Overlord
Katliam - 4
Ne oldu lan öyle?
Bir an için kimse ağzını açamamıştı.
Krallık ordusunun sol kanadını oluşturan her canlı -yalnızca
insanlar değil, aynı zamanda atlar da- âdeta ipleri koparılmış kuklalar gibi
yere yığılıvermişti.
Neler olup bittiğini ilk anlayanlar Krallık’ın karşısında
duran İmparatorluk birlikleri olmuştu.
İnsan zihinleri, gözleri önünde yaşanan olayı anında
algılayamamıştı. Ama biraz zaman geçtikten sonra panik içindeki feryatlar
havayı bürüyerek tüm İmparatorluk ordusunu kaplayacak büyük bir dalga hâline
gelmişti.
Hiç şüphesiz ki büyü çemberini oluşturduktan sonra Ainz Ooal
Gown'un büyü kullanacağını biliyorlardı.
Biliyorlardı da böylesini kim öngörebilirdi ki?
Bu denli dehşet verici bir büyü yapacağı kimin aklına
gelirdi? 70 bin askeri, yani İmparatorluk Ordusu'nun tamamından da fazla olan
bir grubu göz açıp kapayıncaya dek öldürecek bir büyü yapacağını nereden
bileceklerdi?
İmparatorluk şövalyeleri artık hangi Tanrı'ya inanıyorlarsa
ona sığınırken bir yandan da gözlerinin gördüklerine inanmakta güçlük
çekiyorlardı.
Âdeta Krallık ordusundakilerin ölmediklerini öğrenmek için
dua ediyorlardı.
Böyle şeytani bir büyünün dünyalarında var olmadığını
öğrenmek için dua ediyorlardı.
Gözlerinin önünde duran hakikati -olduğu yere yığılan
askerlerden hiçbirinin ayağa kalkmadığını- kabullenirken bu dualarının gerçek
olmayacağının ziyadesiyle farkına varmışlardı bittabi.
Yine de bu yaşananları sindiremezlerdi. Gördüklerinin gerçek
olduğunu kabullenmeleri mümkün değildi ki.
İmparatorluk'un en güçlülerinden biri olarak yere göğe
sığdırılamayan adam, yani İmparatorluk'un Dört Şövalyesi'nden biri olan Nimble
ise dehşete kapılmış bir şekilde dişlerini sıkıp ansızın yeryüzünden silinen
Krallık ordusunun sol kanadına bön bön bakmaktan başka bir şey yapamıyordu.
Yere yığılan askerlerden hiçbiri, ama bir tanesi bile ayağa
kalkmamıştı. Buna tanık olan insanlar için kabul edilemeyecek derecede korkunç
bir gerçek önlerinde yatıyor idi.
Hatta bu denli acı bir gerçek böyle yavan kelimelerle ifade
edilemezdi.
Ainz Ooal Gown; bu büyü kullanıcısı bir başına koca ulusa
meydan okuyup bir çocuğun kumdan kaleyi devirmesi misali hepsinin kökünü
kazıyabilecek bir canavar idi.
Bu gerçeği tam olarak yansıtabilecek bir kelime
bulunmuyordu.
Aheste aheste İmparatorluk Ordusu'nu saran panik havası ise
koca bir delikten boşalan su misali kayboluvermişti. En nihayetinde herkes
dilini yutmuş, sessizliğe bürünmüştü.
Yine de İmparatorluk ordusu saflarındaki sessizlikten tuhaf
bir gürültü yükselmeye başlanmıştı. Birçok bağımsız sesten doğan gürültü daha
büyük bir velveleye dönüşüyordu. Her bir şövalye dişlerini gıcırdatıyordu.
Bu korku ise kendilerinin ve ailelerinin yaşadığı
İmparatorluk'un tıpkı krallık gibi yeryüzünden silinmenin eşiğinde olduğunu
anlamalarından geliyordu. Ainz Ooal Gown'a karşı gelmeye kalkalarsa o dehşet
verici büyüyü tadan taraf olacaklarını anlamışlardı zira.
Tanık olduğu durum karşısında Nimble'nin kafasında bir soru işareti
oluşuverdi. Böyle bir büyücünün yüz ifadesini merak etmişti. İnsan aklının
alamayacağı çapta canlıyı katledecek bir büyüyü kullanan adamın suratında nasıl
bir ifade vardı?
Kafasını çevirmeden yanı başında duran canavara, Ainz Ooal
Gown'a çaktırmadan göz ucuyla baktı. Ama yüz ifadesinde hiçbir değişiklik
göremedi.
Nasıl olur? Bu nasıl
olabilir ki? Onun gibi biri... Bu şekilde... Soğukkanlı kalabilir? Hem de 70
bin canın cellatı olmuşken?
Savaş alanının
hâlihazırda bir ölüm çukuru olduğunun farkındayım. Güçsüzlerin canlarından
olmaları şaşılacak bir durum değil. Yine de bunca insanı öldürdükten sonra
kalbinin biraz olsun cız etmesi gerekmiyor mu?
Pişmanlık veya suçluluk duygusu gayet beklenen bir tepki
olurdu. Hatta keyif veya heyecan gibi absürt bir tepki takınsa, o bile makul
karşılanabilirdi.
Fakat...
Yoksa bu tepkisizlik,
iradesine sahip çıkmak için başvurduğu bir tür savunma mekanizması mı? Hayır,
bu katliam... Onun gibi bir canavar için son derece alışılageldik bir manzara
olmalı! Karıncaları ezen insan misali sadist bir keyif veya acıma hissetmiyor!!
Ne... Ne biçim iş bu? Neden bunlar yaşanıyor? Böyle biri dünyamızda ne arıyor
ki?
"- Bir sorun mu
var?"
"Hii!"
Bu sözleri işitmek
Nimble'da çelikten çivilere oturma etkisi yaratmıştı. Nimble'nin bu soruya
cevabı ise son derece saçma bir şekilde bağırarak gelmişti.
"Y- Yok bir şey
ya. Demin... Deminki büyün diyorum, süpermiş."
Nimble dilinin boğazına düğümlenmediğine şükretmişti.
Ayrıca... Böyle bir olayın karşısında Ainz'i övmesi racona taban tabana ters
idi.
"Ha ha ha--"
Nimble'nin biçare iltifatı sönük bir kahkahayla
cevaplanmıştı.
"Acaba... Yanlış bir şey mi söyledim?"
"Yok be, alakası yok. Deminki büyünün süper olduğunu
söyledin, değil mi?"
“E- Evet.”
Bunda gülünecek ne
vardı ki? Nimble'nin alnından boşalan terler bir nehir yatağı izi
bırakmıştı. Yanındaki adamı sinirlendirmenin korkunç sonuçlarına bizzat tanık
olduktan sonra böylesi bir hiddete maruz kalmayı hiç istemiyordu.
"Lütfen rahatlayın. Gerçi... Belirtmeliyim ki büyüm
henüz tamamlanmadı. Asıl gösteri daha yeni başlıyor. Ne de olsa Cömert Hasat'ın
Kara Tanrıçası'na adak sunulduktan sonra Tanrıça'mız da karşılık olarak yavrularını
bahşedecektir. Bu güzelim, tatlı evlatlarını..."
Tanrıça'mız da karşılık olarak yavrularını bahşedecektir. Bu
güzelim, tatlı evlatlarını..."
Dediği olmuştu.
Tıpkı olgunlaşan meyvelerin zamanı gelince toprağa düşeceği
gibi—
♦ ♦ ♦
İmparatorluk şövalyeleri bu ana tanıklık eden ilk insanlar
olmuştu. Uzaklardan, güvenli bir mesafeden izleyen şövalyelerin buna ilk
tanıklık eden kişiler olması zaten beklendik bir durumdu. Kendilerini güvende
hissettikleri için miğferlerindeki dar boşluklardan pür dikkat izleme cesareti
gösterebiliyorlardı.
Ölüm kasırgasının Krallık neferlerinin canlarını almasının
ardından semada bir şey belirmişti; varlığıyla dünyayı kirlettiği izlenimi
uyandıran tiksinç, kara bir küre.
Krallık'ın kanadında buna tanık olanlar kimlerdi peki?
Muhtemelen sol kanatta yaşananlara dosdoğru bir açıdan tanık olmamış, sağ
kanattaki birliklerdi. Sıra dışı bir olayın yaşandığını hissettiler fakat neler
döndüğünü bilmiyorlardı. Sonra ise yaşananları kavramak için etraflarına
bakınırken küreyi gördüler.
Gözleri oraya çekilmişçesine yanlarındaki neferler de küreyi
fark etmişti. Böylelikle Kattse Ovaları'nda cenke girmek için toplanmış
onbinlerce asker dilini yutmuş bir şekilde semada süzülen küreye bakar olmuştu.
Gökyüzünde duran bir delik olarak hiçbir şeye benzetilemeyen
küre ifşa olmuşs bir örümcek ağı misali idi; bir kere göz teması kurdunuz mu
kaçamazdınız.
Kara küre yavaş yavaş genişlemeye başlamıştı.
Savaşmak veya kaçmak olsun, hiçbir insan evladı makul bir
fikir veya eylem üretememişti. Öylece bakıyorlardı.
Nihayetinde ise... Olgunlaşan meyve toprağa düştü.
Doğanın kanunları gereği de zemine temas etmesiyle küre
paramparça oldu. Yere çarpan bir su balonu misali patladı, fazla olgunlaşan bir
meyvenin başına gelecekler yaşandı da denebilir.
Çarpışma noktasından etrafa saçılan bir madde ile doluydu.
Katran gibi bir madde idi. Uçsuz bucaksız bir şekilde genişleyen kara bir
balçık dalgası misali ışığı ve Krallık neferlerinin cesetlerini yutmuştu.
Askerlerin içindeki anlam veremedikleri bir ses ise tanık
oldukları olayın bununla sınırlı kalmayacağını söylemişti.
İçlerine doğmuştu. Fakat bunlar daha başlangıç idi.
Onlar için asıl çaresizlik gerçekten de şimdi başlıyordu.
Toprağı örten kara katrandan ansızın devasa bir ağaç
bitmişti.
Hayır aslında, ağaç gibi göze hoş gelen bir varlık değildi.
İlk başta bir tane var idi, lakin çoğalmaya başlıyordu. İki,
üç, beş ve on... Olmayan rüzgârda dalgalanan bu nesneler... Orada büyüyen
şeyler... Dokunaç idi.
"Meeeeeehhh!!"
Birdenbire bir keçi melemesi işittiler. Tek bir keçiden
gelmiyordu ama. Bir anda beliren bir keçi sürüsü idi âdeta.
Sese tepki verircesine katran kıvrılmış ve görünüşe göre bir
şey kusmuştu.
Akıl almaz derecede tuhaf, acayip bir şey idi. 10 metre
uzunluğundaydı. Dokunaçların da boyu eklendiğinde uzunluğu daha da artıyordu.
İlk bakışta bir şalgamı andırıyordu. Fakat yapraklarının
yerinde sayısız kara dokunaç dururken kalın kök kısmı da ürkütücü bir
topaklıktaki et parçalarından oluşuyordu. Alt kısmında ise beş ayağı vardı,
tıpkı bir keçi misali kara toynakları vardı.
Derisi soyulup birden fazla noktadan ayrılırken topak
şeklindeki kalın et parçası görünümündeki vücudunun köke benzeyen kısmında
çatlaklar oluşmuştu. Sonra ise—
"Meeeeeehhh!!"
O çatlaklardan kulağa hoş gelen meleme sesleri geliyordu.
Yapışkan salyalarının damladığı ağızlarını açıyorlardı.
Bu yaratıklardan beş tane vardı.
Gudubet vücutlarını Katze Ovaları'ndaki herkese sergilemişlerdi.
Kara Keçi'nin Karanlık Yavruları idiler.
Bu yaratıklar üstün seviye büyü [Kara İhsan'a hürmetlerimizi
sunarız.(La Shub Niggurath)] tarafından alınan canlara orantılı olarak hayat
bulmuşlardır. Herhangi bir özel yetenekleri olmasa da inanılmaz derecede
dayanıklı varlıklardı.
Ayrıca hepsi de 90 levelin üzerindeydi.
Özetle, katliam başlamak üzereydi.
Tahammül edilemeyecek düzeyde bıktırırcasına tekrarlanan
sevimli keçi melemeleri haricinde hiçbir ses duyulmuyordu. Dillerini
yuttuklarından değil, gözlerinin önünde gerçekleşen hadiselerin hakikaten
yaşanıyor olduğuna inanmak ve bunu kabullenmek istemediklerinden dolayı idi.
300 bini aşkın asker -yalnızca sağ kalanları sayacak olursak 235 bin asker-
ovada öylece duruyor ve gıkını çıkarmıyordu.
Tüm bunlar olurken Ainz canı yürekten tebessüm etti.
"Fevkalade. Yeni bir rekora imza attım. Tarih boyunca
beşini birden çağırmayı başaran tek kişi olabilirim. Muhteşem. Bugün burada can
veren herkese şükranlarımı sunmalıyım."
Normalde Karanlık Yavrular'ın birini çağırmak başarı olarak
görülür. İkisini çağırmak ise üstün başarıdır.
Şimdi ise beşi birden çağırılmıştı.
Yeni bir seviyeye yükselmiş oyuncu misali Ainz bir rekor
kırdığı için keyfine diyecek yoktu. Bu uğurda onbinlerce insanın ölmüş olması
umurunda bile değildi.
"Gerçi... Birkaç tane daha olsa ne güzel olurdu... En
fazla beş tane mi çağırılabiliyor acaba? Büyüyü hâlihazırda son seviyesine
getirdiysem müthiş bir başarıya imza atmış oluyorum, değil mi?”
"Tebrikler! Ainz-sama'dan da bu beklenirdi zaten!"
Mare kendisini överken Ainz maskesinin altından sırıtıyordu.
"Teşekkür ederim Mare."
Akabinde ise Ainz dönüp Nimble'ye şöyle bir baktı, zavallı
adam altına edecekti. O da Ainz'i överken ağlamakla gülmek arasında gitgel
yaşayan bir yüz ifadesi vardı.
"Teb- Tebrik ederim."
"Ne demek."
Ainz bu övgüyü cevaplarken acayip keyifliydi. Nimble'nin
çehresindeki içtenlik Ainz'in kalbine dokunmuştu.
Akabinde ise kendisinin de YGGDRASIL'de bir oyuncu olduğu
dönemlerde ilk kez la Shub Niggurath büyüsüne tanık olduğunda benzer şekilde
büyülendiğini anımsamıştı.
Göz kamaştıran yahut
kudretli büyüler kitlelerin kalplerini fethedebilir. E YGGDRASIL'in en popüler
büyülerinden birinden de daha azı beklenmezdi zaten. Büyüyü kullanacağımı söylediğimde
Albedo ile Demiurge de cömert övgülerinde bulunmaktan kendilerini
alıkoyamamışlar idi.
