Overlord
Bir Zanaatkar ve Pazarlık- 2
Şimdiye dek
için için yanan korlaşmış ateş, alev alev yanan bir yangına dönüştü, sanki biri
üstüne benzin dökmüş gibiydi. Ancak hızlıca bastırılmışlardı.
“Hayır, bu mümkün değil. Eğer alakalı
olsalardı, Cüce şehri uzun zaman evvel düşerdi. Bu dünyadan güçlü bir şahıs
olması daha muhtemel. Ancak herhangi bir bağlantı yok da diyemem. O zaman,
planlarımı değiştirmem gerekecek.”
Ainz esasen
Quagoa ve Cüceler arasındaki savaşın devam etmesini umuyordu.
Karşılarında
Quagoa’nın düşmanı varken, Cüceler, Ainz’in bayrağı altında toplanmayı seçebilirdi. Ancak Quagoa’yı yalnız bırakmak, onlara çok fazla zaman vermek, bu çok
tehlikeli olurdu.
Eğer güçlü
bireyler yetiştiren bir ırklarsa, o zaman şimdi yalnızca Ölüm Şövalyeleri’ni katletmiş olsalar bile, ileride kim bilir neler yok
ederlerdi? Şu an hâlâ onlarla uğraşabiliyorken, yapabileceği en iyi şey ya
onları kölesi yapmak ya da tamamen yok etmekti.
Son seçenek
daha iyi olabilirdi.
En iyi
ihtimalle, Quagoa’yı ele geçirip onlara Cüceleri gizli
gizli tehdit ettirebilirim, ama tek bir yanlış adım hayati olur. Bunu yapmamak
daha güvenli olur.
“Majesteleri, Konsey Odası göründü.”
Başkumandanın
işaret ettiği yere bakmak için döndüğünde, Ainz’in
karşısına, Cüceler için kesinlikle devasa fakat Ainz’in
standartlarında makul bir büyüklükte olan bir bina çıktı.
Kumandan,
kapıdaki muhafızlarla bir şeyler konuştu ve Ainz ve diğerlerinin üstlerinin
aranmadan geçmesini sağladı.
Namevte
utanmadan bakarken Ainz ve ekibini teftişten geçirmekten vazgeçmelerinin
sebebi, kumandanın otoritesini göstermiş olmasıydı.
“O hâlde Majesteleri, Konsey’e detaylı bir rapor vereceğim. Bir süre burada beklemenizi
isteyebilir miyim?”
İtiraz edilecek
bir sebep yoktu. Daha önemlisi, eğer Ainz’in bu ulusa
yaptığı katkıları açıklamazsa işler can sıkıcı bir hâl alabilir.
“Nerede bekleyelim peki?”
Başkumandan,
Cüce muhafızlardan tekine bir bakış attı ve cüce öne çıktı.
“Bekleme odası şu tarafta. Size oraya
kadar eşlik etmeme izin verin.”
“O hâlde... O işi sana emanet ediyorum.”
Hem bedeni
hem de sesi titreyen Cüce, onları sıkış tepiş bir odaya götürdü. Aslında oda,
bir Cüce için hiç de sıkış tepiş değildi. Aura ve Shalltear için uygun boyuttaydı.
Ancak yanlarında devasa bir yapısı olan Zenberu vardı. Odada beklemek bile onda
klostrofobi başlatmıştı.
Asker,
Zenberu’yu buraya getirmeden evvel ona bakış attığı
hâlde buraya getirdiğine göre, burası binadaki en büyük ve en lüks VIP odası
olmalıydı. Çevrelerindeki süsler özenle yapılmış ve gerçekten hareket
edebilirmiş gibi görünüyordu.
Ainz bir
seferinde geçmiş yoldaşlarının Avatara’sını yapmıştı ve
bu tarz heykelleri yapmanın ne kadar zor bir zanaat olduğunun farkındaydı. Bir
şeyin profilden güzel görünüp karşıdan bakınca çirkin durması muhtemeldi.
Ainz bir
heykelcik aldı, bu heykelcik, kertenkele süren bir Cüceydi.
Cücelerin
olağanüstü zanaatkarlar oldukları gayet açıktı. Mm, böyle yeteneklerim olsun
isterdim. Acaba o zaman Avataraları yeniden yapabilir miydim? Eğer
yapabilseydim, çalıştıktan sonra daha da iyisini yapabilir miydim? Pekâlâ.
Ainz, buraya
pek uymayan Zenberu’ya seslenmeye karar verdi.
“Zenberu, bizimle biraz daha gel.”
“Ah, Majesteleri, eğer bu sizi memnun
ederse, burada kalmaya devam etmek isterim. Dürüst olmam gerekirse, bütün bu
yüce şahıslarla konuşmak başımı ağrıtıyor.”
Tuhaf bir
cümle. Buraya gelirkenki hâlinden farklıydı. Belki de konuşma biçimini, Cüce
Krallığı’na geldiği için değiştirmek zorunda kalmıştı.
“...Sen bir kabilenin şefisin, değil mi?”
“Shalltear-sama, kişi, birçok şeyde iyi
veya kötü olabilir. Ayrıca Majestelerine rahatsızlık verirsem kendimi çok kötü
hissederim.”
Ainz,
Zenberu’nun niyetini anladı, fakat yine de kafasını
salladı.
“Hayır, seni de yanıma alacağım. Eğer bir
şey olursa, uzaktayken seni koruyamam. Herhangi bir tehlike çıkacağını
sanmıyorum, fakat dikkatsizlik ahmakların işidir. Bana kalırsa şu an düşmanın
avcunun içinde bile olabiliriz. Bunu asla unutma.”
“Emredersiniz! Bunu kalbime kazıyacağım!”
Ainz,
Cücelerin ülkelerini kurtaran adama zarar vermeyeceklerini düşündüğü hâlde,
kendini sağlama almak için böyle yaptı.
Bu da ne?
Shalltear bugün gayet iyi yanıt veriyor. Bir şey mi oldu?
“Ah, Majesteleri... Ne yapmalıyım?”
“Ha?” Açık
konuşmam gerekirse, yalnızca bizi dinle Zenberu. Ne olursa olsun, asla dövüşe
katılma.”
Ainz,
Zenberu’nun anladığını belirtirmişçesine kafasını
salladı.
“Çok iyi. O hâlde Aura, Shalltear,
kıyafetlerimin mahvolup mahvolmadıklarına bir bakar mısınız?”
Cüce
askerler, ikisi kıfayetlerini denetlemeyi bitirir bitirmez onlara yolu
göstermek için gönderildi.
***
Ainz,
Cücelerin beklediği odaya doğru ilerledi.
Tam zırh
takımında gözleri kamaştırırken Ainz, göğsünü kabartarak ilerledi. Sırtı
dimdikti, başı yüksekteydi ve duruşu krallaya yaraşırdı. Arkasındaki auranın
obsidyen parıltısı ışıl ışıl parıldadı, sanki parfümün yerine geçmiş gibiydi.
Tüm bu hazırlıklardan sonra kimse ona tepeden bakamazdı.
Kral
asasının yerine geçen değneğini belinde tuttu. Birinci seviye bir büyüyle
doldurulmuştu, ama onu aktifleştirmeye niyeti olmadığından, bir sorun
çıkmamalıydı.
Kendisini
baştan aşağı süzdükten sonra, nedense bu kılık kıyafetin, dostane ilişkiler
kurma amaçlarını baltalayacağını düşündü, ama Aura ve Shalltear onun bu
kılığını kesinlikle onaylıyordu.
Buradaki
sorun, ikisinin de Ainz’i çok üstün görüyor
olmalarıydı. Bu yüzden onların görüşlerine uymak onu huzursuz hissettiriyordu.
Bu yüzden
Zenberu’ya görüşünü sordu.
Kendi
uzmanlık alanının dışında bir soru sorulduğu için biraz titredikten sonra
Zenberu nihayet “Kılık kıyafetinizle sizi gören
herkesin ağzını açık bırakacaksınız.” dedi. Ainz lafına
inandı ve buraya geldi.
Ancak
karşılaştığı Cücelerin beti benzi attı, duruşları gerginlikle dimdik oldu.
Tabii ki bu da krala verilmesi gayet münasip bir tepkiydi.
“Majesteleri Büyücü Kral’ın
gelişini duyuruyoruz!”
Kapının öbür
yanından cüce mübelliği duyabiliyordu.
Kapı açıldı,
Ainz odaya girdi.
Bir toplantı
odasına benziyordu ve içeride sekiz Cüce vardı.
Başkumandandan
şans eseri isimlerini, görevlerini, görünüşlerini ve özelliklerini öğrenmişti.
Büyüyle
alakalı her şeyden sorumlu olan Yüksek Toprak Rahibi vardı. İlahi büyü
kullanıcılarına ve hatta gizli büyü kullanıcılarına bir hakimdi.
Demircilikle
alakalı her şeyin üretimini kontrol eden Demircibaşı vardı.
Onları
buraya getiren başkumandan vardı. Bütün güvenlik ve askeri işlerden sorumluydu.
Bir seferinde bir sürü Cüce askeri yönetmişti, ama artık yüzden bile az adamı
olması, unvanını resmen bir şakaya çeviriyordu.
Yemek
Üretimi Müdürü vardı ve kendisi yemek üretimiyle demirciliği alakadar etmeyen
diğer endüstrileri kontrol ediyordu.
Kabine
Sekreteri vardı ve kendisi buradaki diğer liderlerin ilgi alanına girmeyen her
şeyden sorumluydu.
Konseyde
sırf Cüce halkının favori eğlencesi alkol olduğu için bulunan İçkicibaşı vardı.
Mağara ve
Maden Ustası, madencilik ve kaynak çıkarma konusunda çok güçlü ve nüfuzlu
biriydi.
Bir zamanlar
Tacirler Loncası isimli bir teşkilat vardı fakat tacir ve ticaret azlığından
ötürü Tacir Lonca Ustası unvanı artık dışişleriyle ilgilenen boş bir unvandı.
Sekiz kişi
işte bu kadardı.
Ainz yavaşça
herkesi süzdü. Yedisi ona dik dik baktı. En sonuncuları başkumandanın yüzünde
yorgun bir ifade vardı ve gözleri Ainz’inkilerle
buluştu.
Ainz sakin
görünmeye çalışıyordu fakat kalbi kargaşa içindeydi.
Hop! Onları
ayıramıyorum bile! Belki bazılarının diğerlerinden daha kısa sakalı vardır, ama
aşağı yukarı hepsi aynı boyda değil mi bunların? Bana yalan mı attı? Hayır,
söylediği gibi olmalı. Ne yapmalıyım?
Zenberu’nun onları birbirine benziyormuş gibi hatırlıyordu ve Ainz
en başta bunun sebebinin Kertenkeleadamların bütün Cüceleri aynı görmesinden
ötürü olduğunu sandı. Zenberu’nun yüz tanıma
yeteneğinin gelişmesi gerektiğini düşünmüştü. Ancak durum hiç de öyle değildi.
Senden şüphelendiğim için özür dilerim
Zenberu. Bunca zamandır bana doğruları söylüyormuşsun.
Bu dünyada
tanışır tanışmaz kartvizit vermek gibi bir adet yoktu ve bunun yokluğunu çok
çekiyordu. Ainz bugün de bu yokluğu çekiyordu ve tüm gücünü karnında topladı.
Sırada
çoktan birkaç kez yaptığı bir sunum vardı. Arkasında iki muhafız ve astının
astı vardı. Onların karşısında kendisini aptal konumuna düşüremezdi.
...Keşke
üçünü de getirmeseydim...
Ancak
pişmanlığı önemsizdi. Dönüşü olmayan bir karar verilmişti.
(Çeviri
Notu: Alea iacta est)
Kendini buna
hazırlamasına rağmen diyalogun başlayacağına dair en ufak bir iz dahi yoktu.
İçeri girmesinin üstünden bir dakika geçmesine rağmen sessizlik devam ediyordu.
Neler
oluyor? Normalde bir ekip, öncelikle çalışanlarını tanıtır, değil mi?
Başkumandanın bizi tanıştırması gerekmiyor mu? ...Yoksa ilk hamleyi ben mi
yapsam? Saray adab-ı muaşeretine pek hakim değilim ve hırbo gibi görünmek
istemiyorum.
Saray adab-ı
muaşeretine göre alt sınıftakiler kralla doğrudan konuşamaz. Doğrudan temasa
geçmek için önce izin falan almak lazım. Başka bir deyişle kral, dokunulamaz
bir varlıktı. Bu yüzden eğer konuşmayı Ainz başlatırsa, Cüceler ona tepeden
bakar mıydı?
Cücelere
baktıktan sonra cevapları evet miydi yoksa hayır mıydı?
Ülkenin
durumuna ve yaptığım hareketlere bakılırsa, kimsenin beni hakir göreceğini
sanmıyorum. Eğer öyle bir şey olursa, onlar gibi hödüklerle pazarlık
yapmayacağımı söyler geçerim.
Kararını
verdikten sonra Ainz harekete geçti.