Overlord
Katliam - 7
Ainz yavaş bir şekilde elini yüzüne götürür ve maskesini
çıkarır.
Üzerinde ne bir et ne de bir deri bulunan cilalanmış,
pasparlak kafatasını tüm cihana sergiler.
Az önce bizzat tanık oldukları olaylar olmasa maskesinin
altında başka bir maske daha olduğunu düşünebilirlerdi. Ancak kafatasını görür
görmez Nimble’nin de İmparatorluk şövalyelerinin de kalplerine resmen öküz
oturmuştu.
Ainz Ooal Gown’un, karşısında tir tir titredikleri canavarın
gerçek simasını açık bir şekilde görmüşlerdi zira.
Öyle bir gücü kontrol edebilen kişi insan olamazdı. Bu
kafada oldukları için gördükleri kafatasını sorgulamadan gerçek olarak kabul
edebilmişlerdi.
Ainz ise yavaşça kollarını açtı. Bir dostuna sarılan birini
andırıyordu. Yoksa kanatlarını açan bir şeytanı mıydı? Tüm dikkatleriyle Ainz’i
izleyen gözler, onu olduğundan iki veya üç, hatta muhtemelen çok daha büyük
görüyorlardı.
Iraklardan işitilen Krallık askerlerinin ıstırap dolu
çığlıklarının böldüğü o sessizlikte Ainz’in alçak seste kurduğu cümle son
derece net bir şekilde duyulmuştu.
“Alkış öyleyse.”
Ağzını açan Ainz için kendi kendine “Ne mırıldanıyor bu?”
demişti Nimble.
Söylediklerini işitebilen istisnasız herkes aynı şeyi
düşünmüştü. Ainz’in söyledikleri konuşlanmış tüm ordu genelinde kulaktan kulağa
yayılmasıyla da üzerine çevrilen gözler gitgide artıyordu.
Herkesin dikkatini üzerinde toplamayı başardığında ise
tekrar ağzını açtı.
“Yüce kudretimikutlamak için bir alkış tutun.”
İlk hareket belirtisi ise Nimble’nin tersinde, yani Ainz’in
diğer yanında duran Mare’den gelmişti. Bu hareket de sanki bir kıvılcım görevi
görerek askerler arasından alkış sesleri yükselmesine neden olmuştu, ta ki yer
gök inleyene kadar.
İçten içe kutladıkları yoktu bittabi.
Yanında böylesi zalim bir mezbaha getiren birini pekâlâ
kimse alkışlamak istememişti. Tanık oldukları şey, savaş değildi. Katliamdı. Bir
soykırım.
Ama geniş ovaya yayılmış yüz binlerce kişiden hiçbiri
bunları sesli söyleyemiyordu işte. Tek bir kişi bile buna cüret edemiyordu.
Yeri göğü inleten alkış sesleri ise şövalyelerin korkularını
gösteriyordu.
Askerler artık ellerini daha sert birbirine vuramayacaklarını
düşünürken alkışların şiddeti iyice artmaya başlamıştı.
Bu gelişmenin ardında yatan sebep ise Kara Oğlaklar’dan
birinin istikametini değiştirmiş olması idi. İmparatorluk Ordusu’nun üzerine
geliyordu.
Bu durum karşısında sevinç çığlıkları duyulmaya başladı.
İmparatorlukşövalyelerinin çaresizlikten boğazları yırtılana
kadar attığı, Ainz Ooal Gown’u hedef alan övgü doğu bağırışlardı.
Yine de Kara Oğlak hızını biraz olsun düşürmemişti.
Bunu gören şövalyeler ise daha yüksek sesle bağırmaya
başladılar. Ainz’i yeterince yüksek sesle övmedikleri için canavarın üzerlerine
geldiğini düşünüyorlardı.
Gelgelelim canavar durmamıştı.
Askerlerin dinmek bilmeyen nabızları ise bu sefer tavan
yapmıştı.
İlk feryadı kimin attığı bilinmiyordu. Askerlerden birinin
kendini kaybetmesinden dolayı gerçekleşmiş olabilirdi. Lakin kaldıramayacakları
kadar maruz kaldıkları dehşetin dışa vurumu için yeter de artardı.
“Aieeeeeeeeeeee!”
Ordu saflarında yankılanmaya başlayan çığlıklar tüm
İmparatorluk savaşçılarını derinden sarsmıştı.
Şövalyeler yaya olarak kaçmak için yerlerine çakılı kalmış
atlarını arkalarında bıraktılar. Bu bilinçsiz hareketlerinin nedeni ise daha
biraz önce Kraliyet Ordusu’nu ayakları altına alıp çiğnemiş canavarlardan
birinin doğruca üzerlerine gelmesinden başka bir şey değildi. Ovada yaşanan
dehşet verici hadiselere ziyadesiyle tanık olmuşlar idi. Güçlü bir hayal gücü
olmayan askerler dahi üzerlerine koşan canavarın toynaklarının altına
geçtiklerinde olacakların pekâlâ farkında idi.
Hiç şüphesiz ki korku, bulaşıcı idi.
İlk başta yüz kadar kişi kaçıştığı bir olay, çok geçmeden 60
bin askerin birbirlerini ezerek kaçmaya çalıştığı bir karambole dönüşmüştü.
Evet.
İmparatorluk ordusu bozguna uğramıştı, yere göğe
sığdıramadıkları ordu disiplinlerinden eser kalmamıştı.
Utanç verici bir geri çekilme idi.
Şövalyeler pek tabii nizami geri çekilme eğitimleri
almışlardı. Fakat öyle lüzumsuz kurallara bağlı kalacak kadar vakitleri yoktu.
Bulundukları ovayı bir saniye daha erken terk etmelerini sağlayacaksa, güvenli
bir yere bir adım daha önde gidebileceklerse gözlerini bir an bile kırpmadan
silah arkadaşlarını itip üzerlerinden geçerlerdi.
Arkadan itildiklerinde kişinin dengesini kaybedip düşmesi
işten bile değildi. Bir kere yeri öptüler mi de korkudan kendini kaybetmiş
kalabalıklar onların kalkmalarını beklemeyecekti.
Yere düşen askerler, kendi silah arkadaşları tarafından diri
diri çiğnendiler.
Yerdekiler çelik bir zırh kuşanmış olsa bile unutmamak
gerekir ki üzerinden geçen binlerce asker de aynı ağırlıktaki zırhları
kuşanmışlar idi. Çelikle beraber vücutlarındaki etlerin ezilip büzülerek kanla
kaplı et parçalarına dönüşmeleri saniyeler sürmüştü.
Ordunun dört bir yanında aynı manzara hâkimdi.
Ancak İmparatorluk Ordusu’na bu zayiatları veren düşman
değildi, kendi müttefikleri idi.
Nimble ne yapacağını bilemez vaziyette tereddütte kaldı.
Kendisi de diğer askerler gibi tabanları yağlamak istiyordu.
Lakin bunu yapamazdı, hem şövalyelerin tamamı ovayı terk etmemişti.
Şöyle dönüp de İmparatorluk Ordusu’na baktığında çok az
sayıda askerin hâlâ atları üzerinde durduğunu gördü.
Hareket edemeyecek kadar korktuklarından öylece
durmuyorlardı. Daha ziyade insanların huzurunda elleri kolları bağlı hissettiği
yüce bir güce hayranlık duymaları misali büyülenmişlerdi.
Normal insanlar, etraftaki her şeyi yutarak üzerlerine gelen
devasa bir kasırgayı görünce kaçarlar. Gelgelelim kimileri ise canlarından
olacaklarını bildikleri hâlde yerlerinden bir adım dahi atmayarak kasırganın
ihtişamına hayran hayran bakar. Kaçmayıp geride kalanlar anormal olarak
görülebilirdi.
Kara Oğlak ise Ainz’in huzuruna çıkınca dizleri üzerine
çöktü ve dokunaçlarını indirdi. Efendisine bağlılığının göstergesiydi muhtemelen.
Acımasız canavarın daha ziyade bir köpek yavrusuna yakışır
biçimde uysal davrandığına tanık olan Nimble bir yandan tebessüm ederken bir
yandan da gözleri seğiriyordu.
Kara Oğlak’ın derisi çoğu kanı emdiği hâlde bedeninin ön
kısmı âdeta kan banyosundan çıkmış bir canlıyı andırıyordu.
Dokunaçlarını Ainz’in beline doladı, efendisini havaya
kaldırmadan önce sıkıca tutmak için birkaç dokunacını daha uzattı. Efendisini
başına oturtmuştu.
“Planımızın esasen Krallık saflarında bir boşluk yaratacak
bir büyü yapmamla birlikte İmparatorluk Ordusu’nun arkadan saldırmasını
sağlamak olduğuna inanıyorum. Fakat İmparatorluk Ordusu’ndan bu yönde hiçbir
hareket göremedim.”
Nimble’nin verecek bir cevabı yoktu.
Ainz'in dedikleri kelimesi kelimesine doğruydu. İmparatorluk
Ordusu müttefik ülkenin Kralı ile yaptığı anlaşmanın şartlarını yerine
getirmemişti.
Lakin şövalyelerin cesaretinin kırılması gayet anlaşılabilir
bir durumdu. Askerlerin çıplak gözleriyle tanık oldukları dehşetin tarifi
olmadığını bildiği için Nimble, orduyu Jircniv huzurunda savunabilirdi hatta.
“Ah, sizi iğneleme gibi bir niyetim yok. Taarruz düzenlemeye
karar verdiğinizde pekâlâ sizlerin de düşman birlikleriyle birlikte ezilme
ihtimalinizin olduğunun farkındayım. Açıkçası öyle bir şey olsaydı, yaşanacak
kayıpları İmparator’unuza açıklamakta sıkıntı çekerdim. Neyse, hâl böyleyken sizin
rolünüzü de devralayım bari.”
Nimble dönüp yerindne kıpırdamayan namevt müfrezesine şöyle
bir baktı.
“Acaba… Şey… Namevt müfrezesi mi taarruza kalkacak?”
“Yok be, güzel kuzucuklarım o işin ekseriyetini gördü zaten.
Dağınıklığı gidermek istiyorum sadece. Mare, tedbiri elden bırakma.”
“Hay hay! Bana güvenebilirsiniz Ainz-sama!”
Nimble’nin diyecekleri boğazına düğümlenmişti.
Böylesi korkunç bir büyüyü yapan adam, verdiği onca zarara
karşın taarruza devam etmek istiyordu.
Savaş alanında canlı
kimse bırakmamak mı istiyor bu adam?! Öldürme arzusu tatmin olmak bilmiyor mu?!
“Meğer… Bunca ölüm kâfi gelmiyormuş. İblis mi bu herif?”
Kendi kendine mırıldanmasına karşın Nibmle’nin ağzından
çıkanlar sandığından daha yüksek bir tonda idi. Bunları işiten Ainz de Kara
Oğlak’ın üzerindeyken ürpertici suratını Nimble’ye çevirdi.
Tir tir titreyen Nimble’ye bakarken kafasını salladı.
“Karıştırıyorsun bak. Namevtim ben.”
Ainz’in anlatmak istediği, kötücül fikirlerin mimarı bir
iblisten ziyade hayatın kendisinden tiksinen bir namevt olduğu idi. Tek bir
Krallık askerinin dahi savaş alanından sağ ayrılmasına izin vermeyecekti. Can
almaya devam edecekti yani.
Demek istediği muhtemelen buydu ve yine kuvvetle muhtemel ki
Ainz’in bu iki cümlesi ima edebileceği en zalim şey idi.
Bir namevt olduğu için Ainz nefes alan her şeyin kökünü
kazımak istese gözünü günün birinde cıvıl cıvıl kalabalıkların oluşturduğu
İmparatorluk’a dikmesi de gayet olası idi.
Hatta bu dehşet verici istikbal kaçınılmaz idi.
Karışık duygularla ve korkuyla imtihan edilen, kafasını
toplayamayan bir vaziyette olan Nimble ne yapacağını düşünürken Ainz’in son
laflarını işitiverir.
“Hedefimi de buldum galiba.”

