Kuzeyli Asilzade ve Yırtıcı Kuş Hanımının Kar Ülkesindeki Avcılık Hayatı

31 Mayıs 2020
Çeviri: deantrbl
Düzenleme: Residenttt
787 Görüntülenme
Bu bölümü 9 Kişi beğendi.
Cilt 1

Sıcak Bir Ev

Şehrin ortasında ağaçlarla çevrili büyük bir taş vardı.

“Sieg, buradaki taş bu köyün ruhudur.”

Çevresindeki kar yaşlı insanlar tarafından temizlenmiş ve ruh taşına kürk ve gümüş takılar asılmıştı.

Ruh Shiieiti.
'Kovalananlar' olarak küçük görülen bizler için, yerli inancımız bu zorlu ortamda yaşayan çoğumuza bir destek sütunu görevi görüyordu.

Güvenli bir yolculuk geçirdiğimizden dua etmek için diz çöktüm. Sieg de ona saygı göstermek için aynısını yaptı.

Laponya ismi, 'kovalananların bölgesi' anlamına gelen aşağılayıcı bir terimdi ve buradaki insanları küçümsüyordu. Yaşlı insanlar bu terimden nefret ediyordu ve yabancıları, göçebe yaşamlarını ellerinden aldıkları için hor görüyorlardı. Daha sonra kendimize 'Sami' demeye başlamıştık.

Ren geyiği sahiplerinin tek mülkünden soyulduktan ve bu geyikler ile uğraşmak için topraklarından çıkmaya zorlandıkları için köylüler yabancıların yaklaşmasına izin vermeyip kendi güçleriyle yaşamaya başlamıştı.

Birkaç yüzyıl önce yerleşen Sami halkının Ruh’un öğretileri ile yaşadıkları söyleniyordu.

Bununla birlikte, iki kuşak önce büyükbabam bu kapalı toplumun iyi olmadığını fark etmişti, bu yüzden mevcut yaşam tarzımıza yol açan yeni bir yaşam tarzına öncülük etmişti.
Yaşlılar bu değişikliği sevmiyordu, ancak köyde eski geleneklerden bıkmış pek çok kişi vardı.

Büyükbabam, bu tenha hayata devam edersek sonunda yok olma ile karşı karşıya kalacağımızı söylemişti.

Bu tür koşullar vardı ve yabancıları kabul etmeye öncelik vermemiz gerekiyordu.

Köyü geçtiğimizde manzara yine karlı çam ağaçlarıyla kaplı ormana dönüştü. Bir fenerle yolu aydınlatıp yürürken kırmızı tuğladan yapılmış iki katlı bir konak görebiliyorduk.

Sieglerin evine göre küçüktü ama benim gurur duyduğum evimdi.

Çit kapısını açarak Sieg'e, giden yolu gösterdim.

“Evime hoş geldin!”
“Aa, senin himayende olacağım.”

Küçük takasımızı bitirdikten sonra ren geyiğini kulübeye götürdüm ve yem kaplarına temiz su ve kuru yosun doldurdum.

“Bu ren geyiği için bir kulübe. İçeride, canlı hayvanları kesiyorum ya da avlanan hayvanlara bağırıyorum——“

Ben Sieg’e kulübeyi açıklarken mezbaha kapıları şiddetle açıldı.

“!!”
“……”

Karanlıkta büyük bir gölge belirdi.
Sieg'in nefesini tuttuğunu görünce aceleyle açıkladım.

“Sieg, sorun yok.”

Feneri önümüzde görünen nesneye yönlendirdiğimde, bir kişinin şekli ortaya çıktı. Sieg'in tedbirli olması çok şaşırtıcı değildi. Kafasına beyaz bir ayının derisini giymişti.

“O Teoporon Ponu Rango. Miruporon’un padau (baba)”
“Öyle mi……”

Baş kısımları kesip kafasına geçirmişti, ön ayaklar kollarına uzanıyordu. Belinin etrafında ince bir siyah pantolon tabakası haricinde çıplakken beyaz post arkasında bir pelerin gibi sallanıyordu. Gören birisinin 'kesinlikle soğuk görünüyor' diyeceği bir manzaraydı. Bedeni çok büyüktü. Uzun boyluydu ve sanki kaslarıyla övünüyormuş gibiydi.

Buna ek olarak giydiği kürk, ormanın kralı olarak hareket eden bir ayıyla karşılaştığımızda beş yıl önce ormandan aldığı bir kürktü. Sadece bir mızrakla onun işini bitirmişti. O anda, gerçekten ölüme hazırdım.

Bu evdeki silahların bakımının yanı sıra temizlik ve avcılık yaparak yaşıyordu. Büyük hayvanları avlamak Teoporon'un yardımı olmadan olanaksızdı.

“Teoporon, bu Sieglinde. Eşim, madau değil (anne).”
“?”
“Değerli bir kadın.”
“?”

Sadece hareketlerle karım olduğunu anlatmaya çalışmak nafile oldu. Onu kucaklayıp yanağından öpmeyi düşündüm ama şefkat göstermede temel farklılıklar olabileceğinden yapmamaya karar verdim.

Bu sırada Sieg kendi adını söyledi ve göğsüne bir yumruk ile vurdu. Teoporon da aynısını yaptı.

Sieg'den beklendiği gibi, söylemeliydim. İlginç bir sahneydi. Teoporon'un önünde bile, ürkmüş görünmüyordu.

Sonra Teoporon bana baktı ve konuştu.

“Büyük kral. Güvenle döndüğün için mutluyum.”
“…… Evet. Teşekkür ederim.”

Ne dediğini anlayamıyordum ama karşılama sözleri olduğunu hayal ederek, gönülden cevap verdim ve göğsüme bir yumruk ile vurdum. Teoporon da memnuniyetle başını salladı.

“Ve Sieglinde. Size büyük kralı koruyan savaşçı olarak hoş geldiniz diyorum!!”
“……”
“……”

Sanki ne isterse söylüyor gibiydi ama dili bilmediğim için sadece uysalca gülümsedim ve içeri girdim.

Girişin önündeki karı silkeledik ve Sieg ve Miruporon’a kapıyı açtım. Sonra giymeleri için terlikleri verdim.

Halı kaplı odada, sıcak atmosfer ile çevriliyken sakin hissettim. Sieg'i oturma odasına götürdüm ve ona bir sandalye verdim.

Yerleşirken rahatlayarak iç çektim.

Oturma odasında dört kişilik bir masa ve sandalyeler, büyük bir şömine, yerde büyük bir beyaz geyik postu vardı ve avladığım geyiklerin başlarını duvara takmıştım.

Sieg zamanı sessizce geçirdi, yorgun görünüyordu.

Bir süre sonra sıcak içecekler servis edildi.
Seramik bardaklarda servis edilen kırmızı sıvı, baharatlı bir tür meyve suyu olan glögi adı verilen bir içecekti. Egzotik bir içecekti ama vücudu çabucak ısıtıyordu.

Ayrıca glögiyi servis eden kişiyi tanıttım.

“Sieg, bu Ruruporon. Teoporon’un karısı ve Miruporon’un annesi.”

Onu tanıttığımda anne gibi gülümsüyordu.

Yemek pişirmekten sorumluydu, her gün harika yemekler servis ediyordu.

Ama vücudu benimkinden daha büyüktü. Yine de o büyük kollarla bile, şehirdeki en iyi yemeği yapıyordu.

“Ruruporon, Sieg benim eşim.”
“Özel bir kadın.”
“Hm. Sanırım anladı.”

Ruruporon göğsüne vurdu ve parmağını tuttu ve yemeğin yakında hazır olacağını söyledi.

“Neşeli ve canlı bir aile.”
“Aynen.”

Yaşam tarzı benimkinden tamamen farklı bir aile ile etkileşime girerken bir dizi zorluk çekmiştim. Ancak, hepsi sıkı çalışanlardı ve anlamak biraz zor olsa da sıcak bir his hissedilebilirdi.

Sieg'in, kültürdeki fark nedeniyle çok zorlanmasını istemedim. Bunu düşünüyordum, önceden hazırladığım iki kitabı ona verdim.

“Bunlar nedir?”
“Bu kitap, bu köydeki adetler ve yaşam biçimi hakkındaki bilgileri içeriyor. Diğer kitap, düşündüğün bir şey varsa yazman için.”

Ona yüzüme söylemesi çok zor ya da merak ettiği şeyleri yazmasını söyledim.

Onunla olan etkileşimim kısa olsa da düşüncelerini yüksek sesle söylemeyecek bir kişiliğe sahip olduğunu söyleyebilirdim.

“Bir değiştokuş günlüğü, ha.”
“Bir şey olursa lütfen çekinme.”
“Tamam.”

Biz konuşurken Ruruporon yemekle geri döndü.

Sadece çiğ et servis edebiliyormuş gibi vahşi bir görünüme sahipti ama onun yemekleri nefisti. Ayrıca, bu köyün geleneksel yemeklerini de hazırlayabiliyordu.

Masaya birkaç tane kenarları oymalı yuvarlak ahşap kase koydu.
Bol baharatlı somon füme ile yoğun ren geyiği sütü çorbası vardı. Bu mevsimde ren geyiği sütü alamayacağımız için bunun müsrif bir yemek olduğu söylenebilirdi. Sütü tüccarlardan pahalı bir fiyata satın almamız gerekiyordu.
Yaz aylarında toplanan çileklerden yapılan ekşi soslu ren geyiği şişleri de vardı. Haşlanmış patatesler soyulmamış olarak servis edilirdi ve sert siyah arpa ekmeği ince bir şekilde dilimlenirdi. Onları baharatlarla yoğrulmuş kuş karaciğeri ile yiyorduk.
Sıcak peynir uzuyordu ve lezzetliydi. Et de sebzelerle beraber iyi gidiyordu.

“Sieg, nasıl olmuş?”

Ren geyiği etinden bir ısırık alan Sieg’e sordum.
Burayı ziyaret eden turistlerin arasında ren geyiği eti sevmeyenler de vardı.

“Çok lezzetli.”

Yavaşça eti çiğnedi ve ağzını zarif bir şekilde peçeteyle sildi. Daha sonra bana düşüncelerini söyledi.

İlk gece hoş ve neşeli geçmişti.

İşte Ponu Rango ailesinin bir resmi:


Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Kızıl Kartal (9 puan) Üye
2021-05-05 01:59:13
Ponu Rango ailesi çok tatlı olmuş. Novelde bu aileden daha fazla bahsedilmesi çok hoş. Elinize sağlık.
FikFik (110 puan) Üye
2021-02-09 14:22:43
Çeviri için teşekkürler
STERBEN (225 puan) Üye
2020-06-27 16:06:42
Çeviri için teşekkürler.
Sadecesama (301 puan) Üye
2020-06-01 18:21:23
Çeviri ve edit için teşekkürlerr^
MhmtSnmz (70 puan) Üye
2020-06-01 13:45:31
Ponu Rango'ların çocuğu kız mıydı? Ben erkek sanıyordum :D Teşekkürler