Overlord
Ayaz Ejder Lordu- 21
Konsey
Odası sabahtan beri gürültülüydü, ama son haberleri aldıktan sonra ─ sessizleşmişti.
Eğer
birbirlerine sarılıyor olmasalardı, saçlarını başlarını yolarlardı. Odadaki tek
bir Cüce bile sakin kalamazdı.
Ardından
biri konuştu.
“...Geri
döndü.”
“Vay
canına... Bu çok çabuk oldu. Gerçekten Kraliyet Başkentini geri mi aldı?”
“...Onda
kabahat bulmaya mı çalışıyorsun?”
“Sen
ne kadar cesur birisin, Kraliyet Sarayındaki Ejder yuvasının kontrolünü ele
geçirdikten sonra geri dönen canavara ─ hayır, yüce
varlığa ─ karşı çıkıyorsun. Efsanelerdeki kahraman kral
cesursun resmen. ...Bu arada lütfen ona hepimizin Majestelerine başından beri
inandığını söyle.”
Ulağa
göre Ejderin sırtında geri dönmüştü.
Ejderler
çok güçlüydü, bu yüzden de çok gururluydular. Bu yüzden birinin nasıl öyle bir
varlığa boyun eğdirebildiği konusuna çok ilgiliydiler.
En
bariz açıklama, ona iş birliği yaptırmak için büyü kullandığı olurdu. Ancak
Büyücü Kral’ın eşi benzeri olmayan gücü göz önünde
bulundurulunca, Ejdere gücüyle boyun eğdirmiş olabilmesi de gayet makuldu.
Hatta
ikincisi daha mantıklıydı. Büyücü Kralın, Ejderlere boyun eğdirmek için
herhangi bir büyü yapmasına gerek yoktu. Bir Ejderin karşısında boyun eğdiği
absürt bir manzarayı düşünmek bile, ona hiç tuhaf gelmiyordu.
Yemek
Üretim Bakanı derin bir nefes aldı ardından herkese dik dik baktı.
“O
hâlde şimdi ne yapalım? Zamanımız kalmadı, değil mi? Majesteleri geri döndü.
Eğer onunla hemen buluşmazsak başımız belaya girecek. Yani Dökümcübaşı
konusunda hemen bir karar vermemiz gerek!”
Dökümcübaşı,
Büyücü Kralın ona emanet ettiği metal cevherle birlikte ülkeyi terk etti.
Başka
bir ülkenin bir şeyler yapmamız için verdiği eşyayla ülkeyi terk etmenin
affedilemez bir şey olduğunu söylememe gerek bile yok.
Bu
kara leke, Cüce ulusu diğer ülkelerle anlaşma yaparken görünecek.
Demircilik
yeteneklerine güvenerek ticaret yapan bir ülke için hayati bir darbe bu.
Kim
böyle kötü şöhretli bir ülkeyle iş yapar? Daha da kötüsü, eşyayla kaçan kişi
sıradan bir demirci değil, ülkeyi yöneten kişilerden biri. Bu, ülkenin perde
arkasından yönetildiği şeklinde bile yorumlanabilir.
Bunun
sonucunda yaşanacakları hayal edince, eğer onu bulamazlarsa ne yapacaklarını
tartışarak aramaya başladılar.
Ancak
kimse Büyücü Kralın onları affedeceğini düşünmüyordu.
“...Hâlâ
o cevherle kaçtığına inanamıyorum...” diye mırıldandı
Kabine Sekreteri, ancak bu sözlerin hiçbir anlamı yoktu. Artık onlar için bir şey hissetme vakti
çoktan geçmişti.
Başkumandan,
Kabine Sekreterine soğuk soğuk baktı.
“O
hâlde şimdi ne yapalım? Cevherle kaçtığına şüphe yok. Ayrıca Dökümcübaşı
kaçarken gören şahitler de var.”
“...Büyücü
Kralın büyüsüyle yönetiliyor olabilir mi?”
Odayı
bir anda sessizlik kapladı.
Buradaki
kimse buna katıldığını söylemedi, hatta Başkumandanın sinirleri daha da
bozuldu.
“Bizden
biri olan dost bir Cüce tarafından işlenen bu suçu kabullenmek istemeseniz
bile, bizim geri alamadığımız Kraliyet Başkentini geri alan kişi hakkında böyle
laflar edenler, Cücelerin pislikleridir.”
“─Yapma
böyle başkumandan. Sen de biliyorsun ki aramızda en çok çözüm arayan ve en
yorgun olan oydu.”
“Bunun
yorgunlukla açıklanabilecek bir sorun olduğunu zannetmiyorum...”
“Böyle
yapıcı olmayan sohbetleri sonraya saklayalım başkumandan. Şu an daha önemli
mevzular konusunda kararlar almalıyız. Majestelerine hemen bildirelim mi?” İşleri erteleyip aramaya devam etmenin daha iyi olduğunu
düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?”
Tacirlerin
Lonca Ustası başını salladı.
“Bu
kötü bir hareket olur. İşin üstünü örtmeye çalışmamız sorun olur. Kendimizi
temize çıkarıp af dileyebiliriz. Ayrıca onu bulduk mu? Bana kalırsa şu an bir
büyülü hayvanın midesinde olabilir. Keşke cevheri geri alabilsek... Geri
zekâlı.”
Bu
bir dostu hakkında söylemesi gereken bir şey değildi, ama kimsenin Dökümcübaşına
karşı konuşmaması büyük bir sorundu. Milletin aksine başkumandan, onaylarcasına
başını salladı.
“Maalesef
kısa kılıcını da yanına almamış. Ama, ah, şey, eğer af dilersek... Affedilir
miyiz? ...Özür dilemekten başka bir seçeneğimiz de yok.”
“Özür
dilemek önemli, ama gerçekleri söylemek daha da önemli. Ve bunun sonunda da
istediği şartları kabul etmemiz gerek.”
Herkes
buna katıldı.
“Peki
bizden ne isteyecek?”
Cüceler
o cevherdeki metalin değerini bilmiyordu, bu yüzden değerini
hesaplayamıyorlardı. Bu yüzden nakit para ödemeyi öneremezlerdi. Eğer eşyanın
değerini olduğundan küçük görürlerse, Büyücü Kralı kızdırıp ilişkilerini
kurtarılamaz bir hâle getirebilirlerdi.
Bu
yüzden Büyücü Kraldan fiyat belirlemesini istemeleri gerekiyordu. Yine de
gerçekten para isteyecek miydi? Başka bir şey istediğini hayal edebiliyorlardı,
ama ne isteyeceğini düşünemiyorlardı.
“Aklıma
bir şey gelmiyor. Bir düşünelim ─ neleri
onaylayabiliriz? Hayır... Hangi isteklerini reddedebiliriz?”
“Öyle
bir şey yapabilir miyiz? Çok zor olur, değil mi? Bu şehrin tarihi değeri
olabilir, ama herhangi bir fiziksel veya büyülü ulusal hazinemiz yok.”
İblis
Tanrılar, Kraliyet Başkentinde kudurduklarında, Cüce kraliyet ailesinden tek
bir kişi sağ kalmıştı. Bu Cücelerin “Rün Demircisi
Kralı” olarak bilinen son Cüce kralıydı ve güçlü büyülü
eşyaları kendiyle birlikte götürdüğünden, ulusal hazine olarak değerlendirilebilecek
hiçbir şey kalmadı.
“...Oh!
Buldum! Kraliyet Başkentindeki Hazineye ne dersiniz?”
“Bu
konuyu daha önce konuştuk, değil mi? Bizim için Kraliyet Başkentini geri alan
adama böyle şeyler söylemek fazla ileri gitmek olur, ama yapabileceğimiz başka
bir şey de yok.”
Etrafına
bakındı, herkes onaylarmışçasına başını sallıyordu.
“...Umarız
Ejderler hazineyi yok etmemiştir.”
“Öyle
deme sakın. ...O hâlde Büyücü Kralı bu sefer kendi başına girmesi için davet
edelim.”
***
Ha? Bir kişi eksik. Ne
oldu?
Ainz
odaya girince Cücelerin yüzünde tuhaf bir ifade belirdi.
Aralarından
biri konuşuyordu ─ ama Ainz’e
göre hepsi birbirine benzediğinden, kimin kim olduğuna dair hiçbir fikri yoktu.
Bildiği tek şey bu konuşan kişinin kesinlikle başkumandan olmadığıydı. “Kraliyet Başkentini aldığınız için teşekkür ederiz” diye girdiler ve uzun uzun teşekkür ettiler, bu da Ainz’i yordu. Sonrasında tam hangi konudan bahsettiklerini
unutmuşken, başkumandanın ifadesi değişti.
“Ayrıca
sizden özür dilememiz gereken bir mevzu daha var Majesteleri. Majestelerinin
bize emanet ettiği cevher, Dökümcübaşı tarafından çalındı ve kendisi ülkeden
cevherle beraber kaçtı. Şu an kendisini arıyoruz fakat bulabileceğimizi
sanmıyoruz. ...Majesteleri bizlere cevheri ve güvenlerini sundu, ama böyle bir
olay yaşandı. Özür dilemeye nereden başlayacağımızı bilmiyoruz.”
Cüceler
aynı anda eğildiler.
Dürüst
konuşmak gerekirse, Ainz’in neler olduğuna dair hiçbir
fikri yoktu. Bu yüzden sordu:
“Öyle
bir şeyle ne yapabilir ki?”
Cevherle
kaçtı derken kastettiğiniz şey onu birisine sattığı falan mı? Cüce ulusunun
finansal açlığı, yöneticilerine görevlerini bıraktıracak kadar fazla mı?
Bir
anlığına Ainz, Cüce ulusunu gizli gizli yöneten bir oyuncu olduğunu söylemek
istedi. Ancak bir oyuncunun öyle bir cevhere ihtiyacı olmazdı. Bu insanlara
pozisyonlarını bıraktıracak kadar değerli bir cevher değildi, düşük seviyeli
oyuncular için bile değildi. O zaman oyuncunun astını ve güçlü konumunu elinde
tutması daha avantajlı olurdu.
“Bilmiyoruz.
Gerçekten bilmiyoruz. Hiçbirimizin böyle bir hareketin sebebine dair hiçbir
fikri yok.”
“...O
hâlde sonraki sorum: Peki ya istediğim zırh?”
Cüceler
birbirlerine baktılar.
