Overlord
Baharuth İmparatorluğu -25
Etrafına baktığında odada sadece Jircniv ve iki
korumasının kaldığını gördü. Diğerleri erkenden ayrılmışa benziyordu. Ainz,
endişelenecek daha az problemi kalmasından dolayı rahatlamıştı, ancak bu konuda
ağzını açmadı.
“Eh, özür dilerim Jircniv-dono. Hey, yüzünüz
çok daha iyi görünüyor. Rahatladım.”
Ayağa kalkıncaki baş dönmesi gerçekçi
duruyordu. Ancak bu kadar coşkulu bir şekilde tezahürat ettiği düşünülürse çok
kısa bir anlığına olmuş olmalıydı.
“Sizi endişelendirdiğim için üzgünüm, Gown-dono.”
“Ah, lafı bile olmaz. İyi hissetmeyen birini
kim görse endişelenirdi.”
“İlginiz için teşekkürler. Yine de bu oldukça
heyecanlı bir maçtı. Tam da sizden beklenildiği gibi, Gown-dono.
İmparatorluk'un en güçlü savaşçısına karşı bu kadar rahat kazanabileceğinizi
düşünmek... ‘Olağanüstü’ demek dışında bir şey gelmiyor aklıma.”
“Kesinlikle öyle. İyi bir müsabakaydı cidden.
İki tarafa da gidebilirdi gerçi, ben sadece şanslıydım.”
Jircniv’in, Savaş Lordu’na ettiği tezahüratlar
düşünülünce büyük bir hayranı olmalıydı. Bu durumda Savaş Lordu’nu övmesi
yanlış olmazdı.
Daha doğrusu...
Lanet olsun sana, bana hiç tezahürat etmedin.
Duydum hepsini!
Elbette bu düşüncelerini dillendirmemişti.
Durup sakince düşünüldüğünde birisinin, kendi ülkesinin savaşçısı ile başka bir
ülkenin savaşçısı arasında, tezahürat ettiği kişi kendi ülkesinin savaşçısı
olması oldukça doğaldı.
Eh, cidden de Ainz’e tezahürat yapsaydı,
yakınlık metresi -bu, Peroroncino’nun sık kullandığı bir tabirdi- kesinlikle
tavana vururdu.
“Her ne kadar yabancılar bunu söyleyemese de,
haksız olmadığınızdan eminim Gown-donı. O zaman... Affedin beni. Böyle bir
zamanda neler konuşuyorum?”
“Aynen öyle,” diye katıldı Ainz. Bir başka
deyişe böyle bir ortamda Jircniv ile uzun uzadıya sohbet etmek istemiyordu.
Ainz Ooal Gown’un sadece ölümlü bir insan
olduğunu anlamasını istemiyordu.
Her ne kadar Büyü Krallığı’nın reklamını
yaptığı ve sınırı izinsiz geçtiği için azar yiyeceğini düşünse de Jircniv bunu
yapmamıştı. Bu durumda, çabucak gitse iyi olurdu.
“Şey, bu...” Ainz az daha söyleyecek olduğu
resmi olmayan kelimeleri yuttu. Bu kendi mezarını kazmak gibi olurdu. “Şimdilik
işleri burada bitirelim. Başka bir gün tekrar görüşmek üzere, Jircniv-dono.”
Kişisel olarak Ainz, ışınlanma büyüsü ile kaçmak
istiyordu ancak önce Ainzach’ı da almalıydı. Yere inecek ve kendini
ışınlayacakken... Durumu düşünürken Ainz, Jircniv’in ciddi bir bakışla ona
bakmakta olduğunu gördü.
Kesinlikle tuhaf bir şeyler söyleyecekti.
Bu herhangi bir iş adamına oldukça yabancı bir
durumdu. Ainz Jircniv’e bakmak için döndü.
“Majesteleri. Bir teklifim var. Duymak ister
misiniz?”
‘Hayır’ demeyi o kadar çok istiyordu ki...
Ancak Ainz, gerçeklikten kaçmamaya karar verdi.
Her ne kadar yüzü hareket etmese de gülümsedi ve “Devam edin,” diye yanıtladı.
“O zaman umuyorum ki... Hayır, Baharuth
İmparatorluğu, Ainz Ooal Gown’un Büyü Krallığı’na bağımlı bir devlet olmak
istiyor.
“Hah?”
Ainz bu beklenmedik sözleri duyunca bağırmasına
engel olamamıştı.
Beyni hala az önce duyduğu şeyi idrak
edemiyordu.
“Bağımlı... Bağımlı devlet mi?”
Az önce gördüğü iki muhafız da şaşkınlıkla
bakakalmıştı.
Bir sebepten dolayı Ainz, Jircniv'in alnına pat
pat vurmak istedi.
Neden birden bağımlı olmak istemişti? Şimdi
düşününce, bağımlı devletlerin ilişkisi nasıldı ki? Bu terimi daha önce
duymuştu ama tam olarak ne anlama geliyordu? Kendi kendini yönetme gibi bir
şeyler vardı.
Ainz böyle önemli bir şey hakkında tek başına
karar veremezdi. Cevabını vermeden önce bu konuyu Demiurge ve Albedo ile
tartışması gerekiyordu.
“Jircniv-dono, ülkenizi bağımlı bir ülke olarak
almak...”
Krallar arasında bir arkadaşlık kurma planım
suya düştü demek.
Bağımlı devlet sorunu hakkında ne
söyleyebilirdi ki? “Bunu düşünmüyorum,” deyip geçse olur muydu?
Ancak Demiurge ve diğerleri, İmparatorluk’u
bağımlı yapmak isteyebilirdi. Direkt olarak bu işe burnunu sokmak istemiyordu
ancak konuyu cevap vermeden bırakırsa da oldukça can sıkıcı olurdu.
Şu anda elindeki en iyi seçenek blöf yapmak
gibi görünüyordu.
Sözlerini ne yöne çekeceğini kararlaştırdıktan
sonra Ainz cevap verdi.
“Böyle bir konuyu sözlü olarak tartışmak
oldukça tehlikeli. Hemen bir yanıt veremem ancak böyle durumların yazı üstünde
ilerlemesi gerektiğine inanıyorum.”
“O zaman size belgeyi verdiğim anda kabul
edecek misiniz?”
Ne? Cidden de yapacak mı bunu ya? Ainz
bunu cidden sormayı düşündü ama sözcükleri tekrardan yuttu. Bunun sebebi bir
şekilde kendini sakinleştirebilmiş olmasıydı. Gerçek şuydu ki, artık az önceki
kadar endişeli değildi. Bu bedenine ne kadar teşekkür etse azdı.
Ancak problem hala çözülebilmiş değildi.
Demek istediğim bu değildi, sadece zaman
kazanmak istiyorum. Bu sözleri dile getiremediğinden dolayı Jircniv’in kabul
edebileceği bir şeyler söylemek zorundaydı. Başka bir yolu yoktu.
“...Kesinlikle. Bağımlılığa dair dilekçenin bir
kopyasını İmparatorluk'un gelecekteki durumunun bir taslağını benim Büyü
Krallığı'ndaki yerime gönderin. Ondan sonra daha ayrıntılı bir şekilde plan
yaparız.
“O zaman öyle yapacağım. Bitirmek için çaba
sarf edeceği ve Majestelerinin eline incelikle ulaştıracağım. O zaman... Bu
süre zarfında size eşitim olarak, bir kral olarak hitap etmeme izin verin.
Sağlığınıza duacıyım.”
Her ne kadar duygusal durumu sakinlemiş olsa da
Ainz’in ne olduğuna dair ya da neden böyle olduğuna dair hiçbir fikri yoktu.
Cevap olarak kafasını sallamakla yetindi.
Ardından paniklemiş gibi görünmemek adına
[Uçuş] kullanarak arenaya geri indi.
“Neden böyle oldu şimdi? Daha doğrusu, Albedo
ve Demiurge olsa ne yapardı?”
Ainz, tıpkı eve döndüğünde ailesinden azar
yiyeceğini bilen bir çocuk gibi omuzlarını silkti.
♦ ♦ ♦
Büyücü Kral ayrıldıktan sonra VIP odasına bir sessizlik
çökmüştü. Nimble, sessizliği bozarak bağırdı:
“Majesteleri!”
Jircniv kaşlarını abartılı bir biçimde çattı ve Nimble’a baktı.
“Çok gürültülüsün. Ben hala odadayım.”
“Af... Affedin beni. Ama, ama... Az önce ne olduğunu sorabilir
miyim?!”
“Neden böyle bir karar verdiğimi bilmek mi istiyorsun?”
Nimble cevap olarak kafasını sallamakla yetindi. Jircniv, benzer
bir tavırda olan Baziwood’a baktı.
“Anlıyorum... O zaman siz başka ne tavsiye ederdiniz?”
Jircniv kendi kendine güldü.
“O şeyiyle beraber buraya geldiğinden beri... Ah! Slaine
Teokrasisi ile olan tüm görüşmeler mahvoldu. Tapınaklar da benim hakkımda çok
iyi düşünmüyor. O görüşmeleri tekrar ayarlayabilmek için ne kadar süre geçecek?
Bu zamanla çözülebilecek bir problem mi o da belli değil.”
Jircniv, Slaine Teokrasisi’nin yüksek mevkisinde biri olsa bu
durumda ne yapacağını düşündü. Eğer bir başka ülke “Ainz Ooal Gown bizim
komplomuzu görmüş, biz bir şey planlamıyorduk,” gibisinden acınası bir mazeret
sunarsa kesinlikle kimse o ülkeyle ittifak kurmak istemezdi ve onları terk
ederdi. Hayır, hatta o ülkeyi kendi geleceklerinde kullanmak üzere bile
çalışabilirlerdi.
Slaine Teokrasisi ile bir müttefiklik şu an imkansız
görünüyordu.
“Yani diyor ki ‘Teokrasi müttefiğiniz olmadan kendi başınıza
debelenin durun,’ değil mi? Majesteleri Büyücü Kral Ainz Ooal Gown’dan
beklenildiği gibi. Şapka çıkarmak lazım. Kolları cidden de hayal edebildiğimden
çok fazla yere uzanıyor. Önce, düşmanlarının havalanmasına izin veriyor,
ardından da gardlarını düşürdükleri anda onları tek hamlede indiriyor.”
Her ne kadar düşmanı olsa da Jircniv bu kusursuz kumpası taktir
etmeden edemedi.
O kadar mükemmelce hesaplanmıştı ki kaybettiğini kabul etmekten
başka seçeneği yoktu. Ainz’in çoktan İmparatorluk'un hareketlerinden haberi
olmasına rağmen İmparatorluk’un hala bir desteği yoktu. Bir başka deyişle Ainz Ooal
Gown, İmparatorluk'un yaşamı ve ölümünü elinde tutuyordu.

