, dostum? Dostum!?”

 

Gücümün son damlasını hançeri eline bastırmak için kullandım.

 

Ve bunu yaparken bir rahatlama hissiyle doldum. Son birkaç gündür hissettiğim tüm gerginlikler silindi. Bilincimle birlikte...

 

***

 

“Neredeyim ben...?”

 

Yavaşça oturur hale geçerken etrafımı inceledim ve zihnimi sersemlikten kurtarmaya çalıştım.

 

Bir sahildeydim, büyük bir palmiye ağacının gölgesinin altında.

 

Ayağımın dibinde bilmediğim bir çanta vardı. İçine baktığımda, çantanın yiyecek ve içecekle dolu olduğunu gördüm.

 

İç güdülerim beni teşvik etti. Ellerim çantanın içine hücum etti. Bir elim çantadan suyla dolu bir kapla çıkarken, diğer olgunlaşmış bir meyveyle çıkmıştı. Doyana kadar içtikten sonra aç bir kurt hırçınlığıyla meyveyi ısırmaya başladım. Kendimi tutamıyordum. Vücudum yiyecek için, kendimi tutamayacağım kadar çok özlem çekiyordu.

 

“Çok... lezzetli.”

 

Biraz mayhoş bir tadı vardı ama aldığım tad daha çok şekerli bir tatlılıktı.

 

Bu sıradan bir meyveydi. Neredeyse her yerde bulabilirdiniz.

 

Ama aynı zamanda, bir şekilde, bir yemeğin tadını ilk defa bu kadar çok çıkardığımı hissetmiştim.

 

“Bu çok, çok lezzetli...”

 

Bir ikinci, üçüncü ve dördüncü ısırıktan sonra zihnim nihayet vücuduma yetişti.

 

Yanağımdan tek bir damla süzülürken ölümün pençesinden kurtarıldığımı fark etmiştim.

 

Ve sonra baraj kapakları açıldı.

 

Türlü duygularla doldum.

 

Hayatta kalmanın getirdiği neşeyi, tek kurtulan olmanın getirdiği suçluluğu ve en sevdiğim dostlarımın hepsini kaybetmenin getirdiği hüzüntüyü hissettim. Hepsi gözyaşları şeklinde dışarıya taştı.

 

Ölmeye hazırdım.

 

Zihnim ve kalbim kararlıydı.

 

Ama ellerimdeki meyvenin tadı hepsini geri çevirmişti.

 

Başardığımı bana söylüyordu.

 

Sadece benim başardığımı...

 

Bir süre ağladım. Ve ağladım. Ve ağladım.

 

Ağlama krizimin sona ermesinin ne kadar sürdüğü hakkında bir fikrim yoktu. Ama sona erdiğinde, sakinliğimi geri kazandığımda vücudumu incelemeye başladım.

 

Vücudum... garipti. Mükemmel bir şekilde sağlıklıydım. Tüm kesikler ve morluklar, hepsi gitmişti ve el ve ayak parmaklarım tam olarak onlara söylediğim şekilde hareket ediyorlardı.

 

Geminin güvertesinin yanından yuvarlanan varillerden biri yüzünden kırılan bacağım en iyi durumundaydı. Sanki başından beri hiç kırılmamış gibiydi.

 

“Yoksa o... bir tür büyülü iksir miydi?”

 

Boğazıma döktüğü acı ilacın boğazımdan geçerken verdiği hissi hatırladım. O anda sıvının beni canlandırdığını hissetmiştim. Şu anda, tam olarak ne işe yaradığından kesinlikle emindim.

 

Ve tamamen yabancı olan o kişinin, birçok yiyecek içecekle birlikte bunu bana verdiğini...

 

Karşılığında ona klanımın yadigarını verebilmiştim. Ama bu değiş tokuştan daha karlı olanın ben olduğumu hissetmiştim. Bir haçerin ona verebileceği şeylerden çok daha fazlasını benim için yapmıştı. Ona teşekkür etmek ve karşılığını vermek istiyordum. İyiliğin karşılığını iyilikle ödeyerek. Ama kim olduğunu bilmiyordum. Yüzü bir gizem olarak kalmıştı. Ve ismini öğrenmek için hiç fırsatım dahi olmamıştı.

 

Sonsuza kadar hayatımı kurtaran adamın adı olarak hatırlayabilmek için onu duymayı çok isterdim.

 

Ama başka seçeneğim yoktu.

 

Yine de onu unutmayacaktım. Bir yabancı tarafından kurtarıldığımı, yaşadığım süre boyunca zihnime kazıyacaktım. Bu, zaman zaman bahsini açabileceğim, çocuklarıma aktaracağımdan emin olduğum bir bilgi kırıntısıydı.

 

“Camella...”

 

Düşünceler zihnimden geçerken, eşimin yüzünü gördüm.

 

Bir kez daha birbirimizi görebilecektik. Öteki tarafta onu beklemek zorunda değildim.

 

Gözümde tütüyordu. Tenini, kokusunu, sesini özlüyordum. Onu kollarımın arasına almak, ona içimi dökmek ve olan biten her şeyi ona anlatmak istiyordum. Onunla olmak istiyordum.

 

Şükürler olsun ki bilmem gereken her şey yakındaki bir ağaca kazınmıştı. Kurtarıcım iblis lordunun bulunduğu yönü ve uçarak yaklaşık üç gün süreceğini bildiren bir not bırakmıştı. Bana bu detayı verecek kadar düşünceliydi.

 

“Bu borcu asla unutmayacağım isimsiz yabancı.”

 

Rüzgara kurtarıcım için bir mesaj bıraktıktan sonra bana bıraktığı çantayı aldım ve hüzünlü bir kalple göğe yükseldi.

 

***

 

“Bu mutfak bıçağı harika efendim. Güzelce süslenmiş ve güzel bir bıçağı var. Bunu nereden buldunuz?”

“Ben dışarıdayken bir iblis bana verdi,” dedi Yuki. “Ve evet, kesinlikle katılıyorum. Sebze falan doğramak için çok uygun.”

“Bu geçen hafta yaptığınız adamantit şef bıçağından kesinlikle çok daha pratik. O mutfak için fazla keskindi. Kesme tahtasını ikiye ayırdığına inanamadım.”

 

İblis, kurtarıcısına verdiği tören hançerinin gerçekten de çok işe yarar olduğunu hiç bilmiyordu. Hem o hem de hizmetçisi bu bıçağı, mükemmel iş gören bir mutfak bıçağı olarak sonsuza dek saklayacaklardı.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Otaku (24 puan) Üye
2021-06-05 14:45:53
Bir de ben bencilim diyor...
yusuf (157 puan) Üye
2021-04-06 12:51:06
İblis, kurtarıcısına verdiği tören hançerinin gerçekten de çok işe yarar olduğunu hiç bilmiyordu. Hem o hem de hizmetçisi bu bıçağı, mükemmel iş gören bir mutfak bıçağı olarak sonsuza dek saklayacaklardı. XD adam'ın güzelim bıçağı gitti çöp oldu ya
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-03-23 02:42:52
Güzel bölümdü çeviri ve edit için teșekkürler
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2021-03-01 20:21:20
Hahaha bu iyiydi aile yadigarı bıçağın haline bak elma bıçağı olmuş 😂
Mesofoworld (90 puan) Üye
2021-02-03 01:14:04
Bir klan yadigarı bir mutfak bıçağı oluyor yazık ne diim çeviri ve edit için teşekkürler
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-02-01 20:55:30
Çeviri için teşekkürler. Anladığım kadarıyla yuki nin kurtardığı da bir iblis. Belki ilerde o bıçakla onun kalanını da kendisine dost yapar