Bir İblis Lordunun Hikayesi: Zindanlar, Canavar Kızlar ve İç Isıtan Bir Mutluluk

19 Nisan 2020
Çeviri: zibillionbytes
Düzenleme: Residenttt
1398 Görüntülenme
Bu bölümü 30 Kişi beğendi.
Cilt 8

Ölü Ruhlar İçin Açık Büfe - 2. Kısım

“Düzeninizi koruyun!” Gamdia Roston, bir yandan gözüyle vaziyeti kontrol ederken bir yandan da adamlarına bağırarak bir emir vermişti. “Tek bir hortlağın bile elinizden kaçmasına izin vermeyin!!”

“Efendim! Evet efendim!” Emri altındaki adamlar aynı şiddette bağırarak karşılık verdi. Her bir ses kendi başına güçlü bir iradeye sahipken, birleştiklerinde boyun eğmez bir koro halini alıyordu.

 

Başkan köşkünün önünde toplanan asker güruhu, kendilerini falanks düzenine göre ayarlamışlardı. [1] Her bir adam ve her bir delikanlı, acımasız hortlak saldırılarından dolayı hasar görmüş birer büyük kalkan taşıyorlardı. Neredeyse tamamen savunma pozisyonunda gibi gözükseler de yaptıkları boşa değildi. Müttefikleri, yani şehrin büyücüleri ve maceracıları, hortlak hareketlerini kısıtlamak için çalışırken, muhafızlar da bu hattı savunmaya devam ediyorlardı.

 

Maceracılarla muhafızlar birbirlerini pek görememişlerdi. Maceracılar daha kaba saba oldukları için, şehrin askerleri tarafından sürekli yakalanan ve şikayet edilen bir güruh olmuşlardı. Yine de bir olmuşlar ve omuz omuza savaşıyorlardı. Güçlüler, hep birlikte zayıfları korumak için çalışıyorlardı. Çünkü biliyorlardı. Bu kadar çok çalışıp elde ettikleri gücün, evleri gibi gördükleri şehri korumak için kullanılmadığı sürece bir anlamı olmadığını biliyorlardı. Ve bu yüzden, hortlak tehdidini ortadan kaldırmak için gayret gösteriyorlardı.

 

Birleşmiş güçlere komutanlık eden Gamdia’dan başkası değildi. Gamdia buralarda yeniydi; Alfyro’ya daha yeni gelmişti. Şehir ve problemleri hakkında daha bilgili olan bir sürü kişi olmasına rağmen, şehrin muhafızları olarak o atanmıştı. Meritokrasiyi sevmesiyle bilinen yeni adamlarının çoğu şehrin yönetiminden şüphelenmeye başlamıştı. [2] Ancak, kısa süre sonra, doğru ve dürüst biri olmasının yanında, mevkisini hak edecek kadar yetenekli olduğunu da gördüklerinde onları kazandı. Talimatları kesindi ve adamın kendisi de hafife alınamayacak kadar da kuvvetliydi. Hatta, onu kabul edenler sadece muhafızlar değildi, Alfyro’nun bütün halkı da onu kendilerinden biri olarak görmeye başlamıştı.

 

Her ne kadar Gamdia dikkatleri üzerine çekiyor olsa da arbedeye katılan önemli bir dövüşçü daha vardı. Şehrin başkanı Raylow Lurubia da savaşa katılmıştı. Adamları, geri çekilmesi için ona umutsuzca yalvarmış olsa da Raylow onları görmezden gelip, zombilerle savaşan maceracılar ve askerlerin olduğu gruplara katılmıştı. Halkın saklandığı sığınakları savunan özel kuvvetlerin de bir parçasıydı; yani kendi köşkünü.

 

“Gamdia Beyim, vaziyet ne durumda?” Raylow, bir başka zombiyi yere indirdikten sonra komutana doğru dönmüştü.

“Hortlak saldırısı gittikçe zayıflamaya başladı. Yakın zamanda bölgenin kontrolünü tamamen ele geçiririz.”

“Harika. Tahliye bitince biz de şehrin merkezine doğru ilerlemeliyiz. Ciddi tehlike altında gibi gözüküyor.”

“... Bize katılmak istediğinize emin misiniz?”

“Tabii ki. Savaş alanlarına yabancı değilim. Bir süredir yaşlı bir kemik torbası olabilirim ama buna rağmen vatandaşlarımın canı tehlikedeyken kılıcımı çekmekten geri durmam.” dedi Raylow. “Ayrıca...”

“Ayrıca?”

“Tüm bu olanlar yüzünden nefretle doldum ve onu bir yere boşaltmam gerekiyor.”

 

Raylow’un sözleri Gamdia’nın sırıtmasına neden oldu. Ama ilgilenmesi gereken görevleri olduğu için, komutanın konuşacak vakti kalmamıştı. İzin isteyip hemen görevinin başına döndü.

 

Aynı şekilde, başkan da kafasında durumu düşünüp tartarken, bir yandan tahliyeye yardımcı olmaya geri dönmüştü. Her ne kadar hortlaklar canlıları arayıp onlara saldırsa da, insanların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde canlanmıyorlar gibiydi. Bu bölgelerde yaşayan pozitif yaşam gücü, doğal olarak kitleler halinde canlanmaları için fazla güçlüydü. Bu, durumun yapay, birileri tarafından yapılan kötücül veya komplodan başka bir şey olmadığı anlamına geliyordu.

 

Ve bu da büyük ihtimalle krallıkla alakalı birisinin düşündüğü bir şey olmalıydı.

 

Raylow’un, kendisini köşkünde ziyaret eden kahramandan sakladığı en önemli bilgi, Alfyro’nun, dengi olan şehirlerin yöneticileri ve soyluları tarafından hoş görülmediğiydi. Nüfuzlu soyluların çoğu, soyluluğunu savaş alanındaki performansı sayesinde kazanmış Raylow’u sonradan görme olarak yaftalıyordu. Onu çabucak eleştiriyor ve onu sık sık çevrelerinden uzaklaştırıyorlardı.

 

Şehrin başarısı, işleri daha da kötüleştirmişti. Alfyro, başkentten çok uzaktaydı, o kadar uzaktaydı ki bir sürü insan burayı, hiçliğin ortasındaki ücra bir kasaba olarak düşünüyordu. Sınırlarının yakınlarında yuvalanmış, birçoğu aşırı derecede güçlü, çeşit çeşit canavar vardı. Sürekli ve büyüyen tehdit, Alfyro’nun savaşçılarının kalitesinde doğal bir artışa neden olmuştu. Hem maceracıları hem de askerleri diğer yerlerde yaşayanlardan daha güçlü hale gelmişti. Kaliteli orduları, ülkenin zorlu zamanlarında görevlendiren Raylow, dengi olan soyluların kıskançlıktan çatlamalarına sebep olmuştu. Yine de bu pastanın sadece bir katıydı.

 

Üzerindeki krema, yaşanan olay olmuştu. Sefer. Diğer soyluların aksine Raylow, bu sefere başından beri karşı olmuştu. Onunla anlaşamayan diğerleri, ordularını Uğursuz Orman’a göndermiş, ama yatırımlarının her bir kuruşu yok olurken Alfyro’nun güçlerine hiçbir şey olmamıştı.

 

Saldırıyı organize den her kimse, dünyadaki bütün potansiyel gerekçelere sahipti.

 

Diğer soylular, tabii ki de tek tehdit değildi. İblis lordu da buradaydı, ama başkan, hortlak canlanmalarının onun hareketlerinin sonucu olduğundan fazla fazla şüpheleniyordu. Pek böyle dolambaçlı bir komplo ile uğraşacak tipte değildi. Raylow’a göre, eğer iblis lordu saldıracak olsaydı, yapacağı şey doğrudan şiddet uygulamak olurdu. Eğer isterse, Alfyro’yu küle çevirmek için tek yapması gereken, oraya buraya saldırmak olurdu.

 

Dahası, şehri etkisi altına alan bu olaylar, iblis lordunun şehre gelmesinden önce başlamıştı: Kanıtı olmasa da Raylow bütün bu gizemli olayların bir şekilde hortlak saldırısıyla bağlantılı olduğundan neredeyse emindi.

 

“...Peki.” Alfyro’nun efendisi, kendi kendine konuştu. “Ben de bir soyluyum, her ne kadar önemli olmasam da. Bana meydan okumak istiyorsan, geri çevirmeyeceğim.”

 

Kararını veren Raylow, derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

 

“Dinleyin beyler! Bu, şehrimizin karşılaştığı birçok krizden sadece biri.” Raylow, derinlerinden gelen yüksek sesiyle konuşmaya başladı. Onu sadece savaşta olan askerler ve maceracılar değil, saklanacak bir yer arayan “Başımıza kötü şöhretli serseriler bela oldu ve canavar olduları tarafından saldırıya uğradık! Bunlara rağmen Alfyro bir kez bile düşmedi! Bizi yok etmek isteyenleri def etmekte her zaman başarılı olduk. Ve bu, bugün de farklı değil! Alfyro, bizim şehrimiz, bizim evimiz, düşmemeli! Kollarımızı hazırlayalım, seslerimizi yükseltelim ve evimizi ölümden arındıralım!”

 

Moraller yükseldi. Alfyro’nun askerleri, başkanın sözleri biter bitmez hep bir ağızdan bağırdılar. Birleşen sesleri öyle yüksek bir gürültü oluşturdu ki, altlarındaki toprak bile sallandı.

 

Şehrin en güçlülerinin verdiği tepki, Raylow’un yüzünde engelleyemediği bir gurur gülümsemesi oluşturmuştu.

 

***

 

“Vay anasını... Bu iş çooooook kötü görünüyor.” Şehre yukarıdan bakarken yüzümü buruşturdum.

 

Şehir, büsbütün kaosa gömüşmüş gibiydi. Lefi’yle karşılaştığımız zombilerin yüzlercesi, şehrin her yerinde ortaya çıkıyor ve önlerine çıkan şanssız insanlara saldırıyorlardı.

 

Etrafta o kadar fazla şey yanıyordu ki, sanki güneş doğmuş da gündüz olmuş gibiydi.

 

Şehir, tam bir zombi salgınının içindeydi. Dünyadayken, zombi filmlerini bayağı severdim. Ama onlardan eğlenebiliyor olmamın tek sebebi kurgu olmalarıydı. Hikaye. Çarpıtılmış gerçeklikler. Gerçeğini görmek bende, izleyicilerinin içinde heyecan ya da ilgi uyandırmaya çalışan filmlerin aksi bir etki yaratmıştı. Bunun yerine hissettiğim tek duygu tiksinmeydi. Öğk. Şu adamın karnından organlar çıkmış, sallanıyordu. Bu çok iğrenç. Lütfen, yeter.

 

Tabii ki, insanların direndiğini söylememe gerek yok. Öylece oturup haritadan silinmelerine izin verecek halleri yoktu. Maceracı grupları olduğunu düşündüğüm silahlı birlikler hortlak salgınına karşı koyuyorlardı. Kuş bakışı görüşüm, savaşanların aslında çok fazla sayıda olduğunu fark etmeme neden oldu.

 

Daha önemlisi, ne yapmaları gerektiğini biliyorlardı. Hareketleri planlı ve sistemliydi. Onlara bir tür sıvı içirmeden önce kol ve bacaklarını keserek onları etkisiz hale getiriyorlardı. Bu tuhaf sıvı hortlakların vücuduna girer girmez spasm geçirmesine ve bir süre sonra stabil kalmalarına neden oluyordu. Maceracıların bu tarz şeylerde muhtemelen bayağı iyi olduklarını anladım.

 

Hortlakların öldürülme hızlarına bakarsak, durum kendi kendine çözülecek gibi görünüyor. Ve aslında kafamı karıştıran şey tam olarak da buydu. Anlayamıyordum. Neden kuklacı, böyle bir şeyi yapsın? Amacı nedir?

 

Lefi’ye göre, şu anki felaket insan yapımı, bir ölü diriltenin sebep olduğu bir şeydi. Bir başka deyişle, birisi şehre bilerek saldırmıştı. Ama yapış şekilleri yarım yamalaktı.

 

Zombiler, daha çok dikkati başka yöne çekmek için yapılmış gibiydi. Gerçek zamanlı strateji oyunlarının doyumsuz bir tüketicisi olarak, elimizdeki durumun bir şekilde tanıdık geldiğini hissettim. Sanki bu işin arkasındaki kişi, ilk dalgayı sadece komuta zincirini felç edip ikinci bir dalgaya hazırlanarak, bir açık bulup şehrin kontrolünü ele geçirmeye çalışacak gibiydi. Ama bu doğru olamazdı. Şu an, ikinci dalgayı göndermek için mükemmel bir zamandı. Ama hala gelmemişti. Bu kadar yukarıdan bile yakınlarda buna benzer bir şey göremiyordum.

 

Her ne kadar şehri anarşi seviyesine çekse bile bu işten sorumlu kişi olayları pek takip etmiyor gibiydi. Acaba bu, sadece zaman kazanabilmek için miydi? Ama ne için zaman kazanacaktı ki? Bu kadar büyük dikkat dağınıklığını gerektirecek nasıl çılgın bir saçmalık ki bu?

 

Üzerine ne kadar düşünürsem düşüneyim, büyük resmi açık bir şekilde göremiyordum. Eğer bu işin sorumlusu piçi bulmayı başarabilirsem, olayları tamamen yatıştırabileceğimi biliyordum ama herif haritamda gözükmüyordu. Düşman Saptama yeteneğimle de onu bulamıyordum. Bir dakika. Neden bu kadar dar görüşlüyüm ki.

 

Başından beri, adamın şehirde olması gerektiğini düşünüp duruyordum. Sonuç olarak, yaptığı şeylerin sonucunu görmek istemek insanın doğasında olan bir şey. Ama biraz daha düşünüp gözlem yapınca, adamın zombilere doğrudan emir vermediğini fark ettim; kontrolü kendisi yapmıyordu. Dahası, ilk saldırının ikinci bir dalgayla devam etmediğini düşünürsek, şehrin sınırları içinde dolaşmaması normaldi--eğer birisi bakmıyorsa, bir kapı açmasına gerek yoktu. Rahat hareket edebileceğinden, failin şehrin dışında, tehlikeden uzak kalıp kaosu izleyebileceği bir yerde olması çok daha mantıklı geliyordu.

 

Bunu fark edince, gözlerimi şehrin dışına çevirip aramaya başladım. Buldum seni!

 

İblis lordu olmam nedeniyle harika olan görme duyum, şehrin çok da uzağında olmayan bir grup adamı görmemi sağlamıştı. Yakınlarda bir tepenin üzerine konuşlanmışlardı. Buraya bakacak sıradan birisi, sadece tepeyi görecekti. Adamlar, Gizlilik yeteneğime benzeyen bir tür yetenek ya da büyü kullanıyorlardı.

 

Ama ben farklıydım. Büyü gözüm sayesinde insana benzeyen formlarını fark etmiştim. Ya da daha doğrusu, içerinde akan manayı; bu uyduruk numaralarını uğraşmadan görebilmiştim.

 

Şehre ya da sakinlerine yardım etme zorunluluğum yoktu.

 

Ama sinir olmuştum.

 

Piçlerin yaptıkları plan tatilimi mahvetmişti. Lefi ile tadını çıkaracağımız zamanımızı çalmış ve içine etmişlerdi. Ve onlardan küçük bir “iade” almadan onları bırakmayacaktım.

 

Sebeplerim tamamen bencilceydi, ama iblis lordu olmak da bu demek değil mi zaten? Kendiniz kaşındınız orospu çocukları. Bu aptalca, beyinsiz komplonuzu ben gidene kadar bekletmeniz gerekirdi.

 

Onların bölgesine gidip onları ezmek için kendimi hazırladım ama bu sırada tanıdık bir yüzü görmüştüm.

 

“Bu... Nell mi? Ne yapıyor o öyle..._”

 

Kahraman, tuhaf bir nedenden ötürü, etrafına sayısız zombiyi toplamaya çalışıyor gibiydi. Onları kolayca atlatıp kaçabilirdi ama kaçmıyordu. Bunun yerine pozisyonunu koruyor ve onlarla topyekûn savaşmaya çalışıyordu.

 

Geri çekilmeyi düşünmediği belliydi. Galiba o... kiliseyi mi savunuyor? Haritayı kontrol ettiğimde neden böyle davrandığını anlamıştım.

 

Şey... Biliyor musun? Gidip ona yardım etmeliyim. Bundan sorumlu puştları çoktan bulmuştum ve onlarla hemen ilgilenmemi gerektirecek bir sebep yoktu. Onları avlamadan önce birkaç dakika buna ayırabilirim. Ölüşünü görmek istemiyorum. Ve bana borçlu olması da gayet iyi bir fikir gibi geliyor, o zaman hadi bakalım!

Çevirmen Notu

[1] Falanks (Phalanx): Dikdörtgen şeklinde, genellikle mızraklar, kargılar ya da benzeri sırıklı silahların kullanıldığı bir ordu dizilimi şekli. Detaylı bilgi ve görseller için: Google amca.

[2] Meritokrasi: Yönetim gücünün, yetenek ve bireysel yeteneğe yani liyakata (lel) dayandığı yönetim biçimidir. Bu yönetim şeklinde idare gücü, kayırma olmadan, üstün özellikleri olduğu düşünülen kişiler arasında paylaştırılır. Özellikle kamu yönetiminde daha bilgili ve yetenekli kişilerin seçilmesi ve yine hizmet içindeki ilerleme ve yükselmelerinin bilgi, başarı ve yetenek kıstaslarına göre yapılmasını amaçlar. Kaynak wiki amca. 

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
DasanDra (148 puan) Üye
2020-07-26 19:54:06
Bölüm için teşekkürler elinize sağlık
ASİLZADE (3982 puan) Üye
2020-04-21 03:46:47
Boşver kahramanı git dal dağdakilere bekletme adamları...
maahhaam (4749 puan) Üye
2020-04-20 01:03:04
Ceviri icin tesekkurler
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-04-20 00:34:51
Yuki lütfen bu kızı da kendine düşürme yardım ederken.. Çeviri için teşekkürlerr~