Overlord

29 Mart 2018
Çeviri: Berkan Karslı
Düzenleme: Sinan Saçoğlu
1740 Görüntülenme
Bu bölümü 14 Kişi beğendi.
Cilt 7

Örümcek Ağına Yakalanmış Kelebek - 3

Arwintar’ın taşlarla döşenmiş yollarının üstünden bir araba rüzgar gibi, hızla geçti.

Bu lüks arabayı çeken sekiz bacaklı bir hayvan olan Sleipnir’dı. İşinin ehli gibi görünen iki savaşcı ön platformda oturuyordu. Genellikle bagaj olarak kullanılan bölüm ise amacını değiştirmiş ve etrafı dikkatlice izleyen dört kişilik okçu ve büyücü grubu için oturağa dönüştürülmüştü.

Bu görüntü, çok iyi korunan seyyar bir kalenin güpegündüz yol almakta olması olarak tanımlanabilirdi. Ve tabii ki, içerideki yolcu olması gerektiği gibi yüksek statüdendi.

Arabanın üzerinde, üst üste yerleştirilmiş üç asaya benzeyen bir sembol vardı. Sadece bu sembole bakarak bile, belli bir seviyede bilgisi olan biri, içeride kimin olduğunu ve arabanın kime ait olduğunu söyleyebilirdi. Böylelikle, korumalar etrafı sürekli uyarmaları gerekmediğinden hiç ses çıkarmıyorlardı.

Arabanın içinde üç tane adam vardı, ve hepsi de büyücülerinkine benzeyen cübbeler giyiyorlardı.

Üçü de İmparatorluk çapında tanınan ünlü kişiler olmasına rağmen, kendi aralarında statü farkları vardı. Açık bir şekilde beyaz saçlı yaşlı adam aralarında en yüksek statüye sahip olandı.

Aynı Gazeff’in savaşcı olarak ün saldığı gibi bu adam da büyücü olarak ün salmıştı. Bu yaşlı adam İmparatorluktaki en güçlü büyücü, "Üçlü Sanat" Fluder Paradyne’ydi.

Fluder’in karşında oturan iki büyücü onun öğrencileriydi. İkisi de 4. seviyeye kadar büyü kullabiliyorlardı.

Öğrencilerden biri, İmporatorluk başkentinden yola koyulduktan sonra ağır atmosfere artık katlanamıyormuş gibi çekingen bir tavırla konuştu.

“Usta, majestelerinin emirleri hakkında ne yapmalıyız?”

Arabanın içinde yeniden bir sessizlik oluştu. Ağır atmosferin sebebinin bu konu olduğunu düşündükleri anda, Fluder derin ve sakin bir şekilde yanıtladı.

“Eğer majestelerinin isteği buysa, onun bir kulu olarak isteğini yerine getirmekten başka seçeneğimiz yok, araştırmalara başlayacağız. Lakin büyüsel yollarla araştırmak çok riskli. Arşivlere çalışarak mı başlamalıyız yoksa çağıracağımız bir şeytana mı danışmalıyız? Sonuç olarak, bilgi toplamaya ihtiyacımız var.”

“Sizin bile bilmediğinizi mi söylüyorsunuz, Usta?”

Fluder gözlerini kapattı ve birkaç saniye sonra tekrar açtı.

“Bilgim yetersiz. Bu güçlü iblis Jaldabaoth hakkında hiçbir şey bilmiyorum.”

Yaklaşık bir ay kadar önce, iblislerden oluşan bir grup Krallığın başkentine saldırmıştı. Elde edilen bilgilere göre, grubun lideri Jaldabaoth ve onun hizmetçileri başka bir boyuttan gelen korkunç varlıklardı.

İmparatorluk, iblis krizi yüzünden Krallığa her yıl yaptığı saldırısını askıya almıştı. Normal bir şekilde düşünülürse İmparatorluğun bu durumu lehine kullanması ve iblis istilasından bitkin düşmüş Krallığa saldırması gerekirdi.

Ancak, İmparatorluğun Krallığa karşı savaş açmasının iki nedeni vardı.

İlk sebep, Krallığın kaynaklarını tüketmekti. Sabit bir ordusu olan İmpatorluğun aksine, Krallığın ordusu çoğunlukla askere çağırılan halk tabakasından oluşuyordu. Krallık orduların kalitesi bakımından İmparatorlukla yarışamasa bile bu açığı asker sayıları ile kapatmak zorundaydı. İşte tam da bu neden yüzünden İmparatorluk, savaşı her zaman hasat zamanı başlatırdı, böylece askere çağrılacak çiftçiler ekinlerini toplamaktan alıkonulmuş olurdu. Bu Krallığın kaynaklarını azaltmak için uzun vadeli bir plandı.

İkinci neden ise İmparatorluk'taki asillerin gücünü azaltmaktı. Savaş zamanı, imparatora karşı olan asillere yüklenen özel vergiler ile paraları sömürülmekteydi. Eğer vergiyi reddederlerse bu hainlik olarak sayılabilirdi. Yani sonuç olarak ya vergiyi ödeyerek güç kazanmalarının önüne geçilecek ya da hain olarak damga yeyip öldürüleceklerdi.

İmparator Jircniv’e göre, savaştan bitkin düşmüş olan Krallığın çoktan yeteri kadar kaynağı azalmıştı, o yüzden bu sene kendi hallerine bırakılabilirlerdi. Asillere gelince, çoktan çoğunun sivri tırnaklarını köreltmişti.

Ancak, hala bir problem vardı.

Şeytan ünvanına yakışır eylemler yapan Jaldabaoth şimdi neredeydi? Ve böyle felaketler yaratan şey nasıl bir varlıktı?

Jaldabaoath’u araştırma görevinin, İmparatorluktaki en inanılmaz büyücü olan Fluder’e verilmesi oldukça doğaldı.

“Ve tabii ki Jaldabaoth’u yenmiş olan “Kara Kahraman” Momon ve onun takım arkadaşı “Güzel Prenses” Nabe. Ne kadar büyüleyici. Ve gizemli büyücü Ainz Ooal Gown. Tüm gizli kahramanlar harekete mi geçmeye başladılar? Belki de iki yüz yıl önce iblis tanrılarına karşı yapılan savaşa benzer şiddetli bir savaş bir daha olacaktır.”

“…Gerçekten böyle bir şey olacak mı?”

“Hiçbir fikrim yok, ama sadece bir aptal olaylardan sonra hazırlıklarını yapar. Önceden hazır olmak bilge bir adamın yapacağı şeydir.”

Araba sonunda gideceği yere vardı.

Geniş bir arazinin etrafı kalın, yüksek duvarlarla çevriliydi ve birkaç gözetleme kulesi etrafı olabilecek tehditlere karşı sürekli izliyordu. Pek çok seçilmiş - 8 taburun içinde en iyisi olan 1. şövalye taburundan seçilmiş -  şövalye büyücülerle takım halinde her zamanki devriyelerini gerçekleştiriyorlardı.

Gökyüzünde, direk olarak imparatordan emir alan, uçan hayvanlara binmiş İmparatorluk hava muhafızları ve hatta uçma büyüsü kullanan yüksek sınıf büyücüler vardı.

Burası İmparatorluğun kudretinin simgesi, ve eski imparatorların en çok emek harcadığı ve yatırım yaptığı yer olan Büyü Bakanlığıydı.

Şövalyeler için büyülü eşyaların yapıldığı, yaşam standarlarını arttıracak yeni büyülerin geliştirildiği yer, İmparatorluğun büyü bilgisinin özü buradaydı. Ve bunların hepsinin yönetiminden sorumlu olan adam – bazılarınca büyü bakanı olarak anılan – Fluder’di.

Araba alanın içine doğru hareket etti ve en sonunda en içteki kalenin önünde durdu.

Etraftaki çeşitli binalar içine sürekli girip çıkmakta olan insanlar burası için oldukça sıradan bir görüntü olmasına rağmen, bu kalenin içine çok nadir birileri girip çıkardı. Her ne kadar diğerlerine göre daha ıssız gibi gözükse de, girişteki güvenlik diğer binalardan farklı bir seviyedeydi.

İlk olarak, güvenlik olarak görevlendirilmiş şövalyelere bakıldığında, onlar bu alan içindeki heryerde görülebilecek olan 1. şövalye taburundan değillerdi.

Büyülü tam plaka zırh giyiyorlar, ellerinde büyülü kalkanlar tutuyorlar ve bellerinde büyülü silahlar asılıydı. İmparatorluk simgesinin işlendiği kızıl pelerinleri bile büyülü bir eşyaydı.

İşlenmiş büyü o kadar güçlü olmamasına rağmen, bu ekipmanlar normal şövalyelerin giymeyi bile hayal edemeceği şeylerdi, hatta İmparatorlukta bile.

Bu şeçkin şövalyeler direk imparatorun emri altındaki İmparatoluk Kara muhafızlarıydı.

Hemen yanlarındaki büyücülerin ise bu şövalyelerden altta kalır yanı yoktu. Tecrübeli ve savaşta yetenekli oldukları yaydıkları atmosferden anlaşılıyordu.

Ve dahası da vardı. Dört adet 2.5 m boyundaki taş golem de girişi koruyordu. Dinlemeye ve yemeğe ihtiyaçları olmadığından güvenlik için oldukça uygunlardı.

İmparatorun korunma seviyesi ile yarışabilecek güvenliğe sahip bu yere, sadece 3. seviye büyü çalışmalarının neredeyse sonuna gelmiş büyücüler, özel izne sahip olanlar ve büyü araştırmaları konusunda uzman olan büyücülerin girmesine izin verilirdi.

Olabilecek en saygılı biçimde kendisini selamlayan şövalyelere ve büyücülere eliyle kibar bir şekilde karşılık verdikten sonra, Fluder kalenin içine girdi. Düz bir yoldan ilerledikten sonra kase biçimli bir alanın üstüne ulaştı. Pek çok büyücü burada aceleyle çalışıyordu. İçlerinden en yüksek rütbeye sahip olanı Fluder’i görünce hızlıca ona yöneldi.

“Bir sorun var mı?”

“Rapor edecek bir şey yok, Usta.”

Öğrenci yutkunduktan sonra, iyi ve kötü haberler içeren bir cevap verdi.

Fluder yüzünde karışık bir ifade ile kafasını sallayarak bizzat eğittiği - 30 şeçilmiş öğrenci olarak bilinen – öğrencilerine baktı. İçlerinde en ünlü olanı buranın sorumlusuydu.

“Demek öyle, öyleyse işlemi doğal bir şekilde gerçekleştirmeyi başaramadık mı?”

“Evet, usta. En düşük seviye ölümsüz olan iskeleti doğal yollarla oluşturamadık. Şimdi zombi yaratbilmek umuduyla cesetleri yerleştiriyoruz.”

“Hmm..”

Fluder, beyaz sakalını okşarken önünde olan çalışmaları izledi.

Çiftçilikle uğraşan düzinelerce iskelet vardı.

Çıpayı kaldırıp toprağı eşeliyorlardı, hareketleri o kadar simetrikti ki onlara yandan bakan biri sanki sadece bir islelet varmış gibi görebilirdi. Hareketleri o kadar senkronizeydi ki, tıpkı taktiksel bir RPG oyunu gibiydi. Bu İmparatorluğun gizli olarak yürüttüğü büyük projesi olan “ölümsüzleri işçi olarak kullanma” planının bir parçasıydı.

Ölümsüzlerin, yiyeceğe ihtiyaçları yoktu ve asla yorulmazlardı. Düşük seviye ölümsüzlerin ise bilinçleri de yoktu bu yüzden fazla detaylı olmayan emirleri uygulamak için oldukça uygundular.

Ölümsüzlere çiftçilik görevi vererek oldukça büyük kazançlar sağlanabilirdi, örneğin gerekli insan gücünü azaltarak üretim maliyetleri büyük oranda azaltılabilir, böylece tarım arazileri genişletilerek üretim büyük oranda artırılabilirdi, ayrıca insanların yaralanma ve ölümlerinin önüne geçilmiş olurdu. Yani özetle bu projenin muhteşem olduğu rahatlıkla söylenebilirdi.

İnsan gücü olarak golemleri kullanmak ya da canavar çağırmak da düşünülmüştü, ancak giderler, verimlilik ve uygunluk göz önüne alınınca en iyi yöntemin ölümsüzleri kullanmak olduğu açıkça ortaya çıkmıştı.

Ama buna karşı — özelikle rahipler tarafından yönetilen gruplar — yaşamdan nefret eden ölümsüzleri kullanmanın, ölülerin ruhlarını yozlaştırdığı düşüncesindeydiler.

Tabii ki dinsel açıdan bakarsak durum daha farklıydı.

Bu işlem için suçluların cesetleri kullanılsa bile, dinsel öğretilere göre bu suçluların günahları idam edildikten sonra affedilirdi ve onları ölümsüze çevirmek büyük bir saygısızlıktı. Bu şekilde düşünenleri ikna etmek neredeyse imkansıza yakındı.

Eğer bir kıtlık olsaydı, belki onları ikna etmek daha kolay olurdu. Lakin İmparatorluğun yemek kaynakları boldu, ve işçi bakımından da bir sıkıntı yaşamıyorlardı.

İşte bu nedenlerle rahipler ölümsüzlerin kullanılmasına karşı çıkmaktaydılar.

Ancak, gerçekte bu projenin amacı İmparatorluğun askeri gücünü güçlendirmekti. Üretim kısmını ölümsüzlere bırakmak ve bir çok alandaki insan gücü ihtiyacını karşılamak mükemmel şövalyeler olabilecek insanların önünü açacaktı.

Geriye kalanlar ise, iş güvenliği konusunda insan işçilerinin tedirginliği ve ölümsüzlerin itaatiyle ilgili kuşkulardı. Sonuçta durduk yere çıldıran bir ölümsüz büyük felaketlere yol açabilirdi. Ayrıca büyük miktarda ölümsüzün olduğu yerde ölüm ve yaşam arasındaki denge bozulabilir ve bu da çok daha güçlü ölümsüzlerin oluşmasına neden olabilirdi. Bunlar rahiplerin vaazlarını dinleyen insanların huzursuzluğunun başlıca sebepleriydi.

Fruder’in yönettiği bu kurum ise bu tür endişeleri ortadan kaldırmak ve araştırmalar yapmak için vardı.

“Temel neden hala belli değil, huh?

“Evet, en içten özürlerimi sunuyorum, Usta.”

Ölümsüzler neden doğal bir biçimde oluşuyordu. Bunun ana nedenini bulmak gelecek için oldukça önemliydi.

Yıl boyunca sisle kaplı olduğu söylenen ve sadece İmparatorluk ile Krallığın yıllık savaşları sırasında bu sisten arınan, Kattze Ovaları denilen lanetli bir yer vardı. Büyüye karşı bağışıklığı olan İskelet Ejderhası gibi en güçlü ölümsüzlerin bile, inanılmaz derecede yüksek bir olasılıkla ortaya çıktığı yerdi.

İmparatorluğun, E-rantel çevresini kendi topraklarına katma isteği olsa da, bu kadar çok ölümsüz oluşan toprakları almaya isteksizdi. Bu yüzden bir ölümsüzün oluşmasının ne kadar zaman aldığını bulmak onları kontrol etmek için önemli bir faktordü. Hatta belki ölümsüz oluşumunun komple önüne geçebilirlerdi.

“Öyle mi, anladım.”

Fluder yardımcısını arkasında bıraktıktan sonra, kase şeklindeki odanın içinde yürümeye başladı.

Zıt yöndeki kapıya ulaştığı zaman Fluder’in arkasındaki öğrenci sayısı da artmıştı.

Önlerindeki kapı onu koruyan şövalye tarafından açıldı ve bir dizi insan içeri doğru yönelmeye başladı. Tıpkı en başta geçtikleri yola benziyordu ancak insanların varlığı burada çok daha azdı. Hava toz gibi kokuyordu ve öyle görünüyor ki ilerledikçe ışık karanlıkla olan kavgasını yavaş yavaş kaybediyordu.

Oldukça ürpertici bir atmosfere sahip olan yol sonunda aşağı doğru olan sarmal şekildeki merdivenlere ulaştı. Yol boyunca kapıları geçtikçe, botlarının takırtılarından kaynaklanan yankılanma sesi daha da arttı. Sadece beş kat aşağı inmişlerdi ama ağır atmosfer sanki çok daha fazla inmişler gibi hissettiriyordu.

Bunun nedeni sadece yerin altına doğru hareket etmeleri değildi. Hepsinin yüzünde tedirginliklerinden kaynaklanan gergin bir ifade vardı, Fluder’in yüzünde bile.

En aşağı kata geldiklerinde yüzlerindeki gergin ifade çok daha belirginleşti, hatta o kadar ki ölüm kalım savaşı vermeye hazırlar demek yanlış olmazdı.

Herkes ilerideki ağır kapılara odaklandı, kapılar başka bir dünyaya açılıyor gibiydi. Yıkılmasını ya da kolayca açılması engellemek için güçlü fiziksel ve büyüsel güçlendirmelerle desteklenmişlerdi. Kesinlikle hasar almaları bile imkansız olmalıydı.

Bu kapılara bakan bir aptal bile ardında çok tehlikeli birşey olduğunu söyleyebilirdi. Aslında bu kapılar, tehlikeli bir durum olursa zaman kazanmak içindi, ayrıca bu alanı kalanından ayırma görevini de üstleniyorlardı.

Fluder öğrencileri katı bir ses tonu ile uyardı.

“Dikkati elden bırakmayın.”

Uyarı kısa ve netti, ne kadar korkunç bir şeyle karşılaşacaklarını açıkça belirtiyordu.

Onu izleyen büyücü içten bir şekilde kafasını salladı. Fluder bu uyarıyı buraya geldiği her seferinde tekrar ederdi. İçeride ne olduğunu herkesin bilmesine rağmen, sanki ilk kez karşılaşıyorlar gibi hepsi tedirgindi.

Buraya hapsedilen şey en yüksek seviye bir ölümsüzdü. Eğer serbest kalırsa, İmparatorluğun üzerine büyük bir felaket çökeceğinden hiç kimsenin kuşkusu yoktu.

Büyücüler korucuyu büyülerini yapmaya başladılar, bu büyüler sadece fiziksel savunma için değil, aynı zamanda zihinsel savunma içindi. Hızlı bir hazırlık aşamasından sonra, Fluder öğrencilerine baktı ve son bir kez hepsinin zihinsel olarak iyi durumda olup olmadıklarını kontrol etti.

Kafasını salladıktan sonra kapıyı açmaya yarayan büyüyü yaptı.

Büyünün gücü ile ağır kapı yavaşça ‘gong’ sesi ile birlikte açıldı.

Açıldığı anda kapkaranlık olan içeriden, ilikleri donduracak kadar soğuk bir hava dışarı doğru akın etti. Öğrencilerin çoğu soğuk yüzünden omuzlarını silkti. Hava değişikliğine karşı koruyan büyülü itemler bile, yaşamdan nefret eden bu şeyin yaydığı atmosferden onları koruyamıyordu.

Öğrencilerden biri sesli bir biçimde yutkundu.

“Hadi gidelim.”

Fluder’in sesine cevap olarak öğrenciler odadaki karanlığı uzaklaştıracak birçok büyülü aydınlatma ışığı yarattılar. Ortaya çıkan karanlık sanki ışıktan kaçıyormuş gibi karanlıkta kalan diğer yerleri daha da karanlık hale getiriyordu, en azından öyle hissettiriyordu.

Öğrenciler Fluder’in önderliğinde ölüm atmosferinin yoğunlaştığı yere doğru hareket ettiler.

Işıkla beraber ilk göze çarpan şey tavana kadar uzanan devasa mezar taşı benzeri sütundu. Hemen sonra herkesin dikkati bu sütundan ziyade sütuna zincirlenmiş şeye odaklandı.

Baş parmaktan daha kalın olan zincirlerle tamamen bağlanmıştı. Zincirlerin uçları kayalarla sabitlenmişti ve büyük dökme demir topları tüm uzuvlarına bağlanmıştı.

Herhangi birinin böyle bir durumdan kaçması imkansız olmalıydı. Ancak, bu aşırı fazla engeller onun ne kadar dikkat edilmesi gereken bir düşman olduğunu gösteriyordu. İşte bu yüzden gruptan bazıları bu zincirleri görmelerine rağmen hiçbir rahatlama hissetmemişti. Hatta bazıları önlerinde duran bu korkunç varlığın bu zincirleri rahatlıkla kırabileceğinden neredeyse emindi.

Tüm vücudunu saran kara bir zırh giyiyordu, ancak bu zırh insanların giydiğinden oldukça farklıydı.

En çok öne çıkan özelliği devasa cüssesiydi. Boyu rahatlıkla iki metreden fazlaydı.

İkincisi ise giydiği kara zırhtı. İnsanlara kan damarlarını hatırlatan işlemeler ve şiddeti simgeleyen çiviler her yerdeydi. Şeytanlarınkine benzeyen boynuzları miğferinden uzanıyordu ve yüzü rahatlıkla görülebilirdi. Miğferin içindeki yüz çürümüş bir surattı, boş göz çukurlarının içinden parlak kızıl ışıklar, yaşayanlara olan nefretini ve katlima olan açlığını açıkça yansıtıyordu.

Bu yaşayan bişey değildi, ölüme ait olan bir şeydi. Zaten ancak ölüme ait olan bir şey yaşama karşı bu kadar nefret güdebilirdi.

“Ölüm... Şövalyesi.”

Buraya ilk kez gelen öğrencilerden biri efsanevi ölümsüzün adını mırıldandı. Efsaneler alemi ile bağlantılı bir varlık olduğundan, adı çok bilindik değildi.

Boş göz çukurlarındaki kızıl ışıklar daha da parladı, bakışları sanki önündeki büyücülere dokunuyordu. Hayır, bu kadar ani bir hareketin fark edilmesinin imkanı yoktu.

Ama, onları omurgalarına kadar titreten bu atmosfer, büyücülere sanki gerçekten dokunmuş gibi hissettirdi.

Buraya sadece 3. seviye büyücüler girebilirdi, bir grup seçkin, ama şimdi bu şeçkinler grubu çenelerinin titremesine engel olamıyordu.

Zihinsel hasara karşı korunuyor olsalar da korkmalarına engel olamıyorlardı. Aslında bu koruma büyüsünü yapmamış olsalar çoktan çığlıklar içinde kaçmış olurlardı.

“—İradenizi kontrol edin. Zayıf ruhlar ölüme kucak açar.”

Fluder, ölüm şövalyesine yaklaşırken öğrencilerini uyardı, buna karşılık olarak canavar, kana susamışlığını açığa çıkardı ve tüm uzuvları boyunca zincirlerini kırmak istiyormuş gibi hareket etmeye çalıştı.

Zincirler sanki inliyormuş gibi gıcırdamaya başladılar, ama vücudunu sadece birazcık oynatabildi.

Fluder ölüm şövalyesine doğru uzandı.

Büyülü bir ışık karanlığı geri itti ve Fluder’in okuduğu büyü geniş alanda yankılanmaya başladı. Fluder’ın orijinal büyüsü olan “6. seviye ölümsüz çağırma” nın geliştirilmiş versiyonuydu.

“—İtaat et.”

Büyü yapıldı. Fluder’in yumuşak sesi sanki çevre ile karışıyormuş gibi yankılanarak yavaş yavaş dindi.

Buna karşılık, ölüm şövalyesinin gözleri hala yaşama karşı derin bir nefretle doluydu, herhangi biri büyünün işe yaramamış olduğunu bu gözlere bakarak söyleyebilirdi.

“Hala onu kontrol edemiyoruz, huh?”

Fluder’in sesi pişmanlıkla doluydu. Beş yıldan beri bu ölümsüz üzerinde herhangi bir kontrol sağlayamamıştı.

Bu canavar, ölümsüzlerin sık sık dolaştığı Kattse Ovalarında keşfedilmişti.

İmparatorluk şövalyelerinden oluşan bir takım onunla karşılaşmıştı. Daha önce hiç görmedikleri bir ölümsüz türü olmasına rağmen, görevlerinin bir parçası ölümsüzleri temizlemek olduğundan onunla yüzleşmişlerdi. Hemen ardından bu canavarla aşık atamacaklarını anlamaları pek uzun sürmemişti. Güçleri ve disiplinleri ile bilinen İmparatorluk şövalyelerinin yüzlerini tamamen korku ve umutsuzluk kaplamıştı.

Aşırı derecede tek taraflı bir mücadele — rakip çok güçlüydü.

Pek çok şövalye sanki birer çimmiş gibi biçildikten sonra, şövalyeler güçlerinin sınırını anlamış ve geri çekilmişlerdi.

Ve elbette, böyle bir canavarı orada tek başına bırakamazlardı, özellikle de onunla şavaşırken ölen şövalyelerin birer zombiye döndüğünü gördükten sonra. Eğer yeterli zamanı olursa neden olacağı hasarı tahmin etmek pek de zor değildi.

İmparatoluktaki uzun süren tartışmalardan sonra imparator en güçlü silahlarını bu problemi çözmesi için göndermeye karar vermişti, Fluder ve öğrencileri.

Ve sonunda ölüm şövalyesi ele geçirilmiş, Fluder ve öğrencileri büyük bir başarı kazanmışlardı. Ama bu zaferin tek nedeni ölüm şövalyesinin uçma büyüsüne karşı çaresiz olmasıydı. Basitçe yukarıdan, yani canavarın ulaşamadığı yerden sürekli ateş topları yollanarak ölüm şövalyesinin hareketlerini yavaşlatmış ve onu yenmişlerdi. Canavarın gücünden etkilenen Fluder, onu yakalamış ve bu yere getirtmişti.

Şu anda, birçok büyü, büyülü item ve methodla bağlıydı. Fluder bu ölüm şövalyesini kontrol etmek istediği için, ölümsüzleri kontrol etmelerini sağlayacak her türlü yolu denemişlerdi.

“Ne yazık… eğer onu kontrol etmeyi başarabilirsem o büyücüyü bile geçer ve tarihteki en iyisi ben olurum.”

On üç kahramandan birini, necromancer Rigrit Bers Coural’ı geçmek. Onun seviyesini ve sınırlarını aşmak.

Aslında Fluder’in güç kazanma ile ilgili bir takıntısı yoktu. Onun peşinde olduğu şey, büyünün sonsuz uçurumuna dalıp onu tamamiyle anlayabilmekti. Rigrit’i geçme isteği sadece asıl amacı için önündeki bir hedefti.

Ama öğrencileri bunu bilmiyorlardı ve onu avutmaya çalıştılar.

“Bence o kahramanı çoktan geçtiniz.”

“Bu doğru. On üç kahraman mazide kalmış bir kalıntı. Eminim yeni büyü tekniklerinin zirvesindeki Ustaya karşı kazanamazlar.”

“Bende ustanın on üç kahramanı çoktan geçtiğini düşünüyorum. Eğer ölüm şövalyesini kontrol edebilirse, İmparatorluk muazzam bir şavaş gücü kazanacaktır.”

“Tek bir kişinin gücünün, çoğunluğun gücünü asla yenemeyeceğini söylerler, ama bunu nedeni o kişinin gücünün hala çok zayıf olmasıdır. Bu ölüm şövalyesi gerçekten en güçlü varlık.”

Bunları söylerken hiç kimse — ölüm şövalyesi hariç — en önde duran Fluder’in yüzünde oluşan küçümseyici sırıtmayı göremedi.

“Ustanın bile kontrol edemediği... bu ölüm şövalyesi. Ne kadar güçlü ki?”

“Bunu… henüz bilemiyoruz. Teorik olarak kontrol edilebilmesi gerekiyor. İçinizden birinin hangi konuda eksik olduğumuz hakkında herhangi bir fikri var mı?”

Sorunun ardından bir sesizlik oldu, cevap gelmedi.

Ölümsüzler büyü ile kontrol edilebilirdi, ama şimdiye kadar bunu başarabilen tek kişi on üç kahramandan biriydi. Fluder yüksek seviye ölümsüzleri kontrol edebilecek kadar güçlüydü ve önünde duran ölüm şövalyesini de kontrol edebiliyor olması gerekirdi.

Ama bu sadece bir teoriden ibaretti ve ölümsüzleri büyü ile kontrol etmek oldukça karmaşık işlemler gerektiriyordu. Temelde ölümsüzlerin kontrolü ve yok edilmesi tanrının gücünü kullanarak rahipler tarafından yapılmalıydı. Tanrı'nın gücü yerine büyü kullanıldığında, her türlü problemin ortaya çıkması doğaldı.

“Ustaya saygısızlık yapmak istemem…”

Öğrencilerden biri ağır bir tavırla konuştu, ardından Fluder konuşmasına devam etmesi için el işareti yaptı.

“Belki de Usta yeterince güçlü değildir? Belki de bu ölüm şövalyesi 7. seviye ya da daha üstü bir büyüyle çağırılmıştır.”

“Bu iyi bir gözlem.”

“Maceracıların canavarlara zorluk seviyelerine göre puan verdiğini duymuştum. Bunu kullanmaya ne dersiniz?”

“Ama o yöntemin ölçüleri çok belirsiz. Canavarın boyutunu ve yaşını bile hesaba katmıyorlar.”

Başka bir öğrenci konuştu.

“Verdikleri puanlama yine de gerçeklerden o kadar da uzak olmamalı. Bilinmeyen canavarlar hariç tabi. Sonuçta sundukları şey maceracıların deneyimleri ile oluşan birikimler.”

“Bu ölüm şövalyesi gibi efsanevi bir canavar için anlamsız olmaz mı?”

“Bu arada usta, sayısız canavarın tarihçesini anlatan gizli kitap böyle bir canavardan bahsediyor mu?”

“Hayır.” Fluder, sakalını okşadı. “Zaten Eryuentiu’dakiler hariç, topluma açık olan versiyonları işe yaramaz.”

Başka bir öğrenci daha soru sordu. Sesi yumuşaktı, ama sessiz odada kulağa yüksek gibi geliyordu.

“Eryuentiu nedir?” 

“Bir şehrin adı değil mi?”

“Bunu duymuştum. Ama ne kadar da tuhaf bir isim.” 

“Ahh... zamanında bakmıştım. Eski bir dilde “dünyanın merkezindeki ağaç” anlamına geliyor.”

Fluder, sıradan bir şekilde konuşan öğrencilerini susturmak için asasını yere vurdu. Burası efsanevi bir canavarın tutsak edildiği bir yerdi, küçük bir ihmalkarlık bile felaketle sonuçlanabilirdi.

Ustalarının uyarısına uyarak odaya yeniden sessizlik hakim oldu. Geriye kalan tek ses ölüm şövalyesinin zincirlerini koparmaya çalışırken çıkardığı seslerdi.

“Maalesef yapabiliceceğimiz birşey yok, en azından bu günlük. Hadi gidelim.”

“Evet, Usta.”

Öğrenciler sırayla hocalarını onayladılar, ardından Fluder ölüm şövalyesinden uzaklaşmaya başladı.

Fluder’in bile buraya gelirken ve ayrılırken ki attığı adımlar birbirinden tamamen farklıydı, arkasındaki ölüm şövalyesinin bakışları onu istemsizce hızlandırmıştı. Aynı şey öğrenciler için de geçerliydi.

Yürümeye devam ederken Fluder, daha önce konuşulan konuyu hatırladı.

“Eryuentiu.”

Sekiz Açgözlü Kral tarafından kurulan ülkenin başkenti ve aynı zamanda geriye kalan son şehri. Çok güçlü büyülü ekipmanlarla donanmış otuz gardiyan tarafından korunan bir şehirdi.

Fluder, Sekiz Açgözlü Kraldan kalan büyülü bir iteme sahip olursa, büyü yeteneklerinin bir başka düzeye yükseleceğinden emindi. Ama ssla başkalarının eline düşmezlerdi, ve bunun tek istisnası on üç kahramanın yanlarına almalarına izin verilen birkaç büyülü itemdi.

Fluder’in kalbinde kara bir alev yandı.

On üç kahraman eskinin kahramanlarıydı. Fluder artık onlara rahatça rakip olabilecek güçteydi ama yine de o eşyaları kullanmasına izin verilmemişti. Onda eksik olan şeyin ne olduğunu anlamıyordu.

Fluder içinde titreyen alevleri dindirdi ve kendini teselli etti. Şu anki durumu ve başardığı şeyler on üç kahramanın başarılarıyla eşitti. Hayır, İmparatorluğun büyücülerinin kalplerinde, Fluder onları çoktan aşmıştı. 

Ama kıskançlığın karanlık alevleri bu kadar kolay söndürülemezdi. Güçlerini, yeteneklerini ya da kuvvetlerini kıskanmıyordu, ondan önce büyünün derinliklerine bakma şanslarını kıskanıyordu. 

Fluder en iyi büyücüydü. Bu herkes tarafından kabul edilen bir gerçekti, ve onunla karşılaştırılabilecek tek şey geçmişin on üç kahramanıydı. Ancak, ölüm şövalyesine hükmedemiyordu, ve sadece  —söylentilere göre — on büyü katmanının altıncı katmanına kadar kullanabiliyordu. 

Büyünün derinliklerine ulaşmaktan çok uzaktı. 

Ve yaşlıydı. 

Fluder, Büyücülüğün Yasak Sanatlar sistemlerinden birini kullanan bir zihinsel büyü büyücüsüydü. Yasak olan büyüleri kullanarak, yaşlanmasını durdurmuştu. Elbette, Fluder’in eğitim seviyesi göz önünde bulundurulduğunda bu karmaşık bir büyüdü, ama ritüel ve büyülerden oluşan bir kombinasyon kullanarak bunu zorlamıştı. 

Ancak, imkansızı mümkün kılma yönteminin bir kusuru vardı. Büyüyü mükemmel bir şekilde yaptıktan sonra artık yaşlanmaması gereken Fluder, hala yavaş yavaş yaşlandığını hissedebiliyordu. 

Şimdilik idare edebilirdi, ama zamanın geçişiyle, sonu bir gün gelecekti. 

Doğru. Fluder büyünün derinliklerini göremeden ölecekti. 

Eğer ondan önce başka biri bunu yapmış olsaydı, bu aşamaya daha erken varabilirdi, ama öncekilerin yokluğuyla, kendi yolunu açmak zorunda kalmıştı. 

Fluder etrafındaki öğrencilere baktı. 

Fluder olarak bilinen figürün döşediği yolda yürüyorlardı. 

Kıskançlığın alevlerine eklenen yakıtla ateş daha da parlak bir şekilde yandı. 

O, buradaki herkestendaha yetenekli kişi, öğrencilerinin şu anda bulunduğu yere ulaşmak için ne kadar zaman harcamıştı? Hayır, bunu düşünmeden bile, kesinlikle buradaki öğrencilerinden daha yaşlıydı. Öğretilen biri ve yolu açan öncü, aralarındaki fark ne kadar genişti. 

Neden onun bir ustası yoktu? 

Fluder düşünce tarzını değiştirmeyi denedi. 

—Bu da iyiydi. Adını tarih kitaplarında bir öncü olarak bırakmak. Fluder'den sonra yeni zirvelere ulaşan büyücüler başarıları için Fluder'e teşekkür etmeliydiler. Öğrencileri onun hazineleriydi. Eğer benden daha büyük biri olursa, benim gücüme atfedilirdi — 

Bunu düşünürken, Fluder eski bir öğrencisini hatırladı. Eğer o kız olsaydı, ne kadar ilerleyebilirdi? 

“—Arche Eeb Rile Furt.” 

Mükemmel bir çocuktu. Öyle genç bir yaşta 2. kademe büyüleri öğrenmişti ve 3. kademeye çok yaklaşmıştı. Eğer devam etseydi, bir gün sonunda Fluder'in seviyesine ulaşabilirdi. Ama sonuçta, öğrenciliği bırakmıştı… 

O zamanlar, sadece bunun ne kadar aptalca ve hayal kırıklığı olduğunu düşünmüştü. 

“Ne yazık.” 

Belki de büyük bir potansiyelin uzaklaşmasına izin vermişti. 

O çocuk şimdi nerede? Onu aramayı düşündü. Eğer 3. kademe büyüleri kullanabilirse, onun için belli bir statü garanti etmek mümkündü. 

Öyle olabilirdi, yine de şu anda yapması gereken bir işi vardı. 

Fluder kodu söyledi ve ağır kapı açıldı. 

Çıktıktan sonra, çevresindeki öğrenciler aynı sıklıkta derin nefes alıyorlardı. Ölüm şövalyesinin aurasının durduğu hava çok ağırdı. Eğer bunu yapmasalardı, dayanılmaz olurdu. 

“Usta!” 

Alçak ve sert bir ses duyuldu. Bu onun öğrencilerinden biriydi. Ünlü bir maceracı. Tecrübesinden dolayı, Büyü Bakanlığı içindeki güvenlik bölümünün müdür yardımcılığına atanmıştı. 

“...Sorun ne? Bir sorun mu var?” 

“Hayır, hiçbir sorun yok, sadece bazı adamantium seviye maceracılar Ustayla görüşmeyi talep ediyorlar.” 

Fluder adama garip bir şekilde baktı. 

Randevu almamışlardı. İmparatorluğun en iyi büyücüsü olarak, Fluder'ın araştırmaları haricinde başka türlü görevleri de vardı, ve çok meşgul bir adamdı. Birisi onunla görüşmek istediğinde, sadece kafasını sallardı. Sadece İmparator istediği zaman Fluder’i görebiliyordu. 

Böyle olabilirdi, ama yine de onları reddetmek için çok erkendi. Adamantium seviye maceracılar kahramanlardı, göz ardı edilebilecek insanlar değillerdi. Bu durum Fluder için de aynıydı. Nadir eserler elde edebileceği birkaç kaynaktan biriydiler, bu yüzden onlara normal insan muamelesi yapamazdı. 

“"Gümüş Kanaryalar" dan onurlu bir ziyaret mi? Ya da "Sekiz Dalga" dan değerli konuklar mı?” 

İmparatorluktaki iki adamantium seviye maceracı takımının isimlerini sıraladı. 

Ama öğrenci başını iki yana salladı. 

“Hayır, "Karanlık" olarak bilinen iki kişilik bir takım. Adamantium plakalarını kanıt olarak gösterdiler.” 

“Ne!?” 

Krallıktaki ünlü maceracı takımı "Karanlık". Sadece iki kişiyle, çok sayıda kahraman seviyeli görev başarmışlardı. Hatta Kraliyet başkentindeki kriz sırasında Jaldabaoth ile savaşıp onu yenmişlerdi. 

Neden böyle figürler onu ziyarete gelmişlerdi? Birkaç sorusu vardı, ama yüksek kademe büyücü ‘Güzel Prenses’ ile büyü hakkında tartışma fikri şüphelerini dağıttı. 

Ancak, imparatorun bir kulu olarak, hala efendisi Jircniv tarafından kendisine verilen görevi hatırlıyordu. 

Onlarla görüştükten sonra bunu sorabilirdi. Bunu düşünürken, Fluder öğrencisine cevap verdi.

“Lütfen misafirlerimize yolu göster. Hazırlandıktan sonra hemen orada olacağım.” 


Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
ramazan (64 puan) Üye
2021-02-19 02:14:55
Emekleriniz için teşekkürler.
maahhaam (4749 puan) Üye
2021-01-16 18:26:14
Çeviri için teşekkürler
Vampire (369 puan) Üye
2019-01-04 15:52:55
Güzel bölümdü teşekkürler