Overlord
Baharuth İmparatorluğu -18
Onlar bir eğitime gereksinim duymasalar bile oldukça güçlü olan
bir ırktı.
Kelle Avcısı Tavşan’ın söylemeye çalıştığı şey Büyücü Kral’ın da
böyle bir ırka mensup olduğuydu.
Namevtlerin fiziksel yetenekleri oldukça zayıftı. Osk böyle
biliyordu. Ancak Büyücü Kral için durum böyle gibi gözükmüyordu.
“Osk-sama, neden bu maçı kabul ettiniz? Majesteleri Savaş
Lordu’nun yeteneklerini biliyor ancak biz onun yeteneklerini bilmiyoruz. Çok
tatsız bir maç gerçekleşebilir.”
“Ha? Anlamadın mı?”
Kelle Avcısı Tavşan yorgun bir sesle cevap verdi. “Böyle
anlamsız şeyler hakkında düşünmüyorum.”
Uşak, Osk’a şaşırmış bir ifadeyle baktı. Bu sebepten dolayı da
Osk cevap verdi:
“Şampiyon olan kişi, kendisine meydan okuyanlardan kaçar mı?”
“Tüm sebep bu mu?”
“Evet tüm sebep bu. Ancak tam da bu yüzden bu oldukça önemli.
Birbirlerini öldürmelerine gerek yok. Ancak bu resmi bir karşılaşma olup bir
mektup ile maç istenmiş olsaydı bundan kaçınamazdık. Savaş Lordu da aynı
şekilde düşünürdü.”
“Ne aptalca...”
“Belki. Ancak yine de öyle birisi işte. Fakat hislerime göre
Majesteleri gerçek gücünü bir meydan okumadan ziyade gerçek savaşta gösterecek
türden birisi. Şimdi, hiçbir kısıtlamanın olmadığı bir ölüm müsabakası düşün.
Hangi şartlar altında Büyücü Kral ile karşılaşmak isterdin?”
“Hiçbir şart altında. Kuyruğumu kıstırıp kaçardım.”
Osk bu bilgece seçimi duyunca güldü.
“Peki sıradaki soru. Büyücü Kral hakkında ne düşünüyorsun?”
Bu soru ustasından ziyade arkada, ifadesini değiştirmemiş
şekilde duran uşağa sorulmuştu.
Geçmişte rahatsızlıklarını sessi bir şekilde dile getirse de bu,
parayla tutulmuş birinin efendisine karşı göstermemesi gereken bir tutumdu.
Yine de bu rahatsızlık bir süre önce yok olmuştu. Belki de Kelle Avcısı Tavşan
bir suikastçıyı öldürdükten sonra olmuştu bu.
“Çok etkileyici bir kişiliği var.”
“Hoo,” diye düşüncelere daldı Kelle Avcısı Tavşan.
Ainzach bir şantaj altında gibi gözükmüyordu. Diğer bir deyişe
Büyücü Kral, şehri fethettikten sonra şehirdeki vatandaşların güvenliğine dair
onunla bir iş birliğine girişmişti.
“Krallara layık o duruşunu görmediniz mi? Sadece Ainzach’ı
getirsin ya da büyü kullanmasın, fark etmiyor. Ondan resmen kudret akıyordu. Ek
olarak oldukça da zeki birisi. Bu tarz anlaşmalara oldukça vakıf gibi
duruyordu.”
O bile bunu şaşırtıcı bulmuştu.
Osk sadece bir tüccar olsa da Büyücü Kral onu eşiti olarak
görmüştü. Normal şartlar altında soyluların çoğu kimin daha üstte olduğunu
belirtmek isterdi. Krallar için konuşmaya gerek bile yoktu.
Onu şaşırtan şey de tam olarak buydu.
Geçmişte o da bir tüccardıysa bunu anlayabilirdi ancak bu da
imkansızdı. Bir başka deyişle pazarlık konusunda bir ustaydı.
“Genel yetenek olarak bizim İmparatorlarımız ile yarışır
durumda.”
Elbette, onu bu kadar derinlemesine incelememişti. Sebebi Büyücü
Kral’ın onu bu denli korkutmasıydı.
“Hayır, en azından bizim Kanlı İmparator'umuza eşit olmalı.”
Yani en kötü, tarihteki en yüce İmparator’a denk biriydi. Tam bir kabus.
Osk kafasını salladı. Eğer böyle derin derin düşünmeye devam
ederse felç olacaktı resmen. Elbette Büyücü Kral’ın o uçurum gibi bakışlarına
bakmak istemiyordu. Ancak şu anda yapması gereken tek bir şey vardı.
“Savaş Lordu’nu bu konu hakkında haberdar etmem ve onu en üst
kondisyonunda hazır tutmam lazım.”
“Kabul edecek mi ki?”
“O bir savaşçı. Bir mücadeleden kaçmayacaktır.”
“Peki. Eğer kazanabilirse güzel olur.”
Bölüm 4
Büyücü Kral ile yapılacak olan müsabakanın olduğu gün Osk
oldukça klasik bir soru sordu:
“Nasıl gidiyor?”
“Sorun yok. Formumun zirvesindeyim.”
Cevap veren yaratık dev gibiydi.
Canavar olarak Trollerin bir üyesiydi fakat onu
onlardan ayıran tek bir büyük farkı vardı.
Bu da onu çevreleyen, bir savaşçının yaydığı
auraydı. Yalnızca sayısız yoğun savaştan sağ çıkmış kişilerin yaydığı bir aura.
Ancak bu da oldukça beklenen bir şeydi. Sonuçta
o dövüşe adapte olup savaş için kendini özelleştirmiş bir troll idi. Çeşitli
troll ırkları arasından bile sıyrılabilen özel birisiydi ve Savaş Trollü olarak
biliniyordu.
O arenanın en güçlü gladyatörü olan Savaş Lordu
idi.
Osk nazik bir biçimde Savaş Lordu'nun bedenine
baktı.
Güç olarak Savaş Lordu’nu yenebilecek birçok
kişinin olduğu bir gerçekti. Gümüş seviyeli maceracıların çoğu bunu
yapabilirdi. Ancak Savaş Lordu’nun insanları bu kadar rahat bir şekilde
yenebilmesinin sebebi oldukça basitti.
Bunun sebep Savaş Trollerinin bedenlerinin güç
ve dayanıklılık yahut büyük saldırı menzilleri konusunda insanlardan çok daha
üstün olmasıydı.
Ek olarak insanlarda olmayan ırksal özellikleri
de vardı.
Bunlardan ilki derileriydi. O kalın derisinin
üstüne bir de bir zırh seti gitmesi ona gelen saldırıların büyük çoğunluğunu
sektirmesine yarıyordu. Tabii ki yumuşak görünümlü yerlerine ve eklemlerine
saldırı yiyebilirdi ancak iyileşme yeteneği onu yaralamaya çalışan herkes için
yıkılmaz bir bariyer görevi görüyordu.
Bir insanı rahatlıkla öldürebilecek bir saldırı
trollere işlemezdi bile. Muazzam yenilenme yetenekleri onlara yaralarını hızlı
bir şekilde kapatma imkanı veriyordu ve bu sadece asit ya da alev ile
engellenebilirdi.
Bu güçlü biyololjik güçle beraber şu anki Savaş
Lordu cidden de tarihin en güçlüsüydü.
Osk bu en güçlü adamı taktir ederken o da
zırhını giymek ile meşguldü.
Bu zırhın yapımında gerekli olan malzemeleri
edinebilmek için adamantit seviye maceracıları işe almış ve büyü ile
tılsımlanmış bir şekilde dövdürtmüştü. Bunu yapması için tüm mal varlığının
yüzde yirmisini kullanmak zorunda kalmıştı. Taşıdığı sopa da benzer bir şekilde
büyülü alaşımlarla bezenmişti.
Savaş Lordu büyülü yüzüklerini, kolyelerini ve
diğer eşyalarını giydi.
“Hazırım.”
Bu sözler geçmişte olduğundan çok daha fazla
zeka içeriyordu.
Osk ne zaman onun bu ihtişamlı görüntüsünü
görse göğsüne bir ısı dalgası yayılıyordu. Savaş Lordu, onu şu anki konumuna
getiren kişiydi.
“Pekala Savaş Lordu, gidelim o zaman.”
Birlikte arenanın girişine doğru yürüdüler. Bu
her zaman sergiledikleri bir ritüel olmuştu.
Odalarından ayrıldıktan sonra Savaş Lordu sessiz
kalmıştı.
Sessiz kalmasının nedeni ise heyecanlanmış ve
rakibiyle savaşmak içinc an atıyor olmasındandı. Artık rakiplerinin
yeteneklerini görünce hayal kırıklığına uğruyordu Savaş Lordu. Şimdi de hayal
kırıklığına uğrayacak mıydı?
Birden Savaş Lordu yürümeyi kesti.
Osk onun daha önce böyle bir şey yaptığını hiç
hatırlamıyordu.
Bu beklenmedik olay karşısında panikledi ve ne
olduğunu sormak için dönüp baktı. Savaş Lordu miğferinin vizörünü yavaşça
kaldırarak yüzünü açığa çıkardı.
“Teşekkür ederim...”
Sesi sanki ezilirmişcesine çıkmıştı.
Osk göz kırptı.
Bu, teşekkür sözlerini duyduğu dördüncü
seferdi. Ondan önceki üçü silahını verdiği zaman, zırhını verdiği zaman ve önceki
Savaş Lordu olan “Çürük Kurt” Krelvo Palantynen ile dövüştüğü zamandı.
“Sorun ne Savaş Lordu?”
Gözleri önündeki koridora odaklandı.
“Ha, ha.”
Savaş Lordu kıkırdarken bedeni titreşmişti.
Bu bir savaşçının heyecanıydı.
En azından Osk buna inanmıştı, ancak durum bu
değil gibiydi.
“Ne tür... Meydan okuyan kişi ne tür birisi?
Hayır, meydan okuyan kişi ben miyim?”
“Ne-ne?”
“Ha, ha... Ne korkun. Osk, korkudan tir tir
titriyorum.”
Osk kulaklarına inanamadı.
“Bir... Bir böcek gibi yaşamak böyle bir şeymiş
demek. Bacaklarım hareket etmiyor... Sanki gidersem öleceğimi söylüyorlarmış
gibi. Ha, ha.”
Bu bir gülme değildi. Nefesindeki kargaşayı
sakinletmeye çalışıyordu.
“Rakibimin Büyücü Kral olduğunu duydum ve nasıl
bir düşman olacağını düşündüm... Görünüşe göre şu ana kadarki kibrim şimdi bana
geri döndü.”
“Ne diyorsun Savaş Lordu? Ne kibrinden
bahsediyorsun?”
“Ben güçlüyüm.”
Osk, Savaş Lordu’nun söylediği şeyde hiçbir
yanlış olmadığını söylemek istedi ancak Savaş Lordu ona fırsat vermeden
konuşmasına devam etti.
“Hayır, benim gücüm bir yalan. Tüm gücüm ırksal
özelliklerimden geliyor ve bu da gerçek bir güç değil. Yine de benimle
yarışabilecek sadece birkaç kişi var. Bilhassa, savaşçı tekniklerini
öğrendikten sonra bana meydan okuyan kişilerin yeteneklerini ya da
ekipmanlarını gözlemleyip bana en uygun durumu bulmaya hiç çalışmadım. Kendimi
eğitmem için başka hiçbir yolum yoktu. Ama yine de işin sonunda, hislerimin
bana kaçmamı söyleyebileceği bir rakip bulabildim. Teşekkür ederim. Seninle
tanıştığım zaman yaptığımız antlaşmayı tamamıyla yerine getirdin.”
“Savaş Lordu... Go Gin.”
