Sıfır İnananlı Tanrıça ile Isekai'yi Temizlemek - Sınıf Arkadaşları Arasındaki En Zayıf Büyücü

16 Şubat 2021
Çeviri: deantrbl
Düzenleme: Residenttt
794 Görüntülenme
Bu bölümü 20 Kişi beğendi.
Cilt 8

Takatsuki Makoto, Cornet'in Yıkılan Kentine Varıyor

Dağ Ülkesi, Laphroaig. 

1000 yıl önce gelişen bir ülke.

Cornet başkentinde bulunan Ay Sarayı’nın o dönemlerde dünyanın en güzel sarayı olduğu söyleniyordu.

Ay Ülkesi, iblislerin hüküm sürdüğü karanlık zamanlarda bile neden zenginleşmişti?

Bunun nedeni, Ay Kahini ve Ay Ülkesinin Kraliçesi'nin Felaket Cadısı olması ve Büyük İblis Efendisi’nebağlı olmasıydı.

Ancak bu gerçek gizliydi ve Ay Ülkesi, nedense iblisler tarafından saldırıya uğramayan mucizevi ülke olarak adlandırılıyordu.

Felaket Cadısı, bir iblis insan uyumu politikasını zorluyordu.

Bu yöntem, insanların ve iblislerin evliliğiydi.

O zamanın hükümdarları olan iblislerle barışmak için, insanlarla iblislerin bir araya gelip çocuk sahibi olmaları gerekirdi – iblis yavrusu.

İblis yavruları aynı zamanda insan ve iblisti.

İki ırk arasındaki köprü olmaları gerekiyordu.

Fakat bunu yapma şekli kötüydü.

Felaket Cadısı gücünü, Büyüleyici Gözler'i, hem iblisleri hem de insanları rızalarını almadan zorlamak için kullandı.

Birçok insan ve iblis, istemeden karıştı.

Bundan sonra bu kötü uygulama Kurtarıcı Abel tarafından ifşa edildi.

Büyük İblis Efendisi yenildikten sonra Ay Ülkesi feshedildi.

Sonunda muazzam miktarda iblis yavrusu mülteci oldu.

Felaket Cadısı'nın rezilliği 1000 yıl sonra bile konuşuldu.

Ve şimdiki zaman.

1000 yıl önce birçok iblis yavrusunun doğduğu Cornet’in Yıkılan Kenti’ne vardık.

◇◇

“Burası senin memleketin mi, Fu-chan? Hmm…” (Aya)

“Nasıl desem… ferah bir yer.” (Lucy)

Sa-san ve Lucy kelimelerini seçerek konuştu.

“Hiçbir şey yok.” (Makoto)

Burayı gördüğümdeki izlenimimdi.

Etrafta binaların kalıntıları vardı ama çoğu parçalanmanın eşiğindeydi.

Bundan sonra yaygın olan şey açık bir alandı.

“Buradaki insanların hepsi yer altında yaşıyordu. Çünkü yerin üstünde yürürlerse, Dağlık ve Camelon tüccarları tarafından götürülürler.” (Furiae)

“He? Neden?” (Aya)

Sa-san, Furiae-san'ın söylediklerinden sonra sordu.

“İblis kadınları ve çocukları köle olur. Sonuçta hiçbir ‘insan’ hakları yok.” (Furiae)

“…Olamaz.” (Aya)

Sa-san kelime bulamıyordu.

Furiae-san'ın geçmişi ağırdı.

Ona ne söyleyeceğimi bilmiyordum.

“H-hey, bana da çocukken ‘Büyük Orman’ın dışına asla çıkma’ diye söylendi. Elfler de sıklıkla köle tüccarları tarafından hedef alınıyor. Özellikle benim gibi sevimli yarı elfler.” (Lucy)

“L-Lucy, bunu ilk defa duyuyorum!” (Makoto)

“Ah, sana söylemedim mi, Makoto?” (Lucy)

Lucy bile atmosferi değiştirmek için karanlık bir hikayeden bahsetti.

Büyük Orman'ın güvenliği o kadar kötü mü?!

Veya daha çok isekailer gerçekten korkutucuydu!

““““……””””

“Miyav miyav.” 

Bu karanlık atmosferde sadece kara kedinin miyavlanması yankılandı.

O anda Güneş Şövalyesi Kaptanı Ortho-san geldi.

“Makoto-dono, biraz vaktin var mı?” (Ortho)

“E-Evet. Ne oldu?” (Makoto)

Şükürler olsun. Konuyu değiştirebiliriz.

“Şimdi üssümüzü inşa edeceğiz. Akşam iletim büyüsünün kullanıldığı bir toplantı olacak, bu yüzden lütfen katılın. Üs kurulana kadar dilediğinizi yapmakta özgürsünüz ancak çok uzağa gidecekseniz birine mesaj bırakın. Ayrıca, Ay Sarayı kalıntılarının arkasında bir sahil var, ancak Deniz Canavarı Kralı Forneus'un ordusunun yaklaşma ihtimali var, bu nedenle canavarlara ve iblislere dikkat edin. Ayrıca… Şansın düşük olduğunu düşünüyorum, ancak Yılan Kilisesi saldırırsa dikkatli olun.” (Ortho)

Çok fazla uyarı.

Savaş gerçekten yaklaşıyordu. Gerilim tamamen başka bir boyuttaydı.

“Anladım.” (Makoto)

“Pekala.” (Orto)

Ortho-san hızlı adımlarla ayrıldı.

Uzağa dev bir çadır kuruluyordu.

Ortho-san astlarına emir veriyordu.

Onlara yardım etmenin daha iyi olacağını düşündüm, ama ben acemiyken onlar profesyoneldi.

Onlara sadece engel olacağımı düşündüm.

Bu durumda, boş zaman, ha.

En azından bizi gözetleyeceklerini düşünmüştüm.

Bu yolda da düşündüğüm bir şeydi, ama Kötü Tanrı Öncüsü’ne ve Ay Kahini’ne karşı tehlike duygusu gösterenler çoğunlukla kilise ya da soylularla akraba olan insanlardı.

Görünüşe göre Güneş Şövalyeleri bunu pek önemsemiyordu.

Hmm, şimdi beklenmedik bir boş zamanımız vardı.

Peki o zaman… ne yapalım?

Furiae-san’a baktım.

Bana ‘Hm?’ ifadesiyle baktı.

“Ne?” (Furiae)

“Hey, Prenses, etrafı biliyorsun, değil mi? Bizim rehberimiz olur musun?” (Makoto)

Yabancı bir yerdeyken yerlilerle konuş.

“Pekala.” (Furiae)

Bunu istediğimde Furiae-san yürümeye başladı.

“Fu-chan, çok hızlı yürüyorsun.” (Aya)

“Furi, seninle geleceğim.” (Lucy)

Sa-san ve Lucy peşinden koştu. 

Algılama’yı kullanırken üçünü takip ediyordum.

Cornet'ten neredeyse hiç bina kalmamıştı, ancak hala çok az miktarda taş döşeme vardı.

Furiae-san kaybolmadan bunların üzerinde yürüyordu.

“…Hiçbir şey değişmemiş. Yine de bu çok açık.” (Furiae)

“Gerçekten mi, Fu-chan?” (Aya)

“Evet. Yıllardır büyüdüğüm bir başkentin kalıntıları… Haha, kaç kere görsem de sıkıcı bir manzara.” (Furiae)

Furiae-san, sözlerinin aksine biraz eğleniyormuş gibi konuşuyordu.

Şimdi biraz daha iyi mi hissediyordu?

“Su Ülkesi ve Güneş Ülkesi'ni gördükten sonra şunu düşündüm: Ne kadar adaletsiz… Herkes hayatını yerin üstünde yaşayabilse de bizler yeraltına sürülüyoruz. Çamurlu suyu tatmamış insanların mutlu yüzlere sahip olduğunu gördüğümde içimde kötü bir niyetin büyüdüğünü hissettim…” (Furiae)

Bu iyi değil. Furiae-san'ın kalbindeki karanlık derindi.

“H-Hey, Prenses, Prenses Noel hiyerarşik sisteme karşı, bu yüzden tahta çıktıktan sonra iblis yavrularına karşı ayrımcılık ortadan kalkmayacak mı?” (Makoto)

Bunu daha önce biri söylemişti.

Bu hatıraya dayanarak Furiae-san'a sormayı denedim.

“…Kim bilir? O kadın, beatskin ve elflere yönelik ayrımcılıktan kurtulacağını söyledi, ama buna iblis yavrularının dahil olduğuna dair hiçbir garanti yok. İlk olarak, Tanrıça Kilisesi iblis yavrularını onaylamıyor.” (Furiae)

“Bunu… daha önce duymuştum.” (Lucy)

Lucy, Furiae-san'ın sözlerinden sonra bunu koyu bir tonla ekledi.

Prenses Noel, Güneş Kahini ve Tanrıça Kilisesi'nin en önemli üyelerinden biriydi.

Papa’ya kabul ettirmenin epeyce zaman alacağı doğruydu.

“İlk olarak, o kadından bir şey beklemek istemiyorum. Doğduğundan beri her şeye sahip olan kadın! Şövalyem! Artık Güneş Kahini hakkında konuşmayı bırak.” (Furiae)

Furiae-san bunu kızgın bir ses tonuyla söyledi.

(…Doğduğundan beri değil.) (Makoto)

Doğru hatırlıyorsam, Prenses Noel, Dağlık tahtının üçüncü sırasındaydı.

Işık Kahramanı Sakurai-kun onun nişanlısı olunca birinci sıraya yükselmişti.

Işık Kahramanı’nın eşi olarak.

O zamana kadar Tanrıça Kilisesi'nin Papası olmayı hedefliyordu ve görünüşe göre bir Güneş Kahini olarak eğitim alıyordu.

Süper çalışkan Prenses Sofia'nın ‘O, kıyaslayamayacağım kadar bile muhteşem bir insan’ dediğine göre hiç şüphe yoktu.

İşte bu yüzden benim Prenses Noel hakkındaki düşüncem çok iyiydi…

Pekala, bunu söylemenin zamanı değil.

“Artık bundan bahsetmeyeceğim, Prenses. Bu arada, nereye gidiyoruz?” (Makoto)

“Anladığın sürece. Oraya.” (Furiae)

Furiae-san hafif yüksek bir tepeyi işaret etti.

Üstünde dev taş tuğlalar bir araya getirilmişti.

Yıkılıyordu ama zamanında olağanüstü bir bina olmalıydı.

“Geçmişte Ay Sarayı'nın bulunduğu yer. Onun yeraltı yaşadığım yer.” (Furiae)

◇◇

“Heeh, yer altında böyle büyük bir alan var.” (Aya)

“Bu saray için bir kaçış yolu olabilir mi?” (Lucy)

Bir sürü yer altı yolunun birbirine bağlı olduğu, devasa, yuvarlak şekilli bir alandaydık.

Lucy ve Sa-san merakla huzursuz bir şekilde etrafına bakıyorlardı.

“Doğru. Yeraltı labirenti benzeri rotalar, savaş zamanları için bir kaçış yolu olarak Ay Sarayı kalıntılarının merkezi olarak yapıldı.” (Furiae)

“Ateş Ülkesinin başkenti gibi görünüyor.” (Makoto)

Yaptırım Şövalyesi ile Yılan Kilisesi’ni aradığımız zamanın anıları.

Yılan Kilisesi orada bir ayin yapıyordu.

Gamuran başkentini yok etmek için kendini yok etme sihirli ritüeli.

(…Her ihtimale karşı…) (Makoto)

Ben endişeli biriyim, bu yüzden Algılama’yı etkinleştirdim.

Bir tepki oldu.

“?! Sa-san, Lucy! Orada saklanan biri var. Prenses, buraya gel!” (Makoto)

“A-Anladım.” (Furiae)

Furiae-san ona söylediğim an koşarak geldi.

Hareketleri hızlıydı.

Fakat saklanan da hızlıydı.

“Direnme.”

“Tüm Güneş Şövalyelerini öldürün!”

"Furiae-sama'yı kurtarın!”

“İblis yavrularının zaferi!”

Gölgelerde saklanan onlarca maskeli insan bize saldırmak için koştu.

Maskeli insanlara en yakın olan... Sa-san'dı.

“Siz piçler, eğer bu kadının hayatına - bugha!"

Onu aramızdaki en zayıf kişi olarak düşünmüş olmalılardı. Grubun lideri gibi görünen adam Sa-san'ı yakalamaya çalıştı... ve uçarak gökyüzüne gönderildi.

Sa-san'ın uzattığı sağ koluyla şaşkın bir ifadesi vardı.

Ne zaman yumruk attığını göremedim.

““““He?””””

Kalan maskeli insanlar yerinde durdu.

(Bu kız grubumuzdaki en güçlü kız, biliyorsun.) (Makoto)

“Bu adamlar Yılan Kilisesi’nden mi?” (Lucy)

Lucy asasını havada tutuyordu ve üzerinde yaklaşık 5 metre büyüklüğünde bir ateş topu vardı.

Lucy'nin Ateş Topu.

…Onu kaç kere görürsem göreyim, korkunç.

Doğrudan vurulursanız kemiklerinizin bile kalmayacağından eminim.

“Makoto, hepsini yakacağım, tamam mı?” (Lucy)

“Tamam, ama lideri canlı bırakalım. Onu Ortho-san'a teslim edeceğiz. Gerisini yak.” (Makoto)

“Pekala!” (Lucy)

Lucy şaka yapar gibi göz kırptı.

Başka bir deyişle bu bir şakaydı.

Lucy'nin saçma manasıyla dev ateş topu kükrüyordu.

Bu patlarsa Ay Sarayı'nın kalıntıları yok olacaktı.

O şeyi gerçekten atarsa diri diri gömülürdük...

Lucy, ateş etmeyi planlamadığı ateş topuna sürekli olarak mana koydu.

Hava kuruyordu, havadaki mana yanıyordu ve nefes almak zordu.

Maskeli insanlar burada korkudan başka bir şey hissetmiyor olmalıydı.

“Bekle, lütfen! Birini öldüreceksen lütfen beni öldürün! Lütfen onların canlarını bağışlayın!”

Sa-san tarafından uçarak gönderilen adam maskesini çıkardı ve özür diledi.

“Ah, sen...” (Furiae)

Şimdiye kadar arkada saklanan Furiae-san hızlı adımlarla çıktı.

“Sen değil misin, Havel? …Ne yapıyorsun?” (Furiae)

“Furiae-sama! Oooh… yüzünü bir kez daha görebileceğimi düşünmek…! Seni kurtaracağız!”

Bu adamlar...

“Prenses, onları tanıyor musun?” (Makoto)

“Evet... Şövalyem, Büyücü-san, biraz bekler misiniz?” (Furiae)

Furiae-san, Lucy'nin büyüsünü elinde tutmasını sağladı.

Büyüsünde gerçekten gelişmişti.

“Aah, Lucy'nin büyüsünün böyle güvenilir olacağı günün geleceğini düşünmek...” (Makoto)

“Hey, Makoto, basit bir ateş topuyla bu kadar etkilemek beni hiç mutlu etmiyor ama?!” (Lucy)

“Hey hey, Takatsuki-kun, bu adamları ne yapacağız?” (Aya)

Lucy ve ben konuşurken Sa-san bize saldıran adamları işaret etti.

“Furiae-sama!” “Kahin-sama!” “Ahhh, tekrar buluşacağımız günün geleceğini düşünmek...” “Şükürler olsun, şükürler olsun…”

Bize saldıran insanlar maskelerini çıkardı, Furiae-san'ı çevrelediler ve yere diz çöktüler.

İnsanlar gözyaşlarına boğuldu, sesi titreyen insanlar, ona tapanlar… Bu neydi?

“Hey, Prenses, bu insanları bizimle tanıştır.” (Makoto)

Prenses'e el salladım.

“Seni piç! Furiae-sama ile böyle konuşuyor!”

“Ha? (Tehditkar)” (Aya)

“““Hiiiihh!!”””

Lider beni tehdit etmeye çalıştı ama Sa-san Baskı Becerisini kullandı ve dizlerinin üzerinde zayıfladı.

Diğerleri de bundan etkilendi.

…Lamia Kraliçesi'nin baskısı korkutucu!

“Biraz bekle, Şövalyem!” (Furiae)

“Tamam.” (Makoto)

Furiae-san'ın isteği üzerine biraz beklemeye karar verdik.

Gördüğüm kadarıyla, Furiae-san'a zarar vermeye çalışmaları konusunda endişelenmeme gerek yoktu.

Lucy, Sa-san ve ben Furiae-san ve o insanlar konuşurken biraz uzak bir yerde beklemeye karar verdik.

Dalgınlıkla izliyordum.

“Hey hey, Makoto, görünüşlerini fark ettin mi?” (Lucy)

Lucy kulağıma fısıldadı.

“Evet, herkes iblis.” (Makoto)

Furiae-san'ı çevreleyen tüm insanların başlarında boynuzlar veya kırmızı gözleri vardı. İblis özellikleri vardı.

Güneş Ülkesi yetimhanesinde tanıştığım iblis çocuklarla aynıydı.

Sadece bakarak iblis kanı olduğunu söyleyebileceğin insanlardı.

Hepsinin erkek olduğunu sanıyordum ama genç kadınlar da vardı.

Acaba asıl bir bağlantıları vardı?

Furiae-san iblis yavrularıyla bir süre konuştu ve sonra tek başına bize geri döndü.

“Üzgünüm, Şövalyem. O insanlar benim gibi Ay Tanrıçası Naia'nın inananları. Beni kaçırdıkları için Dağlık Şövalyelerinden intikam almak istediklerini söylediler. Lütfen onları affedebilir misin…?” (Furiae)

“Hmm…” (Makoto)

Saldırıya uğrayan bizlerdik.

Sa-san güçlüydü, bu yüzden sorun yoktu, ama Lucy olsaydı… hayır, bir şeyler yapabilirdi.

Lucy son zamanlarda güçlenmişti. 

Yakın dövüşte en zayıf olan bendim.

Şimdi ne yapmalı...

“Saldırı suçlamasıyla yakalanırlarsa iblis yavrusu oldukları için hepsi istisnasız infaz edilecek…” (Furiae)

“He?!” (Aya)

Sa-san, Furiae-san'ın sözlerine şaşırdı.

Bu oldukça sert bir şeydi.

“Yani bize bunu görmezden gelmemizi mi söylüyorsun?” (Makoto)

“B-Bu hayır mı?” (Furiae)

Furiae-san'ı bu kadar uysal görmek nadirdi.

Furiae-san için önemli insanlar mıydı?

“Bu insanlar… çocukluğumdan beri günlük hayatımın içindeler. Onların idam edildiğini görmek istemiyorum.” (Furiae)

“Çocukluk arkadaşları, ha...” (Makoto)

Elbette onları kurtarmak isterdi.

Lucy ve Sa-san'a baktım.

“Sen karar verebilirsin, Makoto.” (Lucy)

“Sorun yok değil mi? Kimse yaralı değil.” (Aya)

“Siz öyle diyorsanız.” (Makoto)

Furiae-san'a baktım.

“Hiçbir şey görmedik.” (Makoto)

“S-Sorun yok mu…?” (Furiae)

“Evet. Fakat onlara Güneş Şövalyelerine bir daha saldırmamalarını söyle.” (Makoto)

“Teşekkürler, Şövalyem.” (Furiae)

Arkadaşlarımın hayatı tehlikede olsaydı, şüphesiz onları kurtarmaya çalışırdım.

Onlar idam edilirken sessizce izlemek imkansızdı... ama Sakurai-kun veya Sa-san'ın hayatının tehlikede olacağı bir senaryo hayal edemiyordum.

“…Furiae-sama, çok teşekkür ederim. Siz... Özür dilerim.”

Furiae-san'ın tanıdıkları başlarını eğdiler.

Öyle bile olsa konuşma tarzları hiç de çocukluk arkadaşı gibi değildi.

Büyük olasılıkla Ay Kahini, iblis yavruları için özel bir varlıktı.

“F-Fakat şimdiye kadar ona ‘Şövalyem’ demen... Muhafız Şövalyesi anlaşması mı yaptınız?!”

“Doğru.” (Furiae)

“Neden?! Biz Hükümar Muhafızları, senin için canımızı isteyerek çöpe atmaya hazır olsak da Furiae-sama!”

“Doğru! Gördüğüm kadarıyla özel Aura ya da Mana'ya sahip değil! Kahin-sama'yı koruyabilecek birine hiç benzemiyor!”

“Lütfen yanımıza dön!”

İblis yavrusu, Furiae-san'a öyle bir güçle yalvardı ki, sanki alınları yere çarpıyormuş gibiydi.

Bana gelişigüzel bir şekilde laf atmıyor musunuz?

“Şövalyem Su Ülkesinin Kahramanı. Ayrıca Odun Ülkesi’nde İblis Efendisi Bifrons'u yendi.” (Furiae)

“““Ne?!”””

Bu genç iblis yavruları şaşkınlıkla seslerini yükseltir.

O kadar zayıf mı görünüyorum?

“Bu arada, seni demin uçuran Savaşcı-san, Ateş Ülkesi’nin Kahramanıydı.” (Furiae)

“““Aaah~…”””

Buna hemfikirsiniz ama!

“Oradaki Büyücü-san’ın manasını gördünüz, değil mi? Yüzlerce kişi olsanız bile denk olamazsınız. Ayrıca... Ay Kahini, Koruyucu Şövalyesi olarak bir iblisyavrusunu seçecek olsaydı, Dağlık Tapınakçıları tarafından hemen öldürülürdüm.” (Furiae)

“““……”””

Furiae-san'ın sözlerine herkes sustu.

“Kuh… Sen, adın ne?!” (Havel)

İblis yavrusu ekibinin lideri Havel yanıma geldi.

“Takatsuki Makoto…” (Makoto)

“Takatsuki Makoto… Başka bir dünyalı, ha.” (Havel)

Yüzü yakındı.

Gümüş saçlı ve koyu tenliydi.

Yakışıklı bir yüzü vardı, kırmızı gözleri ve boynuzu onun şeytan olduğunun işaretleriydi.

“Lütfen Furiae-sama ile ilgilenin...” (Havel)

İblis yavrusu adam bana baktı ve pişmanlık duyarak başını eğdi.

“Anladım.” (Makoto)

Söylemeden ilerledi.

“Furiae-sama, pek yardımcı olamayabiliriz, ancak bir sorun olduğu an yardım ederiz.” (Havel)

İblis yavrusu adam bunu söyleyerek yoldaşlarına baktı ve gitmek üzereydi.

“Bekleyin. İblis ordusu bu kıtaya yaklaşıyor. Bunu biliyor musunuz?” (Furiae)

Furiae-san onları durdurdu.

“Evet, biliyoruz... Öyle olsa bile buranın dışında yaşayabileceğimiz başka bir yer yok.” (Havel)

İblis yavrusu adam bunu üzülerek söyledi.

“…E-Evet. Dikkatli olun.” (Furiae)

Furiae-san'ın sözlerinden sonra iblis yavruları başlarını eğdi ve yeraltı tünellerinden birinde kayboldular.

Pekala, gereksiz bir savaştan kaçınmayı başardık.

(Fakat endişelenecek bir nokta var.) (Makoto)

Bana ortamı okuyamadığımı söyleyecekler gibi hissediyorum, ama...

Ama bir savaşın ortasındayız.

“Hey… Prenses.” (Makoto)

“Ne oldu, Şövalyem?” (Furiae)

“Bunu söylemek zor, ama...” (Makoto)

Bunu nasıl soracağımı düşünüyordum.

“Bu insanların İblis Efendisi ordusuna mı yoksa Yılan Kilisesi’ne mi bağlı olduğu konusunda endişelisin?” (Furiae)

Furiae-san benden önce söyledi.

“Şey… Evet.” (Makoto)

“Bunu söyleyeceğini düşündüm, bu yüzden onları gizlice büyüledim ve gerçek duygularını sordum. Yalan söylemediler. Bu insanlar İblis Efendisi ordusuyla ilgili değil.” (Furiae)

“Ooh, öyle mi?” (Makoto)

Gerçekten düşünceli.

Şükürler olsun.

O halde geri dönelim.

Akşam toplantısına katılmam gerekiyordu.

Üs kurdukları yere dönmek için yürümeye başladığım an omzum dürtüldü.

“…Hey, Şövalyem.” (Furiae)

Furiae-san buraya yukarı doğru baktı.

“Ne?” (Makoto)

“Ya yalan söylüyor olsaydım? Ya gerçekten İblis Efendisi ordusundalarsa?” (Furiae)

“Yalan mı söylüyorsun?” (Makoto)

“Hayır…” (Furiae)

“O zaman sana inanıyorum.” (Makoto)

“?!” (Furiae)

Furiae-san gözlerini kocaman açtı.

Neden şaşırdın?

“Sonunda kötü bir kadın tarafından kandırılacaksın, biliyor musun?!” (Furiae)

Furiae-san bakışlarını çevirip oradan ayrılırken bunu söyledi.

Neden azarlandım?

“Hey hey, Fu-chan'ın yüzü kırmızıydı. Bir şey mi dedin?” (Aya)

Sa-san onunla değişiyormuş gibi geldi.

“Hiç.” (Makoto)

“Hmm.” (Aya)

“Hey, Makoto, bu kasıtlı mı yoksa aptal mısın?” (Lucy)

Lucy de geldi.

Görünüşe göre Lucy konuşmayı duyabiliyordu.

“Lu-chan, Takatsuki-kun ne dedi?” (Aya)

“Furi'ye inandığını söyledi.” (Lucy)

“Fakat Lucy, Sa-san ve Prenses yalan söylemez, değil mi? Bu yüzden hepinize inanıyorum.” (Makoto)

““…….””

Bu tuhaf yüzlerin nesi var?

“Zampara.” (Aya)

“Flörtöz.” (Lucy)

(Hey oradaki, havalı jigolo!) (Nuh)

Nuh-sama bile mi?!

“Hey, geri dönmemek sorun olur mu?! Akşam bir toplantın var, değil mi?!” (Furiae)

Furiae-san ona baktı ve bağırdı.

Aman.

Geç kalmak kötüydü.

Güneş Şövalyelerinin inşa ettiği üsse döndük.

Döndüğümüzde hemen üssün ortasındaki en büyük çadıra getirildik.

“Vay be, bu...” (Aya)

“Odun Ülkesi’nde gördüğümüz gibi.” (Makoto)

Havada bir sürü projeksiyon gösterildiğini gördük.

Görünüşe göre aktarım büyüsü.

Odun Ülkesi’nde her köyün reisleri onu kullanıyordu.

Görünüşe göre Ortho-san'a göre her ulusun ordularının standart büyüsüydü.

Tüm bunların içindeki en büyük alan, Güneş Şövalyesinin tepesi General Yuwein'di.

Sakurai-kun'u yanında gördüm.

Büyük Bilge-sama… uyuyor muydu?

“O zaman başlayalım.” (Yuwein)

İblis Efendisi ordusuna karşı strateji toplantısı, General Yuwein'in alçak sesiyle başladı.

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar
Pika-sama (98 puan) Üye
2022-01-25 15:50:50
Ulan mc kalın kafalının da ötesinde
BloodSongs (29 puan) Üye
2021-05-12 13:27:23
Çeviri için teşekkürler.
STERBEN (225 puan) Üye
2021-04-09 14:31:47
Çeviri için teşekkürler.
Datosu (28 puan) Üye
2021-04-07 17:38:45
Makoto adam evlen artık. Bak, 9. cildin sonuna dek evlendin, evlendin. Evlenmedin; okul otobüsünü kaçırıp, Küçük Ağrı Dağı'na gidip, kaza süsüyle otobüsü dağdan düşüreceğim, yanına geleceğim ve çakacağım suratına.
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-02-17 20:22:19
Çeviri ve edit için teșekkürler.
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-02-17 20:22:10
NTR kokusu alıyorum. Acaba Sakurai NTR sever mi. :)
Mesofoworld (90 puan) Üye
2021-03-16 13:17:07
@DeliDana, NTR?
DeliDana (2871 puan) Üye
2021-03-17 00:15:20
@Mesofoworld, Netorare nin kisaltması. Aldatma/Sadakatsizlik anlamlarına geliyor.
Mesofoworld (90 puan) Üye
2021-03-17 16:24:29
@DeliDana, eyw
OkuyucuS0 (1869 puan) Üye
2021-02-16 19:49:21
Lütfen biri şu mal sökük MC yi gebertsin yok insanlara gelince ezik ama yarı iblislere gelince kabadayı mi kesiliyor sokarım böyle işe yok yani neymiş bir daha güneş sovalyelerine saldırmaları ni şöyle ne lan ben öyle bir durumda olacam sulalelerine suikast duzenlerdim Yok bide niye güneş sovalyelerine yardım ediyon senin kralliginmi lan sen şu ülkesinin resmi olmayan lordusun yok bide şu yarı şeytanlara davrandığı davranışı insanlara davransa kim ona saygıda kusur edecek kim ona saldırmaya cesaret edecek lan adam güneş , su ,ateş ve odun ülkesini kurtardı ama genede kendini ezik görüyor ezdiriyon yok yetmedi yazar prenses Sofia yada acizmis gibi gösteriyor kitap güzel konu güzel ama neden karakterler bu kadar anlayışsız olmak zorunda bana çocuk falan demeyin bu yavsak 19-20 yaş arasında biraz ciddi olsun yeter