Sıfır İnananlı Tanrıça ile Isekai'yi Temizlemek - Sınıf Arkadaşları Arasındaki En Zayıf Büyücü

16 Haziran 2020
Çeviri: deantrbl
Düzenleme: Residenttt
1201 Görüntülenme
Bu bölümü 32 Kişi beğendi.
Cilt 4

Takatsuki Makoto Başkenti Keşfediyor (9. Bölge)

“Takatsuki-kun, sana yakıştı.” (Aya)

Sa-san nedense mutluydu.

Şu anki formum bir rakun canavarı dış görünüşüydü.

Dönüşüm Becerilerimi çeşitli yollarla test ettikten sonraki sonuç, bunun en iyi çalışan beceri olmasıydı.

İnsanları kandırırken bu bir rakun olmalıydı, değil mi?

“Ve sen Sa-san Laberintos'ta tanıştığım formdasın, ha.” (Makoto)

Sa-san her zamanki insan formunda değildi, Laberintos'ta olduğu gibi mavimsi bir ten rengine sahipti.

Balık cildiydi, değil mi?

Şu anda Symphonia’nın 9. Bölgesi'ndeydik.

Birkaç saat önce

İlk başta Lucy, 'Ben de geleceğim’ demişti ama mantıklı düşünmüyordu.

“Lucy-sama! 9. Bölge’ye gidemezsin!” (Nina)

“Lucy-dono, serseriler tarafından saldırıya uğrayacaksın, %100!” (Fuji)

Nina-san ve Fuji-yan güçlü bir şekilde ona karşı çıktılar.

Lucy-san yüksek sıcaklığa sahipti, bu yüzden her zaman çok açık elbiseler giyiyordu.

Bir elfin güzel görünüşü ve parlak kırmızı saçlar.

Çok dikkat çekiyordu.

“Lucy-san gibi gecekondu mahallelerine giden güzel bir kadın, aç kurtlara bir paket vermek gibi olurdu.” (Chris)

“Ahh…” (Lucy)

Chris-san da bu konuya dahil oldu.

Sonuç olarak Sa-san ve ben 9. Bölge’ye gitmeye karar verdik.

Dönüşüm Becerisi'ni kullanarak görünümlerimizi değiştirdik.

“Belki ben de öğrenmeyi denemeliyim…” (Lucy)

Lucy memnun değildi.

Üzgünüm, Lucy.

Başka bir yere de birlikte gideriz.

Bu arada…

“Fuji-yan, isyanın liderlerinin kim olduğunu öğrendiğini duydum.” (Makoto)

Nuh-sama'dan bunu duyduğumu teyit ettim.

“Bunu nereden duydun?” (Chris)

Chris-san şaşırdı.

“Tanrıça bana söyledi.” (Makoto)

“Tanrıçadan beklendiği gibi. Danışmak üzere Sofia-sama’nın yanına gitmek üzereydik.” (Fuji)

Fuji-yan'a göre, 8. Bölge’deki yarı insanlara emir veren etkili insanlar şüpheli görünüyordu.

Ancak bunu planlayan ana kişi hala bilinmiyordu.

“Yılan Kilisesi'ndeki adamından bir sonraki hedefin Symphonia olacağını duymuştum.” (Makoto)

Bu, Prenses Sofia ile Horun yeraltı hapishanesine gittiğimde duyduğum bir şeydi.

“Evet, daha önce söylemiştin, Takki-dono. Ayrıca küçük şeytanların katılımından şüpheleniyorum, ama…” (Fuji)

“Bu kısım hala bilinmiyor…” (Nina)

Fuji-yan ve Nina-san'ın üzgün yüz ifadeleri vardı.

“9. Bölge’yi araştıracağım. Ne de olsa Tanrıça bunu tavsiye etti.” (Makoto)

“9. Bölge'de çok fazla tanıdık yok, bu yüzden bu bize yardımcı olur, ancak…” (Nina)

“Orası tehlikeli bir yer, Makoto-sama.” (Chris)

Nina-san ve Chris-san bizim için endişeliydiler.

Bu kadar tehlikeli bir yer miydi?

“Takatsuki-kun, seninle geleceğim, bu yüzden sorun olmayacak.” (Aya)

Sa-san yepyeni dev çekicini sallıyordu.

Bunu kullanmak zorunda olduğu bir durumda olmak istemiyordum…

“Lütfen dikkatli olun... Gelecek planlarımızı görüşmek üzere Prenses Sofia ile bir görüşme yapacağız.” (Fuji)

“Anladım. Kısmen araştıracağım ve bilgileri toparlayacağım.” (Makoto)

Bu akşam toplanıp bilgi alışverişinde bulunacaktık.

Şimdiki Zaman

“Burası biraz loş…” (Aya)

Sa-san mırıldanıyordu.

9. Bölge’ye girdiğimiz anda hava değişti. 

“Kapıyı geçtikten sonraki yerin en gelişmiş kısım olduğunu duydum…” (Makoto)

Orada burada birçok dükkan görünümlü yer vardı, ama… hiçbir yerde canlılık yoktu.

Bir sürü boş dükkan vardı.

Sokağın kenarında yatan insanlar vardı.

Yerde duran insanlar kendilerinden geçmiş gibiydi.

Etrafta dolanan bozuk bir hava vardı.

“Ne garip bir koku…” (Aya)

Sa-san kaşlarını çattı.

Kesinlikle kokuyordu.

İlk olarak düzgün bir şekilde temizlenmeyen ve korunmayan kanalizasyon ve çöp kokusu olmalıydı.

Bunun da ötesinde, bu tatlı koku…

“Ot…” (Makoto)

Horun barındakiyle ve sirktekiyle aynı kokuydu.

Fuji-yan bana bir kez gerçek şeyi gösterdi.

İlk bakışta tütün şeklindeydi.

(Dün, Nina-san'la ilgilenen kaplan canavarının dükkanında da bir tane vardı…) (Makoto)

Symphonia’da da mı dolaşıyordu bu?

“Ana caddede net bir uyuşturucu kokusu olması garip…” (Aya)

“Buralarda hiç polis yok mu?” (Makoto)

Batı Kıtası'nda Tapınak Şövalyeleri polis rolünü üstlenirlerdi.

Tapınak Şövalyeleri Düzeni, Altı Büyük Tanrıça Kilise tarafından yönetilen bir organizasyondu.

Kilisenin bulunduğu şehirlerde Tapınak Şövalyeleri kamu düzenini koruyorlardı.

Onlar Makkaren'de de vardı, ama maceraperestlerle bir araya gelince hep içiyorlardı.

Sonuçta Makkaren huzurlu bir yerdi.

9. Bölge’de… şövalyeler gözükmüyordu.

“… İzlenmiyor muyuz?” (Aya)

“Evet… bakışları hissedebiliyorum.” (Makoto)

Burada hiçbir şey yapmayan insanlar vardı.

Buraya doğru bakıyorlardı.

Neden? Gecekondu mahallesine uygun görünmemize rağmen.

Buraya doğru yavaşça yürüyen insanlar vardı.

Arkamızda da insanlar vardı.

Tanrım, önümüzdeki yol engellendi.

Bir şey mırıldanıyorlardı.

“Koş!” (Makoto)

“Tamam!” (Aya)

Ana caddeden yandaki yola doğru koştuk.

Tespit ve Kaçış'a dayanarak yoldan geçtik.

Bu arada Sa-san, Becerileri kullanmadan bile benden daha hızlıydı.

Hey, beni bekle!

◇◇

“Sa-san, çok hızlısın…” (Makoto)

“Buraya kadar geldikten sonra artık kimse bizi takip etmiyor.” (Aya)

Birkaç insanın olduğu açık bir alana gelmiştik.

Geniş bir yerdi.

İçinde sebze tarlası ve özgürce dolaşan tavuklar olan yarım yamalak bir çit vardı.

“Bir çiftlik, belki? Böyle bir yerde bir tane olması garip geliyor.” (Aya)

“Öyle görünüyor. Burada yetişen sebzeleri hiç görmedim.” (Makoto)

Gösterişli başkent ve gecekondu girişinden farklı bir atmosfer vardı.

Burası… kır hayatından biraz farklıydı ama hafif ve huzurlu bir atmosfer vardı.

İç kısımlarında olan şey çökmüş bir kiliseydi.

“… Bir kilise, ha.” (Makoto)

“Gecekondu mahallesindeki kilise kötü görünüyor.” (Aya)

Bunun hakkında konuşurken ilerlemeye başladık.

“Durun!” “Bunları yetiştiren biziz!” “Lütfen durun, elimizde az miktarda yiyecek var.” 

Bağıran insanların sesini duyabiliyordum.

“Haah?! Sanki umrumdaymış gibi!” 

“Sizce kim burada yaşamanıza müsaade eder, pis kanlılar?!”

Çocuklar ve yaşlı bir kadın korkunç sesler çıkarıyordu.

Diğer sesler şiddet uygulayan adamlarındı.

Tarlaları mı soyuluyordu?

“Takatsuki-kun!” (Aya)

Sa-san koştu.

Hızlı!

Şimdilik Sa-san'ın peşinden koşuyordum.

[Çocukları kurtaracak mısın?]

Evet ←

Hayır

(Figürler.) (Makoto)

[RPG Oyuncu] atmosferi okuyordu.

(Bu sefer, seçim yapmak zorunda bile değilim.) (Makoto)

“Hey! Böyle küçük çocuklara zorbalık mı yapıyorsunuz, çok kötüsünüz!” (Aya)

Çocukların başı dertte olduğunda Sa-san kesinlikle kurtarmaya giderdi.

Sa-san her zamanki insan formuna geri döndü ve pozisyonunu aldı.

Ama Sa-san küçük ve sevimliydi, bu yüzden bunu söylese bile hiç tehdit edici gibi gözükmüyordu.

“Haah?” “Senin neyin var?” “Şimdi sana iyice bakınca oldukça tatlısın.” “Sübyancı mısın?” “Değilim!” “O memesiz kız hakkında bu kadar iyi olan şey ne?” 

(Ah, Sa-san göğsüyle dalga geçilince sinirlendi.) (Makoto)

Eğer buna kızacaksan büyük göğüsleri olan bir kadına dönüşebilirsin.

Bunu ona söylediğimde, 'Sorun bu değil, Takatsuki-kun!' dedi.

Görünüşe göre Dönüşüm Becerisi ile bunu taklit edemiyordu.

Gizemli bir tespit.

“… Hey siz, kendinizi hazırlayın.” (Aya)

Sesi * gogogo * SFX'i bile duyabildiğim noktaya kadar kana susamıştı.

Sa-san’ın [Gözdağı] Becerisi etkinleştirildi.

(Korkutucu!) (Makoto)

Arka taraftaki ben bile bu baskıdan dolayı titredim.

“Haah!” “B-Bu kızın nesi var?!” “Ö-Öleceğiz!!” 

Adamlar kaçarken çığlıklar attılar.

Rakipleri fenaydı.

“Hah, ne sıkıcı insanlar!” (Aya)

Sa-san kollarını çaprazladı.

“Sa-san, Sa-san, buraya, buraya.” (Makoto)

“He?” (Aya)

Diğer yöne doğru baktı.

Bütün çocuklar poplarının üstüne düşmüştü.

Bayılan çocuklar bile vardı.

“Aaaaah! Üzgünüm! Üzgünüm!” (Aya)

“Sa-san'ımız için üzgünüm.” (Makoto)

Kendi adımıza özür diledik.

◇◇

Sa-san ve ben kilisenin içine doğru yönlendirildik.

Kilisenin içi dış görünüşü gibi eskiydi.

Ama korunmuştu ve insanların burada yaşadığını söyleyebilirdim.

“Çok teşekkür ederim… Bizim gibi insanlara yardım ettiğiniz için…” 

Yaşlı kadının kıyafetleri yırtık pırtıktı ve en büyük kız kardeş gibi görünüyordu.

““““Çok teşekkür ederiz!””””

Kibar çocukların hepsi de perişan kıyafetler giyiyorlardı.

“Hayır, fazla bir şey yapmadık. Onlar küçük çocuklara böyle davranan korkunç insanlar.” (Aya)

“Neden böyle bir şey yapmak için buraya geldiler?” (Makoto)

Ablaları konuşmaya başladı.

“Buradaki kilise bir yetimhane görevi görüyor. Buradaki çocukların hepsinde şeytanların kanı var… Şeytanların kanına sahip olan bizlerden nefret ediyorlar… hayır, bizi küçük görüyorlar.” 

“Küçük Şeytanlar…” (Makoto)

“Evet… ya da ‘kirli kan’. Ben de onlardan biriyim.” 

Ablaları başlığını çıkardığında küçük bir boynuzu vardı.

Bir kez daha geri taktı.

“Ama şeytan kanı artık oldukça zayıf. Özel bir gücümüz yok. Görünüşte diğer insanlara göre biraz farklıyız… Buradaki tüm çocuklar da aynı şekilde.” 

Ablaları üzgün bir şekilde konuşuyordu.

“Ebeveynlerimizin yüzlerini bile bilmiyoruz…” 

“Sonuçta kirli bir kanımız var…” 

“Görünüşlerinden şeytan olduğunu söyleyebileceğiniz çocukların hepsi atılır.” 

“En azından yaşamamıza izin verildiği için minnettar olmalıyız…” 

Çocukların ifadeleri kasvetliydi.

“… O da ne demek oluyor?” (Aya)

Sa-san’ın yüzü sertleşti.

“Başkentten ayrılamaz mısınız?” (Makoto)

Eğer sıkı bir hiyerarşik sisteme sahip olan Dağlık dışında bir yere giderlerse daha iyi olmaz mıydı?

“Burada 50'den fazla yetim var... ve birkaç ayda bir terk edilmiş çocuklar da gelmeye devam ediyor…” 

“Anladım…” (Makoto)

Açıkçası o kadar basit değildi.

İlk olarak, zaten bu yapmak için paraları varmış gibi görünmüyorlardı.

Kendi kendilerini geçindiriyorlar gibi görünüyorlardı.

“Eğer Makkaren’e giderlerse Fujiwara-kun ve Chris-san'ın yardımını alamazlar mı…?” (Aya)

Sa-san bana pes etmediğini gösteren bir bakış attı.

Hmm…

Nasıl hissettiğini anlıyordum, ama… böyle büyük bir gruba bakmak kolay olmazdı.

Fuji-yan ile konuşsak bile burada bir hayır kurumu işletiyor gibi değildi.

“Makkaren mi? Jean ve Emily adında maceracılar tanıyor olabilir misiniz?” 

Ha? 

“Tanıyoruz. Birlikte maceralara gitmiştik.” (Makoto)

“Öyle mi! İyiler mi?” 

Ablaları ilk kez mutlu bir ifade takındı.

Jean ve Emily bu yetimhaneden gelmişlerdi.

Şimdi düşündüğüme göre, Güneş Ülkesi yetimhanesinden olduklarını söylemişlerdi.

Hm? O zaman bu demektir ki…

“Onlar... küçük şeytan mıydı?” (Makoto)

“Ah…” 

Ablaları şaşırmış gibi baktı.

Hata yaptığını düşünüyor olmalıydı.

“Ah, biz diğer dünyalıyız. Bunlara aldırmıyoruz.” (Makoto)

Bunu önceden söyledim.

“D-Diğer Dünyalılar mı? Efsanevi Kahraman-sama olabilir misin?!” 

“Hayır, ben efsanevi olmayan bir Kahramanım.” (Makoto)

“?????”

Şimdilik basit bir öz tanıtım yapmıştım.

“Vay be! Siz Rozes Su Ülkesi’nin Kahraman-sama’sı mısınız?” 

“İnanılmaz, Nii-chan~” “Çok havalı.” “Kahraman-sama…” 

Çocukların bakışları tutkuluydu.

Bu utanç vericiydi.

“Sırıtıyorsun, Takatsuki-kun.” (Aya)

“Biraz eğlenmek iyi değil mi?” (Makoto)

“Evet evet, eğlenceli, değil mi?!” (Aya)

Sa-san da eğleniyor gibi görünüyordu.

“Demek Jean ve Emily iyiler. Maceradı olduklarından beri çok uzun süre geçmiş olmasa da bize belli zamanlarda para gönderiyorlar. Bu yaşama rağmen onlar kesinlikle kolay değiller…” 

Ablaları gülümsedi.

Jean... bunu sen mi yapıyordun?

Hiç bilmiyordum.

Ondan sonra, bir süre Jean ve Emily hakkında konuştuk.

Ablaları mutlu bir şekilde gülümsüyordu.

“Anlıyorum, Jean ve Emily artık bir çift.” 

“Daha önce böyle değil miydiler?” (Makoto)

Onlarla ilk tanıştığımda birbirleriyle çıktıklarını düşünüyordum.

Görünüşe göre son zamanlarda çıkmaya başlamışlardı.

“Yetimhanede Emily daha çok abla gibiydi. Jean ise ‘maceracı olacağım ve çok para kazanacağım!’ diyordu ve Emily endişeli bir şekilde onunla birlikte gitti.” 

Kız kardeş nostaljikmiş hissetmiş gibi konuşuyordu.

“Anladım. Bir dahaki sefere Jean’i bununla kızdıracağım.” (Makoto)

“Takatsuki-kun, çok kötüsün~” (Aya)

Bu kilise hakkında ablalarıyla konuşmalıydık.

Şimdi geri dönerken anlatacak güzel bir hikayemiz vardı.

Ama buraya boş gevezelik etmek için gelmedik.

Burası küçük şeytan yetimhanesiydi.

Bilgi sahibi olabilirlerdi.

“Bu kilise… Güneş Tanrıçası için mi?” (Makoto)

Bunu Güneş Tanrıçası Althena-sama'nın heykeline bakarken söyledim.

“Dağlık’ta Althena-sama dininden başkasının kilisesi yok.”

“Anlıyorum… bu konuda Rozes ile aynı.” (Makoto)

Dinlerinde katı bir ülke olması tam da benim duyduğum gibiydi, ha.

“Bu arada…” (Makoto)

Konuyu normal bir şeymiş ortaya çıkarmaya çalışıyordum.

“Yılan Kilisesi hakkında bir şey biliyor musun?” (Makoto)

Bunu söylediğim anda ablalarının yüzü sertleşti.

“Kötü Şeytan inananları olduğumuzu mu düşünüyorsunuz?” 

“H-Hayır, hayır.” (Maktoo)

“Bu korkunç eylemleri kardeşlerimize zarar verse de…! İnsanlara gelişigüzel saldırıyorlar, ot gibi korkunç bir uyuşturucuyu yayıyorlar ve dünyaya kaos getiriyorlar. Onlar tarafından zarar gören insanların nefretleri biz küçük şeytanlara yöneliyor ama…” 

Ablaları sonunda zayıf bir şekilde inledi.

Gördüğüm kadarıyla buradaki insanlar Yılan Kilisesi'nin kurbanlarıydı…

Hmm? Beni rahatsız eden bir nokta vardı.

“Ot, Yılan Kilisesi'nin yaydığı bir şey mi?” (Makoto)

“Evet… 9. Bölge sakinleri bunu bilir. Yılan Kilisesi para gelirini ot satışından sağlıyor. Bir zamanlar bir adam kiliseyle ilgili olduğunu söylediğinde otun kaynağı olan bitkiyi yetiştirmek isteyip istemediğimizi sordu.” 

“Olamaz… çocuklara mı? Bu affedilemez.” (Aya)

Sa-san sinirlendi.

Anladım.

Yılan Kilisesi ve ot.

Bağlantılıydı, ha.

“Yılan Kilisesi'ni araştırıyoruz. O kiliseden bir adam, geçen gün Su Ülkesi’nin başkentine canavarlar ile saldırdı. Daha sonra bu başkenti hedeflediklerini söylediler.” (Makoto)

“… Olamaz.” 

Ablaları acı bir ifade takındı.

“Her şey yolunda. Bir şey biliyor musunuz?” (Makoto)

“Yeraltı kanalları olabilir mi?” 

Konuşmamızı dinleyen bir çocuk bunu mırıldandı.

““Yeraltı kanalları mı?””

Sa-san ve ben başımızı eğdik.

“Symphonia, kanalizasyon görevi gören karmaşık yeraltı kanallarına sahiptir.” 

“Orada mafyaların ve Yılan Kilisesi'nin saklandığı söylentileri var.”

“Orada adam kaçıranların da olduğu söyleniyor, bu yüzden çocuklar o yere yaklaşmamalıdır…”

Kulağa şüpheli geliyordu.

Böyle bir yer mi vardı?

“Symphonia’daki yeraltı kanalları, ha…” (Makoto)

“Takatsuki-kun… gidecek misin?” (Aya)

“He? Sen gelmeyecek misin, Sa-san?” (Makoto)

Sa-san bana şaşırmış gibi bakıyordu.

Tuhaf bir şey mi söyledim?

“Dikkatli bir oyuncu olsan bile, Takatsuki-kun, başını tehlikeli yerlere sokacaksın, ha.” (Aya)

“Başkentin yeraltı kanalları, kulağa bir zindan gibi geliyor. Eğlenceli olabileceğini düşünmüyor musun?” (Makoto)

“Haah…” (Aya)

İç çekti.

Ama burası, gecekondu mahallelerinden bile daha aşağıda olan bir yerdi.

Daha derine iniyoruz gibi hissediyordum.

[Symphonia’nın yeraltı kanallarına gidecek misin?]

Evet

Hayır

Bugün bir sürü seçenek çıktı, ha.

“Sa-san, hadi gidelim.” (Makoto)

“Evet evet, anladım~” (Aya)

Sa-san, sıkıntılı bir ifadeyle gülümsedi.

Symphonia’nın yeraltı kanallarına gidiyorduk.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
STERBEN (225 puan) Üye
2020-08-09 13:36:58
Bölüm için teşekkürler
Damocles (222 puan) Üye
2020-06-29 04:06:41
Bölüm için teşekkürler.
Eyisha (198 puan) Üye
2020-06-17 19:32:23
Ölüme gidiyorlar land
MhmtSnmz (70 puan) Üye
2020-06-16 23:14:09
Teşekkürler, "bok yoluna gitti" dedikleri şey gerçek olacak :D
Nefret5335 (31 puan) Üye
2020-06-25 05:52:49
@MhmtSnmz, jdjjdjsjwjaj
darkrai (79 puan) Üye
2020-06-16 20:58:25
elinize sağlık
Foudre1234 (50 puan) Üye
2020-06-16 17:08:09
Mukmmel
Ker!m (339 puan) Üye
2020-06-16 16:29:09
E. S.
ilgin (71 puan) Üye
2020-06-16 14:50:39
Bölüm için teşekkürler