Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

02 Mart 2021
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
777 Görüntülenme
Bu bölümü 17 Kişi beğendi.
Cilt 21

Drakenstead’e - Kısım 5

“Hhnnmmmghhhh…”

 

Güneş perdelerin arasından sızıp yüzüme vurunca gözlerim açılmıştı. Zihnim yavaş yavaş çevremi algılama işlemine başlarken ilk fark ettiğim şey bir ağırlık hissiydi. Bir şey sağ koluma bastırıyordu.

 

Gözlerimi aşağı çevirdiğimde sebebinin Lefi olduğunu anladım. Bir yastık kullanmak yerine kolumun üzerinde uyumayı seçmişti.

 

Benim durumumda olan her erkeğin yapacağı gibi eşimin varlığına minnet duymuştum. Kalitesi her zamankinden biraz daha farklı görünen yatağa dağılmış tel tel, ipeksi saçlarının yumuşaklığıyla artan, teninin benimkine yaydığı sıcaklık hissinin tadını çıkardım. Ah... doğru. Burası ev değil.

 

Bize sadece tek yatak hazırlamışlardı ama bu sorun değildi. Birlikte uyuma konusunda hiç sıkıntımız yoktu ve yatak ikimizi de rahat rahat alabilecek büyüklükteydi. Sonuçta iki kişilikti.

 

Onun yanında uyanmak bir zevkti. Özellikle, sadece olabilecek en ilahi özelliklere sahip yüzüne bakmak bile hiç bıkamayacağınız türden bir keyifti. Bunu her gün yapıyordum ama yine de hep onu izlemek istiyordum. Bakmamak için fazla güzeldi. Bunu ona söyleyemem tabii ki.

 

Bol bol baktıktan sorna zihnim, yorganın altındaki tek ısı kaynağının Lefi olmadığını fark edecek kadar belirginleşmişti. Bir tane daha vardı, karnımın yakınlarında. Tamamen uyanık olsaydım, onun Enne olduğunu hemen anlardım ama uyku sersemliği içindeki zihnimin bunu doğrulamak için görmeye ihtiyacı vardı.

 

Şuna da bakın, işte orada, bir kedi yavrusu gibi kıvrılmış. Gülümsedim, ona doğru uzandım ve parmaklarımı saçlarında gezdirdim. İşte mutluluk. Sonsuza kadar böyle kalmak istiyorum...

 

Sorumluluk sahibi bir yetişkin olarak bütün gün yatakta kalmamak gerektiğini bildiğimden eşime ve kızıma uzanarak omuzlarına dokundum.

 

“Hadi kızlar, kalkma zamanı.”

 

Onlara seslenmemin ardından ikisi de aynı anda homurdanmıştı. Her ne kadar ilk tepkileri aşağı yukarı aynı zamanda gelmiş olsa da yataktan kalkma konusunda Enne Lefi’den daha çabuk davranmıştı. Ejderha aynen olduğu yerde duruyorken gözlerini ovuşturdu ve oturur hale geçti.

 

“Lefi uyan. Güneş çoktan doğdu.”

 

Tamamen uyanık olduğunu görebiliyordum, ama gözlerini açmak yerine bana dayanıp kollarını omuzlarıma dolayarak yarı bilinçli bir durumdaymış numarası yapmayı tercih etmişti. Açıkçası işe yaramıştı, en azından bir anlığına. Benimkine yaslanan vücudunun harika hissi nedeniyle kalbim duracaktı.

 

“Bu yakındı... Neredeyse ayaklarımı yerden kesiyordun,” diye şikayet ettim. “Lanet olsun Lefi, uyanık olduğunu biliyorum. Değilmiş numarası yapmaya sakın kalkma. Uyanmanı söylediğimde kuyruğun hareket etti. Çekiştirip durarak fazladan uyuma vakti kazanamayacaksın. Bu tarz şeyler sadece çocuklar yaptığında şirin olur.”

 

Verdiği tek tepki tepkisiz kalmaktı; inatçı bir şekilde uykuya geri dalıyormuş gibi yaptı.

 

“Peki, iyi. Bunu zor yoldan da yapabiliriz.” Enne’e bakınca başıyla onaylama hareketi yaptı. “Vakti geldi Lefi. Gıdıklanma cehennemine gitme zamanı!”

“Ne—oaksdfkhjasdlkfhakjsdfhkjasdhfasdf durun npalskdjflkasdjflkasdjf!”

 

Gıdıklama kelimesini duyar duymaz tepki vermişti. Ama yine de çoktan geç kalmıştı. Enne ve ben çoktan saldırıya geçmiştik. Koordineli saldırdık ve onu dalgalar haline gıdıkladığımızdan emin olduk. Ben önce koltuk altlarını gıdıklarken Enne ayaklarından başlıyor ve sonra ben fırsattan faydalanıp yan tarafına geçiyordum ve böyle bir orasını bir burasını gıdıklıyorduk.

 

Çaresizce sağına soluna dönüp kurtulmaya çalıştı ama kaçış yoktu.

 

“Heh, bu kombo saldırının büyüklüğüne ne diyorsun bakalım?” Pis pis gülümsedim, “Oyun bitti Lefi, yolun sonuna geldin.”

“Gıdıklama cehennemi. Mükemmel bir teknik,” diyerek açıkladı Enne. “Kaçıl yok. Sadece ölüm var.”

“A-avbladıbm! Artıfk uvuyovf nuvbavası yafbmavacavm!” Lefi deli gibi kıkırdarken çaresizce bağırmıştı. “B-ben h-h-hemen bvunu ksessssvenizi talefp evdiyovbum!”

“Ksessssvenizi talefp evdiyovbum mu? O da ne demek?” Diyerek yarım bir gülüş attım. “Daha açık olman gerek.”

“S-s-seni sadist!” diye ciyakladı. “B-bvu anlavşılavayacak bvir şev deviğll ve buğvu avnladıvıını gvaaet---b-b-b-bekle!”

 

Ve böylece, biz doyana kadar Lefi zorla gülmeye zorlandı.

 

***

 

“Sadece alçaksınız, ikiniz de!” Yanımda uçarken yanaklarını şişirip şikayet etti. “Bu kadar uzun süre devam etmenizde bir sebep göremiyorum!”

“Neden bizi suçluyorsun? Uyuyor numarası yapmak istemenin suçlusu biz değiliz. Kalkmayı seçmiş olsaydın hiçbiri yaşanmazdı.”

“Hı-hı. Suçumuz değil,” diye tekrarladı Enne.

“Evet suçunuz! Asıl fail sensin Yuki! Ne sebeple eşin yapmış olduğun harika ejderhayı kucaklama fırsatı yerine onu rahatsız etmeyi seçersin ki!? Daha minnettar olsaydın daha iyi olurdu!” diyerek hıhladı.

Gülerek, “Hahaha, benim hata,” dedim. “Söz veriyorum, bir sonrakinde mutluluğun tadını çıkaracağım. Hatta şimdi bir kez daha deneyelim.”

 

Havada uçarken ona doğru uzanıp onu yakalayınca dönerek kontrolden çıkmamıza sebep oldum.

 

“N-ne!? H-hemen kes şunu! Sen vücuduma tutunmuş haldeyken uçamam!”

“Sana sarılmayı seviyorum. Çok sıcak ve yumuşaksın. Dünyadaki gelmiş geçmiş en iyi şeysin.”

“Y-yanağını benimkine sürtmeyi kes, e-embesil! Yanımızda Enne var!”

“Pfff, hadi ama. Utanacak ne var? Topluma açık yerde bir iki sevgi gösterisinde bulunmak yanlış bir şey değil.”

Telepatiyle, “Hı-hı... Yakın olmak iyidir,” diye karşılık verdi kılıç.

“Gördün mü? Enne de öyle diyor.” Dedim keyifle. “Hadi şimdi dilediğimiz gibi flörtleşelim.”

“B-bunu gökyüzündeyken yapmak için bir sebep göremiyorum!” Diye şikayet etti, ama kaçış yoktu. bırakmamıştım. “...Böyle zamanlarda diğerlerini dinlesen iyi edersin.”

 

Bırakmaya hiç niyetli olmadığımı fark edince bıkmış bir şekilde iç çekti, beni düşürmeye çalışmayı bıraktı ve bir çocuğu yatıştırmaya çalışan bir ebeveyn gibi saçlarımı karıştırdı.

 

Kontrolümü geri kazanınca şöyle bir çevremize baktım ve düşünmek için biraz durakladım. Hayatımızı çok fazla kolaylaştırmış olan asker dostumuz gittiğimizi görünce bayağı rahatlamıştı. Her ne kadar zarar veren hiçbir şey yapmamış olsak da onu bunca zahmete sokmuş olduğum için biraz kötü hissediyordum. Şu anda insan topluluklarıyla temas etmekten bilfiil kaçınıyor olmamızın bir başka sebebi de buydu.

 

Şu anda bulunduğumuz yer yoğun bir ormanın üzeriydi. Her yerde türlü türlü canavarlar olduğundan birçok kişinin kaçındığı belli olan türden bir yerdi. Haritayı doldurmuş kırmızı noktaların sayısı bayağı fazlaydı. Enne’i envanterimin dışına çıkarmış olmamın sebepleri onlardı.

 

Gerçi, canavarlarla başa çıkmak için ona gerçekten ihtiyacım da yoktu. Buradaki her şey Uğursuz Orman’da yaşayan şeylerle karşılaştırılamayacak kadar güçsüz olduğundan, bölgede bulunan herhangi bir şeyi patlatmak için tek bir yumruk yeterdi. Enne’in çıkarmış olmamın sebebi temizlikti. Onları ikiye bölmek, yumrukla patlatmaktan çok daha az kirleticiydi.

 

“Bir dakika... o bir zeplin mi? Vay be...” etrafta uçarken gözüme uzakta bir yerlerde bir şey ilişmişti.

 

Çok uzak olduğundan büyüklüğünü hemen anlayamamıştım ama bir sıradağı civarında uçtuğunu göz önünde bulundurunca gayet büyük görünüyordu. İtme mekaniği olarak büyü kullanıyor gibi görünüyor olsa da sadece ona da bel bağlamamıştı. Birbirine bağlanmış iki balon arka tarafından tüm aracı havada tutuyordu. Hava gemisinin gövdesini oluşturan kısım çok sayıda kişiye ev sahipliği yapabilecek büyüklükte gibi görünüyordu. Hmm... Bu dünyada zeplinlerin olduğunu bilmiyordum, gerçi bir düşününce o kadar da şaşırtıcı gelmiyordu. Buradaki herkes uçan iblislere, ejder şövalyelere ve bunun gibi şeylere zaten aşina olduğundan, savaş durumunda hava üstünlüğünün ne kadar önemli olduğunun gayet farkındalardı. Bu yüzden kullandıklarını tahmin ediyordum, çünkü... başka ne için kullanırsınız ki? Bu tarz teknolojiler hep savaş için vardır. Hmm... Savaş uçaklarını falan yapmaları ne kadar zaman alır acaba. Umarım en kısa sürede yaparlar. Önümüzdeki elli yıl içinde falan uçakların canavarlarla savaştığını göreceğine dair şimdiden bahse girebilirim.

 

Zaman kısıtlı bir şey değildi. Benim ömrüm uzundu, o yüzden eninde sonunda bir teknoloji zıplaması göreceğimden emindim.

 

“Bir saniye...” her ne kadar küçük detaylara dikkat edemeyecek kadar heyecanlanmış olsam da, kısa süre içinde zeplinle alakalı bir şeylerin doğru olmadığını fark etmiştim. “Bana mı öyle geliyor yoksa o şeyden deli gibi duman mı çıkıyor?”

“Kesinlikle buram buram tütüyor.”

“Hı-hı... Büyük bir bacaya benziyor.”

 

Dur bakalım. Zeplinlerin duman çıkarmaması gerektiğinden gayet eminim. Ya da ateş. Bana mı öyle geliyor, yoksa Hindenburg olayını mı yaşıyoruz? [1]

 

Başta, zeplinin yan tarafını süsleyen kızıl dalganın zeplinin boyasından öyle göründüğünü düşünmüştüm, ama yanına yaklaştıkça onun aslında bir canavar dalgası olduğunu fark ettim.

 

Düşüncesizce, “Yok olmanın eşiğinde gibi görünüyor,” dedi Lefi. “Ona saldıran canavarlar zeplinin şasesini parçalamanın ortasında.”

“Evet şey... sanırım haklısın.”

 

Aaaazıcık irtifa kaybediyor gibi görünüyor. Sadece azıcık.

 

“Yardımlarına koşmayı planlıyor musun?” diye sordu ejderha. “Kendi haline bırakmak benim için sorun değil.”

“Dürüst mü olayım? Ben de bulaşmayı hiç istemem...”

 

Ama artık onları gördüğümüz için, umursamıyor olmamızdan dolayı biraz kötü hissetmiştim.

 

“Bu bir olay. Hikayelerdeki gibi,” dedi Enne, telepatiyle.

“Ha?”

“Zeplinde bir prenses olacak. Ve kötü bir büyücü. Onu kaçırmaya çalışan,” diye devam etti kılıç. “Eğer onu kurtarırsak mutlu olacak. Ve minnettar. Değil mi?” Her ne kadar hala kılıç formunda olsa da, Enne’in gözlerinin yıldızlarla dolu olduğunu söyleyebilirdim. “Hadi gidelim Sahip! Prensesi kurtarmak istiyorum.”

 

Söylediklerinin doğru olduğundan şüpheliydim, ama Noel Babanın gerçek olduğunda inat eden türde bir ebeveyn olarak, yorumlarımı kendime saklamayıp eğlencesini bozacak değildim. Hiçliğin ortasındaki bir zeplinde ne herhangi bir kötü büyücü ne de herhangi bir prensesin uçuyor olmadığından emindim... Ah pekala.

 

“Tamam, o zaman hadi prensesi kurtarmaya gidelim.”

 

O kadar heyecanlı olduğunu gördükten sonra hayır diyememiştim, o yüzden garip bir şekilde gülümseyerek yeni varış noktamıza doğru hızlandım.

Çevirmen Notu

[1] Hindenburg faciasına gönderme. Bu zamana kadar yapılmış en büyük uçan hava aracı olan Alman yolcu zeplini Hindenburg, 6 Mayıs 1937’de belirlenemeyen bir sebepten dolayı patladı ve içinde bulunan 36 yolcu ve 61 mürettebattan 36 kişi öldü.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Pika-sama (98 puan) Üye
2022-02-12 18:05:41
Prensesi kurtarırsın ve harem büyür mutlu son :D
yusuf (157 puan) Üye
2021-04-07 17:33:42
“Zeplinde bir prenses olacak. Ve kötü bir büyücü. Onu kaçırmaya çalışan,” diye devam etti kılıç. “Eğer onu kurtarırsak mutlu olacak. Ve minnettar. Değil mi?” Her ne kadar hala kılıç formunda olsa da, Enne’in gözlerinin yıldızlarla dolu olduğunu söyleyebilirdim. “Hadi gidelim Sahip! Prensesi kurtarmak istiyorum.” Söylediklerinin doğru olduğundan şüpheliydim, ama Noel Babanın gerçek olduğunda inat eden türde bir ebeveyn olarak, yorumlarımı kendime saklamayıp eğlencesini bozacak değildim. Hiçliğin ortasındaki bir zeplinde ne herhangi bir kötü büyücü ne de herhangi bir prensesin uçuyor olmadığından emindim... Ah pekala. “Tamam, o zaman hadi prensesi kurtarmaya gidelim.” O kadar heyecanlı olduğunu gördükten sonra hayır diyememiştim, o yüzden garip bir şekilde gülümseyerek yeni varış noktamıza doğru hızlandım. TAMAMDIR Harem +1 belki + 10 dur bilmiyorum artık kaç tane kurtarırsa *** YA xd ajksdjakjdkasjd haaaah
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2021-03-16 14:48:06
Şimdi prenses çıksa oradan komik olurdu.
yusuf (157 puan) Üye
2021-04-07 17:33:54
@ASİLZADE, çıkmazsa şaşırırım ***
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-03-03 23:53:33
çeviri için teşekkürler
Kunai 52 (151 puan) Üye
2021-03-03 01:39:30
Elinize emeğinize sağlık teşekkürler.