Overlord
Bilinmeyen Topraklara Hazırlık -7
“Umu. Pekala o zaman, Shalltear. Bu yolculukta seni Aura’nın emri
altına veriyorum. Aura senden sorumlu olacağı için ona itaat etmeni umuyorum.”
“Anlaşıldı!!”
Shalltear Ainz’in önünde eğildi.
Ainz bu cevabın sinirli bir şekilde bi söylendiğini merak etti,
ama her durumda ruhsuz bir cevaptan iyiydi sonuçta. Ancak tüm bunlar bir hiç
uğruna olursa oldukça can sıkıcı olurdu.
“Hevesini anlıyorum ancak sakinleşmen lazım Shalltear. O zaman
gelecek kişiler konusunu tartışalım biraz da. Başka kimi getirmeliyiz?”
“Ainz-sama, konuşmama izin var mı?”
Ainz biraz ürkmüştü çünkü bu cevap hiç beklemediği birinden
gelmişti. Ancak soğukkanlı bir şekilde yüzünü Decrement’a döndü.
“Nedir? Bir sorun mu var?”
“Ah, merak ediyordum da Cüce Krallığı’na ziyaretinizde biz
hizmetçilerden birazını da yanınızda görevli olarak götürmek konusunda ne
düşünüyorsunuz? Geleneklere göre, güçlü olan kişiler her zaman yanında çeşitli
görevleri gerçekleştirmek için takipçiler götürürler. Eğer ki yanınızda
hizmetçi kızlar götürmezseniz Cüce Krallığı sizin hakkınızda kötü izlenime
sahip olabilir, Ainz-sama.”
“Anladım. ...Haksız sayılmazsın.
Jircniv’i izlerken fark etmişti ki ona eşlik eden birkaç vagon
verdi ve bazıları güzel giyimli hanımları da içeriyordu. Onlar Jircniv’e hizmet
eden kişiler olmalıydı. Eğer o zaman Nazarick’te kalmış olsaydı Ainz onu daha
dikkatle gözlemleyebilirdi fakat maalesef ki Nazarick’te kalmamıştı ve bu da
biraz utanç vericiydi.
Hayır, gerçek şuydu ki Jircniv, Ainz’i ziyaret etmek için onca yol
tepmişti fakat Ainz Jircniv’e geceyi orada geçirmesinde ısrar etmediği için
oldukça kaba davranmıştı. Bu yüzden de adam, Ainz’in yaptığı her konaklama
teklifini sıkı bir şekilde reddetmişti ancak belki de doğru olan şey onun
kararını değiştirtmekti.
Belki o zamandan iyi ilişkiler kurmuş olsaydılar bağlılık konusu
arenada açılmayabilirdi.
Opps, konudan sapıyorum... Decrement haklı fakat...
Ainz elindeki bilgileri düşündü. 41 sıradan hizmetçi farklı
görünebilirdi ancak ekipmanları ve istatistikleri aynıydı.
Homunculi adı verilen heteromorfik ırk çok öne çıkan bir ırk
değildi ve sadece seviye 1’lerdi. Her ne kadar insan ırkındaki seviye 1
kişilerden özellik olarak üstün olsalar da iş bir dövüşe geldiğinde
homunculusun sadece %60 kazanma şansı olurdu.
Giydikleri hizmetçi kıyafeti onlara belli bir savunma kazandırsa
da bu sadece yüksek seviye bir eşyanın seviyesindeydi. Bu seviyedeki eşyalar
her ne kadar bu dünyadaki kişilere oldukça sağlam görünse de bir YGGDRASIL
oyuncusu için bez parçalarında başka şeyler değildi.
Açık olmak gerekirse Cüce Krallığı hakkında hemen hemen hiçbir şey
bilmemesi yüzünden onları yanında götürmesinin imkanı yoktu. Bir oyuncunun,
kuvvetlerini hazırlamış bir şekilde savaşı bekleme olasılığı vardı.
“Yine de... Maalesef ki bunu yapamam. Eğer illa hizmetçilerimiz
olacaksa... Shalltear, Vampir Gelinlerini bizimle getirebilir misin?”
“Sormanıza gerek bile yok. Nazarick’teki herkes size hizmet
ediyor. Emir vermeniz yeter.”
“Demek öyle. Decrement, teklifin oldukça mantıklıydı. Ancak bir
problem var ki, o da sizin zayıf olmanız ve bilinmedik topraklara giderken
güvenliğiniz hakkında endişelenmem.”
“Hepimiz, her türlü tehlike ile yüzleşmeye hazırız!”
Ainz, Decrement’ı sakinleştirmek için elini kaldırdı.
“Hepinizin... Hepinizin gösterdiği bu sadakatten dolayı
minnettarım. Bu yüzden de Cüce Krallığı’nın güvenli olduğundan emin olduğundan
emin olduğum anda sizi ışınlama ile getireceğim. O zaman kadar bu mevzuyu
Vampir Gelinlerine devretmeye ne dersin?”
Decrement’ın ağzı birkaç kez hareket etse de herhangi bir sözcük
çıkmadı. En sonunda da kafasını eğmekle yetindi. Ainz ona emrettiği şeye
katılmadığını umuyordu, ancak durum büyük ihtimalle böyle değildi.
Onu ikna edecek başka konu kalmadığı için ve onu ikna etmek için
yapabileceği başka hiçbir şey olmadığı için gözlerini Decrement’tan çevirdi.
Seviye 1 NPCleri diriltmek oldukça ucuzdu fakat asıl sorun bu
değildi.
Kimse arkadaşlarının çocuklarını tehlikeli bir yere götürmezdi.
“Pekala, Shalltear. Bir bakalım... Altı tane Vampir Gelin’i getir.
Ardından onun üstüne 30 tane de süvari ekle. Beş tanesi yakın zamanda
çağırılmış Hanzolardan olacak.”
30 sayısını seçmesinin belli bir sebebi yoktu. Sadece bu sayının
yeterli olacağını düşünmüştü. Belki de bir yağma grubunda izin verilen maksimum
sayı bu olduğundandı?
“Herkesin toparlanmasını beklerken Cocytus ile iletişime
geçeceğim. Ah, doğru. Anlattıklarımı bitirmedim. Herkes hazır olduğunda iz
ikiniz, Shalltear’ın [Geçit]’i ile kertenkeleadam köyüne gideceksiniz. Ondan
sonra ise kuzeye ilerleyip Cüce Krallığı’nı bulacağız. Ne düşünüyorsunuz?”
“Anlaşıldı!”
“Evet, böyle yapalım.”
İki Muhafız da onaylayarak cevap verdi. Ainz’in umduğunun aksine
daha iyi bir öneride bulunmamışlardı. Her ne kadar ikisi de sürekli evet diyen
kızlardan olmasalar da Ainz’in her önerisini onaylamaları Ainz’i biraz rahatsız
etmişti. Bunun sebebi, Ainz’in kendi fikirlerine çok fazla güvenmemesiydi.
“O zaman, diğer takipçilerin kim olacağı hakkında bir öneriniz var
mı?”
“Benim büyülü hayvanlarım...”
“Benim namevtlerim...”
İkisi de aynı anda konuşup birbirine bakmıştı. Ainz tam kavga
edeceklerini düşündüğü sırada Shalltear başka bir yere baktı.
“Önce sen.”
“Ne? Kafana saksı falan mı düştü?”
“Bana seni dinlemem emredildi.”
“Çok iğrenç hissettiriyor.”
Shalltear’ın kaşı seğirse de bir şey demedi.
“Öyleyse, senin 25 namevtinin benim büyülü hayvanlarımı sürmesine
ne dersin?”
“Bana uyar,” dedi Shalltear ve Ainz’e baktı. “Ama bu sizin
bahsettiğiniz sayıdan çok fazla olur, Ainz-sama. Sorun olmaz mı?”
“Sıkıntı yok.”
“Öyle yapalım o zaman.”
İkisi fikir birliğine varınca Ainz konuşmasına devam etti.
“O zaman, herkes işinin başına. Personelinizi seçmeniz için size
iki saat veriyorum. Unutmayın ki, ayrıldıktan sonra bir süre boyunca geri
dönemeyeceksiniz. Işınlanma ile Nazarick’e geri dönebileceğini de zannetmeyin sakın.
Aura, yaşayan bir canlı olarak özellikle senin buna dikkat etmen lazım. Eğer bu
kadarsa, dağılabilirsiniz. Benim Pandora'nın Aktörü ile konuşacak şeylerim
var.”
O sırada Albedo ile konuşması gerektiğini aklına not aldı.
***
“Sonunda, vakit geldi çattı!”
Yüce Varlıkların odasından, sesi duyulamayacak kadar uzaklaştığı
zaman Shalltear yumruklarını sıktı ve zevkle bağırdı.
“Çok uzun süre olmuştu... Ama sonunda, geçmişteki başarısızlığımı
telafi edip herkese Shalltear Bloodfallen’ın tekrar işe yarayabileceğini
gösterebilirim!”
Shalltear’ın bakışları uzaklara kaydı.
Aura, Shalltear’ın sesinde bulunan duygular oldukça farkındaydı,
ve bu da oldukça anormal bir durumdu. Shalltear cezaları yüzünden
cezalandırılmış ve Ainz-sama hatanın onda olmadığını söylemiş olsa da Shalltear
hala geçmişte yaptığı hataları temizlemek istiyordu. Bir Kat Muhafızı olarak
Aura onun hislerini gayet iyi anlayabiliyordu. Yine de... Hala biraz
huzursuzdu.
“Uzun zaman olmuştu... Şu ana kadar bana verilen görevlerin hepsi
herkesin yapabileceği basit görevlerdi. Ancak... Ancak...”
“Ah~Ainz-sama’nın sana önceden verdiği görevin oldukça önemli
olduğunu hissediyorum, Shalltear.”
“Evet, bir noktaya kadar öyle. Ama cidden de o kadar önemli mi
sence?”
“Nazarick’i korumak sence de önemli değil mi? Sonuçta saldıranlara
karşı savunmayı gerçekleştirecek ilk kişi olmak için güvenilir bir Muhafız
olmalısın değil mi?”
“Nngg!”
Shalltear bunu inkar edemezdi.
Ardından endişeli bir şekilde parmak uçlarını birleştirip geri
ayırdı.
“Cidden Ainz-sama öyle mi düşünüyordur?”
“Mm~ büyük ihtimalle. Ainz-sama güçlü olduğunu söyledi,
Shalltear.”
Shalltear kocaman gülümsedi. Aura da bunu görünce rahatlamış bir
şekilde iç çekti. Eğer böyle gitmesine izin verseydi Shalltear büyük ihtimalle
bir hiç uğruna başını belaya sokacak ve Ainz-sama'yı rahatsız edecekti. Eğer
öyle olsaydı, ondan nasıl özür dileyeceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Aynı
zamanda Shalltear’a acıyordu.
“Ama insan şehrindeyken, Demiurge herkes arasından beni seçip
ayırdı. İşe yaramaz olduğumu hissetmiş olmalı. Nazarick’in en zehir kafalı
kişisi olan Demiurge benim hakkımda öyle düşündüyse, bilgeliği Demiurge’ü bile
aşan Ainz-sama da aynı şekilde düşünmüyor mudur?”
“Hm, bundan emin olamazsın. Belki de Ainz-sama, Demiurge’den daha
zeki olduğu için farklı hissetmiştir.”
O sırada Shalltear “Ho...” diye mırıldandı.
“Tıpkı Ainz-sama’dan beklendiği gibi...”
“Haah.”
Aura yorulmaya başlıyordu. Ancak, doğrudan konuşmak Shalltear
üstünde işe yaramıyorsa belki de dolayı yoldan konuşmak daha etkili olurdu.
“Ancak bu demektir ki diğerleri de Demiurge gibi düşünüyordur.”
“Bunu inkar edemem işte.”
Daha doğrusu, kesinlikle öyle düşünüyorlardı. Gözleri irileşen
Shalltear devam etmeden sözü Aura aldı.
“Ainz-sama senin karşına çeşitli durumlar çıkartıp esnekliğini
ölçmek istiyormuş, bu yüzden zor şeylerle karşılaşman çok da kötü bir şey
değil. O zamana kadar etrafından öğrendiklerin hakkında notlar al ki Ainz-sama
ve diğerlerini etkileyebilirsin.”
“Yani önceden çalışmaya mı başlayayım?”
“Evet. Düşünsene, Nazarick’teki en muazzam kişi ile seyahet
ediyorsun, değil mi? Bu, Ainz-sama’dan bir şeyler öğrenebilecein anlamına
gelmiyor mu?”
“Anladım! ...Ama ne yapmalıyım ki?”
“Shalltear, işte öğrenmeye bu soruyla başlayacaksın.”
“Ah... Haklısın!”
Ağzını yormak yerine Aura basit bir şekilde soruyu ona geri
yönlendirmişti.
Bu sorun olmayacak... Değil mi?
Aura'nın kalbinde bir rahatsızlık baş gösterdi. Ancak top artık
Shalltear’daydı ve şu anda başka hiçbir şey yapamazdı.
Kendine çeki düzen verebilecek mi...
Aura, aynı zamanda tanrısı olan Yüce Varlık’a, Bukubukuchagama’ya
bir dua etti:
Bukubukuchagama-sama, lütfen kardeşiniz Peroroncino-sama
tarafından yaratılan Shalltear’a göz kulak olun!
3
Ainz, [Geçit] vasıtasıyla kertenkeleadam köyüne vardı.
Koruma olarak ona Hanzolar eşlik ediyordu. Beş Hanzo arasından bir
tanesinin sağ koluna bağlanmış kırmızı bir kumaş vardı.
Hiçbir şekilde tılsımlanmamıştı ve basit bir şekilde liderin o
olduğunu belirtiyordu.
İlk başta, böyle yapmanın onları kontrol etmede kolaylık
sağlayacağını düşünmüştü. Ancak yeni seçilen bu lider seçildiği için oldukça
mutluydu ve Ainz, maskesinin altından güldüğünü çok rahatlıkla anlayabiliyordu.
Açık olmak gerekirse, Ainz biraz suçlu hissediyordu. Sonuçta ona
verdiği şey sıradan bir bez parçasıydı.
Kulları tarafından korunan Ainz, şu anda kendi heykelini
görebiliyordu.
Ainz buraya daha önce birkaç kere gelmişti, sonuçta burası önceden
ayarlanmış bir ışınlanma noktasıydı. Yine de bu onu oldukça utandırıyordu.
Suzuki Satoru’nun dünyasına tarihi figürler gibi kişilerin
heykelleri bulunuyordu, ancak hala hayatta olan kişiler kendi heykelini
görseler utanırlardı herhalde.
Onu asıl rahatsız eden şey, yüzündeki kemikleri hafif farklı
yapmış olmalarıydı. Sanki onu güzelleştirmeye çalışıyorlarmış gibiydi.
Elmacık kemikleri öyle olunca daha mı yakışıklı oluyorum? Hiç
anlayamıyorum. Nasıl bir estetik kaygı ile yaptılar bunu yahu?
Ainz durumu düşünürken döndü ve önünde diz çökmüş olan Cocytus ve
kertenkeleadamlarını gördü.
Artık üstün bir varlık rolüne büründü için karşısında diz
çökmelerine alışmıştı. Yine de bu, bir satış elemanı olan Suzuki Satoru’yu
memnun etmiyordu. Ancak bunun, sadakatlerinin göstergesi olduğunu anlıyordu, bu
yüzden de durmalarını söylemedi.
“Kaldırın kafanızı.”
Ona garip duygular aşılayan bu izni verdikten sonra,
kertenkeleadamlar sanki tekrar doğmuş gibi etrafa bakmaya başladılar.
“Tüm. Bu. Yolu. Geldiğiniz. İçin. Teşekkürler. Ainz. Sama.”
Ainz hâlâ diz çökmüş olan Cocytus’a kalkmasını söyledi.
“Umu. Sıkı çalışmandan ötürü teşekkür ederim. Köye dair raporunu
inceledim. Sadece bir göz gezdirsem de bir probleme rastlayamadım, ki bu da
oldukça iyi bir şey. Buradaki başarıların övgüyü hak ediyor.”
“Çok. Teşekkürler! Tüm. Bunlar. Sizin. İhtişamınız. Tarafından.
Başarıya. Ulaştı. Ainz-sama.”
Ainz, ‘ben bir şey yapmadım ki,’ demek istedi. Ancak onun yerine
Cocytus’un sadık övgüsünü ağırbaşlılık ile kabul etti. Sonuçta başka bir şey
söylemiş olsaydı sonsuz bir “Hayırhayır,”, “hayırhayırhayır,”,”
“hayırhayırhayırhayır,” döngüsüne girebilirdi. Ainz bundan oldukça emindi.
“Bu yüzden, gösterdiğin müthiş sonuçlar yüzünden bir ödülü hak
ettin.”
Düşününce, Albedo da Mare de Ainz Ooal Gown’un Yüzüğü’nden
almışlardı. Aura’da, Bukubukuchagama’nın sesinin kayıtlı olduğu bir saati
vardı. Shalltear’da, Peroroncino’nun yaratık kitabı vardı. Ve Demiurge’e de
Urbelt tarafından yapılmış bir iblis heykeli vermişti.
Cocytus’a hediyesi ise bu kertenkeleadamlardı, fakat büyük
ihtimalle başka bir ödül daha vermeliydi.
“Gereği olmadığını söyleyebilirsin ancak ödüller ve cezalar,
dağıtılması gerekli şeylerdir. Söyle bana, Cocytus. Ne istiyorsun?”
“Hayır. Ainz-sama. Ben. Size. Sadık. Bir. Şekilde. Hizmet.
Etmekten. Başka. Bir. Şey. İstemem.”
Solution’ın “masum insanlar,” isteği oldukça rahatsız edici olsa
da Cocytus’un bu isteği de yapması zor bir istekti.
Loncadaki üyelerden birisi bir kadın tipi hakkında şikayet
ediyordu. “Nerede yemek yiyelim,” diye sorduğun zaman “Fark etmez,” deyip,
yemek yedikten sonra da “Bir İtalyan restoranına gitmeliydik,” diyen yüzsüz
kadın tipiydi bahsettiği. Ainz de aynı şekilde hissediyordu. İstediği şeyi
direkt olarak söyleyen kişi olsaydı anlaşması yüz kat daha kolay olurdu.
“Cocytus. İsteksizlik, bazen açgözlülükten daha kötü bir şeydir.
Şimdi sana emrediyorum. Bir hafta içinde bana ne istediğini söyle. Fiziksel
objeler olsun sadece. Anladın mı?”
Cocytus'un yüzünde sıkıntılı bir ifade belirdi. Ainz buna
aldırmamıştı.
“Anladın mı?” diye tekrarladı Ainz.
“Eğer. İstediğiniz. Bu. İse. Tamam. Ainz-sama.”
“Evet. İstediğim bu. Pekala o zaman. Cocytus, şimdi buraya neden
geldiğim konusuna gelelim. Zenberu ile konuşmak istiyorum.”
“Anlaşıldı! Onu. Çoktan. Buraya. Getirdim. Lütfen. Beni Takip.
Edin. Ainz. Sama.”
Cocytus arkaya doğru ilerledi ve eğilen kertenkeleadamlara
seslenmeye başladı.
