Overlord
Katliam - 5
İmparatorluk ordusu saflarından gıcırtı şeklinde bir ses
yükseldi.
Askerler tir tir titrediği için zırhlardan bu sesler
çıkıyordu ama bu hâllerinin de gayet makul bir nedeni vardı.
Büyücü Kral böylesi korkunç bir çağırım büyüsü yaptıktan
sonra keyifle kahkahayı basmıştı. Bu kahkahayı işiten herkesin tüyleri diken
diken olmuştu.
İmparatorluk şövalyelerinin her birinin aklından aynı şey
geçiyordu.
İçten içe Ainz Ooal Gown’un öfkesini kazanmamayı
diliyorlardı.
***
Erler, Ainz'in arkasından yalvarırcasına dualar ederken Ainz
bir sonraki adımına geçti. Yeterince icraat gösterdiğine inansa da keyfi
yerinde olduğundan garanti olsun diye İmparatorluk Orduları'nın bir kısmını
daha yok etmenin daha iyi olacağını düşündü.
Bu sefer ise amacı; üstün seviye büyü kullanıcısı olan Ainz
Ooal Gown'un, yani kendisinin kudretini ovada toplanmış uluslara göstermek idi.
Aslında bu amaç çoktan gerçekleşmişti fakat insanların
gözünün, çağırdığı hizmetkârlarından kayması yazık olurdu.
Cidden ama, o kadar
çağırmışken ilgi görmemeleri yazık olurdu.
Ainz şöyle bir sırıttı.
Dili olsaydı şayet, beklenti içerisinde dudaklarını yalıyor
olurdu.
YGGDRASIL'de tecrübe edemediği bir hazzı, aynı anda beş Kara
Oğlak’ı kontrol etme hazzını yaşıyordu
"Aman ya, deneyelim bakalım. Biricik kuzularım, düşmanlarımıza
hezimeti tattırın."
Kendilerini çağıran Ainz'den emri alır almaz Kara Oğlaklar
aheste aheste yürümeye başladılar.
Adımlarını hızlanadırmalarıyla oğlakların beş ayağı tuhaf
bir biçimde hareket etmeye başlamıştı.
Kıpır kıpırlar idi, lakin göze hitap ettiği söylenemezdi.
Hatta bu manzara karşısında gülmek işten bile değildi.
Tabii üzerine doğru gelmiyorlarsa.
Devasa bedenlerinin hafifçe hareket etmesiyle Krallık
ordularının üzerine hızla ilerleyen beş Kara Oğlak âdeta depara kalktı.
"Sahi, unutmadan... Üç kişiyi-- Yok yok, dört kişiyi
öldüremezsiniz. Onlara zarar vermenizi katiyen yasaklıyorum." Demiurge'nin
sağ bırakılmasını arzu ettiği üç kişiyi hatırlayan Ainz, Kara Oğlak'lara
zihinsel bir emir iletti.
♦ ♦ ♦
"Bu bir rüya mı yoksa?"
İnsan dışı varlıklardan ziyadesiyle uzaktaki Kraliyet
Ordusu'ndan bir er kendi kendine bunu mırıldandı. Cevabı almıştı bittabi.
Neticede herkesin gözü hemen burunlarının dininde gerçekleşen olaya
kilitlenmişti, dillerini yutmuş bülbüle dönmüşler idi. Ruhları söküp
çıkarılmıştı sanki.
"Hey, rüya görüyorum, değil mi? Başka türlüsü mümkün
değil ya?"
"Of ya, ne kâbusmuş bu da."
Soru ikinci kez sorulduğunda cevabı verebilmişlerdi lakin
seslerinden anlaşılan, gerçeklikten kaçmayı deli gibi istedikleri idi.
Mümkün değil.
Gördüklerime inanmak
istemiyorum.
Piyadelerin kafalarından bu fikirler geçiyordu. Aheste
aheste hareket edep şekiller gözlerinde giderek büyüse de... Yani bu insan dışı
varlıklar onlara anbean yaklaşsa da tanık oldukları gerçekliği kabul etmek
istemediler.
Sıradan canavarlar olsa silahlarına davranacak gücü
toplayabilirlerdi belki. Gelgelelim ordunun bir kanadının tamamı-70 bin asker-
göz açıp kapayıncaya dek katledildikten sonra beliren canavarlar, bilindik
sıradan canavarlarla aynı kefeye konamazdı. Tıpkı ilerleyen bir kasırgayı
izlemek gibiydi, tek bir kişi bile fırtınaya göğüs gerecek gücü kendinde
bulamamıştı.
Devasa, cins yaratıklar o kısa ve kalın bacakları üzerinde
dört nala koşmaya başlamış, muazzam bir hızda ilerliyorlardı.
"Mızraklarınızı kaldırın!"
Bir ses duyuldu.
Bu cırtlak, tiz ses ise bir soylunun ağzından çıkmıştı.
Gözleri kan çanağına dönmüş, âdeta ağzı köpürüyordu.
"Mızraklarınız diyorum! Kaldırın çabuk! Yaşamak
istiyorsanız mızraklarınızı kaldırın!!!"
Her ne kadar korkudan aklını yitirmiş ve ağzından çıkanlar
güç bela anlaşılıyor olsa da askerler yine de emri yerine getirmeyi
bilmişlerdi. İçten içe de bunun, alabilecekleri en iyi emir olduğunun farkındalar
idi.
Bir refleks ile hareket eden askerler mızraklarını kaldırıp
uygun bir şekilde konumlandırak sıkılaştırılmış bir mızrak hattı kuruyorlardı.
Mızrağın kıçını toprağa iyice saplamışlardı, böylece
düşmanlarının süratli akınları mızrakların başlarıyla oluşturulmuş çite
girmeleriyle kendilerine zarar verecekti.
İmparatorluk şövalyelerinin bu düzeni aşmaları neredeyse
imkânsız olsa da Krallık askerlerinin hâlâ sakin kalabildikleri akıllarının
ufak bir köşesinde, kavradıkları kürdan gibi mızraklarla ellerinden nelerin
gelebileceğini sorgulamışlar idi.
Karşılarındaki cins yaratıkların üzerlerine geldikleri hız
baz alındığında kaçma gibi bir seçenekleri yok denecek kadar azdı. Olağan
hızlarıyla kaçsalar dahi arkalarından gelen yaratıklar tarafından dümdüz
edilirlerdi.
Kendilerini yaratıkların saldırısını karşılamak için
hazırlamış olsalar da dört nala koşan yaratıkların yanlarından geçip gitmeleri
için dua ediyorlardı.
Uzaktan karınca gibi gözüken canavarlar Krallık ordusu ile
aralarındaki mesafeyi şimşek gibi kapamışlardı.
Yaratıkların görüntüsü gitgide büyürken kulakları sağır eden
toynak sesleri eşliğinde toprak titremeye başlamıştı. Erlerin kalp atışlarının
ise aşağı kalır bir yanı yoktu.
Kalplerinin göğüs kafeslerinden fırlayacağı hissine
kapıldıklarında devasa karartılar başlarına üşüşmüştü.
Kamyonun teki sıçan sürüsünün arasına dalıyordu sanki.
Kraliyet Ordusu neferleri, titremesine engel olamadıkları
elleriyle bir yığın mızrağı havaya kaldırdı. İyi de Kara Oğlaklar'ın kaskatı,
devasa bedenlerine karşı bir işe yarayacak mıydı? Bel bağladıkları mızrakları
Kara Oğlaklar'a çizik atmaktan öteye geçemeden kürdan gibi kırılıvermişti.
Kara Oğlaklar'ın devasa bedenleri Kraliyer Ordusu'nu altına
almış çiğniyordu.
Parça pinçik olmuş binlerce mızraktan havaya kıymıklar
fırlamıştı.
Karşı koyma bile denemeyecek kadar anlamsız bir direnişi
bozguna uğratmış olsalar da Kara Keçi'nin Kara Oğlakları da kendilerince
merhamet göstermişlerdi.
Kurbanları en azından hiç acı hissetmemişti.
Kara Oğlaklar'ın devasa bedenleriyle gerçekleştirdikleri
akınla birlikte yerle yeksan olmadan önce kurbanlarının acı hissini tatmalarına
dahi fırsat doğmamıştı.
Mızrakları tutan erler yine aynı şekilde sıkı sıkıya
kavradıkları mızrakların Kara Oğlaklar'ın devasa bedenleri tarafından tuzla buz
edildiğini görememişlerdi bile. Son gördükleri şey, üzerlerine gelen karatılar
idi.
Semayı ardı arkası kesilmeyen çığlıklar bürümüştü.
Et parçaları etrafa sıçrıyordu. Yalnızca birkaç kişiden
değil, yüzlerce kurbandan kopan etlerdi bunlar. Muazzam toynakların altında
dümdüz edilerek uçmuş-- Daha doğrusu havada süzülen dokunaçlar tarafından
etrafa fırlatılmışlar idi.
Asilzade veya avamdan olmaları artık fark etmiyordu, netice
et yığınları birbirinden ayırt edilemezdi.
İğrenç bir şekilde can veren askerlerden bazılarının
köylerinde bekleyen aileleri vardı. Kimisinin ise dostları vardı. Belki de
dönmeleri için yollarını gözleyen insanlar vardı. Lakin ayaklarının altındaki
çamurla bir bütün olduklarında, bunların hiçbir önemi kalmamıştı.
Kara Oğlaklar kimseye ayrıcalık tanımadan, istisnasız her
birini eceli ile tanıştırmıştı.
Onca insanı ayakları altında çiğnedikten sonra hiç şüphesiz
tatmin olmuş olmalılardı, fakat bir saniye dahi duraksamadan tepinmeyi
sürdürüyorlardı.
Kara Oğlaklar yine koşmaya başlamıştı.
Yine tepinmeye başlamışlardı. Krallık ordularının göbeğine
varmalarına rağmen durdurak bilmeden çiğnemeye, öldürmeye devam ediyorlardı.
“Gyaaaaaaaaaaaaaaa!”
“Abbaaaaaaahhhhhh!!”
“Duuuuuuuuuuuuuur!”
“İmdaaaaaaaaaaaaaat!’
“Yapmaaaaaaaaaaaaa!”
“Uwaaaaaaaaaaaaahh!”
Devasa toynakların toprağa her temasında çığlıklar
yükseliyordu. Kara Oğlaklar'ın kuvvetli bacakları altında ezilen ve
dokunaçlarıyla keyif alırcasına şişledikleri insan sesleriyle karışmış
çığlıklardı.
Askerlerin daha evvel hiç işitmedikleri bir ses hiç
azalmadan duyulmaya devam ediyordu.
Çiğnenme sesi.
Bu manzara başka nasıl ifade edilebilirdi ki?
Birkaç asker ise çaresizlikten mızraklarını saplamaya
çalışmıştı. Devasa bedenlere sahip olduğundan saldırılardan kaçınma ihtiyacı
duymayan Kara Oğlaklar'a var güçleriyle mızraklarını sapladılar. Ancak
mızraklar, canavarların kaya kadar sert bedenlerine zarar verece kadar derine
nüfuz edememişti. Kalın ve lastiğimsi bir
deriyle kaplanmış çelik kadar kaslardan oluşan bedenlere sahiplerdi.
Kara Oğlaklar insanların nafile direnişiyle alay
etmemişlerdi fakat dosdoğru üzerlerine gitmekden de çekinmemişler idi.
Askerler, ölümcül kararlarının hiçbir işe yaramadığını
anlamaya kalmadan Kara Oğlaklar, Krallık Ordusu'nun göbeğine varmışlardı bile.
"Kaçın! Kaçın!"
Uzaktan bağırışmaları işiten askerlerin istisnasız hepsi
arkasını dönüp kaçmaya başlamıştı. Âdeta çil yavrusu gibi dağılıyorlardı.
Gelgelelim Kara Oğlaklar, insanlardan katbekat hızlıydı bittabi.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop. Şılop.
İnsanların çiğnenerek canlarından olup et yığınlarına dönüşme sesleri dinmek bilmeden yankılanıyordu.
♦ ♦ ♦
Kuş uçmayan çorak bir araziye varmışlarcasına canavarlardan
üçü, ordunun merkez hattını geçerek havaya sıçramış kan ve et parçaları
arasından sağ kanada doğru ilerliyorlardı. Raeven'in taburuna varmaları an
meselesi idi.
"Geri çekilin! Geri çekilin!"
Raeven emir vermekten ziyade feryat ediyordu sanki.
Bu canavarlarla cenk edemezlerdi.
Bir hiç uğruna hayatlarını feda etmemeliydiler.
Raeven'in sözlerini işitir işitmez tüm askerler silahlarını
olduğu yere fırlatıp telaşla kaçmaya başladılar.
Binlerce insan bir araya geldiğinden diledikleri yönte ve
hızda hareket etmeleri mümkün değildi tabii.
İlk başta usulünce bir geri çekilme emri vermişti. Bu
kararının arkasında yatan sebep ise arkalarından gelecek bir saldırı karşısında
gafil avlanmak istememeleri idi. Lakin bu uğurda vakit harcayarak telafi
edilemez bir hata işlediğini anlamıştı.
"Ainz Ooal Gown, sen ne biçim bir yaratık-- Ne biçim
bir büyü kullanıcısısın böyle?!"
Onu küçümsemişti. Ama hayır, kasıtlı yaptığı bir şey
değildi.
Gazef Stronoff'un anlattıklarınından yola çıkarak Ainz'i
hayal edebileceği en meziyetli rakip olarak görmüştü. Ne var ki, şimdi ise bu
tanımın dahi yetersiz geleceğini fark etmişti.
Evet, hayal gücü bu kadarını beklemiyordu.
İyi de Ainz Ooal Gown'un böyle bir kudrete sahip olduğunu kim
düşünürdü ki? Daha doğrusu böyle bir kudretin var olduğunu kim bilebilirdi?
Gitgide yaklaşan ve anbean büyüyen canavar silüetlerini
gören Marki Raeven ise etrafındaki birliklere şöyle emirler yağdırmaya başlar.
"Burası savaş alanı olmaktan çıktı, bildiğimiz mezbahaya
döndü! Her şeyi unutup kendinizi kurtarın!"
Miğferini çıkarırken "Lordum!" şeklinde cümlesine
başladı bir er. "Kral'ımız! Kral'ımız ne olacak?"
"Andaval! Bunu düşünmenin sırası mı şimdi! Lordum!
Doğruca üzerimize geliyorlar!"

